Dini de aldılar Allah’ın elinden
Küçük küçük tanrılar uydurdular
Burunlarının Kafdağı kemerlerinden
Yerel kanallarda ulusal kibirlerle
Ufala ufala beyazımsı bir nokta oldular
Ökçesine bastığım unvanlarıyla
Anlamadılar anlamadılar anlamadılar
Ulu Nebi’nin büyüklüğünü
Koskoca hocaefendiler
Koca koca kuytularında
Karıncalanmış bitimsiz sanrıların
Nöbetlerinde
Tanrıları adına coştular
Coştular ve uyuştular
Kızları sultan
Oğulları veliaht
Bölüştükçe kibri
Fetvalar analarının babalarının
Çağlayan gönüllerinden
El oğlu ne bilir
Uluların dilinden
Bir Nokta dergisi, Eylül 2022, s.
Abdurrahman Karakaş (Urfa, 1973) ilahiyatçı ve eğitimci bir şair. Düşünsel özgürlüğe
ve estetik serbestiye eğilim gösterme olasılığının az olduğu bir alanın uzmanı
ve bir mesleğin mensubu olsa da o, şiirlerinde yansıttığı düşünsel ve estetik
tutumları itibariyle kalıpları zorlayıp kırmış bir kimliğe sahip. Bunu şimdiye
kadarki edebî verimleri üzerinden, sözgelimi tek şiir kitabı Zor Sessizlik’te görebileceğimiz
gibi, bu yazımız bağlamında ele alacağımız “Ruhban” şiiri üzerinden de
görebiliriz.
Önceliği kitabına veriyoruz: “Gücünü gerçeklikten alan imge” diye
nitelendiriyor Mehmet Kurtoğlu şairin Zor
Sessizlik kitabındaki düşünsel tutumunu ve imge anlayışını sentezlerken.
Gerçi Kurtoğlu, şairin bu imge anlayışının kapalılığa yol açtığına, şiirinin
okuyucuda fazla karşılık bulmadığına dair hükümler verse de, bu hükümlerin
kendisine mahsus bir göreceliğe tekabül ettiğini söyleyeceğiz biz. Şu halde bize düşen, Karakaş’ın özgün
imgelerine yönelmek ve bunların tekabül ettiği gerçekliğe temas etmektir.
Görülecektir ki “Ruhban” için vereceğimiz hükümleri destekleyecek veriler Zor
Sessizlik’te de yer almaktadır. Sözgelimi kitabın ilk şiiri olan ve poetik kaygılar
da taşıyan “Şairin Dili”nde Karakaş “saralı”
kalp ile “kekeme” dili aynîleştirerek
“kalem”de somut bir bütünlük oluşturmuştur.
Bu kalem, şairin “söyleyemediklerini/ ve
söyleyemeyeceklerini” durmadan yazmaktadır: “Saralı bir şairin titrek kalbi/yani titrek kalemi/aşırı sıcakların
etkisiyle olsa gerek/kağıdı yakarak yazıyor/Kekeme diline benzese de/aksi
gibi/durmadan yazıyor/söyleyemediklerini/ve
söyleyemeyeceklerini/yazdığından/kalem şairin dili/o yüzden kalbiyle titriyor”
(s. 9)
Bu metindeki “aşırı sıcakların etkisiyle olsa gerek”
dizesi görünüşte sıradan bir günlük ifade gibi görünse de esasta bir metaforu
yüklendiği, sözgelimi her tür harici olumsuz etkiye tekabül ettiğini
söyleyebiliriz. Şair bu olumsuz etkileri başka şiirlerinde somut olarak
verecektir. Sözgelimi “Eski Şehir” şiirinde “ilkin kitaplarımı yaktılar/müzelerimi yıktılar/ama hatırlıyorum/dedemin
masallarını/nenemin bağdat sükutunu/armut kubbeli sarayları/mescitleri/dicle'yi
fırat'ı/çölü” (s. 11); “Bağdat Sancısı” şiirinde ise “ey şimdiki erzel/ateş yutar bu coğrafya/su kusar//kandan
çiçekler/dağıtır soysuz şımarıklığı/ahir zaman şiirini yazar/bir dağ başında
tomurcuk lale” (s. 20) dizeleriyle yansıtmaktadır. (İkincisindeki “ey şimdiki erzel” yani “reziller” seslenişine dikkat ediniz!)
“Kayıkçı” şiirinde “Ağır zamanlar biçilmiş kaderime” (s.
24), “Acı Soluk”ta “Altını çizmeli
hayatın" (s. 32), “Sıtmalı Gece”de “Karmakarışık homurtular” (s. 35) gibi dizelerle olumsuz toplumsal etkenlere
dair göndermeler yapan Abdurrahman Karakaş, “Çocuklar Ve...” adlı şiirinde ise “Ruhban”
şiirinin habercisidir sanki. Fakat bu kez farklı bir seçkinler (bürokrat)
kesimini hedefe yerleştirmiştir:
“şehrin yöneticisi de aya bakıyor
yere de bakması gerektiğini düşünmeden
üstelik düş de kuramıyor
etrafında siyah elbiseli kurum müdürleri
katarakt
bir tören için dikilip
sonra unutuldukları belli
hastane kapısındaki çam ağaçları gibiler
bunların çamlardan farkı
önleri ilikli ve muntazam oluşları” (s.
