Devlet
kelimesinin benim zihnimde canlanan anlamları daha çok mecazî boyutludur:
Sağlık, mutluluk, saadet, talih, baht açıklığı, aşk, nimet, zenginlik…
Şair
Muhibbî (Kanunî Sultan Süleyman)’nin şu beytinde sanki bütün bunlar cem olmuş
vaziyettedir:
“Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya
devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Köklü edebî
mirasımızın söz hazinesi içinde geçen “tayru’d-devlet”, “murg-ı hüma”, “devlet
kuşu”, “talih kuşu”, “hümâ kuşu” gibi kavramlar, “devlet”in sözkonusu zengin
çağrışımını adlandırmaya delil olabilir.
Hümâ
kuşunun gölgesi kimin başının üstüne düşerse, onun bahtı açık olurmuş. O, taç
giyer, baş olurmuş. Efsane böyle
söylüyor…
Devletin
güç, kuvvet, “kudret” ile alâkalı (yani bugünkü şartlarda temel) anlamlarına
gelince, siyasî otoriteyi sağlayan kurum ve bu kurumu yöneten hükümet gibi
karşılıklar çıkar karşımıza.
Bu yönüyle
devlet, felsefeden sosyolojiye, sanattan edebiyata pek çok sahanın tezgâhında
ele alınmış, ölçülmüş biçilmiş, elden avuca aktarıla döndürüle müzakere
edilmiştir. Hakkında iyi şeyler söyleyenler olduğu kadar, onu “şer yuvası”
olarak görenler de vardır. Hayır, ne Eflâtun’un Devlet’ini indireceğiz
raflardan ne de mösyö Duverger’i!
“Devlet”in
özetlemeye çalıştığım mecazî ve temel anlamlarını sentezleyen ifade “Devlet
baba” deyimi olsa gerektir. Nitekim vatandaşına şefkat ve muhabbetle yaklaşan
hükümet etme biçimi bu ifadeyle adlandırılır.
Sözü
“devlet” dairesi içinde dolaştırıp duruyoruz ya, bir sebebi var: Devlet dilinin
bozulma temayülü göstermesi! Zira “Devletli”nin dili kullanmadaki sert eğilimi
yüreğimizi yakıyor!
Şöyle de
diyebiliriz: Devleti temsil makamının sahipleri sanki özgünlüklerini yitiriyor.
Bu bir gözlemdir. Gözlem, zannın ötesinde, varsayımın fevkindedir. Hele bizim gözlemimiz, ki yanılgı payı
süresince ve sabırla beklendikten sonra dile getiriyoruz, sanki bir son aşamayı
haber vermektedir.
“Çatık
kaşlılık” sürecine mi evrilmiştir makam sahipleri? Gözlemimiz evet diyor, Necip
Fazıl’ın şikâyet ettiği çizgiyi işaret ediyor.
Oysa, “Bu
Şarkı Burada Bitmez” adlı bir kasetten ve halkın içinden bir sesten, biz hâlâ
dinliyoruz bu şiiri: “Çatık kaş hükümet dedikleri zat”…
Küçük bir
açıklama yapayım, itirazî bir dil kullanırken bir yandan da temennim daima şu
olmuştur: Yanılmış olayım! Burada da bu halet içindeyim. Fakat söylenenleri ne
yapacağız; şurada burada söylevlerde dile getirilenleri?
Devletin
bıyık boyu uzamaya mı başladı, ne?
Kavmiyetçi
bir dil, iteleyici bir söylem. Yüzü yasaklamaya dönük yasaların hatırlatılması,
ötelemenin ötesi bir yaklaşım…
İyi de,
“devletini tepme”nin sırası mı şimdi? Bu “devlet eli” sana kendi kendinin
aleyhinde bulun diye mi verildi?
Kuşkusuz
biliyoruz, sert rüzgârlar esiyor yükseklerde. Oralarda samimi ilkeler üzere
yürümek hayli zor, evet. Ama yürüyemeyeceksen, o diri ilkelere rağmen dönüşmeye
hakkın yok. Sabrın, hak ve adalet çizgisinden ayrı düşmemeli. Sabrın şahsi
meselelere kol kanat germemeli…
Zulme
uğramış kitleler, kuşku yok, kendilerine yakın hissettikleri siyasi oluşumlara
desteklerini son noktaya kadar verirler. 28 Şubat karanlığından sonra böyle bir
süreç gözlendi Türkiye’de.
Ama bu yeni
sürecin yük yüklenicileri, şimdilerde iyiden iyiye resmiyet çizgisine kayma
eğilimi gösteriyor. Sözgelimi eski düzenin sermayedarlarıyla barışılıyor,
onlarla iş tutuluyor. Ardından o sermayedarların özel tayyarelerinde zevk safa
yapan eski meslektaşlarla bayram şekerleri yeniyor. Bir ileri adım sakın o eski
“koltuk takımları”nın durumuna düşmek olmasın, bundan endişeliyiz. Zira o
tayyareler halk nazarında hep yere çakıldı.
Edebiyatımız
“devlet düşkünü” diye bir deyim yaratmıştır; “devlet mezarlığı” vardır bir de,
nice eski mevki sahibi burada boylu boyunca yatmaktadır.
Oysa, Avnî
(Fatih Sultan Mehmet) şöyle demiştir:
“Sanman
taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme
bir yâr için âh etmeye geldik”
(Sanmayın
ki biz mevki ve devlet talep etmeye geldik. Biz dünyaya bir yâr için âh etmeye
geldik.)
Bâkî’nin
söylediğidir şu da:
“Minnet
Hudâ’ya devlet-i dünya fena bulur
Bâkî kalır
sahife-i âlemde adımız.”
“Yâr”iniz
mazlumlar olmalı, mazlumların “ah”ıyla “ah”lanmalısınız. Adınız bâkî kalmalı…
20 Eylül
2012, Milli Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder