13 Nisan 2021 Salı

POLİS ŞAİRLER ANTOLOJİSİ!

Şiir, şair ve polis sözcüklerini bir araya getirmek imkânsız gibi görülebilir. Fakat bırakın bunu, üç sözcüğü birlikte kucaklayan antolojiler bir hazırlanmış.

Bunlardan birisi, “Polis Akademisi Şiir Antolojisi” veya diğer adıyla “Ak Kalemler”. Cemil Doğutaş ile Behsat Ekici’nin hazırladıkları, Polis Akademisi Başkanlığı’nın 1999’da yayımladığı bu kitabı görmek ve okumak hususunda gecikmiş bulunuyoruz.

Bununla birlikte, telafi eder mi bilmem, Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanlığı’nca 2001’de yayımlanan bir antoloji var elimde: Polis Şairler Antolojisi.

“Türk Polis Teşkilatının 156. Kuruluş Yıldönümü Anısına” ithafen yayımlanmış bu antoloji.

Kitap, yayımlayan kurumun yapısına uygun bir şekilde, sıkı bir denetim sürecine bağlı olarak hazırlanmış bir izlenim bırakıyor ilk bakışta, ilk sayfalarda. Emniyet müdürü, amiri, başkomiser, komiser yardımcısı, polis memuru gibi üyeleri bulunan Denetleme Kurulu, Seçici Kurul gibi kurulların süzgecinden geçen şiirler antolojiye girebilmiş. Kurul üyeleri arasında edebiyat dünyasından aşina olduğumuz isimler yok değil: Nedim Uçar, Sırrı Er gibi…

Emniyet mensubu 71 isme ait 207 metin yer alıyor 214 sayfalık antolojide. Aralarında bir manzum metni olanlar olduğu gibi, birkaç metni bulunanlar da var.

Antolojiye “Vali/Emniyet Genel Müdürü” Doç. Dr. Turan Genç bir “Önsöz” yazmış. “Ulu önder Mustafa Kemal”e atıfla, emniyet mensuplarının “sanata olan tutkuları”nın dikkate alındığı belirtiliyor burada. Müteakiben, “1. Sınıf Emniyet Müdürü/Daire Başkanı” Dr. Fevzi Erdoğan, “Takdim”le sesleniyor okurlara. Şiirin toplumun ortak duyarlılık ve vicdanına seslenen niteliğine gönderme yapan Erdoğan, geniş bir kapsam alanına hitap eden tanım cümleleri kuruyor: İnsan-doğa ilişkisini düzene koymak, olay ve olguları güzel bir şekilde gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak, istenilen değerlerin öncülüğü, yeniliklerin savunuculuğu. Şöyle bitiyor tanım cümleleri: “Şiir çoğu zaman kalpten akan bir gözyaşı damlası, bazen de gözlerden gelen bir tebessümdür.” Takdimde, antolojideki polislerin, “önce insan sonra da polis olarak duygularını ve düşüncelerini” yansıttıklarına özellikle vurgu yapılıyor.

Antolojideki metinleri, emniyet mensupluğu ve şairliğinin yanı sıra senaristliği ile de nam yapan Mehmet Gökkaya’nın şiirleriyle okumaya başlıyoruz. Bunlar, vaktiyle sanat musikisi formunda bestelenmiş “Kalbe Dolan O İlk bakış” (Unutulmaz) ve “Yine Yakmış Yar Mektubun Ucunu” şiirleri.

Antolojide Türkiye, Anadolu, vatan, millet, devlet, bayrak, toprak, tarih, Atatürk, polislik, istihbarat, kahramanlık, disiplin, şehitlik, gazilik, inanç, itikat, ahlak, çevre, hayat, deprem,  anne sevgisi, öğretmenlik,  ağaç, huzur, nöbet, sokak çocukları, terör, deprem gibi epik yahut didaktik nitelikte konu ve temalar yer aldığı gibi, aşk, gurbet, vuslat, ayrılık, hasret, hastalık, ölüm, korku, hayal, yaşama sevinci, şahsi duyuş ve düşünüş,… gibi bireyin duygu dünyasına hitap eden şiirler de yer alıyor.  

Pek çoğu halk şiiri formunun ağır bastığı metinler var antolojide. Şiirin geldiği modern eşikten habersiz manzumeler birbirini takip ediyor. Özellikle teknik açıdan böyle…

Peki, bizi bir şekilde kendisine çeken, bize gel gel eden hiçbir unsur yok mu şiir adına, antolojide? Ne demek, elbette var.

Buyurun size duygu değerimizin katsayısını artıran birkaç dize. Kimisi klişe de olsa, samimiyetle sentez yapmış şairane titreşimler:

‘Kelepçeyi kalbime vurdum” (s. 20, Ali Ak)

“Bugün duygularıma kördüğüm atacağım” (s. 25, Ali Özkan)

“Kadehler dolusu ‘sen’ içmişim, neyleyim” (s. 50, Cem Arslanbaş)

“Dağlar Gülhani’yi dağlar mısınız

Dağlayıp yolunu bağlar mısınız?” (s. 69, Gürünlü Aşık Gülhani)

Şairanelik kimi zaman somut yaşantı parçalarıyla birleşir, hakiki hayat hikâyeleri oluşturur. O zaman, güvenliği sağlanan meydanlar veya nöbet tutulan mekanlar ikinci şahsın özelinde duygusal bir coşku coğrafyasına dönüşür:

“Ben seni hiç görmedim.

Görmeye çalıştım seni,

Sisli bir Ankara akşamında,

Kızılay meydanındaki mitingde.

Sonra Taksimde, Gül hanede…” (s. 55, Dursun Başgut)

“Seni kafamdan atmak isterdim de

Yine seni düşüneceğim kaç nöbette” (s. 151, Öner Doğan)

Gündelik dilin, geleneksel unsurlarla ve mizahî bir edayla iç içe geçip dilden döküldüğü de olur. Bu arada devamında her ne kadar ikaz, had bildirme ifadesi taşıyan bir dize eklense de, “karakol” gibi cidden soğuk bir kelimeye “şeffaf” sıfatı eklenmesi mütebessim kılar okuru:

“Şeffaf karakolun kırılmaz camı

Emniyet olmasa görürsün şamı” (s. 81, Hasan Karakaya)

Sanatın ustaca kol gezdiği dizeler de var elbette “Polis Şairler Antolojisi”nde. Sözgelimi şu dörtlüğün ilk dizesinde rüzgarı kirpikte konaklatan ustalık bunlardandır:

“Dağ rüzgarı kirpiğine konarken,

Güneş rengi saçlarına ör beni.

Hasret seli gözlerinde donarken,

Kışı gelmez iklimlere sür beni.” (s. 134, Nedim Uçar)

Peki, şuradaki ses oyununa ne diyeceksiniz, sizce de yeni bir şey değil mi?

“…

Bizi yoğurtçu uzaktan

Elini kulağına bir atar

Köşeyi ne zaman dönmüş

Bizim mahallede yoğuuuuuurt

Aşağı mahallede çuuuuuu satar” (s. 188, Vadi Çiçekli)

Nedim Uçar gibi, şiirin gelişim çizgilerinden haberdar olan, ulusal ve uluslararası pek çok şiirsel etkileşimde yer almış bir şair elbette bir değer katıyor antolojiye. Edebiyat çevrelerinin adına aşina olduğu, yazdıklarıyla kendisinden söz ettiren Vadi Çiçekli de aynı şekilde…

Madem şöhretlilerden bahsediyoruz, Uğur Gür gibi, “100 civarında şiiri” bestelenen, bunlardan “80’i TRT Repertuarında” bulunan bir ismi de anmadan geçmeyelim. İşte Hicaz makamında bestelenen bir şarkısının ilk dörtlüğü:

“Bana gel, sevgilim ol, kalbime gir diyemem

Yeniden sever miyim, bunu ben de bilmem

Mâziyi bir çırpıda istesem de silemem

Benim yorgun gönlümde, eski bir sevda yatar” (s. 184, Uğur Gür)

Bu isimlere günümüz Sivas halk ozanlarından olan Gürünlü Âşık Gülhani (Mehmet Kargı)’yi de ekleyebiliriz. Antolojideki “Zaman” adlı tek şiirinde Âşık Veysel sesi ve geleneğini temsil edermiş gibi bir havaya büründüğünü görürüz:

“Kara şair çöker tavan

Arı gider kalır kovan

Kimi yağlı kimi yavan

Kulu kıvrandıran zaman”  (s. 67)

Şairin “zaman”a yönelik duyuş ve düşünüşü bu şekilde noktalanırken, biz de yazımızı zamanımızda “şiir-şair-polis” ilişkisinin ne boyutta olduğu hususunu soralım: Evet, hangi boyutlardadır bugün bu ilişki? 20 yıl önce yapılmış bir antolojiden yola çıkarak bir varsayımda bulunamayacağımıza göre, hangi kıstaslara, hangi kaynaklara bakalım?

Bu bahiste makul kıstaslar, muteber kaynaklar var mıdır?

Yahut hassasiyetler?

Hiç yorum yok: