26 Ağustos 2019 Pazartesi

MÖSYÖ PLASTİK KAPLAMA

Bir müteşair tipidir. Yani ki şiir sanatından kendini müstafi kılmıştır. Çalışma yollarından en çok tercih ettiği intihalciliktir.  Mamulâtında rast gelinen yabancı malı fiyaka unsurları yakasına yapışmasın diye, söze bir takım ayak oyunları –süs unsurları!- çekmiştir, o kadar…
Hikâye:
Emevîler döneminin usta hicviyecisi şair Cerîr halife Velid’in huzuruna girmiş. O sırada halifenin yanında devrin meşhur şairlerinden Adiyy bin Rikâ’nın bulunduğunu görmüş. Velid, “Bu adamı tanıyor musun?” diye sormuş Cerîr’e. “Hayır, tanımıyorum” cevabını verince Cerîr, “Sizi tanıştırayım, bu İbn er-Rikâ’dır” demiş halife. Bunun üzerine Cerîr: “Rikâ, yani ‘elbisenin en kötü (yamalı)’ olanı…” diye karşılık vermiş.”
Hisse:
Bu hikâyede heccav Cerîr’in kurbanı olmuş şair Rikâ; bu belli. Bu yüzden onun adına, kendisinden asırlarca sonra, üzülmüyor değiliz. Fakat bu üzüntümüz, adının karıştığı işbu hikâyeyi burada kullanmamıza engel olmamalı, değil mi? Evet, velhasıl diyelim ve sözü şuraya bağlayalım:
Yazımızın ilk paragrafında şahsiyetsizliğini ortaya serdiğimiz tip müteşairin ortaya koydukları, intihaller marifetiyle yamalı bir elbise gibidir. Fakat o yeteneksizin çok bildiği tek şey, buna asıl mesleği desek de yeridir, gözbağcılıktır. Bu mesleği sayesinde, bir süreliğine de olsa kendisini gözde makamlara iyi fiyatlarla pazarlayabildiğinden, yüksek mevkilerde ad yapar, yer tutar. Başkentin gözbebeğidir. Devlet arabasının ön tekeri gibidir.
Tabii, aslında kamuya gol atmaktadır. Kamuoyunu yanıltmaktadır. Gündemi muhafazakâr yapı (devlet) adına ve çirkin tabiatı (sanatı) yordamıyla meşgul etmektedir. “Yavuz hırsız!” lafı tam da böyleleri için söylenmiştir.
Yavuz hırsız, iyi müntahil! Onun sanatındaki sırrın bir başka özelliği, plastikliktir. “Plastik” adıyla anılan sanat dalları sanırım bir gün yakasına yapışacaktır. Zira bu arsız tip,  intihal ederken, plastik icra yollarını sonuna kadar tatbik etmektedir. Ortaya çıkardığı metnin heyecansız bir söz yığınından ibaret olması bu yüzdendir.
Şiir sanatından ziyade, gerek statik otoritenin ön tekerine oturmuşluğu gerekse dolambaçlı ayak oyunlarını iyi oynamışlığı ile bir tür reislik hüviyeti kazanmıştır Mösyömüz! Bu hüviyete çete reisliği dense yeri midir?
Sırat-ı müstakim üzere kime sorduysam öyledir, çete denilmelidir dediler. Çetecilik vasıflarını da bir bir saydılar: Anasının gözüdür, zengin muhitlerden iş tutar, hemen her köşe başından ahbaplar edinir, yayın ve matbuat âlemlerini iyi koklar, hangi muzır neşriyat ortamından pay alacaksa oraya yanaşır, sağ gösterip sol yahut sol gösterip sağ vurabilir, ahlâkına uygun yeniyetmeler üretiminde pek mahirdir, vesaire…
Sıra işbu yeni yetmelerin vasfını çizmeye geldi: Canlı ve afacan tosuncuktur bunlar.  Plastik ustası Mösyölerinin yolu izinden bata bata giderler. Küfre meyyalliklerinden dem vurulmaktadır.
Aşağıdaki hikâye onları, bu ikisini anlatır gibidir:
Kıssa:
Memleketin birinde kör ve yetim olanlarla dul kadınlara devlet yardımı yapılmaktaymış. Bu işle görevlendirilen daireye oğluyla birlikte bir adam müracaat eder. Görevli, “Kör ve yetim olmadığınıza göre, geriye sadece dul kadınlar kalıyor, ancak sizi onların listesine nasıl yazabilirim?” diye sorar. Adam, “Beni körler listesine kaydet!” diye teklifte bulunur. Görevli, “Bu mümkün, zira Allah, ‘Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalp gözleri kör olur’ (Hac/46) buyurmaktadır.” der ve adamın kaydını yapar. Adam daha sonra, “Oğlumu da yetimler listesine kaydeder misin?” diye arz edince, görevli, “Tabii ki, zira senin babası olduğun kişi zaten yetim hükmündedir!” deyip oğlunu da yetimler hanesine kaydeder.
Hisse:
Plastik kaplama ustası Mösyö müteşairin şiir ve ahlak sanatlarındaki yeteneksizliği (körlüğü) ile babalığını yaptığı tosuncukların aynı alanlardaki çapsızlıkları (yetimlikleri) bu çerçeve ile sabitlenmiş olsun…

(İlk kez 10 Aralık 2010 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)


Hiç yorum yok: