11 Ağustos 2025 Pazartesi

MONSİEUR SOUBİSE'İN OT YATAĞINDA ŞUARA

Denis Diderot'nun Rameau'nun Yeğeni (Özgün adı:  Le Neuvu de Rameau; Çev. Adnan Cemgil, Yazko Yay., İst., 1982) romanını 1985'teki ilk okumamdan kırk yıl sonra tekrar elime aldım. O zaman altını çizip mim koyduğum yerlerle yetinmiyor, kitabı baştan, sıfırdan okuyorum. 

Yüksek kanaatim şu: Voltaire'in Candide'iyle Diderot'nun bu eseri benim o yıllarıma biçim ve renk veren kitaplar oldu. Kırk yıl sonra tekrar oraya dönüp atıf yapmam bir daüssıla yahut nostaljiden kaynaklanıyor olamaz. Çünkü gerek sıradan bir insan gerekse şair bir kimlik olarak tutum ve davranışlarımın muharrik noktası o dönemden bu döneme aynı sabitedeydi. İnsaniyet, hakkaniyet ve hassasiyette o gün nerede idiysem bugün de oradaydım. Kimi gidip geldiğim sosyo-psikolojik yapılanmalar sırasında küçük sarsıntılar hariç...

Bu fasılda pek oyalanmayıp Rameau'nun Yeğeni üzerinden yol almaya başlayalım. "Moi" ("Ben") ve "Lui" ("O") adlı iki kahramanın felsefi diyalogları ile kurgulanmış olan Rameau'nun Yeğeni, Diderot'un 18. yüzyılın ikinci yarısında (1761 ve sonraki yıllara tarihlendirilir; Adnan Cemgil 1862'de yazdığını, 1873'te gözden geçirdiğini belirtir.) kaleme almış olduğu bir romandır. Eser, pek çok tarihi şahsiyetin ilgi odağı olmuş. Sözgelimi Marx, eseri kendi öğretisi için değerli bulmuş ve 1869'da okunmasını tavsiye etmiş. Engels kitabı "diyalektik başyapıt" olarak nitelendirmiş, dünya edebiyatının şaheseri olacağını söylemiş.

Diderot, bu eserini 1875'teki ölümünden önce üç nüsha kopya yaptırmıştır. Kızı, Diderot'nun kütüphanesini ve el yazması eserlerini Saint Petersburg'a taşımış, eserin bir kopyası Almanya'da bir rastlantıyla önce Schiller'in, onun vasıtasıyla da 1803'te Goethe'nin eline geçmiştir. Goethe bu Fransızca el yazmasından yararlanarak eseri 1805'te Almanca'ya çevirir. Bu çeviride kullanılan Fransızca el yazması daha sonra kaybolunca, bu kez Joseph-Henri de Saur ve Léonce de Saint-Geniès 1821'de Almanca nüshadan Fransızca'ya çevirmişler eseri. Bundan kısa bir süre sonra, 1823'te Fransızca el yazmasına dayanan orijinal metin ortaya çıkarılmış. Rameau'nun Yeğeni'nin modern baskıları, 1890'da kütüphaneci Georges Monval'in Paris bir ikinci el kitapçıda bulduğu Diderot'nun el yazısıyla yazdığı tam el yazmasına dayanmaktadır. Monval eseri 1891'de yayımlamış; Diderot'un el yazması ise New York'taki Pierpont Morgan Kütüphanesi'nce satın alınmıştır. Eserin orijinal dildeki en yeni yayımı Jacques Berchtold ve Michel Delon tarafından yapılmış karşılaştırmalı edisyondur.

Rameau'nun Yeğeni'yle ilgili bir başka bilgi: Andrew S. Curran, dönemin önde gelen şahsiyetlerini betimlediği, bu nedenle başına hukuki sorunlar açılabileceği endişesiyle eseri sağlığında yayımlamadığını ileri sürer.

Romandaki anlatıcı kahramanının ("Ben"in) yazarı (Diderot'yu) temsil ettiği varsayılır. Bir edebi metin, yazınsal kurgu bağlamında bu varsayım elbette yanlıştır. Kahraman anlatıcının diyalog kurduğu "O"(Rameau)nun ise 18. yüzyılın ünlü Fransız bestecisi ve müzik teorisyeni Jean-Philippe Rameau'nun yeğeni Jean-François Rameau olduğu kaydedilir. Bu iki kahraman eserin gelişim seyri içinde farklı konularda fikir çatışmaları yaşarlar. Bu arada diyaloglara zeka oyunları, ironiler, alegorik anlatımlar, hedonist yaklaşımlar dahil olur. Kimi büyük şahsiyetlere, filozof, politikacı, müzisyen ve finansörlere, bu arada muhayyel kahramanlara göndermeler yapılır. Sözgelimi Sezar, Sokrat, Diyojen, Homeros, Rabelais, Theophraste, Racine, Voltaire, Molliere, La Bruyere, Marivauxm, Praksitel, Charles-Pinot Duclos, Abbe Trublet, Abbe d'Olivet, Jean Baptiste Greuze, Charles Palissot de Montene, Henri Poinsinet, Abbe Freron, Abbe Sabatier, Pietro-Antonio Locatelli, Domenico Alberti, Boldusarre Galuppi; Apollon, Andromaque, Britannicus, İphigenie, Phedre, Attalies...

Yazımızın bu noktasında "yeğen" Rameau'yu biraz daha ayrıntılı tanımamız gerekiyor: Romanın ilk sayfalarında onun hakkında bilgi veren anlatıcı kahraman, hakkında şuna benzer ifadeler kullanır: "Acayip tiplerden biri", "kişiliğinde yükseklikle alçaklığı, sağduyu ile kaçıklığı birleştirmiş bir adam", "kafasında onur ve onursuzluk kavramları nasıl garip bir biçimde birbirine karışmış", "huyunun kötü taraflarını hayırsızca açığa vurmaktan çekinmez". Rameau'nun şahsiyetini yansıtan şu satırları okumanız sanırım sizde daha kalıcı izlenimler bırakacaktır: "Onunla karşılaşır da, gariplikleri karşısında apışık kalmazsanız ya kulaklarınızı tıkar ya da kaçarsınız. Aman tanrım, ne çene, ne çene! Kılıktan kılığa girer. bir gün bakarsınız, avurtları çökmüş, sıfırı tüketmiş bir hasta gibi bir deri bir kemik kalmıştır. İnsan günlerdir ağzına lokma koymamış ya da Trape manastırından çıkmış sanırn, başka bir zaman onu bankarlerin sofrasından hiç kalkmamış ya da, Bernardins'lerin manastırından geliyormuş gibi semirmiş, göbeklenmiş görürsünüz. Bugün gömleği kirli, pantalonu yırtık, üstü başı dökülmüştür hemen hemen yalınayaktır; başı önünde dolaşır; herkesten kaçar; insanın çağırıp avucuna bir kaç para koyası gelir. Başka bir gün, pudralanmış, ayağında güzel pabuçlar, saçları kıvrılmış, iyi giyimli olarak karşınıza çıkar; başı dik yürür, yüksekten bakar, kurumlanır; onu keyfi yerinde bir adam sanırsınız. Bugün kazanır, bugün yer. Zamanına göre şen ya da kederlidir. (...)"

Rameau'nun kimliği, kişiliği hakkında dört dörtlük bilgi edinmek istiyorsanız kitabın başında yer alan ve bir kısmını alıntıladığımız anlatıyı, hatta eserin tamamını okumanızı salık veririz. Bizimkisi tahassüs ve tahayyül oluşturmak için yapılmış küçük bir antipas... 

Bunu belirttikten sonra şuraya gelelim; eserin başına, anlatıcı "Ben" ile "O" Rameau'nun bir gün Paris'te, soyluların oturduğu ve fakat "bahçesi sonradan kumarcıların, hovardaların ve oynak kızların gezindi yeri" olan saray binaları (Plais Royal) civarındaki Regence kahvesinde karşılaşmalarına... O günlerde Rameau, bir şekilde kendisini beğendirdiği, orada hane halkına soytarılık yaparak görece müreffeh bir hayat sürdüğü evden kovulmuştur. İki kahraman arasındaki diyaloglardan anlaşılan; "O"nun kapılandığı evden kovulduğu için pişmanlık duyduğudur: "Ah ben ne hayvan herifim! Her şeyi elden kaçırdım. Bütün ömrümde bir defacık aklı başında hareket etmek yüzünden her şeyi yitirdim. O günleri bir daha görecek miyim, acaba?"

Rameau, kovuluşunu anlatıcı kahraman "Ben"in sorusu üzerine yer yer monolog yaparak anlatır: 

"Ben. - Söz konusu olan nedir acaba?
O. - Rameau! Rameau! Sana neden içerlediler biliyor musun? Azıcık zevk, bir parçacık ince düşünüş, biraz da zekâ sahibi olmak enayiliğini gösterdiğin için! Rameau, dostum, bu, sana yaradılıştan ne olduğunu ve efendilerinin ne olmanı istediklerini öğretecek. Kolundan tuttukları gibi kapı dışarı ettiler. Arkandan şöyle diyorlardı: 'Seni hergele seni! Çek arabanı bakalım! Bir daha buralarda görüneyim deme sakın! Akıl, mantık sahibi olmaya kalkarsın ha? Bizde bu nesnelerden bol bol var.' Ve sen öfkenden elini ısırarak yolu tutarsın. Ama daha önce şu kopası dilini ısırman gerekirdi. İşte ihtiyatsızlığın cezası: böyle meteliksiz, yersiz yurtsuz, sokak ortasında kalmaktır. Tıka basa karnın doyuyordu, yeniden çöplüğe düştün; güzel bir evde yaşarken, eski tavan arasının özlemini çekecek hale geldin; rahat yataklarda yatarken, artık M. de Soubise'in arabacısıyla Robbe kardeşin arasında bir ot yatağa uzanacaksın. Eskisi gibi tatlı ve rahat bir uyku yerine kulağına, bir yandan da bunlardan bin kere daha çekilmez olan, kuru, mutsuz berbat manzumelerin gürültüsü dolacak, gördün mü başına gelenleri! A mutsuz, a kendini bilmez, a cin çarpası!" 

Bu alıntıyı okurken tahminim siz de bahsedilen bazı kişi ve halleri merak ettiniz. Sözgelimi M.de Soubise ve Robbe kimdir, ot yataklar neyin nesidir gibi... Kitaba eklenen "Açıklamalar" kısmına bakıp gidereyim merakınızı: Sözgelimi Bay Soubise... O yıllarda yeteneksiz yazar, şair, aktrist ve aktörler soylu kişilerin ahırlarında barınırlarmış; o soylulardan birisidir... Robbe ise dönemin yeteneksiz bir şairi...

Lui, yani Rameau bir soylunun kapısına kapılanıp soytarılık yapmayı ilelebet sürdüremeyen, bu bahiste süreğen bir başarı gösteremeyen kendisini, Robbe örneğinden hareket edersek, soyluların ahırında barınan şairlerle eş tutuyor. Orada yaşayacak olmanın yoğun ıstırabını yaşıyor. Onun gibi birisinden de gelse bu ıstırapta bir haysiyet emaresi var.

Rameau'nun sözlerini güncelleyip zamanımıza getirmeyegörelim; kırmızı çizgilerle kuşatılmış sorularımız havada uçuyor: Sahi, bugün Rameau'nun bahsettiği "ahır" istiaresiyle benzerlik gösterebilecek nice seçkin ve soylunun mekan ve makamında çöreklenmiş şairlerde aynı ıstırap ve haysiyet neden olsun?..  Kanon şairlerinde, saray soytarılarında, belediye taklacılarında... Yok işte...

9 Ağustos 2025 Cumartesi

JULES SUPERVİELLE'İN AKSİ KÖPEĞİ

Supervielle (1884-1960) "aksi" sıfatını kullanmamış, "Köpek" sözcüğünü yeterli görmüş şiirinin başlığı için. Hani "aksi"ni kullanmasına gerek de yoktu belki! Hani, bu benim yakıştırmam olabilirdi, ne bileyim, metni okurken, yorumlarken bu sıfatı ona  yapıştırmıştım! 

Neyse, "Köpek" şiiri bir intak sanatı örneğiydi; şöyle konuşuyordu köpek ve haliyle şu metin oluşuyordu:

Bir sokak köpeğiyim ben
Ötesini pek bilmem.
Ama bir ses geldi kulağıma birden,
Bir şair sesi.
Bir şair dili geldi bana,
Deyişimi zenginleştirmek için.
Çünkü bilirsiniz ya,
Havlamaktan başka türlü
Anlatamam derdimi.
Bir şair dili geldi bana
Ama gene de istemem
Karanlık dünyamdan çıkmayı.
Neyleyim beni
Başkasından gelmiş kelimelerle
Dolu bir kafayı.
Başıboş bir köpeğim ben
Dahasını istemeyin benden.

1955'te İstanbul'da, Türkiye Ticaret Matbaası'nda basılan Yeni Fransız Şiirinden Seçmeler adlı kitabın 17. sayfasından aktardım bu şiiri. Fikir ve Sanat Yayınları'nın ilk kitabı olarak yayımlanan 63 bu sayfalık antolojideki şiirleri M. Akil Aksan tercüme etmiş. 

Kitapta şiiri olan şairler şöyle sıralanıyor: Charles Vildrac, Jules Superville, Paul Geraldy, Roger Devigne, Pierre Reverdy, Paul Eluard, Henri Michaux, Robert Desnos, Jacques Prevert, Georges Neveux, Jean Follain, Guillevic, Jean Cayrol, Jacques Marie Prevel, Toursky, Claudine Chonez, Anne Hebert, Robert Vivier, Paul Jamati, Mathilde Monnier, Caradec. 

Bu kadar şairin şunculeyin şiiri arasından "Köpek" üzerine iki kelam etmemi manidar bulur musunuz, bilmem! Çünkü bu metin kendisi üzerinden söz söylemeye imkan sunuyor:

Okuduğunuz üzere, kahraman öznemiz sokak köpeği olduğunu, kulağına bir ses geldiğini, bu sesin bir şair sesi olduğunu söylüyor. Şairin sesi onda bir söyleyiş zenginliği oluşturacak, "havlamak"tan ibaret olan dert anlatma biçimini geliştirecektir. Gelgelelim, kendisinde herhangi bir yeni nitelik oluşmasını istememekte, "karanlık dünya"sında çakılı kalmaya tercih etmektedir:

"Ama gene de istemem
Karanlık dünyamdan çıkmayı."

"Başkasından gelen"lere kapıyı kapatmış, onlara karşı duvar örmüş bir yaratıktan bahsediyoruz. Kafasının "boş"luğunu, halinin "başıboş"luğunu makul ve yeter gören bir vasatsızlıktan...

Bu "it"in tarzına bürünmüş insanlara çokça rastlarız hayat memat meşgalemiz boyunca. Rüzgarın seline teslim olmuş, akletmez fikretmez tiplere. Her türlü ikaz ve uyarı fenomenlerine karşı antenlerini kapatmış yaratıklara...

Sıradan ve sürüden kişiler olsa bunlar sorun değil; tersine toplumsal roller edinmiş, söze nizam vermeye kalkışmış, ahlak abideliğine dikilmiş, sosyal ve siyasal öncülüklere soyunmuş müsvetteler...

Değişime, dönüşüme ayak direyen bu neviden ölü köpek kişiliksizler bizim diriltici şiirimize sağır kesilmiş, bize ne?!. 

Bursa, 9 Ağustos 2025