17 Ekim 2023 Salı

BEDRAN YOLDAŞ YAZDI: “O HALDE İSYAN”

Cevat Akkanat, son yıllarda peş peşe yayımladığı şiir kitapları ile öne çıkıyor. İşte birkaçı: Hasılı Memlekette, Post Ah, Gülümse Kulübü, Şanlı Şarkı, Kabuk, Lirik Paramparça, Kovgun İsa Türküsü ve O Halde İsyan…

Denilir ki, şair yaşadığı çağın olumsuzluklarına muhalif olandır. Dara düşenin, zulme uğrayanın, mazlumun çığlığına kulak kesilip sesine ses olmaktır şairlik.

Şairin düsturu olmalı olumsuzluklarla mücadele etmek.

Kelimeleri eğip bükmeden ama usulca ve yerinde kullanarak, düşüncesini damıtarak aktarmalı şair.

Denizlerden, ağaçlardan, kuşlardan ve aşktan da bahsetmeli. Coğrafyasının iyi ve kötü yönlerinden de.

Dümen suyuna göre gitmemeli egemenin; bildiklerini daima dosdoğru söylemeli, çatır çatır. Geçmişten ve gelecekten dersler/çıkarımlar yapmalı.

Şair; her bakımdan ezber bozandır aynı zamanda.

Şair, şiirin peşinde yılmadan, yorulmadan mütemadiyen koşan adamdır. Tarihe ışık tutandır.

Dertlenen, sorunları kendine iş edinendir.

Bu minval üzerine son dönemde yayımladığı şiir kitapları ile dikkatleri çeken şair Cevat Akkanat, KDY’den yayımlanan 15. Kitabı olan O Halde İsyan ile toplumdaki çarpıklıkları, kamu rejimindeki olumsuzlukları ve toplum ve kanaat önderlerinin nahoş davranışlarını yoğun bir şekilde eleştiren şair; mazluma da ses olmaktadır.

Sessiz yığınların sesini duyurmaya çalışan şair:

halkın

sessiz

çığlığı

ankara duy bunu” (s.10) diyerek feryat etmektedir.

 

“Başkent Jandarma Karakolu” adlı şiirinde de başkentte seslenerek:

başkent

niye küçüldün sen böyle

zalim diyorlar sana

ahaliye zulmediyorsun” (s. 11)

 

Zalime ve kötü egemenlere karşı mazlumların yanında yer alarak kararlı bir duruş sergilemiştir. Yanlışlara, haksızlıklara, olumsuzluklara, kötülüklere karşı halk kesimlerinin sözcülüğüne soyunmuş, onların hakkını arama temsilciliğine adanmış bir duruşu sahiplenmiştir.

Şair özellikle zulmün payidar olamayacağına vurgu yaparak:

 aklın varsa vazgeç zulümden başkent” (s. 12) der.

 

Bir taraftan bir zamanlar Mamak cezaevinde yaşanan olumsuzluklara dikkat çekerken, bugün Mamak’ın türkülerde kaldığına işaret ederek yerini Sincan’a terk ettiğine atıfta bulunur:

mamak türküsü’ydü bir zamanlar öldü

oldu adı özgürlüğün sincan şimdi” (s. 15)

 

“Tekerrür Türkiye” başlıklı şiirinde Türkiye tarihinde yaşananları özetler:

“…

istiklal savaşı neymiş ki yaşasın

istiklal mahkemesi daha kanlısı

ilk değil katakulli altmışların başında

mizaha beş çeker bebek köpek davası

yetmişleri yaşadık ağır aksak çocukluk

savdığımız bir bela 71 muhtırası

okumuş cahilleri asmalıydı darbe-gû

suratımıza indi bir sağdan bir soldan sopası

doksanları sormayın bin yıllık zulüm

el ele kırdığımız başörtüsü kotası

milenyumda türkiye yeni vesayet çağı

balyoz idi evveli yedik “bylok zokası”

ne afrin tafrası ne soçi uzlaşması

“tarih” demişti âkif: “hiç ibret alınsaydı”… (s. 16)

 

Şu dizelerde ise muktedirlerle halk arasında yaşanan derin uçurum ve örülen kalın duvarlara vurgu yapar şair:

demir kazıklar çakılı

duvarların üzerleri

tel örgüler gerili

yargıçların evleri” (s. 24)

 

Şairlerin görevlerini vurguladığı bir şiirinde ise şöyle der:

şairler için işte şık

bomba olmalı canlı

söz bombası pek tabii

geri bildirim topları…” (s. 35)

 

Kitapta yer alan toplam 46 şiiri iki ana başlık altında toplamış Akkanat. Birinci bölüm “Devlet Tiyatrosu” adını taşıyor ve 25 şiiri içeriyor. “Epik Sinema” adlı bölümde ise 21 şiir yer alıyor.

O Halde İsyan diri şiirlerle örülü. İşte onlardan birisinde şöyle diyor şair:

adımlarınız yeri

göğü inletmeli

 

korkunun solsun

bet benzi

 

kaplasın şarkınız

başkentleri

 

sesiniz Sakarya’yı

yeniden gürletmeli” (s.


Gerilim, baskı, zulüm ticaretinden zehir ikram edenlere karşı diri duruşu yüklenmek istiyor musunuz? İşte O Halde İsyan bu duruşu yüklüyor…

(O Halde İsyan, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İst., 2023)

 


İBRAHİM ERYİĞİT YAZDI: "O HALDE İSYAN"


1980'lerin ortalarında yazdığı Tan Tan Traska ve Kovgun İsa Türküsü kitaplarıyla 12 Eylül sonrası sosyal ve bireysel psikolojiye ve 90'larda kaleme aldığı Kara Oyun ve Nasılsınız? Kitaplarıyla da bu yılların oligarşik karanlıkları karşısında direnen insanın tepkilerine ve halet-i ruhiyesine dair tanıklıklarını ortaya koyan Cevat Akkanat, son yılların psikososyolojisini Hasılı Memlekette, Şanlı Şarkı, Gülümse Kulübü, Post Ah, Kabuk, Lirik Paramparça gibi kitaplarıyla şiirleştirmişti. O Halde İsyan, bu son grup kitaplarla aynı duruşu sergiliyor. Bunu, adı geçen kitaplarda, şiirlerin altına konulan tarihlendirmelerden anlamak kolay. Fakat bundan daha önemli olan delilimiz, bu kitaplardaki şiirlerin ortak duyuşlar ve dokunuşlar barındırmalarıdır.

Cevat Akkanat’ın 17. şiir kitabı olan O Halde İsyan’da toplam olarak 46 tane şiir yer almaktadır. Kitapta yer alan şiirlerdeki kendini hemen ele vermeyen imgelerin çağrışımları üzerine ciddi kafa yorulduğunda, kitabın adının rahatlıkla Ohalde İsyan olarak da okunabileceğinin mümkün olduğu görülecektir. Şiirlerin geneline hâkim olan ironik dil ve muhalif duruş, şairin kıvrak dil kullanımı ve kelimeleri adeta şekilden şekle sokma becerisiyle birleştiğinde, ilk okunuşta çok basit bir şiir gibi görünen herhangi bir şiirin, çok derin felsefik çıkarımlar barındırdığı gözlerden kaçmayacaktır.

O Halde İsyan, Devlet Tiyatrosu ve Epik Sinema adlı iki bölümden oluşmaktadır. Şiirlerin çoğu ilk okunuşta her ne kadar bireysel sıkıntıların birer dışavurumu olarak görünse de, her bir şiirde toplumsal duyarlığın ön planda olduğu gözlemlenecektir. Çoğunlukla lirik söylemler içeren şiirler, ironik dilin avantajlarından yararlanarak kendiliğinden akan bir ritim ve sesle başarılı bir biçimde örtüşmektedir. Bu arada, kitapta yer alan şiirlerin 2017-2021 yılları arasında yazıldığını belirtmek istiyorum. O Halde İsyan’daki şiirler yüzeysel okunduğunda, ilk anda sanki bir çırpıda yazılmış gibi bir izlenim uyandırabilir okuyucuda. Burada şairin gözlem yeteneğinin derinliğine ve gözlem sonucunu şiire dönüştürmedeki ustalığına, onu yakından tanıyan biri olarak dikkat çekmek istiyorum. Genel olarak, çok kolay yazılmış izlenimi veren şiirler, aslında çok emek ve birikim barındıran şiirlerdir. Örneğin, Sakarya Caddesinde başlıklı şiiri bu anlamda ele alalım:  aşkınız kadar çocuklar / aklınız gitmeli ileri // yüreğinizin dansı / itmeli tetiği geri // adımlarınız yeri / göğü inletmeli // korkunun solsun bet benzi // kaplasın şarkınız / başkentleri // sesiniz sakarya’yı / yeniden gürletmeli // okuyalım ırmak gibi / cadde boyu bu şiiri” (sy: 62). Öncelikle, her şiiri içinizden değil de sesli olarak okumanızı öneririm. Bu şiir yüzeysel olarak okunduğunda, ilk anda, sanki çalakalem yazılmış gibi bir his verebilir size. Şimdi her kelimeyi sindire sindire gür bir sesle okuyalım. İki okuma arasındaki farkı yaşadınız değil mi?

Kısa Türkiye Tarihini bir de Akkanat’tan okumayı öneriyorum. Tekerrür Türkiye adlı şiiri olduğu gibi alıntılıyorum: “ne diyecekti orhan veli şiirinde ‘cımbızlı’ / ‘ne atom bombası/ne londra konferansı’ // istiklal savaşı neymiş ki yaşasın / istiklal mahkemesi daha kanlısı // ilk değil katakulli altmışların başında / mizaha beş çeker bebek köpek davası // yetmişleri yaşadık ağır aksak çocukluk / savdığımız bir bela 71 muhtırası // okumuş cahilleri asmalıydı darbe-gû / suratımıza indi bir sağdan bir soldan sopası // doksanları sormayın bin yıllık zulüm / el ele kırdığımız başörtüsü kotası // milenyumda türkiye yeni vesayet çağı / balyoz idi evveli yedik ‘bylok zokası’ // ne afrin tafrası ne soçi uzlaşması / ‘tarih’ demişti âkif: ‘hiç ibret alınsaydı’...” (sy:16).

O Halde İsyan’daki çoğu şiirin isimlerinin ilginçliğine ve çağrışımlarına dikkatinizi çekmek istiyorum: Uhur Nıklah (tersinden okuyalım: Halkın Ruhu), Kızlarda Özel Hareket Olma Sevdası, Ysjhfhxuldu Geçidi, Vigilanteler Komitesini Tahkir, Ayyuk Gazeli, Adalet Sarayı Beton Bariyerinde Oturan Kıza Şiir, Şair Zibidi,  Statüko Şairleri İçin Negatif, Marc Augé’nin Bileşik Figürü, Kral K/Öle, Wonderland ve Zor Zar,… gibi şiir başlıklarının, okuyucusuna, kitaptaki şiirlerin içerikleri hakkında biraz fikir verebilir kanaatini taşıyorum.

