26 Ağustos 2019 Pazartesi

HAZIRLIK MAÇI

Namustur denilmiştir; söz, tutulmalıdır. Hele ki çocuklara verilen baba sözlerine daha bir hassasiyet gösterilmelidir.
Böyle bir giriş boşuna değil. Ali, takımının şehrimize maç yapmaya geleceğini öğrenir öğrenmez babasından “söz” aldı. Maç bir Temmuz günü akşamında oynanacaktı ve o gün gelip çatmıştı. El ele stadyumun yolu tutuldu, misafir takım tribününden iki bilet alındı, eve dönülüp maç saati beklenmeye başlandı.
Baba, oğlunun takımından mı olmalıydı? Evet, böylesi durumlarda tatsızlık çıkmamalı. Ortak heyecan duyulmalı. Hatta maç saati yaklaştıkça kaynaşmalı, pekişmeli…
Sanki pikniğe gidiyoruz. Erzak torbası hazırlıkları: Ekmek, katık, su.
Hayır, savaşa gidiyoruz! Poşetin en altına Ali’nin maç izlerken giyeceği forma yerleştiriliyor. Çünkü şehirde rakip takımın formasıyla gezmek hepten tehlikeli. Poşetin altındaki forma orada dursun, sırtındakine bakarsanız, Ali İnterli!
Ali’ye, formanın, üniformanın tehlikelerinden söz etmeli mi?
Korku ve heyecan ile stada varıldı. Ali, misafirler tribününe girince üstündeki İnter formasını çıkarıp poşettekini giydi; tuttuğu takımınkini…
*
Hazırlık maçıydı oynanan,  bir bakıma şenlik maçıydı…
Fakat bu hikaye böyle süremezdi. En azından “seyirci” denilen kitle için, kızışmalıydı ortalık.
Çekilen “oley”ler, atılan konfetiler, yakılan meşaleler…
Seyirciler arası restleşme, Ömer ile Mondi’nin karşılıklı birer dakika arayla yedikleri gollerin ardından başladı.
Gol sırasına göre, her iki kitle, çılgına döndü elbet. Ve gariptir, bu çılgınlık nöbetlerinde, yine her iki kitle, “Ayağa kalkmayan Fenerli olsun!” diye bağırdı. Bunlarda şaşılacak bir şey yoktu. Sonuçta, “Fenerli” olmamak için ayağa kalkılacaktı. Nasıl oluyorsa?
Oluyordu işte. Görünürde her iki takımın “Fener”den hoşlanmadığı ortadaydı. Üstelik bu insanların stada genellikle kurt dökmek, rahatlamak, evet, “bir tatlı huzur alma”k için geldikleri biliyordu.
İstendik ruh hâline nasıl avdet edilecekse, öyle davranmalıydı seyirci dediğin. Yani ki mübah olmayan hiç bir şey yoktu ona. Mesela, maçın sakin seyrettiği zamanlarda güncel dış politik sloganlar filan atılabilirdi. Öyle oldu: Bir grup taraftar günün gereğine uyup “Kahrolsun İsrail” filan diye bağırdı. Hatta rakip takım seyircileri de iştirak etti buna. Stad inledi. “Terör” ve “katliam”a duyulan “öfke” fena halde dindi!
Nedense sadece maçlarda, hazırlık veya şenlik maçlarında değil, hayatın pek çok alanında da böyle oluyordu; bir şekilde “gerilmiş” insanlar bir yerlerde “hazır olup” toplanıyor, “tek” ağızdan bağırıp çığırıyor, sonuçta “rahatlıyorlar”dı.
Maç bitmiş, kitleler için gevşeme gerçekleşmişti. Fakat onları böyle bırakmak doğru muydu? Boş bırakmak olmaz, yeni strasler yedirilmelidir onlara. Mesela şöyle: Ev sahibi takımın seyircileri hızla stad dışına gönderilmeli, hatta evlerine sokulmalıydı. Misafir takımınkiler ise bir süre arenanın kendilerine ayrılan kısmında “muhafaza” edilmeliydi. Sabahın ilk saatlerinden beri şehrin bu bölgesine konuşlanmış kolluk görevlileri bütün gün gösterdikleri başarıyı, maç sonunda da gösterdi: Misafirlerini bir devre daha “tutulmalı”ydılar orada.
Ali’nin misafir takımdan olduğunu biliyorsunuz. Şu halde o da orada alıkonuldu. Maç sırasında giydiği formayı çıkarıp tekrar İnter’e transfer olsa da, “30” Martins kılığına girse de, bu, para etmedi.
Şöyle ki, “itidal”in, yani forma-l, üniforma-l “zihniyet”in şartları böyleydi! Ali ise bunu anlayacak “keyfiyet”te olamazdı. Sonuçta çocuktu.
Peki, bu “keyfiyet”sizliğin “kitle”leri “yayma”sına ne demeli?

(İlk kez 3 Ağustos 2006 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: