Şiir, şair ve polis sözcüklerini bir araya
getirmek imkânsız gibi görülebilir. Fakat bırakın bunu, üç sözcüğü birlikte
kucaklayan antolojiler bir hazırlanmış.
Bunlardan birisi, “Polis Akademisi Şiir
Antolojisi” veya diğer adıyla “Ak Kalemler”. Cemil Doğutaş ile Behsat Ekici’nin
hazırladıkları, Polis Akademisi Başkanlığı’nın 1999’da yayımladığı bu kitabı
görmek ve okumak hususunda gecikmiş bulunuyoruz.
Bununla birlikte, telafi eder mi bilmem, Emniyet
Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanlığı’nca 2001’de yayımlanan bir antoloji var
elimde: Polis Şairler Antolojisi.
“Türk Polis Teşkilatının 156. Kuruluş
Yıldönümü Anısına” ithafen yayımlanmış bu antoloji.
Kitap, yayımlayan kurumun yapısına uygun
bir şekilde, sıkı bir denetim sürecine bağlı olarak hazırlanmış bir izlenim
bırakıyor ilk bakışta, ilk sayfalarda. Emniyet müdürü, amiri, başkomiser,
komiser yardımcısı, polis memuru gibi üyeleri bulunan Denetleme Kurulu, Seçici
Kurul gibi kurulların süzgecinden geçen şiirler antolojiye girebilmiş. Kurul
üyeleri arasında edebiyat dünyasından aşina olduğumuz isimler yok değil: Nedim
Uçar, Sırrı Er gibi…
Emniyet mensubu 71 isme ait 207 metin yer
alıyor 214 sayfalık antolojide. Aralarında bir manzum metni olanlar olduğu
gibi, birkaç metni bulunanlar da var.
Antolojiye “Vali/Emniyet Genel Müdürü”
Doç. Dr. Turan Genç bir “Önsöz” yazmış. “Ulu önder Mustafa Kemal”e atıfla,
emniyet mensuplarının “sanata olan tutkuları”nın dikkate alındığı belirtiliyor
burada. Müteakiben, “1. Sınıf Emniyet Müdürü/Daire Başkanı” Dr. Fevzi Erdoğan,
“Takdim”le sesleniyor okurlara. Şiirin toplumun ortak duyarlılık ve vicdanına
seslenen niteliğine gönderme yapan Erdoğan, geniş bir kapsam alanına hitap eden
tanım cümleleri kuruyor: İnsan-doğa ilişkisini düzene koymak, olay ve olguları
güzel bir şekilde gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak, istenilen
değerlerin öncülüğü, yeniliklerin savunuculuğu. Şöyle bitiyor tanım cümleleri:
“Şiir çoğu zaman kalpten akan bir gözyaşı damlası, bazen de gözlerden gelen bir
tebessümdür.” Takdimde, antolojideki polislerin, “önce insan sonra da polis
olarak duygularını ve düşüncelerini” yansıttıklarına özellikle vurgu yapılıyor.
Antolojideki metinleri, emniyet mensupluğu
ve şairliğinin yanı sıra senaristliği ile de nam yapan Mehmet Gökkaya’nın
şiirleriyle okumaya başlıyoruz. Bunlar, vaktiyle sanat musikisi formunda
bestelenmiş “Kalbe Dolan O İlk bakış” (Unutulmaz) ve “Yine Yakmış Yar Mektubun
Ucunu” şiirleri.
Antolojide Türkiye, Anadolu, vatan,
millet, devlet, bayrak, toprak, tarih, Atatürk, polislik, istihbarat, kahramanlık,
disiplin, şehitlik, gazilik, inanç, itikat, ahlak, çevre, hayat, deprem, anne sevgisi, öğretmenlik, ağaç, huzur, nöbet, sokak çocukları, terör, deprem
gibi epik yahut didaktik nitelikte konu ve temalar yer aldığı gibi, aşk, gurbet,
vuslat, ayrılık, hasret, hastalık, ölüm, korku, hayal, yaşama sevinci, şahsi
duyuş ve düşünüş,… gibi bireyin duygu dünyasına hitap eden şiirler de yer
alıyor.
Pek çoğu halk şiiri formunun ağır bastığı
metinler var antolojide. Şiirin geldiği modern eşikten habersiz manzumeler
birbirini takip ediyor. Özellikle teknik açıdan böyle…
Peki, bizi bir şekilde kendisine çeken,
bize gel gel eden hiçbir unsur yok mu şiir adına, antolojide? Ne demek, elbette
var.
Buyurun size duygu değerimizin katsayısını artıran birkaç dize. Kimisi klişe de olsa, samimiyetle sentez yapmış şairane titreşimler:
‘Kelepçeyi kalbime vurdum” (s. 20, Ali Ak)
“Bugün duygularıma kördüğüm atacağım” (s. 25, Ali Özkan)
“Kadehler dolusu ‘sen’ içmişim, neyleyim” (s. 50, Cem Arslanbaş)
“Dağlar Gülhani’yi dağlar mısınız
Dağlayıp yolunu bağlar mısınız?” (s. 69, Gürünlü Aşık Gülhani)
Şairanelik kimi zaman somut yaşantı parçalarıyla birleşir, hakiki hayat hikâyeleri oluşturur. O zaman, güvenliği sağlanan meydanlar veya nöbet tutulan mekanlar ikinci şahsın özelinde duygusal bir coşku coğrafyasına dönüşür:
“Ben seni hiç görmedim.
Görmeye çalıştım seni,
Sisli bir Ankara akşamında,
Kızılay meydanındaki mitingde.
Sonra Taksimde, Gül hanede…” (s. 55, Dursun Başgut)
“Seni kafamdan atmak isterdim de
Yine seni düşüneceğim kaç nöbette” (s. 151, Öner Doğan)
Gündelik dilin, geleneksel unsurlarla ve mizahî bir edayla iç içe geçip dilden döküldüğü de olur. Bu arada devamında her ne kadar ikaz, had bildirme ifadesi taşıyan bir dize eklense de, “karakol” gibi cidden soğuk bir kelimeye “şeffaf” sıfatı eklenmesi mütebessim kılar okuru:
“Şeffaf karakolun kırılmaz camı
Emniyet olmasa görürsün şamı” (s. 81,
Hasan Karakaya)
Sanatın ustaca kol gezdiği dizeler de var elbette “Polis Şairler Antolojisi”nde. Sözgelimi şu dörtlüğün ilk dizesinde rüzgarı kirpikte konaklatan ustalık bunlardandır:
“Dağ rüzgarı kirpiğine konarken,
Güneş rengi saçlarına ör beni.
Hasret seli gözlerinde donarken,
Kışı gelmez iklimlere sür beni.” (s. 134, Nedim Uçar)
Peki, şuradaki ses oyununa ne diyeceksiniz, sizce de yeni bir şey değil mi?
“…
Bizi yoğurtçu uzaktan
Elini kulağına bir atar
Köşeyi ne zaman dönmüş
Bizim mahallede yoğuuuuuurt
Aşağı mahallede çuuuuuu satar” (s. 188, Vadi Çiçekli)
Nedim Uçar gibi, şiirin gelişim
çizgilerinden haberdar olan, ulusal ve uluslararası pek çok şiirsel etkileşimde
yer almış bir şair elbette bir değer katıyor antolojiye. Edebiyat çevrelerinin
adına aşina olduğu, yazdıklarıyla kendisinden söz ettiren Vadi Çiçekli de aynı
şekilde…
Madem şöhretlilerden bahsediyoruz, Uğur Gür gibi, “100 civarında şiiri” bestelenen, bunlardan “80’i TRT Repertuarında” bulunan bir ismi de anmadan geçmeyelim. İşte Hicaz makamında bestelenen bir şarkısının ilk dörtlüğü:
“Bana gel, sevgilim ol, kalbime gir
diyemem
Yeniden sever miyim, bunu ben de bilmem
Mâziyi bir çırpıda istesem de silemem
Benim yorgun gönlümde, eski bir sevda yatar” (s. 184, Uğur Gür)
Bu isimlere günümüz Sivas halk ozanlarından olan Gürünlü Âşık Gülhani (Mehmet Kargı)’yi de ekleyebiliriz. Antolojideki “Zaman” adlı tek şiirinde Âşık Veysel sesi ve geleneğini temsil edermiş gibi bir havaya büründüğünü görürüz:
“Kara şair çöker tavan
Arı gider kalır kovan
Kimi yağlı kimi yavan
Kulu kıvrandıran zaman” (s. 67)
Şairin “zaman”a yönelik duyuş ve düşünüşü
bu şekilde noktalanırken, biz de yazımızı zamanımızda “şiir-şair-polis”
ilişkisinin ne boyutta olduğu hususunu soralım: Evet, hangi boyutlardadır bugün
bu ilişki? 20 yıl önce yapılmış bir antolojiden yola çıkarak bir varsayımda
bulunamayacağımıza göre, hangi kıstaslara, hangi kaynaklara bakalım?
Bu bahiste makul kıstaslar, muteber
kaynaklar var mıdır?
Yahut hassasiyetler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder