dünya küçük sevgilim, denizlere gidelim
buruşmuş kalbi günlerin denizlere gidelim
ateşe verelim adalet provalarını, karartılmış
delilleri, insanlık tarihini
ellerini ver bana, durma, denizlere gidelim
dünya sağır güzelim, denizlere gidelim
kambur bir dili konuşuyor halk, denizlere gidelim
içinden geçelim anksiyetenin, cinnetin, kundaklanmış
gerçeğin
ver bana ellerini, haydi, denizlere gidelim
dünya bize ağyar narçiçeğim, denizlere gidelim
ceplerimizde sancıyan kuş sesleri, yanımızı boş
bırakmayan usanç,
denizlere
gidelim
hadron çarpıştırıcısı ve çarpan alnımıza en katı
hâli maddenin
bu imaj, çürüten şaşaa, kahırdan taşan öfke bu
ellerini ver bana, hemen, denizlere gidelim
o hayâl değmemiş saf sulara inelim
görmedi mi o insan, biz onu bir nutfeden yarattık
yeniden, inan, denizlere gidelim
Aynur Dilber, Trabzon, 1987 doğumlu öykücü ve şair. İki
öykü kitabı var: Az Hüzünlü Bir Yer (İz Yay., 2018) ve Geceleyin Bir Mümkün
(Muhit Kitap, 2021). İtibar, Muhit ve Hece dergilerinde yayımlanmış şiirleri
var. Bunlar henüz kitaplaşmadı.
Dilber, KTÜ Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu.
Mektepli bir kalem yani. Bununla birlikte, son yılların popüler kurumlarından
olan yazarlık atölyeleriyle yolu kesişmiş. Dahası, atölyedeki hocası (Güray
Süngü?) yazdığı şiiri beğenmemiş, öyküye yönlendirmiş. Üstelik şiir
yazamayacağına da inandırılmış. (İzdiham dergisinden Yunus Meşe’ye verdiği bir
mülakatta şöyle demiyor mu: “Yazabilseydim
şiir de yazmak isterdim.”) Fakat o, iki öykü kitabı oluşturacak kadar öykü
kaleme almış olsa da şiirden vazgeçmemiş. Bunu, en başta Youtube’daki “Edebiyat
Burada” programında şiirle ilgisinin sürüp sürmediğine dair sorulan bir soruyu yanıtlarken
(4.55. saniye) yansıttığı heyecandan anlayabiliyoruz; Sakarya’da liseli
gençlerle yaptığı söyleşideki yanıtından da! Bunlardan başka, Hece Öykü
dergisine verdiği yanıt şiir yazma gerekçelerini de içeriyor. “… Hocamız öykü yazın dedi, yazdım. Sonra şiir
de yazdım. Sanki bir zorunluluk gibiydi. Yani mizacımın gereği. O yoğun
hislerden kurtulmak için. Çünkü hislerim aşırı yoğun ve çok uçlarda, aşırı
değişken. Beni çok yıpratıyorlar bir yandan var ederlerken. Bu yüzden mizacım
şiire çok yatkın geliyor bana. (…) Sanki şiir yazmak çok zormuş, ilahi bir
şeymiş gibi addediliyor. Niye zor olsun?” (s. 103)
Dergilerde yayımlanan şiirlerini okuduğumuzda,
itirazının hakkını verdiğini görüyoruz Dilber’in. Gerçekten de dergi arşivimde
bulup okuduğum şiirleri, kumaşı has bir şairin habercisiydiler. İtibar’ın 82.
Sayısındaki “İki Dağ Arasında” (s. 85), 80. Sayısındaki “Hep Güzeldir” (s. 65);
Muhit’in 4. Sayısındaki “Üzgün Bir Kurşun” (Arka kapakta), 8. Sayısındaki
“Defterim Açık Kalsın” (s. 66-67), 11. Sayısındaki “Zeval Güneşi” (s. 99), 13.
Sayısındaki “Küskün Beyaz” (s. 11) şiirleri, bulundukları dergi nüshalarında
nevi şahsına münhasır özellikleriyle öne çıkarılmayı, dahası kitaplaşmayı hak
eder nitelikte metinlerdi. Bu noktada daha güçlü bir delil sunalım da atölye hocası,
Aynur Dilber’i şiirden alıkoyamamış olduğunu net bir şekilde görsün: “Ayın
Şiiri” seçilebilecek nitelikte bir şiir kaleme almış olması! Şimdi “Denizlere
Gidelim” şiiri üzerinde yapacağımız mesaiye geçebiliriz.
“Denizlere Gidelim” 16 dize ve dört bentten
oluşuyor. Başlık olarak da kullanılan “denizlere gidelim” ifadesinin her bendin
birinci, ikinci ve sonuncu dizelerde tekrarlandığı fark edilmiş olmalıdır. Üç
dizeden oluşan son bendin ilk dizesinde “denizlere inelim” yerine “saf sulara
inelim” denilmiş ki, bunun anlam itibariyle diğerinden bir farkı yok. Hatta
“denizler”in saflığına delalet etmesi bakımından makul bir tercih. Bu ifade ve
başlık hariç “denizlere gidelim” istek cümlesi şiirde tam on kez tekrarlanıyor.
Sayma gafletinde bulunmasak hiç hissetmeyeceğiz. Yani okuyanda tenafür uyandırmıyor
bu tekerrür...
“Denizlere Gidelim”i okuyup “Ayın Şiiri” olarak belirledikten sonra girdiğimiz bilgi birikimi edinme sürecinin daha başlarında, “deniz” motifinin Aynur Dilber’in sıkça kullandığı muharrik unsur olduğunu fark etmek, işimizi kolaylaştırdı. Öykülerinde anlatıcı veya diğer itibari kahramanların “deniz”le olan muaşakası, söyleşi ve mülakatlarda yazarın muhataplarının işlerini de kolaylaştırıyordu. Peşini takip edecek derinliğe dalmamakla birlikte “deniz”le ilgili sorulara sıkça müracaat ediyordu Dilber’e soru soran arkadaşlar. Böylece, bir yandan eser ile müessir arasındaki irtibatı ortaya çıkaracak birikim oluşurken, diğer taraftan hem yazarın biyografik gerçekliği, hem de oluşturduğu itibarî âlemin bağlamları açısından “denize” (denizlere) yönelişlerin gerekçeleri ortaya seriliyordu. Bunlarla ilgili derinliğe dalış ise bize kalıyordu.
Madem öyle, bu hususta öykülerinden başlayarak bazı
tespitler yapalım: Az Hüzünlü Bir Yer kitabının ilk öyküsü “Üç Tek”te
“deniz”e birkaç kez atıf yapılır. (s. 16, 18, 21) Bunlarda bir miktar metaforik unsur bulunsa
da, “deniz”in bildiğimiz gündelik anlamıyla kullanıldığı ortada. Şu cümlede
olduğu gibi: “Denizin işi hiç belli
olmaz. Seni balığın peşine takar, istediği yere götürür.” (s. 18) “Aynısı”
adlı öyküde ise “Gözüm deniz manzaralı
tabloya gidiyor. Yalnızca bir kayık ve pürüzsüz bir mavi. Sanki kâinat şimdi
yaratılmış ve bir yaprağın bile kıpırdamadığı sakin bir yer.” (s. 41) cümleleri
eşliğinde bir “deniz” manzarası görünür kılınır. Bu betimlemeyi yapan hayatla
yeni karşı karşıya gelmiştir sanki. Kâinatın yeni yaratılması zannından bunu
anlıyoruz. “Mutsuz Aile Çocukları”nda geçimsiz ebeveynlerden bahsedilirken “Hiç nefret etmedim onlardan ama affedemedim
de! Bağrışırlarken deniz kenarındaki o kocaman kayalara benzerlerdi. O
kayaların üzerine çıkıp, o yükseklikten denizi seyretmeye çok küçükken
başladım. Biraz daha büyüyünce de o kayaların üzerinden denize atlamayı
öğrendim.” (s. 47) cümleleri “deniz”e olan yönelime delalet eder. “İsim
Defterleri”nin anlatıcısı ise bu yönelimi “Kızdığım
zamanlarda başka isimlerim oluyordu, beni anlamadıklarında başka isimler. Ya da
denizi seyredeceksem başka, yeni bir isim alıyordum, o duruma, o duyguya uygun
isimler yazdım defterlerime.” (s. 59)
Aynur Dilber, Youtube’da “Edebiyat Burada” programında
Serkan Türk’ün sorularını yanıtlarken “deniz” motifine iki kez gönderme yapar.
Bir yerde (11.00-11.05. saniyeler) “Deniz
gerçekten benim kendimi annemin karanında hissettiğim bir yer.” derken, bir
başka yerde (11.34-12.05) bu yöndeki hissiyatını tekrarlar. Dilber’in başka
mülakatlarda da benzeri ifadeleri kullandığı vakidir. Sözgelimi bir mülakatta, tercih ettiği “Bir
zaman dilimi?” sorusuna “Annemin karnındayken”
diye karşılık verir. İlk kitabı yayımlandıktan sonra Merve Koçak Kurt’a verdiği
yanıtta da “Deniz” ve “anne karnı” göndermeleri vardır: “Lise yıllarında denize daldığımda annemin karnında olduğumu
hissederdim. Annemin karnı böyle olmalıydı. Sanırım güvenli, huzurlu
hissettiğim için böyle bir benzetmeye gitmiştim.” Burada “Yazmak sanırım denizin altına dalmak gibi.”
ifadesini de kullanan yazar, bir başka yerde Burak Çetik’in sorusu üzerine “Denizi annemin karnı olarak hissetmenin bir
nedeni sanırım dünyayla ilişkisinin kesik olması. Anne karnı dünyadan öncesi
demek. Suyun içinde de insan ayrı bir âleme geçiyor. Dünyanın sesi yok orada.
İnsan eli değmemiş oraya. Suyun, varoluşumuzun kaynağını denizde, esrarengiz
bir şekilde sanki bütün duyulardan ayrı bir duyuyla deneyimliyorum. Henüz
kirlenmemiş, daha dalından elma koparılmamış o ilk mesut ana uzanır gibi.”
ifadelerini kullanır. Geceleyin Bir
Mümkün kitabındaki “Bir Hanımefendi’nin Mağarası” öyküsünde ise deniz, ‘uğultusu’,
‘tuzlu ve yosunlu kokusu’, ‘büyülü karanlığı’, ‘gizemli şarkısı’ ile kendisini
gösterir. (s. 32, 33, 35)
Bütün bunlardan sonra, her halükârda Ahmet Haşim’in Göl Saatleri
kitabının “Mukaddime”si ile örtüşen bir noktanın işaret edildiği görülecektir:
“Seyr eyledim eşkâl-i
hayâtı
Ben
havz-ı hayâlin sularında.
Bir aks-i
mülevvendir onunçün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı.”
“Denizlere Gidelim”in final dizelerini buraya çıkaralım. Özellikle
de italiklenerek verilen Kur’an’dan
yapılmış iktibas sanatına dikkat
edelim. Bu arada Ahmet Haşim’in “havz-ı
hayâlin suları” ile Aynur Dilber’in “hayâl
değmemiş saf sular” ifadesinin birbirine aykırı ifadeler olmadığını, dahası
aynı anlama denk düştüğünü belirtelim.
“o hayâl değmemiş saf sulara inelim
görmedi mi o insan, biz onu bir nutfeden yarattık
yeniden, inan, denizlere gidelim”
Peki, Aynur Dilber’i ve hatta muhayyel
kahramanlarını “denizler” bağlamında (“denizlere
gid”erek) bazen kaçışa ve sığınışa, bazen ise (Eyüp Tekin’in bir sorusunda
muhatap kıldığı üzere “Yeryüzüne
dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak” için) mücadele ve direnişe sevk eden negatif
nedenler ve etkenler nelerdir? İşte bunlarla ilgili tespitlerimizi “Denizlere Gidelim”
şiirinden yapacağız. Ama öncesinde başka müracaat kaynaklarımız da olacak. Bu
ikincilerden başlayalım:
Hassas bir kalbi olduğu muhakkak Dilber’in.
Üzülüyor, hüzünleniyor, acı çekiyor, bu kesin. Hece Öykü’de Dürdane İsra
Çınar’a söylediği gibi, “Bizi kendimizin
ve ötekinin varlığına en çok yaklaştıran şey hüzünlerimiz, acılarımız oluyor.”
Şunu da ekliyor üstelik: “Bu kadar
zulmün, sefaletin yaşandığı dünyada ben hayatı az hüzünlü yaşasam çok mu
mesela?” (s. 100) Gerçi burada çağın saldırısına maruz kalınış, mutsuzluğa
mahkûm ediliş sebepleri her biri üçer kez tekrarlanan “binalar”, “arabalar” ve
“iş” (s. 102) olarak zikredilse de, “mutsuzuz” dedirten başka şeyler de vardır
Aynur Dilber’in ifadeleri arasında. Mesela,
Geceleyin Bir Mümkün’deki “Bir
Hanımefendi’nin Mağarası” öyküsünde yer alan “Size geçmiş olayları, insanların o büyük saçma sapan kıyımlarını, devam
eden güç ve para savaşlarını, zengin yoksul arasındaki uçurumun olabilecek en
üst seviyeye geldiğini, daha nicesini anlatmıyor muyum? (…) Hepiniz nankörsünüz
işte!” (s. 41) şeklindeki cümleler bireysel, yerel ve evrensel ölçekte pek
çok mutsuzluğun sebebine delalet etmez mi? Keza “Limon Küfü” öyküsündeki “Bir adım daha atsalar kurtulacaklar bu
dikenli tel örgülerden, bombalardan, cehennemden.” (s. 70) cümlesi de yeryüzündeki
bir kısım zulmü göstermiyor mu?
Öykülerinde
metnin bir yerine konuşlandırılan bu türden uyarıcılar dergilerden takip
edebildiğimiz şiirlerinde genele yayılmış olarak ve elbette makul bir tasannu
kaygısı içinde verilir. “Bütün arkadaşları ölen asker/Sağ mı döner yurduna”
dizeleriyle başlayan “Zeval Güneşi” veya “Neden her şiiri üzgün bir kurşun
yoklar” dizesinin başı çektiği “Üzgün Bir Kurşun” belirttiğim bakış açısıyla
okunabilir.
Aynur Dilber’in bu konulardaki görüşleri bir
söyleşisinde daha net ortaya çıkar. Eyüp Tekin’in “Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?” sorusunu, “Haksızlık yapma. Doğru söyle, kibirlenme”
şeklinde karşılar. Böylece haksızlığın, yalanın, kibrin doğuracağı zulümleri
reddeder. Bu düşüncelerini paylaştığı mülakatta, sanatın ve sanatçının hak ve
hakikatten ayrı düşmüş yapılara karşı olan muhalif duruşunu şöyle dile getirir:
“Sanat insanın iç dünyasıyla dış dünyaya biçim vermeye çalışması.
Elbette muhalif bir yönü var. Bazen yazma saikimin dünyaya
duyduğum öfke, uzlaşmazlık olduğunu düşünüyorum. (…) Ayrıca yazar (…) gerektiği
yerde kendi sahip olduğu dünya görüşüne muhalif olamıyorsa o sanat pek muhalif
değil tarafgir, kendi karanlıklarına kör, adaletten yoksun bir sanat olur.
Camiyi yık ama adaleti yıkma.”
Dahası, sözünün bu noktasında somut bir adaletsizlik örneğini dile getirir: “Rabia Naz vakasını hayretle izliyoruz.
Camiler bir yandan dikilirken bir yandan bir baba adım adım nasıl
acıdan delirtilir seyrediyoruz. Seyrediyoruz maalesef.” Az Hüzünlü Bir Yer kitabındaki “Kelebek
Takvimi” hikâyesindeki cezaevi ortamı ve adaletsizlik görünümlerine atıf
yapılabilir mi burada, bilmiyorum. Fakat şuna kanaat getirmemek mümkün mü?
“Bazen” hikâyesinin kahramanı “Adalet”in maruz olduğu akıbetle bir farkı
kalmadı bu ülkede adaletin… Bakın, “Dünyanın Son Harikası” öyküsünde
kahramanına söylettiği “Hayır, kör
müsünüz, bu gerçek! Kan akıyor, gerçeğin ta kendisi bu!” (s. 26) cümlesini
bu kez kendisi kullanıyor Aynur Dilber.
Metinler
arası atıflar ve imgeler arası geçişler ile ilerlettiğimiz yazımızın bu
noktasında “Denizlere Gidelim” şiirine göz atabiliriz:
Aynur
Dilber’in, çeşitli kötü halleri olan “dünya”ya ve orada negatif pozisyonlar
takınmış unsurlara karşı bir tepki şiiri yazdığını söyleyebilir. Yanına aldığı
bir ikinci şahıs var, ona “sevgilim”, “güzelim”, “narçiçeğim” gibi aşk
sözleriyle hitap ediyor. Bu hitapları şiirin ilk üç bendinin ilk dizelerinden
okuyabiliriz:
“dünya küçük sevgilim, denizlere gidelim”
“dünya sağır güzelim, denizlere gidelim”
“dünya bize ağyar narçiçeğim, denizlere
gidelim”
Doğrudan
söylenmese de, dünyanın denîliğine, duyarsızlığına ve sevgisizliğine karşı
denizin enginliği, kuşatıcılığı ve kucaklayışı… Dizelerle oluşturulan bu
geometrik derinlik, dünya aleyhine karanlık bir tablo ortaya çıkarırken,
denizler lehine bir berraklığa denk düşüyor.
Peki,
dünyanın lanetli oluşunu katmerleştiren şeyler neler? Sonraki dizelerde, bazen metaforik ifadelerle
bazen de dilin göndergesel işlevi eşliğinde, bunların sayım dökümünü yapılıyor:
Günlerin buruşmuş kalbi, ateşe verilesi adalet provaları, karartılmış deliller,
bunlarla örülü insanlık tarihi; haktan uzak düşmüş bir dili konuşan halk;
kaygı, korku, gerilim, sıkıntı, usanç ve cinnetler, böylece hakikatin
kundaklanmışlığı, evrenin geleceğine konulan devasa deneysel dinamit…
“ceplerimizde
sancıyan kuş sesleri, yanımızı boş bırakmayan usanç,
denizlere
gidelim
hadron çarpıştırıcısı ve çarpan alnımıza en katı hâli maddenin
bu imaj, çürüten şaşaa, kahırdan taşan öfke bu”
Üstte işaret ettiğimiz geometrik hâl şiirin ilk üç bendinin
son dizelerinde de kendisini gösterir. Bu dizelerdeki odak sözcüğün “ellerini”
olduğunu ve en başta belirttiğimiz kaçış/sığınış veya mücadele/direnişin çoğul
bir birliktelik içerdiğini belirtmeye gerek var mı?
“ellerini ver
bana, durma, denizlere gidelim”
“ver bana
ellerini, haydi, denizlere gidelim”
“ellerini ver
bana, hemen, denizlere gidelim”
Sonuç olarak, yaptığı sanatın hakkını her bakımdan veren bir şair ve yazar Aynur Dilber. Edebiyat ortamlarında şairliğinin üstü sanki bir şekilde örtülü kalmış. Fakat o, yazdıklarıyla hem söz konusu örtüyü parçalıyor hem de yerel veya evrensel ölçeklerde insanlığa musallat olan her türlü kuşatmayı dağıtmaya teşebbüs ediyor. Bu teşebbüsün gittikçe içine kapanan bir coğrafyanın zihniyet haritasına rağmen icra edilmesi, yer yer “kaçış ve sığınış”a evrilse de, “Denizlere Gidelim”i ve şairini takdir ve takdim ettiriyor.
KAYNAKLAR:
Aynur
Dilber, “Denizlere Gidelim”, Muhit Dergisi,
S. 19 [Temmuz 2021], s. 17.
Aynur
Dilber, Az Hüzünlü Bir Yer, İz Yay., İst., 2018
Aynur
Dilber, Geceleyin Bir Mümkün, Muhit Kitap, İst., 2021
Dürdane
İsra Çınar (Konuşan), “Aynur Dilber ile Az Hüzünlü Bir Yer üzerine”, Hece Öykü
Dergisi, S. 89 (Ekim 2018), s. 100-103.
Dürdane
İsra Çınar, “Az Hüzünlü Bir Yer’den Çok Hüzünlü Öyküler”, Hece Öykü Dergisi, S.
89 (Ekim 2018), s. 104-105.
http://sapancagazetesi.com.tr/haber/11448/
http://www.bizdenbiri.com/2021/06/13/aynur-dilber-ile-soylesi/
(Burak Çetik)
https://homoscripter.blogspot.com/2019/11/2010-kusag-oyku-kanonu-sorusturmas-9.html
(Eyüp Tekin)
https://www.gzt.com/post-oyku/oykude-genc-izler-aynur-dilber-3510044
(Yunus Meşe)
https://www.izdiham.com/genc-oykucu-aynur-dilber-ile-yunus-mese-roportaj-yapti/
(Yunus Meşe)
https://www.otekileringundemi.com/manset/aynur-dilber-yazmak-sanirim-denizin-altina-dalmak-gibi-h29343.html (Merve
Koçak Kurt)
https://www.youtube.com/watch?v=ZjqHlNmSwgk&t=787s (Serkan Türk, Edebiyat Burada, İlk Kitap, Bölüm 3, 2. Sezon
Bütün "AYIN ŞİİRİ" yazıları için tıklayınız.
2 yorum:
Tebrik ederim ne güzel bir yorum olmuş.
Teşekkürler üstad.
Yorum Gönder