Bugün postabaşı beni fena haşladı,
öksürmüşüm kan
bulaşmış saçına bebeğin.
Oysa tüm parçaları
eksiksiz monte ettim.
Diğer bebeğe
geçmiştim.
Bu oyuncak çok
çirkin
Çok tatlı! diyor
kucağında
babasının neşeyle çınlayan çocuk
Ben kucağındayım
yaranın
Ciğerim pörsük,
bedenim bebek
Bebekler banttan
hızla geçiyor!
Siz çocuğu
duydunuz da,
bakmayın
sızlandığına
Öksürecek, çok kan
tükürecek daha
O bilmiyor ben
biliyorum çocuk darağacında,
ekmek yağlı urgan
boynunda,
yeni yıl geceleri
kimi Noel babaya inanır
Ben kibritçi kıza
inanırım
Kibritçi kız
güneşin gövdesinde ışıltılı bir gemide
Zaman geniş onun
için, zamanın dışında masal evreninde
Fabrikada zaman
dar, daha üretilecek 7200 bebek var
Ayaklarımı
zeminden kopartamıyorum
yapış yapış yer
kan içinde.
Siz görmezsiniz
siz sevmezsiniz bilirim
İşçi çocukları
sadece kibritçi kız sever,
Güneşin gemileri
sonunda yeryüzüne iner.
Babasının bazısı
yaranın kucağında
bazı çocuklar,
yokluk tutuyor
ellerini.
Hiç kimse
anlamıyor
Ben işte yazıyorum
defterime cinayetleri
Levent
Dalar
(Zonguldak, 1971) hekim şairlerden. Ağaç, Kedi ve Tırnak (2001), Temsil-i Hayat (2003), Bir Fakir Adem (2003)
ve Ademin Duaları (2020) adlı şiir kitaplarına imza attı. Şiirlerini
Dergâh, Sombahar, Ludingirra, Yedi İklim, Düşlem, Şiir Oku, Kırklar, İtibar,
Muhit gibi dergilerde yayımladı.
“Çinli çocuk oyuncak işçilerine” ithafını
taşıyan üstteki “Çinli Kardeşi”
şiiri Dergâh’ın Haziran 2021 (S. 376, s. 24) sayısında yer alıyor.
İlk kitabı yayımlandığında kendisiyle
yapılan bir söyleşide, “gerçek” ve “hayat” ilişkisinin şiirsel içerikteki
önemine temas eden şair, bunun kendi şiirinde masalsı bir dil ile terennüm
edildiğini de vurguluyordu. Bu vurguyu, son kitabının takdiminde yapılan “Dalar, yıpranmamış bir metafizik dille
konuşuyor.” hükmüyle bir şekilde örtüştürebiliriz. Evet, bir şartla, dilindeki
“yıpranmamış”lık kanaatimce
bahsettiğimiz şiirsel içerikteki unsurları diri bir şekilde kullanmasından
kaynaklanıyor. Gerçi Ademin Duaları
kitabı bağlamında Zeynep Arkan şairi “mistik
yönelimini bir kaynağa bağlayan” mistik şairler kategorisine dahil edip
başarısını “içe dönük”lüğe, “mistik bir dil kulla”nmaya, dahası “yeni bir mistik dil üretme gayesi içinde ol”maya
bağlasa da, bunların genel nitelikler olduğunu söyleyeceğiz biz. Bunlar
Arkan’ın “bireysel bir ses” diye biten hükmüyle de çelişiyor üstelik.
Öyleyse Levent Dalar’ın bir başarısı varsa, bunu daha sağlam muharrik unsurlara
bağlamalıyız. Ben bunları öncelikle şairin kendi ifadelerinden seçeceğim.
