2012 Güz
mevsiminden başlayarak Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ adına İbrahim Paşa
Kültür Merkezinde bir dizi program gerçekleştirdik. İlk yıl ayda iki olan
program sayımız sonraki yıllarda ayda dört, hatta bazı aylar beş oldu. Metin
Önal Mengüşoğlu ile gerçekleştirdiğimiz programlardan birisi Edebiyat Akşamları’ydı ve ilk kez 31 Ekim 2012 tarihinde Ahmet Kekeç ile yapıldı. Aşağıda bu oturumun yazılı
dökümünün bir kısmını okuyacaksınız. (Konuşmanın video kaydını şuraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. C. A)
Metin Önal Mengüşoğlu:
İnşallah bu salonda her on beş günde
bir ay, ayın ikinci ve son Çarşambası akşamları, Cevat Akkanat ile Kültür AŞ
adına Edebiyat programları yapacağız.
Bugün aramızda hemşerim, eski dostum
Ahmet Kekeç’i misafir edeceğiz. Burada edebiyatı, düşünceyi, estetiği
konuşacağız. Ben kendi programımı kendim sunacağım. Cevat Akkanat ise her ay
dışarıdan bir misafir davet edecek ve burada edebiyatı, düşünceyi, sanatı
estetiği konuşacağız. İnşallah bu salonu değerlendireceğiz. Gecemizi
değerlendireceğiz.
Bize bu imkânı sağladıkları için, Bursa
Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’ye, Genel Müdürü Rıfat Bakan’a teşekkür
ediyorum. Kültür AŞ’nin bütün yetkililerine, bu salonun çalışanlarına teşekkür
ediyoruz.
Cevat Akkanat: Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. 10 yıl önce Bursa’ya geldiğimde Edebiyat Akşamları
afişleriyle karşılaştım. O dönemde Bursa Büyükşehir Belediyesi Setbaşı Şehir
Kütüphanesi Üftade Kültür Merkezinde bu başlıkta programlar yapılıyordu. Fakat
getirilen edebiyatçılar ciddiyetten uzak muhabbetler yapıp gidiyorlardı. Daha
sonra bu programlar bitti. Ama ben yıllardır bekledim. Çok şükür 10-12 yıl sonra
bu programlar BŞB Kültür AŞ’nin katkılarıyla tekrar başlamış oluyor. Teşekkürü
bu şekilde ifade ettikten sonra programımızın soru cevap şeklinde tezahür
edeceğini belirtmek istiyor ve bizi kırmayarak davetimize uyan değerli Ahmet
Kekeç’i takdim etmek istiyorum.
Önce kısa bir biyografi:
Star gazetesi yazarı. Sırasıyla
Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, Atatürk Lisesini okudu. Ankara Gazi Eğitim
Enstitüsü'nden atıldı. Aylık Dergi, Mavera ve Yöneliş dergilerinde hikâye,
deneme ve eleştiri yazıları yazarak yazı hayatına başladı. 1985'te ilk hikâye
kitabı olan "Son İyi Şeyler"i çıkardı. Bir kısmı gazete yazılarından
oluşan 10 kitabı bu dönemden sonra yayımlandı. Millî Gazete, Yeni Haber, Zaman,
Vahdet, İmza ve Akit gazetelerinde muhabir, editör ve köşe yazarı gibi görevler
üstlendi.
Yıllardır gazetecilik yapıyor.
Gazetelerde yazdığı yazılar MGV Gençlik Dergisi (1997) ve Türkiye Yazarlar
Birliği (1997) tarafından ödüllendirildi. Son yıllarda çalışmalarını roman
üzerine yoğunlaştıran Ahmet Kekeç, 2006 yılından beri Star gazetesinde köşe
yazarlığı yapmaktadır.
Bir dönem hakkında açılmış 30’a
yakın ceza ve tazminat davası ile boğuşmaktaydı.
Cine5'te Rasim Ozan Kütahyalı ve
Salih Tuna ile birlikte Memleket Meselesi adlı bir program sunmuştur. Cine5'te
"Derin Mevzu" adlı tartışma-sohbet programını hala sürdürüyor.
