21 Kasım 2023 Salı

ŞAİR TAYYAR TIRPAN'I TIRPANLAYANLAR

80'li yıllarda Oluşum ve Yarın gibi dergilerde dinamik şiirler yazan, tercümeler yapan bir şairdi Tayyar Tırpan. Aynı dergilerde şiir yazan bugünün şişirilmiş bazı isimlerinden, örneğin Ahmet Telli, Ahmet Ada, Hüseyin Alemdar, Haydar Ergülen, Adnan Azar, Ahmet Günbaş, Veysel Çolak, Akif Kurtuluş, Enver Ercan, hatta toprağı bol olsun Ahmet Erhan’dan daha fazla gelecek vadediyordu.

Peki Tayyar Tırpan’dan geriye ne kaldı, merak eden oldu mu? Maalesef…

Eğer meraklı birisi olsaydı, mutlaka şairliği gündeme gelir, adına törenler düzenlenir, yarışmalar açılırdı. Ama nedense unutuldu, unutturuldu.

Tayyar Tırpan’ı bizim gündeme getirmemize gerek kalmazdı. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla, dünyalarımız arasında uçurum vardı.

Peki, onun dünyasına, düşüncelerine, hayat algısına, dünya görüşüne, her neyse işte, ortak olanlara ne demeli?

Vefalı birileri olsaydı birlikte yola çıktıkları, yoldaşlarına sahip çıkarlardı. Demek ki vefaya kapalı bir yol arkadaşlığı var ortada, onlarda vefaya geçit yok.

Her neyse, biz Tayyar Tırpan’ın izini sürelim. İşte mezun olduğu lisenin andacında bir kaç paragraf...

3-H - Tayyar TIRPAN - Yıllık Yazısı

Dünyada tüm gerçeklerin üstünde gerçek sevgidir. İyiliktir. Mutluluk ancak başkalarıyla paylaşılan iyilikler ve sevinçler sonucunda elde edilen soyut bir kavramdır. Sakın size Tolstoy'dan bir parça yazdık kanısına varmayın. Okuduğunuz cümleler sadece 3-H sınıfının arka sıralarına yerleşerek iyiliğini sağa sola oradan, daha geniş bir açıdan, daha kolay ve eşit dağıtıldığını öne süren Tayyar'a aittir.

Tayyar, lise hayatında ortaokulda bildiğimiz uçarılığına, sporculuğuna son vererek yüz seksen derece bir rota sapmasıyla kendisini kitaplara. Gazetelerdeki fikir yazılarına ve T.R.T. deki haberler ile açık oturumlara adamıştır. İnsanlarla mücadele etmeyi çok seven bu büyük düşünürümüz bu yaşına gelinceye dek birçok kişinin fikirlerine yön vererek, onlardaki cevherleri gün ışığına çıkarmış ve böylece felsefesinin büyüklüğüne benliğini biraz daha fazla inandırmıştır.

Bu çok yönlü arkadaşımız, topluma dönük fikirleri ile dikkati çektiğinin yanı sıra müzikle de yakından ilgilidir. Daha önceleri bu konuda faal olmasına karşın, şimdi sadece uzaktan dinlemekle yetinir.

İlerde tüm güzel emellerini gerçekleştirebilmesi bu arkadaşımız için en büyük dileğimiz.”

Tayyar Tırpan’ın bazı emelleri gerçekleşmiş. Mesela, şiirde iyi bir form yakalamış. Gençlik yıllarının siyasî örgütlerinden birisi olan İGD’nin protest yayın organı Yarın’da şiirleri yayımlanmış: “Nereden Nereyeler” (S. 3, Kasım 81, s. 48), “Sonbahar Gölgeleri” (S. 14, Ekim 1982, s. 18). “Nereden Nereyeler” adlı metninden bir kaç dize sunalım bir de:

"Geriye bakınca

Nereye

Kimlerin ardı sıra akan bir ırmak

Çakıl taşları dikenler yaz çiçekleri

Ne çok ne acılardan bir durak

Bir sancıyı paylaşıyor artık

Bir resim puslu bir sabah

 

İncileri nerden bilirdik

Zümrütleri

Parlatılmış gümüş kaşıkları

En şenlikli ilkyazlar

Coşkun mor denizler

Gençtik çocuktuk delikanlıydık"

Sadece Yarın’da değil, Nisa Kadıbeşegil’in Ankara’da yayımladığı Oluşum dergisinde de görünmüş Tayyar Tırpan. Oluşum’un 1981’deki nüshalarının birsinde “Her Hangi Bir Esrik Sabah Gibi” başlıklı metnini yayımlatmış…

Başka yerlerde de görüyoruz Tayyar Tırpan’ı. İzmir konulu bir antolojide. İzmir BŞB Kültür Yayınları’ndan çıkan Şiirin Adı İzmir (Derleyenler: M. Kadri Sümer, Ahmet Günbaş; İzmir, 2008, 248 s.) adlı antolojide…

Onun, Memet Fuat editörlüğünde yayımlanan Kısa Öyküler (Adam Yay., İst., 1996) adlı antolojide ise bir tercümesi var: Vasili Şukşin’in “Acı” başlıklı öyküsü...

Tayyar Tırpan’ın edebî faaliyetlerini araştırırken başka bir kayda rastladım. İşte o kayıt, 6 Ocak 2007 Cumartesi günkü Cumhuriyet gazetesinde yer alan ve eşi ile çocuğunun verdiği küçük bir taziye:

TAYYAR TIRPAN Daima kalbimizdesin. Seni unutmayacağız... AİLESİ Eşi: N…. Tırpan, Oğlu: T……. Tırpan

Bu kadar… Sonrası yok… Ölüm… Unutuluş… Yok kabul ediliş… Vefasızlık…

Resmiyetin edebiyatçılarını, şairlerini insani değerlere yabancılaştıkları için neden sorgulamayalım? Onların rejimleşme uğruna dip yapmalarını, alçalmalarını niye gündemimize almayalım?  

Bu onların şiire de yabancılaşması, hakikate körleşmesidir aynı zamanda.

Tayyar Tırpan’ın yukarıya bir bölümünü aldığımız şiiri şöyle bitiyor: “İmgelerden toz duman olmuş bir yürek/hepsi bu

Bu yüreğin ağırlığını çekecek şair kaldı mı Türkiye’de? 

Bursa, 7 Kasım 2013 

(İlk kez yayımlanıyor. 21 Kasım 2023)

17 Ekim 2023 Salı

BEDRAN YOLDAŞ YAZDI: “O HALDE İSYAN”

Cevat Akkanat, son yıllarda peş peşe yayımladığı şiir kitapları ile öne çıkıyor. İşte birkaçı: Hasılı Memlekette, Post Ah, Gülümse Kulübü, Şanlı Şarkı, Kabuk, Lirik Paramparça, Kovgun İsa Türküsü ve O Halde İsyan…

Denilir ki, şair yaşadığı çağın olumsuzluklarına muhalif olandır. Dara düşenin, zulme uğrayanın, mazlumun çığlığına kulak kesilip sesine ses olmaktır şairlik.

Şairin düsturu olmalı olumsuzluklarla mücadele etmek.

Kelimeleri eğip bükmeden ama usulca ve yerinde kullanarak, düşüncesini damıtarak aktarmalı şair.

Denizlerden, ağaçlardan, kuşlardan ve aşktan da bahsetmeli. Coğrafyasının iyi ve kötü yönlerinden de.

Dümen suyuna göre gitmemeli egemenin; bildiklerini daima dosdoğru söylemeli, çatır çatır. Geçmişten ve gelecekten dersler/çıkarımlar yapmalı.

Şair; her bakımdan ezber bozandır aynı zamanda.

Şair, şiirin peşinde yılmadan, yorulmadan mütemadiyen koşan adamdır. Tarihe ışık tutandır.

Dertlenen, sorunları kendine iş edinendir.

Bu minval üzerine son dönemde yayımladığı şiir kitapları ile dikkatleri çeken şair Cevat Akkanat, KDY’den yayımlanan 15. Kitabı olan O Halde İsyan ile toplumdaki çarpıklıkları, kamu rejimindeki olumsuzlukları ve toplum ve kanaat önderlerinin nahoş davranışlarını yoğun bir şekilde eleştiren şair; mazluma da ses olmaktadır.

Sessiz yığınların sesini duyurmaya çalışan şair:

halkın

sessiz

çığlığı

ankara duy bunu” (s.10) diyerek feryat etmektedir.

 

“Başkent Jandarma Karakolu” adlı şiirinde de başkentte seslenerek:

başkent

niye küçüldün sen böyle

zalim diyorlar sana

ahaliye zulmediyorsun” (s. 11)

 

Zalime ve kötü egemenlere karşı mazlumların yanında yer alarak kararlı bir duruş sergilemiştir. Yanlışlara, haksızlıklara, olumsuzluklara, kötülüklere karşı halk kesimlerinin sözcülüğüne soyunmuş, onların hakkını arama temsilciliğine adanmış bir duruşu sahiplenmiştir.

Şair özellikle zulmün payidar olamayacağına vurgu yaparak:

 aklın varsa vazgeç zulümden başkent” (s. 12) der.

 

Bir taraftan bir zamanlar Mamak cezaevinde yaşanan olumsuzluklara dikkat çekerken, bugün Mamak’ın türkülerde kaldığına işaret ederek yerini Sincan’a terk ettiğine atıfta bulunur:

mamak türküsü’ydü bir zamanlar öldü

oldu adı özgürlüğün sincan şimdi” (s. 15)

 

“Tekerrür Türkiye” başlıklı şiirinde Türkiye tarihinde yaşananları özetler:

“…

istiklal savaşı neymiş ki yaşasın

istiklal mahkemesi daha kanlısı

ilk değil katakulli altmışların başında

mizaha beş çeker bebek köpek davası

yetmişleri yaşadık ağır aksak çocukluk

savdığımız bir bela 71 muhtırası

okumuş cahilleri asmalıydı darbe-gû

suratımıza indi bir sağdan bir soldan sopası

doksanları sormayın bin yıllık zulüm

el ele kırdığımız başörtüsü kotası

milenyumda türkiye yeni vesayet çağı

balyoz idi evveli yedik “bylok zokası”

ne afrin tafrası ne soçi uzlaşması

“tarih” demişti âkif: “hiç ibret alınsaydı”… (s. 16)

 

Şu dizelerde ise muktedirlerle halk arasında yaşanan derin uçurum ve örülen kalın duvarlara vurgu yapar şair:

demir kazıklar çakılı

duvarların üzerleri

tel örgüler gerili

yargıçların evleri” (s. 24)

 

Şairlerin görevlerini vurguladığı bir şiirinde ise şöyle der:

şairler için işte şık

bomba olmalı canlı

söz bombası pek tabii

geri bildirim topları…” (s. 35)

 

Kitapta yer alan toplam 46 şiiri iki ana başlık altında toplamış Akkanat. Birinci bölüm “Devlet Tiyatrosu” adını taşıyor ve 25 şiiri içeriyor. “Epik Sinema” adlı bölümde ise 21 şiir yer alıyor.

O Halde İsyan diri şiirlerle örülü. İşte onlardan birisinde şöyle diyor şair:

adımlarınız yeri

göğü inletmeli

 

korkunun solsun

bet benzi

 

kaplasın şarkınız

başkentleri

 

sesiniz Sakarya’yı

yeniden gürletmeli” (s.


Gerilim, baskı, zulüm ticaretinden zehir ikram edenlere karşı diri duruşu yüklenmek istiyor musunuz? İşte O Halde İsyan bu duruşu yüklüyor…

(O Halde İsyan, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İst., 2023)

 


İBRAHİM ERYİĞİT YAZDI: "O HALDE İSYAN"


1980'lerin ortalarında yazdığı Tan Tan Traska ve Kovgun İsa Türküsü kitaplarıyla 12 Eylül sonrası sosyal ve bireysel psikolojiye ve 90'larda kaleme aldığı Kara Oyun ve Nasılsınız? Kitaplarıyla da bu yılların oligarşik karanlıkları karşısında direnen insanın tepkilerine ve halet-i ruhiyesine dair tanıklıklarını ortaya koyan Cevat Akkanat, son yılların psikososyolojisini Hasılı Memlekette, Şanlı Şarkı, Gülümse Kulübü, Post Ah, Kabuk, Lirik Paramparça gibi kitaplarıyla şiirleştirmişti. O Halde İsyan, bu son grup kitaplarla aynı duruşu sergiliyor. Bunu, adı geçen kitaplarda, şiirlerin altına konulan tarihlendirmelerden anlamak kolay. Fakat bundan daha önemli olan delilimiz, bu kitaplardaki şiirlerin ortak duyuşlar ve dokunuşlar barındırmalarıdır.

Cevat Akkanat’ın 17. şiir kitabı olan O Halde İsyan’da toplam olarak 46 tane şiir yer almaktadır. Kitapta yer alan şiirlerdeki kendini hemen ele vermeyen imgelerin çağrışımları üzerine ciddi kafa yorulduğunda, kitabın adının rahatlıkla Ohalde İsyan olarak da okunabileceğinin mümkün olduğu görülecektir. Şiirlerin geneline hâkim olan ironik dil ve muhalif duruş, şairin kıvrak dil kullanımı ve kelimeleri adeta şekilden şekle sokma becerisiyle birleştiğinde, ilk okunuşta çok basit bir şiir gibi görünen herhangi bir şiirin, çok derin felsefik çıkarımlar barındırdığı gözlerden kaçmayacaktır.

O Halde İsyan, Devlet Tiyatrosu ve Epik Sinema adlı iki bölümden oluşmaktadır. Şiirlerin çoğu ilk okunuşta her ne kadar bireysel sıkıntıların birer dışavurumu olarak görünse de, her bir şiirde toplumsal duyarlığın ön planda olduğu gözlemlenecektir. Çoğunlukla lirik söylemler içeren şiirler, ironik dilin avantajlarından yararlanarak kendiliğinden akan bir ritim ve sesle başarılı bir biçimde örtüşmektedir. Bu arada, kitapta yer alan şiirlerin 2017-2021 yılları arasında yazıldığını belirtmek istiyorum. O Halde İsyan’daki şiirler yüzeysel okunduğunda, ilk anda sanki bir çırpıda yazılmış gibi bir izlenim uyandırabilir okuyucuda. Burada şairin gözlem yeteneğinin derinliğine ve gözlem sonucunu şiire dönüştürmedeki ustalığına, onu yakından tanıyan biri olarak dikkat çekmek istiyorum. Genel olarak, çok kolay yazılmış izlenimi veren şiirler, aslında çok emek ve birikim barındıran şiirlerdir. Örneğin, Sakarya Caddesinde başlıklı şiiri bu anlamda ele alalım:  aşkınız kadar çocuklar / aklınız gitmeli ileri // yüreğinizin dansı / itmeli tetiği geri // adımlarınız yeri / göğü inletmeli // korkunun solsun bet benzi // kaplasın şarkınız / başkentleri // sesiniz sakarya’yı / yeniden gürletmeli // okuyalım ırmak gibi / cadde boyu bu şiiri” (sy: 62). Öncelikle, her şiiri içinizden değil de sesli olarak okumanızı öneririm. Bu şiir yüzeysel olarak okunduğunda, ilk anda, sanki çalakalem yazılmış gibi bir his verebilir size. Şimdi her kelimeyi sindire sindire gür bir sesle okuyalım. İki okuma arasındaki farkı yaşadınız değil mi?

Kısa Türkiye Tarihini bir de Akkanat’tan okumayı öneriyorum. Tekerrür Türkiye adlı şiiri olduğu gibi alıntılıyorum: “ne diyecekti orhan veli şiirinde ‘cımbızlı’ / ‘ne atom bombası/ne londra konferansı’ // istiklal savaşı neymiş ki yaşasın / istiklal mahkemesi daha kanlısı // ilk değil katakulli altmışların başında / mizaha beş çeker bebek köpek davası // yetmişleri yaşadık ağır aksak çocukluk / savdığımız bir bela 71 muhtırası // okumuş cahilleri asmalıydı darbe-gû / suratımıza indi bir sağdan bir soldan sopası // doksanları sormayın bin yıllık zulüm / el ele kırdığımız başörtüsü kotası // milenyumda türkiye yeni vesayet çağı / balyoz idi evveli yedik ‘bylok zokası’ // ne afrin tafrası ne soçi uzlaşması / ‘tarih’ demişti âkif: ‘hiç ibret alınsaydı’...” (sy:16).

O Halde İsyan’daki çoğu şiirin isimlerinin ilginçliğine ve çağrışımlarına dikkatinizi çekmek istiyorum: Uhur Nıklah (tersinden okuyalım: Halkın Ruhu), Kızlarda Özel Hareket Olma Sevdası, Ysjhfhxuldu Geçidi, Vigilanteler Komitesini Tahkir, Ayyuk Gazeli, Adalet Sarayı Beton Bariyerinde Oturan Kıza Şiir, Şair Zibidi,  Statüko Şairleri İçin Negatif, Marc Augé’nin Bileşik Figürü, Kral K/Öle, Wonderland ve Zor Zar,… gibi şiir başlıklarının, okuyucusuna, kitaptaki şiirlerin içerikleri hakkında biraz fikir verebilir kanaatini taşıyorum.

Akkanat’ın sadece bu kitaptaki şiirleri değil, daha önce yayımlanmış kitaplarındaki şiirleri okunduğunda, çoğu okuyucu kendisinin kelime dağarcığının ne kadar kısır olduğunun farkına varacaktır. Örneğin, tehzil kelimesinin anlamını, bırakın okuyucuyu, çoğu şair bile bilmiyor olabilir. Burada, Akkanat’ın Tehzil başlıklı şiirinden söz etmek istiyorum. Dilimize Arapçadan geçmiş olan tehzil kelimesi, hezel sözcüğünden türetilmiştir. Hezel, şaka ve nükte anlamına gelirken, tehzil, alay etmek demektir. Hezl, aynı zamanda bir nazire türüdür. Gazel ya da kaside türündeki bir şiirin başka bir şair tarafından mizahi bir şekilde yeniden yazılmasına tehzil denir. Asıl adı Alâeddin Ali olup, Sâbit mahlaslı şaire ait olan,  Şeb-i Yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir / Mübtelâyı gâma sor kim geceler kaç vakit” (Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler bilemezler / Onun hangi gece olduğunu ancak gama tutulmuş olan bilir) beytinden hareketle günümüzün çıkar ve şov peşindeki şairlerine ironik bir göndermede bulunur: “öyle körüklediler ki karanlığı bu ara / şeb-i yeldayı şölene çevirdi şuara / müneccimle muvakkıt şaşırdı: Nedir / müptela-yı gama bunca maskara?” (sy: 56).

Akkanat’ın şiirlerinde ses ve ritim paralel seyreder. Şiirleri dikkatli bir gözle okunduğunda, onun hem klasik şiire hem de modern şiire tamamıyla hâkim olduğu rahatlıkla görülür. Kısacası, gelenekle günümüz arasında son derece doğal bir köprü kurar. Bunu yaparken de yaşadığı zamanın, şehrin, ülkenin tanığı olarak, içinde bulunduğumuz sistemin olumlu ve olumsuz yanlarının topluma yansımasındaki sıkıntıları, acıları ve sevinçleri çoğunlukla ironik ve cesur bir dille şiirlerinde seslendirir. Şairin, Arazi adlı şiirini alıntılayarak yazımı sonlandırıyorum: “toplama kampı ülkesi / askeri mezarlıklar geometrisi / hazır ol’da duran mezar taşları silsilesi / güdük ve hileli geçmiş zaman nostaljisi / istikbali olmayan gelecekler gecesi / hükmü kalmamış facia mevzisi / mağrur şairlerin kötü şeysi / hayal gücü ve söylencesi / dağılır bir gün elbet sisi” (sy: 59).

[ O Halde İsyan, Cevat Akkanat, 64 sayfa, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İstanbul ]   



16 Ekim 2023 Pazartesi

AYIN ŞİİRİ: LEVENT KARATAŞ'IN "MANİFESTO”SU

Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa,
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.
“Tehlikeli bir şiir olmasın” diyoruz her seferinde,
Ama canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var. 
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;
Ellerinde bir kabak oyucu var sanki.
Kalbimizin elmaslarını, mücevherlerini çalıp, 
Çalıntı bir şeytan sırıtışıyla, 
Genetik artıklarla yağmalıyorlar yaşamı.

Evet, ikiyüzlüler,
Yalancılar, 
Binlerce yüzlüler ejderhalar; 
Hatta evet,
Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar...

Senin bir rüyan var mı şimdilerde güzel ülkem?
Irmaklarla anlattığın güzel rüyaların vardı eskiden.
Anadolu’nun saf rüyalarına inanç beslerdik gençken;
Irmak ve ağaç güzelliğinde rüyalara,
Deniz, zeytin, incir, dut ve iğde güzelliğinde düşlere.

Şairin de bir rüyası var güzel ülkem,
İdealist cumhuriyet kuşağının düşlerinden,
Saf bir hayalimiz var sevgili yurdum,
İzin ver gerçek olsun şiirimizin rüyası.

Bunu senin kılavuzluğunda yapamayacağımızı biliyorum; 
Bunu senin kötücül dikey yardımlarınla başaramayacağımızı...
Bunu, nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama,
Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi.

Tehlikeli yazmak istemiyoruz; 
Fakat sen gizli bekçi, 
Sen bize,
Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;
Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten.
Militan ölülerini alkışlayan halkını, 
Polisinle korumaktan başka ne yaptın?

Allah iyi ki gökyüzünde!
Biliyoruz ki o da güvende değil artık.
Göğü de, ilahî adaleti de yok etmek işin senin,
İyi ki, iyi ki maşasın sen, etnik gizli bekçi.
Ya hiç olmasaydın şeytanın çocuğu, 
İngilizlerin ahır uşağı olmuştuk hepimiz.

Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet;
Kuş yuvalarının mimarisini meselâ, 
Balıkları ve de okyanusları.
Mimlenip televizyonumuza, leopar belgeselleri izlemek,
Ahtapotları daha yakından tanımak. 
Sade bir hayat sürmek istiyoruz; 
Yeni hayatımıza cesaret edemeyen sensin. 
Biz şairiz, şiiri seviyoruz, gizli bekçi;
Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.

Temmuz - Ağustos 2023, Acıbadem.

“Manifesto” Levent Karataş (Kars, 1972)’ın 1 Ağustos 2023’te Bu Çağ dergisinin internet sayfasında yayımlanan şiiri.
 
İlk şiir kitabı Düşüyorum Galileo’yu 1992’de yayımlayan Karataş, sonraki yıllarda Masal (2006), Bir Doğu Uykusu (2006), Güzel Cumartesi (2010), Piyano Fabrikaları (2014), Bir Dünyalı-nın Mesafesi (2014), Son Görüş (2017), Ona Yaşadığımı Söyle (2019), Fantom Ağrı (2021) gibi şiir kitaplarına da imza attı. Şiirin yanı sıra deneme ve öykü türünde eserleri de olan Levent Karataş, edebi ürünlerini Varlık, Adam Sanat, Gösteri, Kitap-lık, Sombahar, Yasak Meyve, Şiir-lik, Şiir Atı, Şiir Oku, Şairin Atölyesi, Akatalpa, Ecinniler, Bu Çağ, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitap vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımladı. 
Farklı sayıda dizelerden oluşan “Manifesto” Rus (SSCB) tarihine yapılan bir telmihi yüklenerek başlıyor:
“Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.”

Peki Stalin ne yaptı romantik Rus şiirinin önemli kadın şair temsilcisi Ahmatova (1889-1966)’ya? 

Ahmatova, 1935-40’larda, Rus diktatörü Stalin’in devlet terörü estirdiği yıllarda yaşanan trajedileri anlatan şiirleriyle dikkatleri üzerine çekti. Özellikle o dönemde zulme uğrayan kadınların kederlerini şiiriyle kayıt altına aldı. 

Ahmatova’nın eşi Nikolay Gumilyov, Sovyet rejimine muhalefet ettiği gerekçesiyle 1921’de kurşuna dizildi. Kendisi ise 1922’de tehlikeli bulunarak rejimin lanetlemelerine maruz kaldı. 1925-1940 arasında şiirlerinin yayımlanması yasaklanmış olan Ahmatova, bir süre sonra Sovyet Yazarlar Birliği’nden ihraç edilerek adeta “ağaç kabuğu” yemeye veya ölüme terkedilmiştir. 

