30 Haziran 2019 Pazar

DEVLET TİYATROSU


Ankara Belediyesi tıknaz çöp arabası
İçine sığdırmış çerçöpü almamış darası

Radyoevini geçip Dil ve Tarihe doğru
Ahırmış eskiden buralar başkentin harası

Sıhhiye köprü altı ne yankılar yayardı
Miting yapardık yasak faşizmdi maskarası

Toplandılar kitabın burda yazmıştı Uyar
Karşılıklı Çekilmiş Duvarlar iç yarası

Fona aldığım sızı yarin kalbinde ah
Bilmezlikten geliyor rejimin şuarası

Facia arenası fiyasko sahnesi miydi  neydi
Özçekim tetiğinde: Ankara Hatırası

Ankara, 29 Haziran 2019




27 Haziran 2019 Perşembe

NECDET ÖMER ÖZER YAZDI: "ŞİDDETE KARŞI ŞİDDETTİR ŞİİR"


"Şiir şiddettir. Ama şiddete karşı şiddettir. Kendiliğinden değil. Bir karşı koyucu olarak çıkar şiirin bu yönü." Necdet Ömer Özer, Cevat Akkanat'ın 'Şiirin Şiddeti' kitabı üzerine yazdı.

Tanıtacağım bu kitabın ismi ilk başta biraz garip gelebilir. “Şiirde şiddet nasıl olabilir?” gibi soruların cevabını kitabın içinde bulmaya çalışıyorsunuz. Cevat Akkanat'ın yazmış olduğu “Şiirin Şiddeti” başlıklı yazısından sonra, tanıttığı şairlerin şiir örnekleriyle “şiddet” kelimesine başka bir mana verdiğini göreceksiniz.

Benim anlayabildiğim kadarıyla şiirin şiddeti, şairin iç dünyasında meydana gelen fırtınalar sonucunda bizim bir şeye farklı gözle bakmamızı sağlayan, şiirin arka planında yatan maharettir. Bu konu hakkında Cevat Akkanat kitabın 37. sayfasında şunları söylemektedir:

“Ş sesinin hayranıyım. Şiir şiddettir. Ama şiddete karşı şiddettir. Kendiliğinden değil. Bir karşı koyucu olarak çıkar şiirin bu yönü. Kaçınılmaz derecede gerekli bir haldir o zaman şiddet. Kullanılmaması düşünülemez. Öyle durumlarda harfler dilden dökülürken, eğri büğrü çıkar. Fakat hafakanlara maruz kalan şairin ruhu onları öyle bir kalıba sokar ki, sonra, bakınız ne olmuş; derbe-der, beyhude, serkeş bir evren, aynı hizadadır, sizi çağırır.”

Evet aziz okurlar, şairler, normal bir su taneciğiyle alakalı öyle farklı şeyler yakalarlar, onu sözcüklerle birlikte öyle kalıba sokarlar ki, su taneciğini tekrar keşfedersiniz. Mesela; çağıldayan bir şelaleyi nasıl anlatırsınız? Normal bir şekilde anlatabilirsiniz ve şelaleyi önemsemeyip çöplerinizi atabilirsiniz; fakat şelalenin hakkında şiir yazıldıktan sonra okuyup etkilenen bir insanın kirletmeye kıyabileceğini sanmıyorum.

Nilüfer yalnızca bir bitki midir?

Şiir, bahar gibidir. Baharda nasıl doğadaki bitkiler canlanıyorsa bir insan, bir şiiri okuyunca gaflet uykusundan uyanabilir. Baharda nasıl tabiat rengarenk oluyorsa bir insan, bir şiiri okuyunca olaylara farklı şekilde bakabilir. Söylediğim sözlerle ilgili Behçet Necatigil'in “Nilüfer”şiiri örnek olabilir. Nilüfer çiçeği, kimileri için derelerin üzerinde biten bir bitki olabilir; fakat Behçet Necatigil için daha başka anlamlar ve duygular ifade eder. Onun için nilüfer çiçeği; kendisini görebileceği lambadır.

“Nilüfer” şiirinde Behçet Necatigil çok sevip kaybettiği bir nilüfer çiçeğinden söz eder. Nilüfer çiçeğini çok severmiş; fakat sevdiği nilüfer, bir süre sonra ortadan kaybolmuş; çok üzülmüş, kalbinde yara açmıştır. Çiçeğinin kaybolmasıyla alakalı şiirini Freud'un teorisiyle birleştirerek oluşturmuş olduğunu şiirini okuyunca görebilirsiniz. Şimdi size “Nilüfer” şiirini takdim etmek istiyorum.

“Ben oraya koymuştum, almışlar,/Arasına sıkışık saatlerin./Çıkarır bakardım kimseler yokken;/Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar./ Kışken ilkyaz, sularımda açardı;/Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?/Eski defterlerde sararmış yaprak./Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar./Bir ışıktı yanardı gecelerde;/Akşam, çiçekler uykuya yattı,/Sardı karşı kıyıları karanlık/Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.”

Şair, bazen şiddetini ve gücünü melodiyle karıştırır. Doğadaki melodik sesleri gözlemlediği halle taklit etmeye çalışır. Tevfik Fikret'in yazmış olduğu “Yağmur”şiiri buna örnek teşkil etmektedir. Bu şiirde Tevfik Fikret, yağmurun cama vurma sesini taklit etmiştir. Bu şiirin de bir kıt'asını takdim etmek istiyorum.

“Küçük, muttarid, muhteriz darbeler/Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz/Olur dem-be-dem nevha-ger, nağme-saz/Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz/Küçük, muttarid,muhteriz darbeler...”

Şair, bu şiirinde şiddetini virgüllerle ve oluşturduğu manzarayla gözler önüne sermiştir. “Küçük, muttarid, muhteriz darbeler” derken cama vuran yağmur taneciklerinin taklidini yapmıştır. Diğer kelimelerle de oluşan atmosferi tasvir etmeye çalışmıştır.

Nasıl uyurum işkence bağı gözlerimdeyken?

Şiir, her zaman dünyanın güzelliklerini tasvir etmez. Kimi zaman dünyanın güzel yanlarını tasvir ederken kimi zaman da şiir, dünyanın acı yönlerini tüm çıplaklığıyla göstermeye çalışan bir araç olabilmektedir. Dünyanın acı tarafı açlık, yoksulluk, ölüm, savaş... ve sair temalarla gösterilebilir. Filistin'de yaşanan savaşla ilgili Abdülkerim El-Kermi'nin bir şiirini örnek göstermek istiyorum.

“Ah Filistin, nasıl uyurum/İşkence bağı gözlerimdeyken/(...)Dostum soruyor bana: 'Buluşacak mıyız yine?'/'Geri dönecek miyiz?'/Evet! Döneceğiz ve serin toprağı öpeceğiz/Dudaklarımızda o kızıl arzu ile/Yarın döneceğiz”

Hâsıl-ı kelam, şiirde şiddet, şiddetin kendisi değildir. Şiirde şiddet, şairin gerçekle tahayyülündeki düşünceyi sentezleyerek oluşturduğu fikrin, sözcükleri inci gibi dizerek anlatmasıdır. Tıpkı Behçet Necatigil'in “Nilüfer”i, Tevfik Fikret'in “Yağmur”u ve Abdülkerim El-Kermi'nin “Elbet Döneceğiz”indeki gibidir.

21 Temmuz 2015
Kaynak: Dunyabizim 


26 Haziran 2019 Çarşamba

ŞİİRİMİN ADI "-TİR"

Kan gibi düşün akıttığın
Kararttığın dünyalar gibi
Titreyen diller korkulu
Ağular saldığın hayatlar
İntiharlara sürüklediğin umut
Yükseliyor denizde ölüm oranı
Neden ihraç etsin insan kendini
Dökülsün tek celsede toprağa
Küs ve ihanete uğramış
Bizi ölüm paklar ya sizi
Budur büyük soru işareti
Geçtik geçer gibi sıratı
Nefrettir dilimizde adın
Tek-tir öfkemiz yek'tir.

Balıkesir, 19 Ağustos 2018

24 Haziran 2019 Pazartesi

DEVLETİN BIYIK BOYU

Devlet kelimesinin benim zihnimde canlanan anlamları daha çok mecazî boyutludur: Sağlık, mutluluk, saadet, talih, baht açıklığı, aşk, nimet, zenginlik…
Şair Muhibbî (Kanunî Sultan Süleyman)’nin şu beytinde sanki bütün bunlar cem olmuş vaziyettedir:
 “Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Köklü edebî mirasımızın söz hazinesi içinde geçen “tayru’d-devlet”, “murg-ı hüma”, “devlet kuşu”, “talih kuşu”, “hümâ kuşu” gibi kavramlar, “devlet”in sözkonusu zengin çağrışımını adlandırmaya delil olabilir.
Hümâ kuşunun gölgesi kimin başının üstüne düşerse, onun bahtı açık olurmuş. O, taç giyer, baş olurmuş.  Efsane böyle söylüyor…
Devletin güç, kuvvet, “kudret” ile alâkalı (yani bugünkü şartlarda temel) anlamlarına gelince, siyasî otoriteyi sağlayan kurum ve bu kurumu yöneten hükümet gibi karşılıklar çıkar karşımıza.
Bu yönüyle devlet, felsefeden sosyolojiye, sanattan edebiyata pek çok sahanın tezgâhında ele alınmış, ölçülmüş biçilmiş, elden avuca aktarıla döndürüle müzakere edilmiştir. Hakkında iyi şeyler söyleyenler olduğu kadar, onu “şer yuvası” olarak görenler de vardır. Hayır, ne Eflâtun’un Devlet’ini indireceğiz raflardan ne de mösyö Duverger’i!
“Devlet”in özetlemeye çalıştığım mecazî ve temel anlamlarını sentezleyen ifade “Devlet baba” deyimi olsa gerektir. Nitekim vatandaşına şefkat ve muhabbetle yaklaşan hükümet etme biçimi bu ifadeyle adlandırılır.
Sözü “devlet” dairesi içinde dolaştırıp duruyoruz ya, bir sebebi var: Devlet dilinin bozulma temayülü göstermesi! Zira “Devletli”nin dili kullanmadaki sert eğilimi yüreğimizi yakıyor!
Şöyle de diyebiliriz: Devleti temsil makamının sahipleri sanki özgünlüklerini yitiriyor. Bu bir gözlemdir. Gözlem, zannın ötesinde, varsayımın fevkindedir.  Hele bizim gözlemimiz, ki yanılgı payı süresince ve sabırla beklendikten sonra dile getiriyoruz, sanki bir son aşamayı haber vermektedir.
“Çatık kaşlılık” sürecine mi evrilmiştir makam sahipleri? Gözlemimiz evet diyor, Necip Fazıl’ın şikâyet ettiği çizgiyi işaret ediyor.
Oysa, “Bu Şarkı Burada Bitmez” adlı bir kasetten ve halkın içinden bir sesten, biz hâlâ dinliyoruz bu şiiri: “Çatık kaş hükümet dedikleri zat”…
Küçük bir açıklama yapayım, itirazî bir dil kullanırken bir yandan da temennim daima şu olmuştur: Yanılmış olayım! Burada da bu halet içindeyim. Fakat söylenenleri ne yapacağız; şurada burada söylevlerde dile getirilenleri?
Devletin bıyık boyu uzamaya mı başladı, ne?
Kavmiyetçi bir dil, iteleyici bir söylem. Yüzü yasaklamaya dönük yasaların hatırlatılması, ötelemenin ötesi bir yaklaşım…
İyi de, “devletini tepme”nin sırası mı şimdi? Bu “devlet eli” sana kendi kendinin aleyhinde bulun diye mi verildi?
Kuşkusuz biliyoruz, sert rüzgârlar esiyor yükseklerde. Oralarda samimi ilkeler üzere yürümek hayli zor, evet. Ama yürüyemeyeceksen, o diri ilkelere rağmen dönüşmeye hakkın yok. Sabrın, hak ve adalet çizgisinden ayrı düşmemeli. Sabrın şahsi meselelere kol kanat germemeli…
Zulme uğramış kitleler, kuşku yok, kendilerine yakın hissettikleri siyasi oluşumlara desteklerini son noktaya kadar verirler. 28 Şubat karanlığından sonra böyle bir süreç gözlendi Türkiye’de.
Ama bu yeni sürecin yük yüklenicileri, şimdilerde iyiden iyiye resmiyet çizgisine kayma eğilimi gösteriyor. Sözgelimi eski düzenin sermayedarlarıyla barışılıyor, onlarla iş tutuluyor. Ardından o sermayedarların özel tayyarelerinde zevk safa yapan eski meslektaşlarla bayram şekerleri yeniyor. Bir ileri adım sakın o eski “koltuk takımları”nın durumuna düşmek olmasın, bundan endişeliyiz. Zira o tayyareler halk nazarında hep yere çakıldı.
Edebiyatımız “devlet düşkünü” diye bir deyim yaratmıştır; “devlet mezarlığı” vardır bir de, nice eski mevki sahibi burada boylu boyunca yatmaktadır.
Oysa, Avnî (Fatih Sultan Mehmet) şöyle demiştir:
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik”
(Sanmayın ki biz mevki ve devlet talep etmeye geldik. Biz dünyaya bir yâr için âh etmeye geldik.)
Bâkî’nin söylediğidir şu da:
“Minnet Hudâ’ya devlet-i dünya fena bulur
Bâkî kalır sahife-i âlemde adımız.”
“Yâr”iniz mazlumlar olmalı, mazlumların “ah”ıyla “ah”lanmalısınız. Adınız bâkî kalmalı…
20 Eylül 2012, Milli Gazete

GAZEL

Aşk o kağıda benzetir
Su üstünde kayık gibi

Deprem mi demeli yoksa
Yıkıntılar şöleni mi

Fırtınadır aşk elbet
Fora ettiren yelkenleri

Tırıs giden atlar nasıl
Ezip geçerse çitleri

Rüya içre bir giz gibi
Aşk eşsiz deniz dibi

Ağsın ona hızla yüzler
Kalplerde hayy dileği

Aşk bitiş aşk yitiş
Aşk diriliş nimeti

2000

CAN HAVLİ

saçlarını tarayıp cami boyu yürüyor
cami boyu yürüyor
hacdan dönüyor sanki bembeyaz yelkenleri
bembeyaz yelkenleri
sırılsıklam terlemiş can veriyor çok belli
can veriyor çok belli
ömür geçip gidiyor tükenmiyor can havli
tükenmiyor can havli...

2002

21 Haziran 2019 Cuma

VİGİLANTELER KOMİTESİNİ TAHKİR

Şapşallar birliği spor kulübü gibi
Densizlikte amatör küme liderliği

Emir kipinden tek tip zihniyet
Yılan ıslığına benzer nefesleri

Kuzgun bunlar savaş açmışlar güneşe
Üyelerinin her bireri fare eniği

Az bulurlar azgınlığı bahaneleri çok
Tersten okurlar Allah'ın kelimelerini

Uyanık geçinirler ilme irfana ne hacet
İktisatları kesattır tuzaklarlar whatsappı

Algı oyununda otorite vesayette çete
Yasaklarla sevişir bu despotlar tümeni

Sultalık kayığından devlet mezarlığına
Kovalar şiirim vigilanteler komitesini...

Ankara, 20 Hazian 2019



18 Haziran 2019 Salı

"DAİMA RABİA" ANTOLOJİSİNİN ÖNSÖZÜ: "BİRKAÇ SÖZ VE TANIK METİNLER"

Bu kitabın hikâyesi 14 Ağustos 2013 gününden başlıyor. Darbeye karşı Rabiatul Adeviyye ve Nahda meydanlarında Ramazan ve bayram boyunca süren şanlı direniş o gün bir katliamla sona erdirilmek istendi.
Boğucu bir İzmir sabahında aldım katliam haberini, çaresizlik içinde.
Günlerdir Mısır meydanlarındaki kardeşlerimizin kalp atışlarına uzaktan da olsa iştirak etmeye çalışıyorduk. Fakat şimdi katliama uğramış bedenlerle ve o anları yaşamış kahramanlarla aynileşmek mümkün müydü? Ne yapabilirdik?  
Hasbelkader düşünen, eli kalem tutan birisi olarak, o an yapabileceğim tek şey vardı.  Kendileri belirli bir hassasiyeti yüklenmiş insanlar olan şair arkadaşlarımı telefonla, bu yolla ulaşamadıklarımı ise internet üzerinden tek tek aradım, bilgilendirdim. Onlarla konuştukça veya yazıştıkça yanılmadığımı anladım. Pek çoğu zaten darbeye karşı verilen mücadeleyi anlatan dizelerini yazmaya başlamışlar veya yazmışlardı. Bir kısmı ise, benim yaptığım müracaatı, kendilerindeki potansiyeli harekete geçirecek bir sebep sayıp, şükranla karşıladılar.
Kuşkusuz “olumsuz” cevap aldığım isimler de oldu. Bu yolda bir şiir kaleme alamayacağını söyleyenler arasında kendi şiir anlayışını öne sürenlerle ideolojik olarak Mısır’daki sürece itirazı bulunmadığını dile getirenler vardı. Kuşkusuz aynı kategori içinde değerlendirmiyoruz, fakat bir durum tespiti yapmak için şu cümleyi kurmaktan da kendimizi alamıyoruz: “Salt şiirci” bir anlayışla hareket eden zihniyetle, sırf Müslümanlara karşı yapıldığı zannıyla bir darbe sürecini ve insanlık dışı bir katliamı olumlu bulan zihniyeti tarihe kaydediyoruz.
O gün, şairlerimizle kurduğum telefon irtibatının benzerini bir basın yayın organıyla da kurmalıydım. Bu, haftalık yazılarımla bünyesinde bulunduğum Milli Gazete olacaktı. Kültür Sanat sayfası editörümüz Seyit Çolak’a durumu anlattım. Talebimi memnuniyetle karşıladı. Böylece, “Kara Çarşamba”dan üç gün sonra 17 Ağustos 2013 Cumartesi günü şairlerimizin tarafıma gönderdikleri şiirleri “Mısır İçin Şiirler” başlığı altında, her gün bir şiir olmak üzere gazetede yayımlamaya başladık.
Bu arada gazete, dergi, internet ortamı gibi farklı platformlarda yayımlanan şiirleri de derlemeye çalıştım. Sayıları az da olsa, onları da dikkate aldım. Böylece, kısa zamanda önemli bir birikim oluşmaya başladı. Süreç devam ederken şair arkadaşlarım arasından farklı önerilerde bulunanlar oldu. Bu şiirler bir kitapta da derlenip toparlanmalıydı. İlk olarak şair Mustafa Oğuz’un aklımıza düşürdüğü bu fikir hızla olgunlaştı. Sultanbeyli Belediyesi Kültür Müdürü dostumuz Mehmet Mazak, fikrimizi büyük bir ilgiyle benimsedi.
Tam da bu noktada, çalışmalarımızı daha sağlıklı yürütmek için bir inceleme kurulu ihdas etmekte fayda bulduk. Metin Önal Mengüşoğlu, Mustafa Oğuz, Abdurrahman Adıyan, Sıddık Ertaş ve Cevat Akkanat’tan oluşan kurulumuz, elimizde bulunan şiirleri tek tek inceleyip değerlendirdi. Bu kitapta yer alan metinler işte bu kurulun yayınlanabilir bulduğu eserlerdir. Seçici kurulun tercihlerini belirleyen unsurlar arasında işbu kitabın hacminin de önemli olduğunu belirtmek isteriz. Zira bizim için Mısır direnişi lehinde yazılan her bir satırın büyük bir değeri vardır.
Bu kitap böylesi bir aşamadan sonra oluştu. Emeği geçen kişi sayısı o kadar fazla ki; bana ancak yazmanlığı kaldı. Rabbim, Mısır’ın mücahit ve mücahidelerinin canlarını ortaya koyarak yaptığı direnişlerin yanında, bizim bu çalışmamıza itibar eder mi? Taksiratımızı affetsin, yeter!
Bu duygularla elinizdeki antolojiyi yayımlayan Sultanbeyli Belediyesi’ne değerli Başkan Hüseyin KESKİN’in şahıslarında teşekkür ediyor, süreç içerisinde kaleme aldığım ve her birini Milli Gazete’de peyderpey yayımlanan şairlerimize ait şiirler eşliğinde paylaştığım “Tanık Metinler”imi ilginize sunuyorum:



“TANIK METİNLER”

1. 
Mısır’da, dünyanın gözü önünde uygulamaya konulan bir darbe süreci var. Ve darbeciler tarafından yapılan katliamlar… Kendilerini darbeci firavunlara karşı konumlandıran ve Mısırlı mazlumların yanında yer alan şairlerimiz, tepkilerini şiirleriyle dile getiriyor.

2.
Mısır’ın zalim darbecileri katliamlarını sürdürüyor. Bununla birlikte Mısırlı Müslüman Kardeşlerimiz kavî bir bilinçle direniyor.  Bu direnişe İslam coğrafyasının pek çok noktasından destekler büyürken,  fikir, kültür ve sanat adamları da farklı katkılar sunuyor. Aynen, Firavunî şer cephelerine karşı bir bilincin sahibi olan şairlerimiz gibi…

3.
Mısır’da darbecilerin katliamları Nil’i bir kan ırmağına dönüştürdü. Kanları Nil’e karışan Mısır’ın şanlı şehitleri darbeci zalimlerin ve uluslararası güç odaklarının korkulu rüyasıdır artık... Zira Musa, o Nil’dedir… Ölümsüzlükle müjdelenen cennetin bu ebedi misafirleri, geride bıraktıkları soylu gelenekle de yaşıyorlar; zira onların mirasını sürdürüp direnen bir halk var camilerde, sokaklarda, meydanlarda…
4.
Darbecilere ve onların işbirlikçilerine karşı direnen Mısırlı kardeşlerimiz herhangi bir silah almadılar yanlarına. Kendilerine yönelik bir katliamın olabileceğini bile bile, savunma amacıyla dahi, silah bulundurmadılar. Fakat imanları vardı onların, darbecilerin tanklarına, keskin nişancılarına, baltacı çapulcularına karşı. Bu iman, bu iman ki, Rabia’ın, Adeviye’nin, Nahda’nın, Ramses’in, Fetih Camii’nin şehitlerini kefenleriyle yola çıkarmaya yetiyordu: Allahu Ekber!

5.
Mısır’daki direniş küresel bir intifadaya dönüşüyor. Mazlum Mısırlı Müslüman Kardeş, senin ürperişin dünyayı sallamaya yetti. Kalbimizin Musa’sı seninle yeniden harekete geçti. Senin mazlum ve mahzun bakışındır kıyama durduran evrenimizi… Darbeciler ve onların uluslararası ortakları ise bu silkinişten elbette korkuyor.

6.
Yaşanan darbe ve katliamlardan kim ne kadar sorumlu? Darbecilerin ve onların ehl-i salip işbirlikçileri kadar Müslüman kitlelerin halleri ne olacak? Parça parça ulusal sınırlara hapsedilmiş İslam ülkelerinin halkları olarak iktidarları kimlere teslim ettik? Müslüman kitleleri böyle bir teslimiyete sürükleyen miskinliklerin sebeplerini düşündük mü? Kur’an’ın vazettiği, Peygamber’imizin (SAV)  örneklendirdiği fikrî ve fiili hayatı sahiden yaşadık mı?

7.
Sadece Mısır değil, Suriye, Filistin, Arakan; dünyanın dört bir yanında katlediliyor Müslüman. Bunun yanında, dua dua büyüyen bir direniş, yeniden kendine geliş yok değil. Allah, elbette azmedenin gayretini boşa çıkarmayacaktır. Aydınlık seherler uzaklarda değildir. Cehdedelim, Kızıldeniz çağdaş firavunlara da mutlaka mezar olacaktır…

8.
Katliam orduları silahlarını çocuklara çevirir evvela.  Bilirler ki Musa o minik bedenlerin arasındadır. Zannederler ki öldürürsek çocukları, yok ederiz Musa’ları… Yanılmaktadırlar elbet. Ne kan içmek onları ölümsüzleştirecektir, ne de katliamlarıyla Musa’nın büyümesini engellemeye güçleri yetecektir… Dünya o büyümeye gebe…

9.
Mısır’ın zalimleri, Suriye’nin zalimleri, Filistin’in zalimleri, Dünyanın zalimleri… Amerika, zalimlerin zalimi… Elini zalimler kanalıyla mazlumların canına uzatan, kanına uzatan Amerika, emperyalist ortakları ve uşaklarıyla şeytanlığını apaçık ortaya koyuyor. Darbeye darbe demeyen, katliamları görmeyerek destekleyen, ruhu kanlı bu sefih iştihalar şirketinin şirretliğine tükürmekten başka gösterebileceğimiz tepki var mı?

10.
Esma yeryüzünün aydınlığıydı. Ona dünyayı dâr eden keskin nişancı, şunu bilseydi hedefine yerleştirir miydi Esma’yı:  Esma kâinatın ışık kaynağıdır artık…
Ey semaya yükselen Esma, ey babasının şehide gelini, sadece Mısırlı kızlar değil, seni dünyanın bütün kızları kendilerine örnek alıyor. Kızlarımızın timsalisin, annelerimizin gelin kızı, oğullarımızın gözbebeği…

11.
Mısır’ın meydanları zalim darbecilere haddini bildirdi. Meydanlara hâkim olan akleden kalp, bünyesinde barındırdığı sağduyu, azim ve ısrarla, darbecileri perişan etti. Darbeciler meydanların bu dirayeti karşısında haysiyetsizlik hamlesine giriştiler, katliama kalkıştılar. Oysa o zalimler nereden bilecek, meydanlarda can veren her diri, özgürlüğün mimarıdır…

12.
Üniforma, insanlık derisini örten giysinin adı. Onu sırtına geçiren alçak darbeci, iğrenç pozlar veriyor yanı başında başka askerî araçlarla. Artık ‘yurtta sulh’un iptal edilme vakti gelmiştir. Silahlar ‘kendi halkına’ yönelecektir. Meydanlara ölüm hücum edecek, yeryüzü kan rengine dönecektir. Mısır’da Adeviyye’de olduğu üzere, son kara Çarşamba katliamında…

13.
Dua müminin muhabbetine delildir. Dili duaya değen ehl-i iman bilir ki Allah yâr ve yardımcıdır. Mısır’da Ramazan’ı gece gündüz direnişle geçiren Müslüman ahali, o zor zamanda Rabb’ine dualarla sığındı. Allah, onların zorluklarını kolayladı. Zalim darbecilerse, bu kutlu duruşu silahlarıyla bitirmeye niyetlendiler. Kan aktı; akan kan dirilişe gebe kıldı zamanı…

14.
Mısır sadece Mısır değildir. Mısır, dünyada emperyalist zulümlere maruz kalan diğer coğrafyalardır aynı zamanda. Moro’dur, Bosna’dır, Çeçenistan’dır, Myanmar’dır, Arakan’dır, Gazze’dir, Suriye’dir, Dünya’dır… Mısır’da direnen Müslüman,  küresel zalimlerin karşısında, tek başına değil, herkestir…

15.
Firavunlar ordusu saldırıyor Mısır’da Müslüman kardeşlerimize… Faklı adreslerden, farklı kavimlerden, farklı boyutlarda: Birleşmiş Milletler, batılı işbirlikçiler, bir firavun... Mısır’ın laik sermayedarları ve ordusu bir firavun…  Baltacılar sürüsü, firavun… Bir firavunlar ordusu karşısında, direniyor Mısır’ın geleceği…

16.
Dünyaya hükümran olan eşkıyanın hallerini anlatıyoruz… Onun ortaklık kurduğu kolların niteliklerini tasvir ediyoruz… Allah’sızlığa yaslanmış bu şeytanî yapılanmanın cürümlerini bir bir kaydediyoruz… Eşkıyayı yok etmek, ortaklık kollarını kırmak, cürümlerini ödetmek için… Bu yolda inşallah Mısır önemli bir merhale olacak…

17.
Duaya duran el var, bedduaya uğrayan el var…
Duaya duran el, beyaz el: Yed-i Beyza… Hz. Musa’nın eli… Müslüman kardeşlerin eli… Mısır’da direnen beyaz eller, Allah’a açıyorlar kalplerini, gönüllerini… Onların münacatı, Allah’ın rahmetinin dünyaya yayılması için…
Bedduaya uğrayan el mi? Ebu Leheb’in eli. Karanlık el. Zalim el. Katil el. Amerika’nın eli, Obama’nın eli, Sisi’nin eli… Kuruyası el…

17 yaşındaki Esma’yı vuranların elleri kurusun…

MAHKEMEDE ÖLENE

                               "Sekülerlerin adaleti;
                               ne yapsın iktidari fiil?!." 
                               mazeretine fiskeyle...

Ölmedin
Oley çektin ey garip...

Ölmedin
Mısır'da
Türkiye'de...
Hayatı tatil ettin...

Dar geldin dünyaya
Ölmedin
İsyan etti can havlin...

Sükût suikastine
Dayanamadı kalbin...

Mayıslar Haziranlar
Ülkendir senin 
Ölmedin...

Amuda kalkıp söyledin
Ölmedin
Ufkumuzu şen ettin...

Senin 'Sessiz Gemi'n
Mağdur ve fakat mağrur
Yol alıyor evrende
Ölmedin...

Ölmedin...
Mahkemeleri dirilttin
Zulüm erlerini inlettin...

Ölmedin
Serçe olup uçup gittin...

Ey şehit...

Ankara, 18 Haziran 2019




13 Haziran 2019 Perşembe

MELİH BAYRAM DEDE SORDU: “KÖKLÜ BİR TAMİRAT GİRİŞİMİ”


Cevat Akkanat, Kültür Bakanlığı'nca yayınlanan ve TYB'nce "2002 Edebi tenkit ödülü"ne layık görülen "Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri" adlı çalışmasında süregelen bir yanlış anlamayı düzeltmeye girişiyor.

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli hareketlerinden biri olan İkinci Yeni üzerine kapsamlı bir çalışma yayınlandı. Cevat Akkanat'ın Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yüksek lisans tezi olarak hazırladığı "Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri" aynı adla Kültür Bakanlığı Yayınları'nca basıldı ve bu eser, Türkiye Yazarlar Birliği'nce 2002 "Yılın Fikir Adamı Sanatçıları - Edebî Tenkit Ödülü"ne layık görüldü. 1964 Balıkesir doğumlu olan Cevat Akkanat, halen eğitimci olarak görev yapmakta ve www.dergibi.com sitesinin şiir editörlüğü ile Likâ Edebiyat Dergisi'nin danışmanlığını yürütmektedir. "Kara Oyun", "Güz Klâsiği", "Sen Bir Sevda Ağacısın Türküler Büyütür Yüzün" ve "Tan Tan Traska!" ismiyle yayınlanmış şiir kitapları bulunan Akkanat'la "gelenek" kavramı ve bu kavramın Türk şiirindeki yeri, İkinci Yeni'deki görünüşünü incelediği "Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri" üzerine konuştuk.

Çalışmanızla "Geleneğin Türk şiir serüveni içindeki gelişim çizgisi üzerinde durarak, kabul edilebilir bir algılama tarzı oluşturmayı" hedeflediğinizi söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Bilindiği gibi, Türk şiiri köklü bir birikime sahip. Bu birikim sadece tarihî eskiliğe bağlı olmayıp, nitelikçe de zenginliği ifade eder. Hal böyleyken, dayatılan yeni medeniyet süreci içerisinde kültür ve sanat hayatına, dolayısıyla şiire uygulanan politik baskı ve yönlendirmeler, geleneksel olandan kopuk, hatta ona düşman bir algı tarzının oluşmasına sebep olmuştur. Öyle ki, Cumhuriyet dönemi içerisinde şair ve yazarların en çok tartıştığı konuların başında bu gelir. Şaşılacak bir şey değil mi bu? Nasıl olur da yüzyıllardır birikim oluşturarak sürüp gelen bir yapı, yapay araçlarla belli bir yerden kesilip atılıverir? İşin kötü tarafı, bunu dile getiren veya uygulayanların arasında adı "şair"e çıkmış olanlar vardır! Şöyle diyenler çıkmıştır: "Aruz mu? O da ne?" Ya da sözgelimi, "Koşma da ne oluyormuş ki!" Dahası, ciltlerce kitap yayınlayıp da, "Türk şiirinin klâsiği yoktur!" veya "Türk şiirinin geleneği 50 yıllıktır!" diyenlere ne dersiniz? Böyle bir durum ile karşı karşıyayken, gelenekle ilgili bir cümlemize "kabul edilebilir" ifadesini yerleştirmemiz önemlidir. İşte benim bu ifadem, öncelikle bu duvarı yıkmaya yöneliktir. Sonuçta, "Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri" genel anlamda bunu başarmıştır. Eğer gerçekten de kendilerini daha kaliteli, bilgili, rahat hissetmek isterler ve bu kitabı ciddi ciddi okurlarsa, bu duvarı oluşturanlar da geleneğin çizdiği hizaya geleceklerdir. Şunu söylemekte bir sakınca görmüyorum: Bu kitap köklü bir tamirat girişimidir...

İkinci Yeni'nin gelenek karşısındaki durumu nedir sizce?

Burada acı bir gerçekten söz edeceğim. Öyle ki, konuyla ilgili çalışmalara başladığım ilk zamanlardan itibaren, beni hayretlere düşüren bir olgu vardır: Herhangi bir dayanağa yaslanmadan verilen "İkinci Yeni gelenekten kopuktur." veya tam tersi, "Geleneğe tekrar dönüştür." şeklindeki hükümler... Bu yargıların bende acıtıcı bir iz bırakmasının iki sebebi olmuştur: Hüküm verirken eserin göz önüne alınmaması ve bunu, köşe başlarını tutmuş sözde büyük üdebanın yapması... Bunlara bir üçüncüsünü de ekleyebiliriz. Sonradan "görüş" bildirenlerin, yine hiç uğraşmadan, öncekilere tâbî oluvermeleri... Oysa, edebî inceleme ve araştırmalarda uygulanacak en sağlam metod, eseri merkeze almaktır. İşte, ben bunu yaptım. Önce, konuyla ilgili hükümleri inceledim. Ardından, harekete mensup olan şairlerin şiir dışı edebî verimlerindeki gelenekle ilgili düşüncelerini araştırdım. Son aşama, çalışmam için asıl inceleme malzemesi olan şiirleri teşrih etmekti. Böylece, hem zevkli bir çalışma gerçekleşmiş oldu, hem de yaygın bir yanlış düzeltildi: İkinci Yeni şairleri, geleneğe yabancı kalamamışlardı. Hatta, bazı kereler sosyal çevrelerinin etkisiyle 'inkar' etmiş olmakla birlikte, gelenekten faydalanmanın veya geleneğe eklenmenin çok güzel örneklerini vermişlerdi.

20. yüzyılın ikinci yarısında, edebiyatımızın en çok tartışılan bu şiir hareketi nerede gelenekle yakınlaşıyor, nerede uzaklaşıyor?

Bugün, nesnel edebiyatçı kafalarının yaygın bir şekilde kabul ettiği algıya göre gelenek, köklü bir tarih bilincini ve sürekliliği zorunlu kılıyor. Bilinç ve süreklilik, yanı başında dinamizmi ve devinimi de getiriyor. Gelenek, kendisine bağlı kalanları bir yandan sınırlandırırken, diğer yandan yeni yollara, aşkınlığa yönlendiriyor. Gelenek düşmanı anlayışların anlayamadığı bir durum bu. Bu noktada, incelemeye tâbî tuttuğum şairlerin geleneği algılayış ve gelenek karşısındaki duruşlarının birbirlerine karşı farklılıklar göstermesi normaldir. Öyle ki, aralarında geleneğin çok basit biçimsel bir unsurundan faydalanan olduğu gibi, geleneği en sahih şekliyle algılayıp külliyen gelenek kesilene de tanık oluyorsunuz. Fakat, ne ilginçtir ki, İkinci Yeni şairleri arasında geleneğe bigane kalmayı tercih eden hiç yoktur.

İkinci Yeni, bundan sonrası için edebiyat hayatımızda etkisini sürdürecek mi?

Geleneğe, dolayısıyla tekrar şiire bağlanışın bir ifadesi olarak görürsek, İkinci Yeni'nin edebiyattaki etkisinin süreğen bir nitelik taşıdığını, taşıyacağını görürüz. Gerçekten de, 1950'lerde başlayan bu hamle, döneminin katı şartlarına rağmen, cesur bir girişimdir. 'Garip'le gelinen şiirdeki tükenme noktası, İkinci Yeni'yle birdenbire tersine döner. Bence, beklenenin ötesinde bir atılımdır İkinci Yeni. Bu atılım, kendi oluşumuyla sınırlı kalmamış, şiirimizin birikimleriyle de birleşerek, ardından gelen kuşakları ve farklı şiir algılarını da derinden etkilemiştir. Hatta İkinci Yeni'yi edebiyat dışı (çoğu kez politik) gerekçelerden ötürü mahkum edenler dahi, onun getirdiği imkanlardan faydalanmıştır. Bugün için görünen, sözkonusu etkinin süreceği şeklindedir.

12 Haziran 2019 Çarşamba

BİLAL CAN YAZDI: "ŞİİRİN İPEK SESİ"


Şiir üzerine yazılan, üzerine emek verilip şiirin katkısına sunulan eserler her geçen gün artarak devam etmekte. Bu da şiiri farklı bakış açılarıyla irdeleyip incelemeye imkân sağlamaktadır. Şiir tamamen kişisel bir yaklaşım olmak iken şiir üzerine yazılan incelemeler de bana göre tamamen yazanın kişisel kanaatlerinin olduğu metinlerdir.
Şiir üzerine yapılan hiçbir çalışmayı önemsiz göremem sanırım şiire verdiğim değerden kaynaklanmaktadır. Bu bir tercih meselesidir. Şiiri sevip sevmeme. Böyle bir ayrıma düşüp kendi kendinize cevaplar üretebilirsiniz.

Vereceğiniz cevap da sizin şiire yaklaşımınızı belirleyecektir. Fakat şiire ön yargı davrananlara önerim peşin hükümlü olmamalarıdır. Bir gün öyle bir şiir çıkar karşınıza ve sizi alt üst eder.

Şiir üzerine yazılan eserlerin her geçen gün artarak devam ettiğini söyledik. Her eseri takip etmenin zor olduğu da muhakkak. Bu bakımdan şiirle aramız iyiyse en azından elimizin ulaşabileceği şiir üzerine kitaplara bakmanın gerekliliğine inanıyorum. Bu herhangi bir yazarın şiir üzerine yazdığı herhangi bir kitabı olabilir.

Bizim payımıza Cevat Akkanat'ın Şiirin İpek Sesi* isimli eseri düştü. Şiir gibi bir isimle okuyucusunu karşılayan eser Akkanat'ın belirli aralıklarla şiir üzerine yazdığı veyahut şiir ana temasıyla yazdığı yazıların derlemesinden oluşan bir kitap.

Şiirin İpek Sesi isimli eserde şiir üzerine yazdığı yazıların temelinde bir edebiyat hocasının şiiri insanlara sevdirmek olduğunu düşünüyorum.

Eğer her kitabın bir niyeti olduğuna inanıyorsak ve niyetsiz hiçbir şeyin olmadığına kendimizi inandırmışsak. Bana göre bu eserin de temel derdi şiiri insanlara sevdirmek. Eser belirli aralıklarla yazıldığı belli olan yazıların derlemesinden oluştuğu için her yazının aynı seslilik halini vermemesi, ya da en azından benim ilgimi çekmemesi eserin kalitesini düşürmüştür.

Cevat Akkanat uzun yıllar edebiyata emek vermiş ve edebiyat alanında çok iyi çalışmalara imza atmış önemli bir yazar olarak karşımızda durmaktadır. Eğer mail adresiniz bir şekilde kendisine ulaşmışsa mutlaka yaptığınız işlerden haberiniz olacaktır. Bu bakımdan interneti de yerinde kullanan yazarlarımızdandır. "Gelenek ve İkinci Yeni" kitabıyla tanıdığım Cevat Akkanat'ın şiir üzerine yaptığı bu çalışmaları önemsiyorum. Yeni çalışmaların artarak devam etmesini diliyorum.

*Şiirin İpek Sesi, Cevat Akkanat, Okur Kitaplığı
15.08.2014


11 Haziran 2019 Salı

FOSİL KURGU’YA

Edebiyatta fosil çağı
Utanç paçavraları
Geçelim ırkî mızıkayı

Lotta Continua diyorum
Sürekli devinim dağı...

Faşist bir kurgu
"Rıza Üzerine Baden-
Baden Dersi"

Size rehberlik edemeyiz
Nice ölümler dileriz.

10 Haziran 2019 Pazartesi

SÜNEPE ŞİİR

Her kuşağın (‘belli bir dönemin’ de diyebiliriz) alıştırılmış, genel kabul gördürülmüş, yaygınlık kazandırılmış bir şiir anlayışı daima olagelmiştir. Ve bu anlayışı hazırlayan çeşitli nedenler... Bir de, pek tabii olarak, birçok sürdürücü şair...
Yaşamaya çalıştığımız zaman diliminin de nevi şahsına münhasır bir anlayışından söz edilebilir mi? Bu soruya peşinen evet dediğimiz ortada...
Fakat biz önce nedenlere değineceğiz: Zamanın ruhu. Teşvikler. Topluma uygulanan aykırı yapılandırma mekanizmaları. Dayatmalar. Haliyle bu ve benzeri etkilerin getirdiği ortak duyuş, kavrayış, ortaya koyuş tarzları; bir arada bulunma kaygıları ve tek tip olanı söyleme girişimleri... Daha farklı bir ifadeyle: Donuk gruplaşmalar, cemaat ve klik oluşumlarının doğuşu ve olumsuz etkileşimler...
Her ne kadar dönüşümdeki şiirin havası bu ve benzeri etkenlerin getirisi olsa da, biz dış ve üst etkenleri değil, ortada dönüp duran yaygın şiir anlayışının genel geçer özelliklerine değin konuşup, onu mahkûm edeceğiz.
Yukarıdan beri sarf ettiğimiz sözlerin arasında, bugünün yaygın şiirine dair bazı hususiyetleri, haliyle, söyledik. Toparlayarak devam edelim:
Farklı uygarlık ve düşünce dairelerinden beslenmekle birlikte, tek sesli, yoz bir şiirden söz ediyoruz. Kaynak aldığı farklı düşünce sistemlerinden ötürü, kimi zaman birbirini reddedebilir kılıkla, birden fazlaymış gibi sanılsa da, memnunlukla kabul gören tek bir yaygın şiir vardır bugün de.
Bugün de, dedik. Çünkü önceki zamanlarda da öyle değil miydi?
Nasıl da desteklenirdi? Yahut ses çıkarılmazdı varlığına?
Çünkü sünepe bir şiirdir söz konusu olan. Rahatsız etmez. Rahatsızlığı sevmez.
Dörtbaşı mamurluğun, kuştüyü yatakların, ılımlı ruhların şiiridir...
İyi huylu, uyumlu, yumuşak bir şiirdir.
Çokça hoşgörülü.
Toplum dışılığın, kendisine yakıştırdığı ifade ile,  bireyin iç atmosferine yönelmiş olanın şiiri.
Doldurma ve kalabalık bir şiir. Ama ses, kelime ve dize kalabalığı...
Sesi, boğuk ve genizden...
Ve gürültüsüz. Tantanası olmayan, kanatsız.
Bazen şakıdığını duyarsınız, sahtedir. Popüler kılınan örneklerinden gelir bu tizlik. Geçicidir. Çiğnenir ve atıldığında kalmaz bir şey geride...
Dolambaçlı, karmaşık, laf salatalı bir şiir.
Arızalı bir şiir. Doğuştan özürlü...
Ortanın şiiri. Çok sahipli. Bu yüzden imzasız bir şiir. Çok imzalı da diyebiliriz. Çok şairli veya şair-siz...
Yürekte titreşimler oluşturmayan. Soğuk renkli. Metalik renkli. Gri...
Hariçtekine, farklı olana tahammülü de yoktur hani.
Bu eksikli şiir, pek tabii olarak,  kolay bulur imkânını, bol bol kaplar yayın alanlarını...

Pes! Her dönem, bu tarz şiirin dışında, daima dışarıda kalmayı seçmiş başka bir şiir şelalesi de yok muydu? Hani şu hep gayri resmi olan, ama şu her zaman muhalif olan, evrensel nitelikli...

ŞAİRLERİ PATAKLAMALIDIR!..

Şairler için stadyumlar açmalıdır, düzlükler, aranelar, ovalar, alanlar...
Mengeneler kurmalı, dolaplar oluşturmalı, tahterevalliler tasarlamalı şairler için.
Çukurlar açmalı şairlere, kelepçeler üretmeli, keskin keserler, testereler eğelemeli.
İpe giden yola vermeli şairlerin yönlerini, ipince iplere düğümlenmeli...
Zarafetten önceki yüze, kirli surete banmalı şairin gözünü.
İnce eleklerle tel tel haddelendirmelidir şairi.
İnletmeli etlerini. Dilim dilim etmeli. Yeni tuzlar üretmeli.
En modern faşizmi şairlere denemeli. En azgın işkenceleri...
Şırınga edip burunlarına bütün iğrenç kokuları, koklatmalı şairlere.
Şairleri yakmalı...
Şekillerini bozmalı. Yamyassı kılmalı...
Mısralarından kanlar fışkıran bir dünyaya tıkmalı şairleri.
Ayaklarını cansızlıkla bağlamalı.
Kilit vurmalı dillerine, pelesenk...
Her şeyler yapmalıdır şairlere: Yeni bir doğuşa “merhaba!” demek için.
Her şeyler yapılmalıdır: Zindanı cennete çevirmek için.
Yapmalıdır her şeyler: Zulmü yok etmek, yaşamaya hak kazanmak, varlığı ispatlamak, çatlayıp yok olmak ve daha binlerce kanatlanmak için.
Şairleri ne mi yapmalıdır?
Pataklamalıdır!