Sözgelimi son kitabının merkezde olduğu ve Salih Ağbalık’a verdiği söyleşiye
müracaat edeceğim:
“Şiir
benim için kafes olmaktan ziyade kanat niteliğinde aslına bakarsanız. Ben şiir kanatlarını taktığımda dünyayı ve
acılarını, en ince ayrıntılarına kadar görüp anlatabileceğim bir yüksekliğe
ulaşıyorum. Fazlalıklar siliniyor o zaman benim için. Bu sayede daha iyi
anlamaya çalışıyorum yaşadıklarımı, yaşananları.”
“… benim
şiirlerimde isyan, ilk kitabımdan Ademin Duaları’na kadar önemli bir payanda.
İlk kitaplarımda öfke de belki biraz eşlik ediyor buna. Ama artık telaş ve
öfkenin insanı zalim yaptığını iyice öğrendim. Sabretmeyi, sakince yere oturup
beklemeyi bilmenin insanı olgunlaştıracağını anladım. O yüzden isyan, bu
dualara yol açıyor. Ruhumdaki yarayı bu dualar ile iyileştirmek istiyorum.
İyileşen ruhumla doğru ve emin hareket etmek, eylemek. Benim isyanım ve öfkem
Gandi ve Tolstoy’un isyanları ile kardeş.”
“Aslına
bakarsanız ne kadar alışılagelmiş bir mistik söyleyişe kimi zaman yaslansa da
gündelik sıradan hayata ve bu hayatın içinde karşımıza çıkanlara dair benim
şiirlerim.”
Şimdi, birkaç iktibas ile bizzat şairin kendisini tanık kıldıktan sonra, işbu yazımız bağlamında bize bir şeyler söyleme fırsatı veren “Çinli Kardeşi” şiirinin, en başta söylediğimiz “gerçek” ve “hayat”a ilişkin dil ve duyuş atmosferine denk düşen unsurlar taşıdığını kolaylıkla belirtebiliriz. En iyisi şiire odaklanmak…
İlginç bir kurgusu var şiirin. Öncelikle
öyküleyici bir dil. Onunla iç içe, fakat kendisini gizlemiş sinematografik
geçişler.
Şiirin öznesi kahraman anlatıcı. Öncelikle
bir çocuk. Oyuncak bebek imalatçısı çocuk. İmalatını yaptığı bebeğin saçına
bulaşınca öksürüğünden çıkan kan, ustabaşının azarına maruz kalıyor. Oysa
başarılı bir işçi.
Yaşadıklarıyla birlikte, gözlemlerini,
hatta hayal veya düşlerini de katıyor anlatımına. İmal ettiği bebeklerle ilgili
kanaatlerde bulunuyor. Onlar hakkında kanaat bildiren/bildirecek olan
bebeklerin düşüncelerini yansıtıyor. Kendisini onlarla karşılaştırıyor:
“Bu
oyuncak çok çirkin
Çok
tatlı! diyor
kucağında
babasının neşeyle çınlayan çocuk
Ben
kucağındayım yaranın
Ciğerim pörsük, bedenim bebek”
Anlatıcı, şiirin şu bölümünde adeta
muğlaklaşıyor. Hayır, yine kahraman anlatıcı anlatıyor. Fakat yoksa üst bir
anlatıcı mı giriyor devreye, sözü oyuncak imalatçısı çocuk anlatıcımızdan alıp.
Dikkat edelim:
“Bebekler
banttan hızla geçiyor!
Siz
çocuğu duydunuz da,
Bakmayın
sızlandığına
Öksürecek,
çok kan tükürecek daha
O
bilmiyor ben biliyorum çocuk darağacında,
Ekmek
yağlı urgan boynunda
…”
Burada çocuğun hali “darağacında” olanın haliyle benzerlik ilişkisine sokulurken, “ekmek” de boyundaki yağlı urgana
benzetilmiş. Böylece, çocuğun içinde bulunduğu psikolojik, sosyal ve ekonomik
şartlar, harici bir anlatıcı tarafından somutlaştırılıyor. Somutlaşmanın
devamında efsane ve masal kahramanları olarak “Noel baba” ve “Kibritçi kız”a
atıflar yapılır. Onların şiire dâhil edilmesinin elbette gerekçeleri olmalı. İlkinin
gelecekle ilgili pembe vaat ve umutlar anlamına geldiğini; ikincisinin ise pür
güzelliklere, saf iyiliklere rağmen yoksulluk ve adaletsizlikler elinde
umutların ve hatta hayatın bitip tükenmesi anlamı taşıdığını söyleyebiliriz. Bu
iki unsurun, okuduğumuz şiire masalsı bir hava kattığını da belirtebiliriz. Şunları
da ekleyelim: Zorlu şartlara sahip kahramanımızla bu muhayyel kahramanların
içinde yaşadıkları mekânlar, zamanlar ve şartlar arası bir karşılaştırma,
böylece arada var olan geniş açıklıktan yüksek bir trajedi doğurmak. Bu
doğuyor:
“Kibritçi
kız güneşin gövdesinde ışıltılı bir gemide
Zaman
geniş onun için, zamanın dışında masal evreninde
Fabrikada
zaman dar, daha üretilecek 7200 bebek var
Ayaklarımı
zeminden kopartamıyorum
yapış yapış yer kan içinde.”
Şiirin bir yerinde (“Ciğerlerim pörsük, bedenim bebek”) kendisini değilse de bedenini “bebek” olarak nitelendiren anlatıcı
kahramanla birlikte, şiir adeta bir bebekler (çocuklar) trajedisine dönüşüyor.
Diğerlerine de dikkat kesilelim: Babasının kucağındaki bebek, fabrikada üretim
bandındaki bebekler…
“Çinli
Kardeşi” şiiri, evet, adeta bebekler trajedisi. Fakat şiirde yer alamayan
başka bebekler de yok değil mi? Çin’den Maçin’e, İran’dan Turan’a… Dünyanın
farklı noktalarındaki nice mazlum bebek/çocuk bu şiirde nerede? Cansız
bedenleri sahile vuran Aylan’lar, soğuktan donan Muhammed Raad’lar, 8 aylık iken şehit edilen Leyla Enver
Gandur’lar, 18 aylıkken yakılan Ali Devabişe’ler, ölüp gidişlerine seyirci
kalınan Ahmet Burhan’lar, olmayacak ortamlarda yaşamaya mahkûm nice bebekler…
Kanaatimce onlar da bu şiirde! Zira “Çinli
Kardeşi” adlandırması bile bu şiirin dünyadaki diğer mazlum bebeklere kardeşlik
linki atması için yeterli. Bu bağlamda, şu sonuç dizeleri de benim için önemli:
“Hiç kimse anlamıyor/Ben işte yazıyorum
defterime cinayetleri”.
Bitirirken, bütün karamsar havasını bir tarafa koyup şiirin şu dizesine yaslanmak istiyorum: “Güneşin gemileri sonunda yeryüzüne iner.”
Kaynakça:
-
https://www.dunyabizim.com/soylesi/levent-dalar-siir-gozu-ile-hastaya-bakinca-hekimligin-ozunde-yer-alan-hikmet-ilaclarin-onune-geciyor-h42181.html
-https://www.indyturk.com/node/27266/haber/t%C3%BCrkiyenin-hapisteki-%C3%A7ocuklar%C4%B1-700-%C3%A7ocuk-neden-cezaevinde-nas%C4%B1l-bir-hayatlar%C4%B1-var
-
https://www.yenisafak.com/arsiv/2002/mayis/01/kultur.html
-
Levent Dalar, “Çinli Kardeşi”, Dergâh
Dergisi, S. 376 (Haziran 2021), s. 24.
- Zeynep Arkan, “İlk İnsandan Bu Yana Ademin Duaları”, Dergâh Dergisi, S. 374 (Nisan 2021), s. 11.
1 yorum:
Çinli, Maçinli, Hintli, İranlı,Kürt, Türk, Arap her ne milletten olursa olsun bütün mazlum çocukların şiiri olarak okudum.
Yorum Gönder