Demek ki Levent Karataş, Ahmatova’nın Sovyet diktatör Stalin ve onun yardakçısı olan her tür tüzel veya özel kişiyi iki dizeyle bugüne aktarıyor. Sırf aktarma mı bu? Değil tabii ki. Güncelleştiriyor. Bugünün benzeri süreçlerine bağlıyor. Transfer edip “yerli ve milli” egemen bir Türkiye sosyolojisine bağlayıveriyor. Şair, üçüncü dizeden itibaren bu sosyolojinin alametlerinden pasajlar sunmaktadır:

“… canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;
(…)
Genetik artıklarıyla yağmalıyorlar yaşamı.”

İkinci bentte “hükümet istasyonları”nın özellikleri sayılmaya devam edilmektedir. Malum, bunlar kamu kurumu, STK yahut kişisel troller şeklinde arz-ı endam ederler. Neymiş özellikleri, bakalım: Karataş, ikiyüzlülük, yalancılık gibi didaktik dil unsurlarıyla cepheden fotoğraflar onları. Aynı zamanda, ağzından ateşler kusan, uğursuz, şeytansı, can alıcı mitoloji hayvanı “erderha” ile devam eder betimlemesine, hem de “ejderhalar” şeklinde, çoğul bir ifade ile. Bendin son dizesi ise daha bir manidardır: “Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar…” Öyle ya işaret edilenler dinlerini, özellikle de İslam’ı her fırsatta söz sermayesi olarak kullanmıyor mudur? Bunlarda sahicilik aramak mümkün mü? Ancak çakma (“yan sanayi”) mamulatı robotik kimlikler olabilir…

Sovyet diktatörün Ahmatova özelinden verilen ve fakat bütün muhaliflerine yaptığı kıyımın Türkiye yereline transferi üçüncü ve dördüncü bentlerinde kesinleşir, netleşir. Bununla birlikte “güzel ülkem” hitabının yer aldığı bu iki bent, gerek şiirsel gerekse düşünsel söylemler itibariyle “Manifesto”nun en zayıf halkaları arasında yer alır. “Ülkem”in yanı sıra “Anadolu”, “idealist cumhuriyet kuşağı”, “yurdum” gibi TC’nin ilk dönem Memleketçi şairlerinin veya sonraki yıllardaki köy edebiyatçısı yazarların dili gelmiş oturmuştur adeta metne. Bunları bir teşbih olsun diye söylüyorum, kuşku yok; zira şair Türkiye’nin mevcut sosyolojisine karşı geliştirdiği ana fikri pekiştirirken, durduğu yeri de netleştiriyor. Fakat tam da bu noktada şu soruyu sormak istiyor insan: Şairin bu iki bent ile takdim ettiği “hayal” ve “rüya” soslu tarihî sürece eklemlenmiş bir zihniyet değil mi bugünün elebaşları olanlar? Diğer bir ifade ile şanlı (!) rejim hangi döneminde bir özgürlük yurdu oldu halkına? 

Metnin beşinci bendinden itibaren seslenilende yine bir değişiklik olur. Bu kez “gizli bekçi” diye hitap edilen kişi farklı negatif özellikleriyle sorgulanır.  Şiirin sonraki dört bendinde de görürüz bu sorgulamayı: Sözgelimi beşinci bent “Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi” dizesiyle biter. Altıncı bent ise “Sen bize,/Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;/Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten (…)/Militan ölülerini alkışlayan halkını/Polisinle korumaktan başka ne yaptın?” şeklinde dizelere sahiptir. “Gizli bekçi” yedinci bentte “maşa”, “etnik”, “şeytanın çocuğu” gibi sıfatlarla anılırken, son bentte “dalkavuk yığını” şeklinde bir hitaba maruz bırakılır. “Gizli bekçi”yi ihtiva eden bu dört bent bize onun kimliği hakkında somut tespitler yapma imkânı sunmuyor. Fakat Stalinist bir tutumu sürdüren yahut destekleyen negatif bir kahraman olduğunu düşünebiliriz…

Bu arada yedinci bentte dikkatimizi çeken birkaç hususa temas etmeden geçmek istemiyoruz. “Allah iyi ki gökyüzünde!” dizesiyle başlayan bu parçanın devamında “artık” onun da “güvende” olmadığı, zira “etnik gizli bekçi”nin “göğü de, ilahî adaleti de yok etmek” işine giriştiği dile getirilmektedir. Burada Allah’ın mekânı ile ilgili “tespit” dikkat edilirse ünlem işaretiyle vurgulanmış. Allah’ın mekânı bu şekilde “sabit”lemenin Türklerin “gök tanrı” çağından bugüne getirdikleri ve mistik, folklorik bir niteliğe büründürdükleri söylemi tekrarlamak düşüncesinden kaynaklandığını sanmıyoruz. Gerçi buna dair “ima”ların olması metni zenginleştirir. Kaldı ki bu parçada “göğü” ve “ilahî adaleti” yok etmeye teşebbüs eden “gizli bekçi”nin “etnik” kelimesiyle nitelendirildiğini belirtmiştik. Peki, şairin burada özellikle dile getirdiği nedir? Adaletsizliklerin, nefret edilesi her türlü zulmün arşı tuttuğunu mu söylüyor şair? Üstelik bunların geleneksel (mitolojik ve mistik) bir “Tanrı” inancı içinde olanların eliyle gerçekleştiğine mi işaret ediyor? Ve kendi göksel “Rab”lerine yönelik kastedişlerden bile çekinmediklerini mi belirtiyor? En iyisi muğlak kalsın…

Şiirin en uzun parçası olan son bende “Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet” dizesiyle girilmiş. Böylece şiirin başlangıç dizeleriyle bir bağ kurulmuş oluyor. Stalinist diktatörlüklerin tehdidine binaen bir istek değildir bu. Sorunsuz, zulümsüz bir ortamda yaşama talebidir. Zira “kuş yuvalarının mimarisi”ni, “balıklar”ı ve “okyanuslar”ı yazmak, “leopar belgeselleri” izlemek, “ahtapotlar”ı yakından tanımak, “sade bir hayat sürmek” ancak sorunsuz, zulümsüz ortamlarla mümkündür. Oysa “gizli bekçi” böyle bir hayata cesaret edememektedir. 

Genel olarak kötümser ve karamsar bir havayı yansıtsa da şair umut verici, meydan okuyucu dizelerle tamamlamış metnini: 

“Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.”

İşbu yazının sonunu şöyle bağlayayım: “Manifesto”yu fark ettikten ve hakkında üç beş satır kelam etmeye karar verdikten sonra Levent Karataş’ın şiirlerini toplu bir şekilde okuma eylemine giriştim. Ankara ve Bursa sahaflarını hızlıca tarayıp şairin bulabildiğim bütün şiir kitaplarını alıp okudum. Edinemediğim ve dolayısıyla okuyamadığım “Düşüyorum Galileo” ve “Ona Yaşadığımı Söyle”deki şiirleri ve mensur eserlerinde yazıp söylediklerini ayrı tutarak şu tespiti yapabiliriz: “Manifesto”daki dil, üslup ve içerik yaklaşımı genel olarak Levent Karataş’ın şiirsel birikimiyle tümüyle örtüşmüyor. Gerçi “Bir Dünyalının Mesafesi”nin başına konulan “Ben” başlıklı metinde “Dünyayı iyi izlemek gerekir. Baharı, yağmurları ve kiraz çiçeklerini. Bu edinim bana, şimdiki zamanın şiirini yazmak için özüme ısrar etti. Ellerime emretti ve ben de yalın dünyalıkla modern bir şiir kurmaya çalıştım; bu nedenle bütün entelektüel edinimleri bırakarak, bütün hayat edinimlerini şiire taşımaya çalıştım.” (s. x) dese de, “Manifesto”da yapılan bundan daha ötede bir şey… 

Peki, “Manifesto”yu bir şekilde ilişkilendirebileceğimiz başka bir şiiri hiç mi yok Levent Karataş’ın. Kuşkusuz var. Sözgelimi Masal kitabındaki “Saraylar ve Altınlarım İçin” şiiri. Şöyle başlıyor: “korkularını ve sessizliğini duyuyorum onların/zarif kötülüklerini/‘bizimle uğraşma’ diye/kanlı yüzler gösteriyorlar/kim olduklarını bilmiyorum/ ve ‘saklı seçilmiş’ olduklarını…//tanrı seviniyor onlar ölünce (…)” (s. 46) 

Belki tematik bir uyum olarak Son Görüş’te yer alan “Vitrin”deki şu satırlarla da ilişkili bulabiliriz “Manifesto”yu: “Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakacaklarını düşünüyoruz/Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakmayı planlıyorlar çünkü/Ben ütopyamda yamyamlar çağında kara şileplerden beni attıkları zift rengi okyanusa dalıp/kıyıda beni bekleyen yüzme bilmeyen denizkızını öpmek istiyorum.” (s. 28) Aynı kitaptaki “Düet”te yer alan “…Yeis içindeyiz A’bi/Aslı’yı tutukladılar! Karnında sözü olanları fişlediler!” (s. 32) gibi dizeleri de bu çerçevede düşünebiliriz. 

Fantom Ağrı’daki “Birinci Perde” şiirinin şu dizeleri benzeri nitelikler sunar mesela: “Sünni devlet iğneyle kazdı bu kuyuyu/Sünni devlet kefenle çıktı yola/Sünni devletin sakınımlı bir kalbi vardı:/açelyaları, zambakları, karanfilleri –devrimci imgedir diye-/uzak dur diye, çocuklar öğrenmesin diye, başkalaşımlara/uğratan-oryantalist üst aklın Arap kalbi/orada aşk ve çocuk birbirine katıştı/ölmedin, bir egzistansiyalist gençlik ölümü saklı kaldı sende.” (s. 24)

Her ne kadar okuyamasak da okuyan şiir yorumcusu arkadaşların aktarmalarına göre “Ona Yaşadığımı Söyle” kitabında da şairin kalemini tanıklık ve karşı koyma bilinciyle kullandığını öğreniyoruz. Dahası vaktiyle Hilmi Yavuz’vari bir geleneğe bağlı olan Levent Karataş’ın zamanla Pablo Neruda çizgisiyle kesişimler gösterir hâle geldiğinin de dikkatlerden kaçmadığı belirtiliyor ki, bütün bunlar, “Manifesto”yu daha bir anlamlı kılıyor.

Bağlayalım: Bir şiir tahlili için işbu yazının birtakım eksiklikler taşıdığını biliyorum. “Manifesto” için yaptığım mesaiye yenilerini ekleyeceğimi düşünüyorum.

KAYNAKLAR:
https://leventkaratas.com.tr/hakkimda/
https://soninsan.com/yazi/211/bir-metafor-olarak-fantom-agri-ve-poetik-ozne-uzerine--volkan-hacioglu (Volkan Hacıoğlu)
https://www.bucagdergi.com/post/manifesto
https://www.ekdergi.com/levent-karatas-yasadigini-itiraf-ediyor/ (İsmail Cem Doğru)
https://www.gazeteduvar.com.tr/hayalet-kitap-fantom-agri-haber-1521626 (Enver Topaloğlu)
Levent Karataş, Bir Doğu Uykusu, Artshop Yay., İst., 2008.
Levent Karataş, Bir Dünyalının Mesafesi, Hel Yay., Ank., 2014.
Levent Karataş, Fantom Ağrı, 160. Kilometre Yay., İst., 2021.
Levent Karataş, Güzel Cumartesi, Yasakmeyve Yay., İst., 2010. 
Levent Karataş, Masal, Yasakmeyve Yay., İst., 2006.
Levent Karataş, Piyano Fabrikaları, Düşülke Yay., İst., 2014.
Levent Karataş, Son Görüş, Düşülke Yay., İst., 2017.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Anna_Ahmatova
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/11/11/levent-karatas-son-goruste-ucan-kus (Enver Topaloğlu) 
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/12/07/levent-karatasin-mesaji-buradayim-ve-yasiyorum  (Enver Topaloğlu)
https://parsomenfanzin.com/2022/02/06/levent-karatas-ile-fantom-agri-uzerine-soylesi/ (İhsan Baran) 

Bu yazı ilk kez İktibas dergisinde yayımlanmıştır: Tıklayınız.

Bu serinin diğer yazılarını okumak için tıklayınız. 

25 Nisan 2023 Salı

ŞİİRANKARA-1


ŞiirAnkara yazılarına başlıyorum. Şöyle de diyebilirim: Şairlerle ve şiirlerle Ankara'yı geziyor ve işbu yazıları yazıyorum. Yahya Kemal'in İstanbul'u için büyüttüğüm hevesi Ankara şiirleri ile Ankara'ya transfer ediyorum. 

Bu yazılara standart bir form biçebilir miyim? Hayır, fakat günlük, gezi yazısı, eleştiri, tahlil gibi okuyabileceğiniz satırlar barındıracaklardır diyebilirim. İlave materyal de bulacaksınız ŞiirAnkara'da. Özellikle, ele alınan mekâna mahsus görseller... 

Başlayalım bakalım, maceramız bizi nereye götürecek... 

Ankara'nın Şairi ve Flanörü Cemal Süreya

Türkiye edebiyat atlasında Ankara merkezli en güçlü şiir hareketi İkinci Yeni olduğu gibi, adını bu kent ile özdeş kılan şairlerden başında da Cemal Süreya gelir. Ona bu vasfı yakışır bulmamız için "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir" başlıklı metnini yeter kabul ederiz. 

Bu kanaatim abartılı bulunabilir. Hayır, eğer abartılı bir söz söyleyecek olsaydım şairin "Göçebe" şiirinde geçen ve önündeki yanındaki, arkasındaki bütün bağlamlarından kopararak şuraya aldığım "Ankara’da dokunak (...) olduğunu" dizesini öne sürerdim. Hele ki "dokunak" sözcüğünün çağrışım değerlerini "âteşin, yürek delen, hırpalayıcı, duygusal, etkileyici; hatta falsolu, kinayeli..." gibi geniş açılı bir pergelle çerçeveleyecek olursak, Cemal Süreya şairaneliği bunların tamamına dokunur, tamamıyla dokunur.  Haydar Ergülen'in "Şiir ile Ankara" yazısının sonlarına doğru bu şiire yaptığı dokunaklı göndermeyi ise bu şiirin duygu değeri ile ilişkilendirebiliriz. 

Bu arada "Göçebe"de şehirler arası yolculuklara süzülen şair "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir"de adeta Ankara flanörüdür. Sanırım Ahmet Telli'nin "Ankara'da/II" şiirinde "...Cemal Süreya'nın Kızılay'da/Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması" şeklindeki betimlemesi de bu flanörlüğün somutluk kazanması ile ilgilidir. Şimdi somutlaştırma sırası bizde...

25 Nisan 2023, Ataç ve Adakale Sokaklar Üzerinden...

Sabah 07.20'de Sıhhiye'de metrodan indim. Sıhhiye'de metrodan inmek Kızılay'a göre daha sıhhat verici geliyor bana. Bütün işgallere rağmen hâlâ sulak ve yeşil bir alan var orada. Bir bölümü Valilik tarafından gaspedilen Abdi İpekçi Parkı. Sabahın tazeliğini alıkoyan parkın içinden Yenişehir Pazarı'na doğru yürüyorum. Uyuyan köpeklerin rahatsızlık vermeyeceği kesin. Bir kaç görsel alıyorum oradan. Birisini paylaşıyorum:


Yenişehir Pazarı'na varıyorum. Pazar açılmamış. Açılmayacak çünkü Çarşamba ve Cumartesi günleri kuruluyor. Ayrıca perşembe günleri de sosyete pazarına ev sahipliği yapıyor. Bir elimde vaktiyle Altındağ Belediyesi için hazırladığı Ankara Şiirleri Antolojisi, diğerinde fotoğrafları çektiğim cep telefonu. Yakınlardaki güvenlik mensuplarını ve tek tük geçen insanların meraklı bakışlarını bir tarafa bırakarak pazar yerinden fotoğraflar alıyorum. İşte Yenişehir Pazarı'ndan bir görüntü:


Cemal Süreya'nın şiirinde beni buralara sürükleyen bir çok unsur var. Fakat başı çeken bölümleri önceleyeceğim. Birinci sıraya metnin dördüncü bölümünde yer alan şu dizeleri koyacağım:

"Tam Ataç Sokak'tan Pazaryeri'ne dönüyorum ki
Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına 
 
Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
Rengârenk kır çiçekleri gibi." 

An itibariyle şairin baktığı noktada değilim. Süleyman Sırrı Caddesi'ne doğru yönelip o noktaya, yani Ataç-1 Sokak'a doğru yürüyorum. Sırasıyla caddeyi iki taraflı kesen Halk ve Sağlık Sokaklardan geçerek bu caddede başlayan veya sonlanan Ataç-1 Sokak'a ulaşıyorum. Cemal Süreya'nın baktığı noktadan pazaryerine bakıyor ve üstleri başları üst üste atılmış giysilerle dolu olan terzi çıraklarını arıyorum. Ortalık rengarenk kır çiçeklerine dönüşsün istiyorum. Ataç-1 Sokak'ın köşesinden çektiğim fotoğraf ile geçmiş zaman düşü kurmaya çalışmak bir hayli zor. Bakın bakalım: 

 


"Adakale Sokak'ta İlhan Berk'i görür gibi oluyorum 
Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri"  
 
Ataç'tan Adakale'ye yöneliyorum. 60-70 metrelik bir mesafe. Cemal Süreya'nın Adakale Sokak ile ilgili üstteki dizeleri şiirin yine dördüncü bölümünde fakat Ataç Sokak ile ilgili olarak okuduğumuz dizelerden öncedir. Demek ki benim yürüme istikametimin tam tersi bir istikamet üzere hareket etmiş şair.

 


Şiirin bu bölümünde Cemal Süreya "Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri" dizesine sadık kalarak pek çok isme yer vermiş. Salah Birsel, Cahit Sıtkı, Cahit Külebi, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli, Hasan Şimşek, Şahap Sıtkı, Metin Altıok bunlar arasında... Şiirin hemen başındaki Edip Cansever, Turgut Uyar, Can Yücel isimleri de dikkate alınacak olursa, şairin şu teklifi yapmaktaki makul tutumu anlaşılabilir:

"- Şair arkadaş,
Bir derdin mi var
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
Ankara'ya gelmelisin."

Şairler Cemal Süreya'nın davetine uyar mı bilemem. Ben kendime bakarım. Şu halde Ankara'ya gelmenin de ötesinde, Ankara'da bizden önce şehri adımlayan şairlerin ayak izlerine takıldım. 

Adakale Sokak'ta, 25 Nisan 2023, Saat: 07.30 civarı

Adakale Sokak'tan yukarıya, Ziya Gökalp Caddesine doğru yürürken Tuna Caddesi ile Sakarya Caddesi arasında sağda  Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu binasını gördüm. Cemal Süreya'nın bir maliye müfettişi olduğunu hatırlayıp bina girişinde bulunan güvenlik görevlisine yöneldim. Sorum üzerine, adı geçen kurulun 20-25 yıldan beri bu binada olduğunu söyledi görevli. Cemal Süreya'nın Ocak 1990'da vefat ettiğini düşünürsek bu binada görev yapma ihtimalinin olmadığını belirtebiliriz. 



Şiirin tamamını okuyabilirsiniz: 

OTELLER HANLAR HAMAMLAR İÇİN SÜREKLİ ŞİİR

I      .

Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,

Daha çok seviyorum Cansever'i, Uyar'ı, Can Yücel'i

Bir de Fethi Naci'yi, ve elbet Mustafa Kemal'i.

Ankara Ankara         .

Bir kent değil burası, bir acenta dizisi,

Bir işhanı, bir umumi mümessillik belki,

Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler

Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.

Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?

Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.

Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu,

Osmanlı Bankası davul;

Ve Emlak Kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika ordusu:

Dol (An)kara bakır dol!

 

Biletim öldü;

Gömleğim kirli.

 

Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde

Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?

Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi?

Tiren kuşları daha Eskişehir'den başlayarak

Çarpa çarpa bedenlerini kara vagonlara

Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.

Evliya Çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de

Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.

 

Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor

Yine de, belli, içi içine sığmıyor.

 

Büyük Millet Meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta

O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli:

 

İş Bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor

Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir'i.

 

İşte bak, dün humour sözcüğü için Fransevî'yi açtıydım,

"Şetaret" diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami:

Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya'ya!

 

Ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,

Ama biliyorum, DÇM için Marmara Oteli'ne gideceğim

Yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;

Vergi iadesi için de Stad Oteli var.

Paraşüt Kulesi'ni yukardan görmüş olursun ayrıca.

 

Adını titizce saklayan bir sokak buldum

Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,

Oradan geçerken hep seni düşünüyorum,

Belki de oralarda bir yerdesin,

Sen tavşan aralığı,

Sen ağzımın tadı,

      

Bir buluş gibisin!

 

- Ağır ol Bay Düzyazı,

Sen ancak uçağa binebilirsin!

 

 

 

II

 

Ankara Ankara,

Ey iyi kalpli üvey ana!

 

 

III

 

Biliyor musun başkentim nedense

Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,

Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun

Ben acılanma yeterince.

 

Tek boynuzlu yapılar arasında

İki katlı ve gözlüklü bir hayırevi

Dayandım ak bedenine öptüm öptüm

Aşkım değilsen haber ver benzerimi!

 

Herşey öyle yeni ki burda

Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı

Ama ben budalalıklarla doldurdum

Yıllarca bütün boş sayfalarımı.

 

Şurda işte tam şu noktada Dede'nin

İç çekişi Bach'ın soluk alışına karışıyordu,

Bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım

Bir milyon adam ayakta bira içiyordu.

 

Kim kimdik o gün, unuttum şimdi,

Yalnız buz gibi odada oturduğumuz aklımda,

Hani o arsız sonbahar küçücüğü

Gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.

 

Sen temiz hava saklı su

 

Sen Bayan Nihayet

 

Sen bir mevsimin sanat eki

 

Çeşmeler adın kokulu!

 

 

IV

 

Hoparlörlerinde halı ve mevlithan

Gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,

Alnaçlarının ardında kirli kan,

Önündeyse temiz ve vurulandan akan.

 

Bugünün sarkışıdır ama yarın için

Çıkan her kurşun patlayan silahlardan,

Katılaş dur yukarda katılaştığın kadar

Artık bir özel ad oldun ey Duman!

 

Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento!

Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,

Adakale Sokak'ta İlhan Berk'i görür gibi oluyorum

Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri.

 

Şöyle mi derdi İlhan Berk:

 

"Sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz

Ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz."

 

Salâh Birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:

 

"İsterseniz İlkyazın gazinosuna

Hep birlikte garson girebiliriz."

 

Aldı Cahit Sıtkı:

       “Özgürlüğümün bir parçası oldun artık

       Hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda

 

Cahit Külebi:

      

"O ozanlar var ya büyük ozanlar

Biz yanarken çıkarıdğımız dumanlar."

 

Evet Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli,

Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.

Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun

Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.

 

Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı'nın kasabalısı,

Ve içtiği rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki

Metin Altıok'a devredip masadaki yerini

İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.

 

Tam Ataç Sokak'tan Pazaryeri'ne dönüyorum ki

Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına

 

Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya

Rengârenk kır çiçekleri gibi.

 

- Şair arkadaş,

Bir derdin mi var

Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden

Ankara'ya gelmelisin.

 

 

 

V

 

Yakındoğu'nun düpedüz Italyancasi: Farsça.

Yakındoğu'nun zengin Fransızcası: Arapça

 

Yakındoğu'nun duru Ingilizcesi: Türkçe

Yakındoğu'nun dallı Ispanyolcasi: Kürtçe

 

Yakındoğu'nun kırık Portekizcesi: Lazca

Yakındoğu'nun yatay Çincesi: Ürgüp, Göreme

 

Yakındoğu'nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,

Hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.

 

 

VI

 

Ankara Ankara

Müfettişler arasından geçiyor tiren

Bankası elektrik Otel Mola