Eserleri: CİA ve 12 Eylül, İnek
Sosyalizmi, Atam Sen Kalk Ben Yatam, Yurtta Sus, Cihanda Sus, Maalesef Türkiye,
Son İyi Şeyler, Derin Roman, Kalanlar, Kanamalı Haydut, Yağmurdan Sonra…
Cevat Akkanat: Hoş
geldiniz Bursa’ya, Bursa’yı biliyorsunuz, size sorulacak sorulardan biri
Bursa’yı nasıl bulduğunuz olacak…
Ahmet Kekeç: Bursa yabancısı olduğum bir kent
değil. Esasında Türkiye’de yaşayan insanların yabancısı olmadığı bir kent.
Bursa tarihi konumu itibariyle de coğrafi konumu itibariyle de bir şekilde biliniyor.
Son zamanlarda da Bursaspor ile zaten gündemde. Bursa’ya ben çok geldim. Arkadaşlarla
kuliste konuşurken bir şey söylemiştim: İstanbul’u çok seviyorum, İstanbul’da
yaşıyorum ama İstanbul dışında yaşamak zorunda kalsam, herhalde yaşayacağım
kent Bursa olurdu. Bunu Bursalılara yaranmak için söylemiyorum, hakikaten,
cidden söylüyorum. Bursa’da oturduğunuz, yaşadığınız için bence şanslısınız, bunu
söylemek lazım. Bunun dışında hoşunuza gidecek neler var, onları da söyleyeyim!..
Cevat Akkanat: Sizi
yoracak sorularımız var…
Ahmet Kekeç: Şöyle söyleyeyim… Cevat Akkanat benim
eski arkadaşım. Beni davet ettiğinde de söyledim. Ben Edebiyat Akşamları için
kötü bir seçim olabilirim, çünkü eski bir edebiyatçıyım. Güncel şeyler
konuşulabilir ya da siyaset ve edebiyata ilişkin meselelere girebiliriz. Benim
tercihim her zaman edebiyat konuşmak olmuştur, bunu da antiparantez söylemiş
olayım… Fakat kötü bir seçim olduğumu da söyleyeyim...
Cevat Akkanat: Biz
size katılmadığımızı birazdan ispatlamış oluruz, şöyle başlayalım, çocukluk
çağlarınızdan, yetişme çağlarınızdan… Sıkıcı bir şeyler var mıydı hayatınızda?
Mesela 1976’da 15’li bir delikanlıyken, “Yıl 1976. Dikkat, fakir henüz
onbeşinin baharında, kendisine beş yıl sonra eşek sudan gelinceye kadar sopa
yedirecek olan o uzun okuma serüvenine başlamak üzere.” O çocukluk serüvenini,
okumaya ve ardından yazarlığa evrilme serüvenini anlatır mısınız?
Ahmet Kekeç: Şöyle söyleyeyim, Malatya bir taşra
kenti… Bursa ne kadar taşralı sayılır bilmiyorum. Fakat bizler küçük taşra
kentlerinde yaşadık. Taşralılığı bilen, tanıyan çok sayıda insan var. Bir defa
küçük kentlerin insanlarında bir duygu oluşur, bir yırtmak duygusu, oralardan
yırtmak. O sıkışmış psikoloji, oralardan kurtulma çabası, insanı ister istemez
bir takım arayışlara götürüyor, arayışlara yöneltiyor. Okumak serüveni bu
çerçevede görülebilir. Çünkü biz bilmediğimiz, tanımadığımız coğrafyaları ya da
olmak istediğimiz yerleri okuyarak, tanımaya, anlamaya çalışıyoruz. Tabii benim
çocukluğum biraz daha farklı geçti. 7-8 yaşına kadar yoğun hastalıkla geçen bir
çocukluk… Neredeyse geçirmediğim hastalık kalmamış. O derece… Hasta çocuk aile
içinde biraz farklı görülür. Ona özel muamele yapılır, diğer kardeşlerden ayrı
tutulur. Tabir-i caizse yalnızlaştırılır. Esasında o çocuğa yapılan iyilik
filan değildir. Hasta çocuğa gösterilen ihtimam onu yalnızlaştırdığı için bu
yalnız çocuk bir takım nevrozlar geliştirir ister istemez. O geliştirdiği nevrozlar
eğer üzerinde etkili olursa onu belki bir takım şeylere yöneltebilir, sanat
gibi, bir takım uğraşlar gibi. Sanırım benim okuma isteğimin altında böyle bir
şey var, o yalnızlığın verdiği şey. Tabii taşrada yaşıyorsunuz, bulunduğunuz
çevreyi bir şekilde aşmak istiyorsunuz. Böyle bir durumda sizi farklı alanlara
taşıyacak olan kitaplardır, kitapla olan maceram biraz böyle başladı.
Cevat Akkanat: Yazarlığı tercih ettiniz, öncesinde bir şairlik serüveni var bildiğim
kadarıyla. Mesela şu cümle size ait…
Ahmet Kekeç: Attila İlhan der ki “Her üç Türk’ten
dördü şairdir.”
Cevat Akkanat: Bende onu söyleyecektim, şu cümle size ait: “Ortalama her Türk vatandaşı
gibi benim de kendimi büyük şair saydığım yıllar olmuştur.” Gerçi bunu bir
siyasiye had bildirirken söylüyorsunuz. Öykülerinizin şiirsel olduğu da bilinen
bir gerçek. Bu yola, yazarlık yoluna giriş maceranızı anlatabilir misiniz?
Ahmet Kekeç: Eminim aramızda şiir yazmamış olan yoktur.
Var mı? Hayır, bırakmış da olsanız… Attila İlhan’ın dediği gibi, her üç Türkten
dördü şairdir. Dolayısıyla benim şiirle ilişkimi bu çerçevede görmek lazım.
Tamam şiir yazdım fakat şiir çok farklı bir şey çünkü aramızda çok iyi bir şair
var Metin Önal Mengüşoğlu, çok değerli bir şairdir. Şiir çok daha farklı bir
yoğunlaşmayı gerektiriyor. Ne bileyim, bizim gibi insanların şiir gibi daha
süzülmüş, damıtılmış bir uğraş içinde olması biraz zor. Yani benim şiirle
ilişkimi çok fazla ciddiye almamak lazım.
Cevat Akkanat: Bir dönem ciddiye aldığınızı
söyleyeceğim. Erdem Kışlak bir
tanıdığınız vardı galiba!
Ahmet Kekeç: Tamam o isimle birkaç şiir
yayımladım ama sonuçta bir ölçü değil onlar. Şair olsaydım, duyardım, ben
duyardım en azından, şairliğim tıkanmazdı…
Cevat Akkanat: Sahiplenmiyor musunuz?
Ahmet Kekeç: Yok, ben 20 yaşımda bir iki şiir
yazdım, o kadar yani…
Cevat Akkanat: Ama
sizin hikayelerinizde mesela Son İyi Şeyler’de bir şiirsellik görülüyor. Yani şiiri
aslında tür olarak bir tarafa bırakmış olabilirsiniz. Belli bir yerden sonra
fakat yazdığınız hikâyelerde, romanlarda mesela Yağmurdan Sonra’da şiirsellik
buluyor eleştirmenler…
Ahmet Kekeç: Şiirsellik bir şeydir… İşte bir
metinle karşılaştığımız zaman bu şiirsel falan dersiniz. Bir yazı için insanların
ne kadar gündemine gelir, bilmiyorum ama Paul Valery’nin bir sözü var der ki,
“Yazıyı öyle yazmalı ki yani bir metni öyle kurmalı ki yazılan şey
özetlenemesin, özetlenen şey ölmüştür” diye bir cümlesi var. Ben hikaye
yazarken veya öykü yazarken kendime bunu düstur edindim. Bir takım biçim
oyunları ya da farklı söylem ilişkileri üzerinde çalıştım, bu çerçevede
yazdığım öyküleri Son İyi Şeyler
başlığı altında kitaplaştırdım. Kitap 1985 yılında yayımlandı ve epey de ilgi
görmüştü fakat Türkiye’deki yayıncılık ne kadar sağlıklı işliyor, dağıtım ne
kadar sağlıklı işliyor hepinizin malumu. Maalesef kitabım dar bir çevrede ilgi
görmesine rağmen sağlıklı bir şekilde okuyucuya ulaşmadı. Yaklaşık 25-30 yıldır
öykü falan yazmıyorum.
Cevat Akkanat: Ben
hemen dinleyicilerimize şunu söylemek istiyorum, önce biraz edebiyat konuşup
güncel meselelere geleceğiz çünkü Ahmet Kekeç güncel konularda yazdığı
çalışmalarla biliniyor. CİA ve 12 Eylül gibi kitabı var mesela…
Ahmet Kekeç: Güncel dedin ama 30 sene geçmiş
arasından…
Cevat Akkanat: Evet… Yine günümüzde benzeri süreçler başımıza geldi. Ben Son İyi Şeyler üzerinde durmak istiyorum. Biraz önce dediğiniz dar çevrede kalmış
olsa da epey…
Ahmet Kekeç: Edebiyat böyledir zaten, edebiyatın
tabiatı dardır. Yani bir şiiri kaç kişi dinler, bu sadece ülkemize özgü bir şey
değildir. Mesela Fransa çok iyi şairler çıkarmış, çok önemli edebiyatçılar
çıkarmış, Fransa’da diyelim bir şiir dergisi en fazla 1000-2000 satar ya da bu
işler Türkiye de olduğu gibi Fransa da Amerika’da da ya da dünyanın başka
ülkelerinde de birkaç yüz ya da birkaç bin kişi arasında döner. Dolayısıyla
Türkiye de de böyle olması çok doğaldır.
Cevat Akkanat: Hakkınızı doğrusu teslim edenler var. Mesela bir araştırmacı şöyle diyor
sizin için: “Kekeç, Bir
Gecenin Öyküsü dışında öykü yayınlamasaydı, yine de ustalığı bu öykü sayesinde
teslim edilecekti.” diyor. Başka şeyler
de var. Mesela bir başkası, “Öyle bir formül yakaladı ki Rasim Özdenören,
Mustafa Kutlu ve Yaşar Kaplan’dan sonra ‘dördüncü kol’ olarak anıldı.” Hikayelerinizde şuuraltı tekniğine
vukufiyet, girift anlatımlar, öykü dilindeki muğlaklık, içsel anlatımlar, yoğun
bir anlatım ve soyutluk, kelime seçiminde titizlik… Böyle bir başarı var… Ayrıca popülizme
düşmediğiniz, hikayeyle nutuk
çekmediğiniz, ideolojik göndermeler yapmadığınız belirtiliyor. Kitaplarınızı
okuyan inceleyen yazarlar bunları tespit etmişler. Fakat siz 25-30 yıldır
hikaye yazmıyorsunuz. Bizim programı duyanlar özellikle şunu sormamızı
istiyorlar: Ahmet Kekeç asıl kurgularına geçecek, hikayeye tekrar dönüş yapacak
mı?
Ahmet Kekeç: O yazıları biliyorum, dediğim gibi
o kitap dar bir çevrede ilgi gördü ve o kitabı önemli hale getiren şuydu, biraz
şuydu. Bize büyüklerimiz, yazar ağabeylerimiz sürekli şunu öğütlerdi yazdığın
şeyin bir mesajı olsun, insanlara bir şey anlatsın, tebliğ yapsın, belki insanları
ana sınıfına yöneltsin falan gibi absürt sayılacak şeyler. Bende onlara
tepkisel olarak şunu söylerdim, bir edebiyat eserinin mesajı kendisidir. Eğer
onu doğru yaparsanız, doğru bir şekilde ortaya koyarsanız sizin kuracağınız, oluşturacağınız
dil aynı zamanda mesaja odaklananların dili olur. Eğer sizin bir siyasetiniz
varsa ya da dünya görüşünüz varsa onu karşılaştırırken en büyük güçlük o dünya
görüşünün, o siyasi birikimin dilinin olmamasıdır… Onun dilini oluşturan insanlar
da şairlerdir, öykücülerdir ya da sanatçılardır. Dolaysısıyla o kitap ya da o öykülerde
dilin metni hedef alması, bir yazarlık tutumunun benimsediğine örnektir. Biraz
bireyi anlatmaya çalıştım, çünkü bizim edebiyatımızda birey çok da fazla
görülen unsur değildir. Hep böyle kamusallıklara bağlandığımız için bireyi
anlatma çabasına çok fazla rastlanmaz bizim edebiyatımızda. Bireyi hedef alan,
direkt bireyden hareket eden öykülerdi onlar, dediğim gibi biraz ilgi gördü.
Sağolsunlar takdir edenlerin yazılarına muhatap oldu. Ben 8-10 civarında öykü yazdım,
yani iki kitap oluşturacak kadar. İşte bir kitap çıktı, belki ikinci bir kitap
daha çıkacak demektir. Ben öyküde yapabileceğim her şeyi yaptığımı düşünüyorum.
Bundan sonra yazacağım şeyler bunların tekrarı olacaktır. Dolayısıyla belki edebiyatın başka alanlarıyla
ilgilenmek lazım. Mesela roman çalışıyorum, gazeteciyim ama romanla
ilgileniyorum, belki bir romanla tekrar ortaya çıkmak gerekebilir.
Cevat Akkanat: Geçmişte
yazdığınız romanları biz biliyoruz tabii… Bu anlamda Orhan Büyük isminden bahsedebiliriz.
Ahmet Kekeç: Ya o şöyle oldu, ben bir ara
işsizdim 1990 ya da 1991… Bir arkadaşımız yayınevi kuruyor, basacak kitap
bulamıyor. Dedim ki ben sana bir roman yazayım, oturdum 10 günde roman bir yazdım.
Biraz ayıp oluyor ama… O kitabı o arkadaş bastı ama ben unuttum, aldım telifimi
gittim.
Cevat Akkanat: Sahip
çıkmadınız!
Ahmet Kekeç: Şöyle… Sene 91… Üstelik yazıldığı
yer olarak da Bursa vardır, 1991-Bursa, sanki o yazar Bursalı’ymış gibi, ben
olduğum anlaşılmasın diye. Aradan 20 yıl falan geçti, o kitabı tesadüfen bir
yerde gördüm, ne yazmışım diye baktım. Baktım fena da olmamış, iyiymiş aslında,
şimdi yayınevinden teklif aldım, o kitabı basmak istediklerini söylediler. Olur
dedim ama bir gözden geçirmek gerekir, öyle bir şey var. Ayrıca gene müstear
isimlerden yazılan bir takım şeyler var bende. Mesela İstanbul da bir yayınevi
vardı, biz de parasız, işsiz insanlar olduğumuz için, gençliğimiz böyle geçtiği
için bendeki kırk farklı isimle bir sürü şey yazmışımdır. Denilebilirse bu
piyasada en çok yazı yazan adam benimdir Bugün sadece kendi imzamla yazdığım
yazılar bilinir… Mesela bir yayınevine bana iki sayfalık bir öykü getirmişti. Şunu
demişti, bunu biraz şişirebilir misin? Nasıl yani, biraz genişlet falan, olur
genişleteyim, ne kadar olsun, 80 sayfa olsun. Böyle bir şeydi yani… Paraya
ihtiyacımız var, öğrenciyiz, ya da ev geçindiriyoruz, çaresiziz, böyle bir şey
yaptım ben, 80 sayfalık bir şey yaptım. O yaptığım şeyi yıllar sonra gördüm, Şehit
Bin Türkidar adıyla yayımlamış adam. Yani bu tür şeyleri yaptık, çok
yaptık. Bir sürü imzam var benim. Bir kısmını ben de unuttum. Kırk civarında
imzam vardır. Çok hatırlamıyorum, çünkü yazarak hayatımızı kazanmak
zorunluluğumuz olduğu için bu tür şeyler yapıyorduk.
2 yorum:
Basarilariniz devamını dilerim insallah daha guzel programlarda görürüz selamlar saygılar cevat akkanat hocam
Çok güzel hocam, devamı video deşifreleri tamamlanınca galiba :)
Yorum Gönder