Akkanat’ın sadece bu kitaptaki şiirleri değil, daha önce yayımlanmış kitaplarındaki şiirleri okunduğunda, çoğu okuyucu kendisinin kelime dağarcığının ne kadar kısır olduğunun farkına varacaktır. Örneğin, tehzil kelimesinin anlamını, bırakın okuyucuyu, çoğu şair bile bilmiyor olabilir. Burada, Akkanat’ın Tehzil başlıklı şiirinden söz etmek istiyorum. Dilimize Arapçadan geçmiş olan tehzil kelimesi, hezel sözcüğünden türetilmiştir. Hezel, şaka ve nükte anlamına gelirken, tehzil, alay etmek demektir. Hezl, aynı zamanda bir nazire türüdür. Gazel ya da kaside türündeki bir şiirin başka bir şair tarafından mizahi bir şekilde yeniden yazılmasına tehzil denir. Asıl adı Alâeddin Ali olup, Sâbit mahlaslı şaire ait olan,  Şeb-i Yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir / Mübtelâyı gâma sor kim geceler kaç vakit” (Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler bilemezler / Onun hangi gece olduğunu ancak gama tutulmuş olan bilir) beytinden hareketle günümüzün çıkar ve şov peşindeki şairlerine ironik bir göndermede bulunur: “öyle körüklediler ki karanlığı bu ara / şeb-i yeldayı şölene çevirdi şuara / müneccimle muvakkıt şaşırdı: Nedir / müptela-yı gama bunca maskara?” (sy: 56).

Akkanat’ın şiirlerinde ses ve ritim paralel seyreder. Şiirleri dikkatli bir gözle okunduğunda, onun hem klasik şiire hem de modern şiire tamamıyla hâkim olduğu rahatlıkla görülür. Kısacası, gelenekle günümüz arasında son derece doğal bir köprü kurar. Bunu yaparken de yaşadığı zamanın, şehrin, ülkenin tanığı olarak, içinde bulunduğumuz sistemin olumlu ve olumsuz yanlarının topluma yansımasındaki sıkıntıları, acıları ve sevinçleri çoğunlukla ironik ve cesur bir dille şiirlerinde seslendirir. Şairin, Arazi adlı şiirini alıntılayarak yazımı sonlandırıyorum: “toplama kampı ülkesi / askeri mezarlıklar geometrisi / hazır ol’da duran mezar taşları silsilesi / güdük ve hileli geçmiş zaman nostaljisi / istikbali olmayan gelecekler gecesi / hükmü kalmamış facia mevzisi / mağrur şairlerin kötü şeysi / hayal gücü ve söylencesi / dağılır bir gün elbet sisi” (sy: 59).

[ O Halde İsyan, Cevat Akkanat, 64 sayfa, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İstanbul ]   



16 Ekim 2023 Pazartesi

AYIN ŞİİRİ: LEVENT KARATAŞ'IN "MANİFESTO”SU

Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa,
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.
“Tehlikeli bir şiir olmasın” diyoruz her seferinde,
Ama canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var. 
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;
Ellerinde bir kabak oyucu var sanki.
Kalbimizin elmaslarını, mücevherlerini çalıp, 
Çalıntı bir şeytan sırıtışıyla, 
Genetik artıklarla yağmalıyorlar yaşamı.

Evet, ikiyüzlüler,
Yalancılar, 
Binlerce yüzlüler ejderhalar; 
Hatta evet,
Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar...

Senin bir rüyan var mı şimdilerde güzel ülkem?
Irmaklarla anlattığın güzel rüyaların vardı eskiden.
Anadolu’nun saf rüyalarına inanç beslerdik gençken;
Irmak ve ağaç güzelliğinde rüyalara,
Deniz, zeytin, incir, dut ve iğde güzelliğinde düşlere.

Şairin de bir rüyası var güzel ülkem,
İdealist cumhuriyet kuşağının düşlerinden,
Saf bir hayalimiz var sevgili yurdum,
İzin ver gerçek olsun şiirimizin rüyası.

Bunu senin kılavuzluğunda yapamayacağımızı biliyorum; 
Bunu senin kötücül dikey yardımlarınla başaramayacağımızı...
Bunu, nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama,
Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi.

Tehlikeli yazmak istemiyoruz; 
Fakat sen gizli bekçi, 
Sen bize,
Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;
Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten.
Militan ölülerini alkışlayan halkını, 
Polisinle korumaktan başka ne yaptın?

Allah iyi ki gökyüzünde!
Biliyoruz ki o da güvende değil artık.
Göğü de, ilahî adaleti de yok etmek işin senin,
İyi ki, iyi ki maşasın sen, etnik gizli bekçi.
Ya hiç olmasaydın şeytanın çocuğu, 
İngilizlerin ahır uşağı olmuştuk hepimiz.

Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet;
Kuş yuvalarının mimarisini meselâ, 
Balıkları ve de okyanusları.
Mimlenip televizyonumuza, leopar belgeselleri izlemek,
Ahtapotları daha yakından tanımak. 
Sade bir hayat sürmek istiyoruz; 
Yeni hayatımıza cesaret edemeyen sensin. 
Biz şairiz, şiiri seviyoruz, gizli bekçi;
Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.

Temmuz - Ağustos 2023, Acıbadem.

“Manifesto” Levent Karataş (Kars, 1972)’ın 1 Ağustos 2023’te Bu Çağ dergisinin internet sayfasında yayımlanan şiiri.
 
İlk şiir kitabı Düşüyorum Galileo’yu 1992’de yayımlayan Karataş, sonraki yıllarda Masal (2006), Bir Doğu Uykusu (2006), Güzel Cumartesi (2010), Piyano Fabrikaları (2014), Bir Dünyalı-nın Mesafesi (2014), Son Görüş (2017), Ona Yaşadığımı Söyle (2019), Fantom Ağrı (2021) gibi şiir kitaplarına da imza attı. Şiirin yanı sıra deneme ve öykü türünde eserleri de olan Levent Karataş, edebi ürünlerini Varlık, Adam Sanat, Gösteri, Kitap-lık, Sombahar, Yasak Meyve, Şiir-lik, Şiir Atı, Şiir Oku, Şairin Atölyesi, Akatalpa, Ecinniler, Bu Çağ, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitap vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımladı. 
Farklı sayıda dizelerden oluşan “Manifesto” Rus (SSCB) tarihine yapılan bir telmihi yüklenerek başlıyor:
“Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.”

Peki Stalin ne yaptı romantik Rus şiirinin önemli kadın şair temsilcisi Ahmatova (1889-1966)’ya? 

Ahmatova, 1935-40’larda, Rus diktatörü Stalin’in devlet terörü estirdiği yıllarda yaşanan trajedileri anlatan şiirleriyle dikkatleri üzerine çekti. Özellikle o dönemde zulme uğrayan kadınların kederlerini şiiriyle kayıt altına aldı. 

Ahmatova’nın eşi Nikolay Gumilyov, Sovyet rejimine muhalefet ettiği gerekçesiyle 1921’de kurşuna dizildi. Kendisi ise 1922’de tehlikeli bulunarak rejimin lanetlemelerine maruz kaldı. 1925-1940 arasında şiirlerinin yayımlanması yasaklanmış olan Ahmatova, bir süre sonra Sovyet Yazarlar Birliği’nden ihraç edilerek adeta “ağaç kabuğu” yemeye veya ölüme terkedilmiştir. 

Demek ki Levent Karataş, Ahmatova’nın Sovyet diktatör Stalin ve onun yardakçısı olan her tür tüzel veya özel kişiyi iki dizeyle bugüne aktarıyor. Sırf aktarma mı bu? Değil tabii ki. Güncelleştiriyor. Bugünün benzeri süreçlerine bağlıyor. Transfer edip “yerli ve milli” egemen bir Türkiye sosyolojisine bağlayıveriyor. Şair, üçüncü dizeden itibaren bu sosyolojinin alametlerinden pasajlar sunmaktadır:

“… canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;
(…)
Genetik artıklarıyla yağmalıyorlar yaşamı.”

İkinci bentte “hükümet istasyonları”nın özellikleri sayılmaya devam edilmektedir. Malum, bunlar kamu kurumu, STK yahut kişisel troller şeklinde arz-ı endam ederler. Neymiş özellikleri, bakalım: Karataş, ikiyüzlülük, yalancılık gibi didaktik dil unsurlarıyla cepheden fotoğraflar onları. Aynı zamanda, ağzından ateşler kusan, uğursuz, şeytansı, can alıcı mitoloji hayvanı “erderha” ile devam eder betimlemesine, hem de “ejderhalar” şeklinde, çoğul bir ifade ile. Bendin son dizesi ise daha bir manidardır: “Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar…” Öyle ya işaret edilenler dinlerini, özellikle de İslam’ı her fırsatta söz sermayesi olarak kullanmıyor mudur? Bunlarda sahicilik aramak mümkün mü? Ancak çakma (“yan sanayi”) mamulatı robotik kimlikler olabilir…

Sovyet diktatörün Ahmatova özelinden verilen ve fakat bütün muhaliflerine yaptığı kıyımın Türkiye yereline transferi üçüncü ve dördüncü bentlerinde kesinleşir, netleşir. Bununla birlikte “güzel ülkem” hitabının yer aldığı bu iki bent, gerek şiirsel gerekse düşünsel söylemler itibariyle “Manifesto”nun en zayıf halkaları arasında yer alır. “Ülkem”in yanı sıra “Anadolu”, “idealist cumhuriyet kuşağı”, “yurdum” gibi TC’nin ilk dönem Memleketçi şairlerinin veya sonraki yıllardaki köy edebiyatçısı yazarların dili gelmiş oturmuştur adeta metne. Bunları bir teşbih olsun diye söylüyorum, kuşku yok; zira şair Türkiye’nin mevcut sosyolojisine karşı geliştirdiği ana fikri pekiştirirken, durduğu yeri de netleştiriyor. Fakat tam da bu noktada şu soruyu sormak istiyor insan: Şairin bu iki bent ile takdim ettiği “hayal” ve “rüya” soslu tarihî sürece eklemlenmiş bir zihniyet değil mi bugünün elebaşları olanlar? Diğer bir ifade ile şanlı (!) rejim hangi döneminde bir özgürlük yurdu oldu halkına? 

Metnin beşinci bendinden itibaren seslenilende yine bir değişiklik olur. Bu kez “gizli bekçi” diye hitap edilen kişi farklı negatif özellikleriyle sorgulanır.  Şiirin sonraki dört bendinde de görürüz bu sorgulamayı: Sözgelimi beşinci bent “Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi” dizesiyle biter. Altıncı bent ise “Sen bize,/Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;/Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten (…)/Militan ölülerini alkışlayan halkını/Polisinle korumaktan başka ne yaptın?” şeklinde dizelere sahiptir. “Gizli bekçi” yedinci bentte “maşa”, “etnik”, “şeytanın çocuğu” gibi sıfatlarla anılırken, son bentte “dalkavuk yığını” şeklinde bir hitaba maruz bırakılır. “Gizli bekçi”yi ihtiva eden bu dört bent bize onun kimliği hakkında somut tespitler yapma imkânı sunmuyor. Fakat Stalinist bir tutumu sürdüren yahut destekleyen negatif bir kahraman olduğunu düşünebiliriz…

Bu arada yedinci bentte dikkatimizi çeken birkaç hususa temas etmeden geçmek istemiyoruz. “Allah iyi ki gökyüzünde!” dizesiyle başlayan bu parçanın devamında “artık” onun da “güvende” olmadığı, zira “etnik gizli bekçi”nin “göğü de, ilahî adaleti de yok etmek” işine giriştiği dile getirilmektedir. Burada Allah’ın mekânı ile ilgili “tespit” dikkat edilirse ünlem işaretiyle vurgulanmış. Allah’ın mekânı bu şekilde “sabit”lemenin Türklerin “gök tanrı” çağından bugüne getirdikleri ve mistik, folklorik bir niteliğe büründürdükleri söylemi tekrarlamak düşüncesinden kaynaklandığını sanmıyoruz. Gerçi buna dair “ima”ların olması metni zenginleştirir. Kaldı ki bu parçada “göğü” ve “ilahî adaleti” yok etmeye teşebbüs eden “gizli bekçi”nin “etnik” kelimesiyle nitelendirildiğini belirtmiştik. Peki, şairin burada özellikle dile getirdiği nedir? Adaletsizliklerin, nefret edilesi her türlü zulmün arşı tuttuğunu mu söylüyor şair? Üstelik bunların geleneksel (mitolojik ve mistik) bir “Tanrı” inancı içinde olanların eliyle gerçekleştiğine mi işaret ediyor? Ve kendi göksel “Rab”lerine yönelik kastedişlerden bile çekinmediklerini mi belirtiyor? En iyisi muğlak kalsın…

Şiirin en uzun parçası olan son bende “Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet” dizesiyle girilmiş. Böylece şiirin başlangıç dizeleriyle bir bağ kurulmuş oluyor. Stalinist diktatörlüklerin tehdidine binaen bir istek değildir bu. Sorunsuz, zulümsüz bir ortamda yaşama talebidir. Zira “kuş yuvalarının mimarisi”ni, “balıklar”ı ve “okyanuslar”ı yazmak, “leopar belgeselleri” izlemek, “ahtapotlar”ı yakından tanımak, “sade bir hayat sürmek” ancak sorunsuz, zulümsüz ortamlarla mümkündür. Oysa “gizli bekçi” böyle bir hayata cesaret edememektedir. 

Genel olarak kötümser ve karamsar bir havayı yansıtsa da şair umut verici, meydan okuyucu dizelerle tamamlamış metnini: 

“Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.”

İşbu yazının sonunu şöyle bağlayayım: “Manifesto”yu fark ettikten ve hakkında üç beş satır kelam etmeye karar verdikten sonra Levent Karataş’ın şiirlerini toplu bir şekilde okuma eylemine giriştim. Ankara ve Bursa sahaflarını hızlıca tarayıp şairin bulabildiğim bütün şiir kitaplarını alıp okudum. Edinemediğim ve dolayısıyla okuyamadığım “Düşüyorum Galileo” ve “Ona Yaşadığımı Söyle”deki şiirleri ve mensur eserlerinde yazıp söylediklerini ayrı tutarak şu tespiti yapabiliriz: “Manifesto”daki dil, üslup ve içerik yaklaşımı genel olarak Levent Karataş’ın şiirsel birikimiyle tümüyle örtüşmüyor. Gerçi “Bir Dünyalının Mesafesi”nin başına konulan “Ben” başlıklı metinde “Dünyayı iyi izlemek gerekir. Baharı, yağmurları ve kiraz çiçeklerini. Bu edinim bana, şimdiki zamanın şiirini yazmak için özüme ısrar etti. Ellerime emretti ve ben de yalın dünyalıkla modern bir şiir kurmaya çalıştım; bu nedenle bütün entelektüel edinimleri bırakarak, bütün hayat edinimlerini şiire taşımaya çalıştım.” (s. x) dese de, “Manifesto”da yapılan bundan daha ötede bir şey… 

Peki, “Manifesto”yu bir şekilde ilişkilendirebileceğimiz başka bir şiiri hiç mi yok Levent Karataş’ın. Kuşkusuz var. Sözgelimi Masal kitabındaki “Saraylar ve Altınlarım İçin” şiiri. Şöyle başlıyor: “korkularını ve sessizliğini duyuyorum onların/zarif kötülüklerini/‘bizimle uğraşma’ diye/kanlı yüzler gösteriyorlar/kim olduklarını bilmiyorum/ ve ‘saklı seçilmiş’ olduklarını…//tanrı seviniyor onlar ölünce (…)” (s. 46) 