45)
Abdurrahman Karakaş “Vakit ki
Kar Boran” şiirinde de poetik tercihlerine dair ipuçları verir: “Benim kelimelerim mermi gibidir/değdi mi
kalbinize/siz bilmezsiniz/Benim şiirlerim gemiler gibidir/yararak geçerler
denizi/ bozarlar ölümüne nice façaları” (s. 66)…
Şimdi “Ruhban” şiiri
bağlamındaki tespitlerimize geçebiliriz. Buraya kadar yazdıklarımızdan, bu
şiiri niçin gündemimize aldığımız anlaşılmış olmalıdır. Peki, daha net
söyleyelim: Şiirde yargılanan zihniyet
unsurları tabii ki bizi bu metne yöneltiyor. Ayrıca şairin düşünce ve
duygularını kısa bir metin içinde net ve öz bir şekilde bildirmesi, günlük
dilin didaktik yüzü ile şiir dilinin imgeye yaslanan yönünü bir arada
kullanması önemli…
Tam da bu noktada şunu söyleyelim: Bu şiirin
dil ve imge anlayışı Kurtoğlu’nun Zor Sessizlik kitabındaki şiirler için
yaptığı tespitlerle örtüşmemektedir. Şair bu metninde genel olarak şiir dilinin
uzağına daha doğrusu gündelik dilin kucağına düşen bir dili tercih etmiş. Fakat
birkaç yerde başvurduğu imgesel söyleyiş, metni şiirleştirmeye yetiyor. Diğer
söz birimlerini bir tarafa bırakalım; işte metni estetik bir bireşim haline
getiren dizeler:
“Burunlarının Kafdağı kemerlerinden”
“Ökçesine bastığım unvanlarıyla”
“Karıncalanmış bitimsiz sanrıların/Nöbetlerinde”
Bu cidden özgün imgesel dizeler dışında
kalan söz dizilerini anlam itibariyle müzakere etmenin bir gereği olduğunu
düşünmüyorum. Çünkü tamamı gayet sarih bir şekilde yaşayadurduğumuz din kültürü
ahlak bilgisi (din sosyolojisi) vasatına parmak basıyor. Bu seviyesiz vasatın
müsebbibi olan siyasi aktörler, din seçkinleri, cemaat liderleri, tek tornadan
çıkma imam hatipler, muhafazakâr ve mistik kitleler bir şekilde hedefe
yerleştiriliyor. Bir kısmı sahtelikleri, bir kısmı ihanetleri, bir kısmı bilmezlikleri
(echellikleri) ile sefih bir tablo şeklinde görselleştiriliyor.
Şairin bir yerde lanetle sunduğu bu tablo
üzerinde fazla söz söylemenin lüzumu yok. Dolayısıyla sözü uzatmayacağız. Fakat
Abdurrahman Karakaş’ın “Ruhban”dan önce kaleme aldığı ve yayımladığı başka
şiirlerde de benzeri hallere dair tespitlerde bulunduğunu, şiir diliyle bunları
yargıladığını belirtelim. Sözgelimi “Çöz Ellerimden Kelimeleri”nde “Yeni yeni tanrılar edindi insanlar/yükseldi
yükseldi sesleri/afili giysiler giydiler/rol gereği kostümlerdi /aslında hepsi ve
aslında/sahipsiz enikler gibi/çırılçıplaktılar” diyerek sapkınlığa
düşenleri görünür kılmaktadır. “Tanrılarınızı Yiyin” şiirinde ise “Tanrılarını
doğuruyor kadınlar/ve erkekler
tanrılarını (…) Öğütlüyor çöl/kızgın kumlara üfleyen rüzgar/öğütlüyor/tanrılarınızı
yiyin/tanrılarınızı yiyin/onlar sizi yemeden/siz onları yiyin” dizeleriyle putlarını imal edip ihtiyaç
halinde tedavüle sevk edenleri tahfif ediyor. “Emir Ulu Yerden” şiirinde ise kendisine
kutsallık izafe eden sözde uluların kirli dillerine dair tespitler yapıyor: “Emir ulu yerden/Emir ulu yerden/Borazan
ağızlı konuşmacılar/Kutsal metin vehmiyle/Kemiriyorlar kelimeleri/Anamızın
dilinden yağmalanmış/Kandil kandil kelimeleri”…
Şimdi “Ruhban” şiirini bir kez daha
okuyabilirsiniz…
KAYNAKÇA:
Abdurrahman Karakaş, “Çöz Ellerimden
Kelimeleri”, Bir Nokta Dergisi, S. 221 (Haziran 2020), s. 7.
Abdurrahman Karakaş, “Emir Ulu Yerden”, Bir
Nokta Dergisi, S. 237 (Ekim 2021), s. 33.
Abdurrahman Karakaş, “Ruhban” Bir Nokta
Dergisi, S. 248 (Eylül, 2022), s. 19.
Abdurrahman Karakaş, “Tanrılarınızı
Yiyin”, Bir Nokta Dergisi, S.222 (Temmuz 2020), s.24.
Abdurrahman Karakaş, Zor Sessizlik, Bir
Nokta Kitaplığı, İst., 2011.
Mehmet Kurtoğlu, “Zor Sessizlik”, Bir Nokta Dergisi, S. 134 (Mart 2013), s. 21.
Bu serinin diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder