6 Ağustos 2019 Salı

AHMET KEKEÇ: "EDEBİYATTA KAMUSALI DEĞİL BİREYSELİ TERCİH ETTİM."

2012 Güz mevsiminden başlayarak Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ adına İbrahim Paşa Kültür Merkezinde bir dizi program gerçekleştirdik. İlk yıl ayda iki olan program sayımız sonraki yıllarda ayda dört, hatta bazı aylar beş oldu. Metin Önal Mengüşoğlu ile gerçekleştirdiğimiz programlardan birisi Edebiyat Akşamları’ydı ve ilk kez 31 Ekim 2012 tarihinde Ahmet Kekeç ile yapıldı. Aşağıda bu oturumun yazılı dökümünün bir kısmını okuyacaksınız. (Konuşmanın video kaydını şuraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. C. A)

Metin Önal Mengüşoğlu:
İnşallah bu salonda her on beş günde bir ay, ayın ikinci ve son Çarşambası akşamları, Cevat Akkanat ile Kültür AŞ adına Edebiyat programları yapacağız.
Bugün aramızda hemşerim, eski dostum Ahmet Kekeç’i misafir edeceğiz. Burada edebiyatı, düşünceyi, estetiği konuşacağız. Ben kendi programımı kendim sunacağım. Cevat Akkanat ise her ay dışarıdan bir misafir davet edecek ve burada edebiyatı, düşünceyi, sanatı estetiği konuşacağız. İnşallah bu salonu değerlendireceğiz. Gecemizi değerlendireceğiz. 
Bize bu imkânı sağladıkları için, Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’ye, Genel Müdürü Rıfat Bakan’a teşekkür ediyorum. Kültür AŞ’nin bütün yetkililerine, bu salonun çalışanlarına teşekkür ediyoruz.
Cevat Akkanat: Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 10 yıl önce Bursa’ya geldiğimde Edebiyat Akşamları afişleriyle karşılaştım. O dönemde Bursa Büyükşehir Belediyesi Setbaşı Şehir Kütüphanesi Üftade Kültür Merkezinde bu başlıkta programlar yapılıyordu. Fakat getirilen edebiyatçılar ciddiyetten uzak muhabbetler yapıp gidiyorlardı. Daha sonra bu programlar bitti. Ama ben yıllardır bekledim. Çok şükür 10-12 yıl sonra bu programlar BŞB Kültür AŞ’nin katkılarıyla tekrar başlamış oluyor. Teşekkürü bu şekilde ifade ettikten sonra programımızın soru cevap şeklinde tezahür edeceğini belirtmek istiyor ve bizi kırmayarak davetimize uyan değerli Ahmet Kekeç’i takdim etmek istiyorum.
Önce kısa bir biyografi:
Star gazetesi yazarı. Sırasıyla Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, Atatürk Lisesini okudu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nden atıldı. Aylık Dergi, Mavera ve Yöneliş dergilerinde hikâye, deneme ve eleştiri yazıları yazarak yazı hayatına başladı. 1985'te ilk hikâye kitabı olan "Son İyi Şeyler"i çıkardı. Bir kısmı gazete yazılarından oluşan 10 kitabı bu dönemden sonra yayımlandı. Millî Gazete, Yeni Haber, Zaman, Vahdet, İmza ve Akit gazetelerinde muhabir, editör ve köşe yazarı gibi görevler üstlendi.
Yıllardır gazetecilik yapıyor. Gazetelerde yazdığı yazılar MGV Gençlik Dergisi (1997) ve Türkiye Yazarlar Birliği (1997) tarafından ödüllendirildi. Son yıllarda çalışmalarını roman üzerine yoğunlaştıran Ahmet Kekeç, 2006 yılından beri Star gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Bir dönem hakkında açılmış 30’a yakın ceza ve tazminat davası ile boğuşmaktaydı.
Cine5'te Rasim Ozan Kütahyalı ve Salih Tuna ile birlikte Memleket Meselesi adlı bir program sunmuştur. Cine5'te "Derin Mevzu" adlı tartışma-sohbet programını hala sürdürüyor.
Eserleri: CİA ve 12 Eylül, İnek Sosyalizmi, Atam Sen Kalk Ben Yatam, Yurtta Sus, Cihanda Sus, Maalesef Türkiye, Son İyi Şeyler, Derin Roman, Kalanlar, Kanamalı Haydut, Yağmurdan Sonra…
Biz onun daha çok edebiyatçı yönünü önemsiyoruz. Doğrusu biraz bugün o yönleri üzerinde duracağız.


Cevat Akkanat: Hoş geldiniz Bursa’ya, Bursa’yı biliyorsunuz, size sorulacak sorulardan biri Bursa’yı nasıl bulduğunuz olacak…
Ahmet Kekeç: Bursa yabancısı olduğum bir kent değil. Esasında Türkiye’de yaşayan insanların yabancısı olmadığı bir kent. Bursa tarihi konumu itibariyle de coğrafi konumu itibariyle de bir şekilde biliniyor. Son zamanlarda da Bursaspor ile zaten gündemde. Bursa’ya ben çok geldim. Arkadaşlarla kuliste konuşurken bir şey söylemiştim: İstanbul’u çok seviyorum, İstanbul’da yaşıyorum ama İstanbul dışında yaşamak zorunda kalsam, herhalde yaşayacağım kent Bursa olurdu. Bunu Bursalılara yaranmak için söylemiyorum, hakikaten, cidden söylüyorum. Bursa’da oturduğunuz, yaşadığınız için bence şanslısınız, bunu söylemek lazım. Bunun dışında hoşunuza gidecek neler var, onları da söyleyeyim!..
Cevat Akkanat: Sizi yoracak sorularımız var…
Ahmet Kekeç: Şöyle söyleyeyim… Cevat Akkanat benim eski arkadaşım. Beni davet ettiğinde de söyledim. Ben Edebiyat Akşamları için kötü bir seçim olabilirim, çünkü eski bir edebiyatçıyım. Güncel şeyler konuşulabilir ya da siyaset ve edebiyata ilişkin meselelere girebiliriz. Benim tercihim her zaman edebiyat konuşmak olmuştur, bunu da antiparantez söylemiş olayım… Fakat kötü bir seçim olduğumu da söyleyeyim...
Cevat Akkanat: Biz size katılmadığımızı birazdan ispatlamış oluruz, şöyle başlayalım, çocukluk çağlarınızdan, yetişme çağlarınızdan… Sıkıcı bir şeyler var mıydı hayatınızda? Mesela 1976’da 15’li bir delikanlıyken, “Yıl 1976. Dikkat, fakir henüz onbeşinin baharında, kendisine beş yıl sonra eşek sudan gelinceye kadar sopa yedirecek olan o uzun okuma serüvenine başlamak üzere.” O çocukluk serüvenini, okumaya ve ardından yazarlığa evrilme serüvenini anlatır mısınız?
Ahmet Kekeç: Şöyle söyleyeyim, Malatya bir taşra kenti… Bursa ne kadar taşralı sayılır bilmiyorum. Fakat bizler küçük taşra kentlerinde yaşadık. Taşralılığı bilen, tanıyan çok sayıda insan var. Bir defa küçük kentlerin insanlarında bir duygu oluşur, bir yırtmak duygusu, oralardan yırtmak. O sıkışmış psikoloji, oralardan kurtulma çabası, insanı ister istemez bir takım arayışlara götürüyor, arayışlara yöneltiyor. Okumak serüveni bu çerçevede görülebilir. Çünkü biz bilmediğimiz, tanımadığımız coğrafyaları ya da olmak istediğimiz yerleri okuyarak, tanımaya, anlamaya çalışıyoruz. Tabii benim çocukluğum biraz daha farklı geçti. 7-8 yaşına kadar yoğun hastalıkla geçen bir çocukluk… Neredeyse geçirmediğim hastalık kalmamış. O derece… Hasta çocuk aile içinde biraz farklı görülür. Ona özel muamele yapılır, diğer kardeşlerden ayrı tutulur. Tabir-i caizse yalnızlaştırılır. Esasında o çocuğa yapılan iyilik filan değildir. Hasta çocuğa gösterilen ihtimam onu yalnızlaştırdığı için bu yalnız çocuk bir takım nevrozlar geliştirir ister istemez. O geliştirdiği nevrozlar eğer üzerinde etkili olursa onu belki bir takım şeylere yöneltebilir, sanat gibi, bir takım uğraşlar gibi. Sanırım benim okuma isteğimin altında böyle bir şey var, o yalnızlığın verdiği şey. Tabii taşrada yaşıyorsunuz, bulunduğunuz çevreyi bir şekilde aşmak istiyorsunuz. Böyle bir durumda sizi farklı alanlara taşıyacak olan kitaplardır, kitapla olan maceram biraz böyle başladı.
Cevat Akkanat: Yazarlığı tercih ettiniz, öncesinde bir şairlik serüveni var bildiğim kadarıyla. Mesela şu cümle size ait…
Ahmet Kekeç: Attila İlhan der ki “Her üç Türk’ten dördü şairdir.”
Cevat Akkanat: Bende onu söyleyecektim, şu cümle size ait: “Ortalama her Türk vatandaşı gibi benim de kendimi büyük şair saydığım yıllar olmuştur.” Gerçi bunu bir siyasiye had bildirirken söylüyorsunuz. Öykülerinizin şiirsel olduğu da bilinen bir gerçek. Bu yola, yazarlık yoluna giriş maceranızı anlatabilir misiniz?
Ahmet Kekeç: Eminim aramızda şiir yazmamış olan yoktur. Var mı? Hayır, bırakmış da olsanız… Attila İlhan’ın dediği gibi, her üç Türkten dördü şairdir. Dolayısıyla benim şiirle ilişkimi bu çerçevede görmek lazım. Tamam şiir yazdım fakat şiir çok farklı bir şey çünkü aramızda çok iyi bir şair var Metin Önal Mengüşoğlu, çok değerli bir şairdir. Şiir çok daha farklı bir yoğunlaşmayı gerektiriyor. Ne bileyim, bizim gibi insanların şiir gibi daha süzülmüş, damıtılmış bir uğraş içinde olması biraz zor. Yani benim şiirle ilişkimi çok fazla ciddiye almamak lazım.
Cevat Akkanat: Bir dönem ciddiye aldığınızı söyleyeceğim. Erdem Kışlak bir tanıdığınız vardı galiba!
Ahmet Kekeç: Tamam o isimle birkaç şiir yayımladım ama sonuçta bir ölçü değil onlar. Şair olsaydım, duyardım, ben duyardım en azından, şairliğim tıkanmazdı…
Cevat Akkanat: Sahiplenmiyor musunuz?
Ahmet Kekeç: Yok, ben 20 yaşımda bir iki şiir yazdım, o kadar yani…
Cevat Akkanat: Ama sizin hikayelerinizde mesela Son İyi Şeyler’de bir şiirsellik görülüyor. Yani şiiri aslında tür olarak bir tarafa bırakmış olabilirsiniz. Belli bir yerden sonra fakat yazdığınız hikâyelerde, romanlarda mesela Yağmurdan Sonra’da şiirsellik buluyor eleştirmenler…
Ahmet Kekeç: Şiirsellik bir şeydir… İşte bir metinle karşılaştığımız zaman bu şiirsel falan dersiniz. Bir yazı için insanların ne kadar gündemine gelir, bilmiyorum ama Paul Valery’nin bir sözü var der ki, “Yazıyı öyle yazmalı ki yani bir metni öyle kurmalı ki yazılan şey özetlenemesin, özetlenen şey ölmüştür” diye bir cümlesi var. Ben hikaye yazarken veya öykü yazarken kendime bunu düstur edindim. Bir takım biçim oyunları ya da farklı söylem ilişkileri üzerinde çalıştım, bu çerçevede yazdığım öyküleri Son İyi Şeyler başlığı altında kitaplaştırdım. Kitap 1985 yılında yayımlandı ve epey de ilgi görmüştü fakat Türkiye’deki yayıncılık ne kadar sağlıklı işliyor, dağıtım ne kadar sağlıklı işliyor hepinizin malumu. Maalesef kitabım dar bir çevrede ilgi görmesine rağmen sağlıklı bir şekilde okuyucuya ulaşmadı. Yaklaşık 25-30 yıldır öykü falan yazmıyorum.
Cevat Akkanat: Ben hemen dinleyicilerimize şunu söylemek istiyorum, önce biraz edebiyat konuşup güncel meselelere geleceğiz çünkü Ahmet Kekeç güncel konularda yazdığı çalışmalarla biliniyor. CİA ve 12 Eylül gibi kitabı var mesela…
Ahmet Kekeç: Güncel dedin ama 30 sene geçmiş arasından…
Cevat Akkanat: Evet… Yine günümüzde benzeri süreçler başımıza geldi. Ben Son İyi Şeyler üzerinde durmak istiyorum. Biraz önce dediğiniz dar çevrede kalmış olsa da epey…
Ahmet Kekeç: Edebiyat böyledir zaten, edebiyatın tabiatı dardır. Yani bir şiiri kaç kişi dinler, bu sadece ülkemize özgü bir şey değildir. Mesela Fransa çok iyi şairler çıkarmış, çok önemli edebiyatçılar çıkarmış, Fransa’da diyelim bir şiir dergisi en fazla 1000-2000 satar ya da bu işler Türkiye de olduğu gibi Fransa da Amerika’da da ya da dünyanın başka ülkelerinde de birkaç yüz ya da birkaç bin kişi arasında döner. Dolayısıyla Türkiye de de böyle olması çok doğaldır.
Cevat Akkanat: Hakkınızı doğrusu teslim edenler var. Mesela bir araştırmacı şöyle diyor sizin için: “Kekeç, Bir Gecenin Öyküsü dışında öykü yayınlamasaydı, yine de ustalığı bu öykü sayesinde teslim edilecekti.” diyor. Başka şeyler de var. Mesela bir başkası, “Öyle bir formül yakaladı ki Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu ve Yaşar Kaplan’dan sonra ‘dördüncü kol’ olarak anıldı.” Hikayelerinizde şuuraltı tekniğine vukufiyet, girift anlatımlar, öykü dilindeki muğlaklık, içsel anlatımlar, yoğun bir anlatım ve soyutluk, kelime seçiminde titizlik…  Böyle bir başarı var… Ayrıca popülizme düşmediğiniz,  hikayeyle nutuk çekmediğiniz, ideolojik göndermeler yapmadığınız belirtiliyor. Kitaplarınızı okuyan inceleyen yazarlar bunları tespit etmişler. Fakat siz 25-30 yıldır hikaye yazmıyorsunuz. Bizim programı duyanlar özellikle şunu sormamızı istiyorlar: Ahmet Kekeç asıl kurgularına geçecek, hikayeye tekrar dönüş yapacak mı?
Ahmet Kekeç: O yazıları biliyorum, dediğim gibi o kitap dar bir çevrede ilgi gördü ve o kitabı önemli hale getiren şuydu, biraz şuydu. Bize büyüklerimiz, yazar ağabeylerimiz sürekli şunu öğütlerdi yazdığın şeyin bir mesajı olsun, insanlara bir şey anlatsın, tebliğ yapsın, belki insanları ana sınıfına yöneltsin falan gibi absürt sayılacak şeyler. Bende onlara tepkisel olarak şunu söylerdim, bir edebiyat eserinin mesajı kendisidir. Eğer onu doğru yaparsanız, doğru bir şekilde ortaya koyarsanız sizin kuracağınız, oluşturacağınız dil aynı zamanda mesaja odaklananların dili olur. Eğer sizin bir siyasetiniz varsa ya da dünya görüşünüz varsa onu karşılaştırırken en büyük güçlük o dünya görüşünün, o siyasi birikimin dilinin olmamasıdır… Onun dilini oluşturan insanlar da şairlerdir, öykücülerdir ya da sanatçılardır. Dolaysısıyla o kitap ya da o öykülerde dilin metni hedef alması, bir yazarlık tutumunun benimsediğine örnektir. Biraz bireyi anlatmaya çalıştım, çünkü bizim edebiyatımızda birey çok da fazla görülen unsur değildir. Hep böyle kamusallıklara bağlandığımız için bireyi anlatma çabasına çok fazla rastlanmaz bizim edebiyatımızda. Bireyi hedef alan, direkt bireyden hareket eden öykülerdi onlar, dediğim gibi biraz ilgi gördü. Sağolsunlar takdir edenlerin yazılarına muhatap oldu. Ben 8-10 civarında öykü yazdım, yani iki kitap oluşturacak kadar. İşte bir kitap çıktı, belki ikinci bir kitap daha çıkacak demektir. Ben öyküde yapabileceğim her şeyi yaptığımı düşünüyorum. Bundan sonra yazacağım şeyler bunların tekrarı olacaktır.  Dolayısıyla belki edebiyatın başka alanlarıyla ilgilenmek lazım. Mesela roman çalışıyorum, gazeteciyim ama romanla ilgileniyorum, belki bir romanla tekrar ortaya çıkmak gerekebilir.
Cevat Akkanat: Geçmişte yazdığınız romanları biz biliyoruz tabii… Bu anlamda Orhan Büyük isminden bahsedebiliriz.
Ahmet Kekeç: Ya o şöyle oldu, ben bir ara işsizdim 1990 ya da 1991… Bir arkadaşımız yayınevi kuruyor, basacak kitap bulamıyor. Dedim ki ben sana bir roman yazayım, oturdum 10 günde roman bir yazdım. Biraz ayıp oluyor ama… O kitabı o arkadaş bastı ama ben unuttum, aldım telifimi gittim.
Cevat Akkanat: Sahip çıkmadınız!
Ahmet Kekeç: Şöyle… Sene 91… Üstelik yazıldığı yer olarak da Bursa vardır, 1991-Bursa, sanki o yazar Bursalı’ymış gibi, ben olduğum anlaşılmasın diye. Aradan 20 yıl falan geçti, o kitabı tesadüfen bir yerde gördüm, ne yazmışım diye baktım. Baktım fena da olmamış, iyiymiş aslında, şimdi yayınevinden teklif aldım, o kitabı basmak istediklerini söylediler. Olur dedim ama bir gözden geçirmek gerekir, öyle bir şey var. Ayrıca gene müstear isimlerden yazılan bir takım şeyler var bende. Mesela İstanbul da bir yayınevi vardı, biz de parasız, işsiz insanlar olduğumuz için, gençliğimiz böyle geçtiği için bendeki kırk farklı isimle bir sürü şey yazmışımdır. Denilebilirse bu piyasada en çok yazı yazan adam benimdir Bugün sadece kendi imzamla yazdığım yazılar bilinir… Mesela bir yayınevine bana iki sayfalık bir öykü getirmişti. Şunu demişti, bunu biraz şişirebilir misin? Nasıl yani, biraz genişlet falan, olur genişleteyim, ne kadar olsun, 80 sayfa olsun. Böyle bir şeydi yani… Paraya ihtiyacımız var, öğrenciyiz, ya da ev geçindiriyoruz, çaresiziz, böyle bir şey yaptım ben, 80 sayfalık bir şey yaptım. O yaptığım şeyi yıllar sonra gördüm,  Şehit Bin Türkidar adıyla yayımlamış adam. Yani bu tür şeyleri yaptık, çok yaptık. Bir sürü imzam var benim. Bir kısmını ben de unuttum. Kırk civarında imzam vardır. Çok hatırlamıyorum, çünkü yazarak hayatımızı kazanmak zorunluluğumuz olduğu için bu tür şeyler yapıyorduk.
(Devam edecek…)

(Konuşmanın video kaydını şuraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. C. A)




2 yorum:

Unknown dedi ki...

Basarilariniz devamını dilerim insallah daha guzel programlarda görürüz selamlar saygılar cevat akkanat hocam

bozkurt dedi ki...

Çok güzel hocam, devamı video deşifreleri tamamlanınca galiba :)