Belki tematik bir uyum olarak Son Görüş’te yer alan “Vitrin”deki şu satırlarla da ilişkili bulabiliriz “Manifesto”yu: “Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakacaklarını düşünüyoruz/Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakmayı planlıyorlar çünkü/Ben ütopyamda yamyamlar çağında kara şileplerden beni attıkları zift rengi okyanusa dalıp/kıyıda beni bekleyen yüzme bilmeyen denizkızını öpmek istiyorum.” (s. 28) Aynı kitaptaki “Düet”te yer alan “…Yeis içindeyiz A’bi/Aslı’yı tutukladılar! Karnında sözü olanları fişlediler!” (s. 32) gibi dizeleri de bu çerçevede düşünebiliriz. 

Fantom Ağrı’daki “Birinci Perde” şiirinin şu dizeleri benzeri nitelikler sunar mesela: “Sünni devlet iğneyle kazdı bu kuyuyu/Sünni devlet kefenle çıktı yola/Sünni devletin sakınımlı bir kalbi vardı:/açelyaları, zambakları, karanfilleri –devrimci imgedir diye-/uzak dur diye, çocuklar öğrenmesin diye, başkalaşımlara/uğratan-oryantalist üst aklın Arap kalbi/orada aşk ve çocuk birbirine katıştı/ölmedin, bir egzistansiyalist gençlik ölümü saklı kaldı sende.” (s. 24)

Her ne kadar okuyamasak da okuyan şiir yorumcusu arkadaşların aktarmalarına göre “Ona Yaşadığımı Söyle” kitabında da şairin kalemini tanıklık ve karşı koyma bilinciyle kullandığını öğreniyoruz. Dahası vaktiyle Hilmi Yavuz’vari bir geleneğe bağlı olan Levent Karataş’ın zamanla Pablo Neruda çizgisiyle kesişimler gösterir hâle geldiğinin de dikkatlerden kaçmadığı belirtiliyor ki, bütün bunlar, “Manifesto”yu daha bir anlamlı kılıyor.

Bağlayalım: Bir şiir tahlili için işbu yazının birtakım eksiklikler taşıdığını biliyorum. “Manifesto” için yaptığım mesaiye yenilerini ekleyeceğimi düşünüyorum.

KAYNAKLAR:
https://leventkaratas.com.tr/hakkimda/
https://soninsan.com/yazi/211/bir-metafor-olarak-fantom-agri-ve-poetik-ozne-uzerine--volkan-hacioglu (Volkan Hacıoğlu)
https://www.bucagdergi.com/post/manifesto
https://www.ekdergi.com/levent-karatas-yasadigini-itiraf-ediyor/ (İsmail Cem Doğru)
https://www.gazeteduvar.com.tr/hayalet-kitap-fantom-agri-haber-1521626 (Enver Topaloğlu)
Levent Karataş, Bir Doğu Uykusu, Artshop Yay., İst., 2008.
Levent Karataş, Bir Dünyalının Mesafesi, Hel Yay., Ank., 2014.
Levent Karataş, Fantom Ağrı, 160. Kilometre Yay., İst., 2021.
Levent Karataş, Güzel Cumartesi, Yasakmeyve Yay., İst., 2010. 
Levent Karataş, Masal, Yasakmeyve Yay., İst., 2006.
Levent Karataş, Piyano Fabrikaları, Düşülke Yay., İst., 2014.
Levent Karataş, Son Görüş, Düşülke Yay., İst., 2017.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Anna_Ahmatova
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/11/11/levent-karatas-son-goruste-ucan-kus (Enver Topaloğlu) 
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/12/07/levent-karatasin-mesaji-buradayim-ve-yasiyorum  (Enver Topaloğlu)
https://parsomenfanzin.com/2022/02/06/levent-karatas-ile-fantom-agri-uzerine-soylesi/ (İhsan Baran) 

Bu yazı ilk kez İktibas dergisinde yayımlanmıştır: Tıklayınız.

Bu serinin diğer yazılarını okumak için tıklayınız.