1 Nisan 2021 Perşembe

ŞİİRDEN GÜNLER -5

BALIKESİR, 22 EYLÜL 1984, HÜSEYİN FERHAD, "VE YÜRÜDÜK GECENİN ATEŞLERİ İÇİNDEN"... 

“1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü” ifadesi ve “Varlık” (Yayınları) etiketiyle Nisan 1984’te yayımlanan bir kitap var elimde. Arka kapağa şairin kısa biyografisi çıkarılmış. Buna göre, 1954’te Hassa’da doğmuş şair Hüseyin Ferhad. Gazi Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümünü bitirmiş. 78’den bu yana şiir yayımlıyormuş. Beni en çok ilgilendiren ifadeleri tırnak içinde vereyim: “… Ferhad biçim ve söyleyiş bakımından geçmiş deneyleri, gelenekten yararlanmayı iyi özümlemiş bir ozanın habercisi. Anadolu’daki eski uygarlıklardan Türkmen ve Doğu Anadolu yaşantısına uzanan geniş bir ilgi alanı, çok başarılı bir arkaik dil kullanımıyla şiirsel bir bireşime ulaşmış.” Bu metindeki “özümlemiş” ifadesi beni etkilemiş olmalı, kitabın iç başlığına “-i özümlerken…” diye bir ekleme yaptım!

Ve Yürüdük Gecenin Ateşleri İçinden’in gelenekle ilgisi kitabın kurgu biçiminden başlıyor. Şair, ilk sayfalara koyduğu dört şiir ile âdeta klasik şairlerin dibâcelerini/poetikalarını hatırlatır bir görünüm sunmaktadır. Bu metinlerde bir yandan kendisine seslenerek yol ve yordam belirlerken, diğer yandan olumlu yahut olumsuz, bir şekilde beslendiği isimlere atıflar yapar.

Hüseyin Ferhad’ın beslendiği kaynaklara ve bunların çeşitliliğine dair deliller sunacak olursak, yapacağımız ilk iş, isim sayım dökümü olacaktır. Bu çerçevede kitapta yer alan gerçek veya muhayyel (itibari) kişi ve kahramanlardan bir liste sunmaya çalışayım: Bâkî, Vâsıf, Mavi Gözlü Dev (Nazım Hikmet), Vak’anüvis Pertev, Yerlik Han, Aphrodite, Oziris, Anu, Zeus, Pir Sultan Abdal, Nesimî, Şirin, Ferhad, Ruşan Ali, Hızır, Şirin, Ferhad, İbni Haldun, Spartaküs, Ali bin Mehmed, Şeyh Cüneyd, İlyas, Baba İshak, Gothama, İbni Tufeyl, İbnülrüşd, İbni Sina, Pîri Reis, Dede Korkut, Şeyh Bedreddin, Odysseus, Samed Behrengi, Mykene, Ülgen, Ay-Ana, Gün Ata, Yerlik Han, Yunus (Emre), (Tapduk) Emre, Kirke, Homeros, Pallas Athene, Sokrates, Hacı Bayram-ı Velî, Ayvaz, Hasan, Hüseyin, Arap Üzengi, Köroğlu, Hz. İsa, Hz. Muhammed…

Bu listeye göre şair, Türk tarihinin farklı dönem ve kültürel boyutları yanı sıra, Sümerler, Şamanizm, Budizm, İslâmiyet, Hristiyanlık, antik Yunan mitolojisi, antik Mısır mitolojisi, İran mitolojisi, tasavvuf vb. gibi kaynaklardan beslenmiş. Dahası, oralardan şiirsel damıtmalar yapmış. Damıtma, bazı şiirlerin adına kadar işlemiş: “Pîri Reis’in İstanbul’a Dönüşü”, “Sokrates’e Öykünme”, “Hacı Bayram-ı Velî’nin İzinden”,  İbni Haldun’a Tuyuğ”, “Pir Sultan’a Tuyuğ”…

Hüseyin Ferhad, şiir dilini bu kaynaklarla beslemekle yetinmiyor. Öyle olsa ihtimaldir ki manzum bir yığıntı ile bizi yarı yolda bırakacak. Peki, ne yapıyor yeni? Sadece birisini söyleyeyim; şiir adına bâkir sözcükler kullanıyor, hem de bol bol. İşte bir liste size: Tokaçlamak, gözer, alaf, kenger, istep, sırtarmak, kelep, küşümlemek, kekmelemek, berçenek, köşker, iğ, ulun ulun, suvarmak, kantere, tafta, savran, teşt, ispermeçet, urban, örklemek, terşi, uruk… Bunlardan bir kısmının anlamını kitabın sonuna konulan “Açıklamalar” bölümünden öğrenmek mümkün…

Şiirde eskimemiş sözcükler kullanınca, kurulan imgeler de bir o kadar özgün oluyor. Bununla ilgili örnek dizeleri sıralayalım: “tan rengiyle yu rüzgârı”, “Gök bir ses sağanağıdır”, “Duruşunun kırmızı gölgeleri düşüyor yüzümüze”, “Pir Sultan’ın boğazını parmaklarına dolayan çengel”, “Pazubendimizdeki demir kanaviçenin mil izinde/durur min-el’aşk koparılmış bir çiçek gibi”, “Seslerin yankısı kalır batık bir gemide/bir kıvılcım, bir ezik kurşun, yeşil bir dal/bir âyînin kan ve tuzla durulanan kederi.”, “Gözkapaklarımıza ceylanlar iniyor gökyüzünü soluyarak”, “dağlar sâda veriyor ulun ulun, su şırıltıları/ayak uyduruyor rüzgârın uyumsuz dansına.”, “Atlar suvarıyor bir yalakta,/tuzla durulanıyor kirpiklerindeki buğu.”, “Gözerimin çevreninde unutulmuş bir iklim”…

Hüseyin Ferhad geleneksel olanı katışıksız bir veri olarak kullanmıyor. Gerek maddi kültür birikimini gerekse şiirsel söyleyiş biçimlerini ele alırken, onları bilinçli bir işçiliğe tabi tutuyor, yoğuruyor, yeniden üretiyor. Kendi tarih bilincinin, dünya algısının ve şair marifetinin imbiğinden geçiriyor. Olması gereken de bu değil mi? Dediklerimizi örneklendirelim. Önce kültürel ele alış ile ilgili bir iktibas. “Pir Sultan’a Tuyuğ” şiiri:

Asıldık ak köynekli seher yelinde bir sabah

Abdal gönlüm görklü Sultan’ım dilimin Pîr’i

Ölüyü diri gördük külüng seslerinde ham demiri

Evvel ebed insan adına lâ ilâha illallah!” (s. 62)

Biçimsel veya söyleyişe dayalı kullanım ile ilgili dönüştürmeye ise örnek olarak “Kınalı Serçe” şiirini verebiliriz. Özellikle halk şiirinde gördüğümüz “Deyişme”(Karşı-Beri, Müşaare) tarzı şiir söyleme geleneği, “Asker” ve “Köylü” adlı iki kahramanın karşılıklı diyaloglarıyla tekrar ele alınmış. Dönüştürme, sadece nazım birimi ve şeklinde yapılan serbestlik değil, ayrıca teatrallik ve temada görülen toplumsallık ile üst nitelikte…

Şair, yakın geçmişin şiirsel birikiminden de etkilenmiş görünüyor. Sözgelimi İkinci Yeni şiirinin yahut Nazım Hikmet’in izlerini sürebiliriz onun şiirlerinde.

Örneğin şu dizeleri İkinci Yeni ile elde edilen kazanımlarla açıklayabiliriz: “Duruşunun kırmızı gölgeleri düşüyor yüzümüze”, “Yurdumuzun göç ebe seccadesi üzerinde/çapraz fişekli çete çocuklarıyız”, “Gecenin karanlıklar sağıcısı ay/süt güğümünü boşaltıyor yamaçlardan aşağı”.

Şu dizelerde de Nazım’a göndermeler vardır: “Ne Bâki, ne Vâsıf, ne Vak’anüvis Pertev/ne sultan-ı şuarâ anlatabildi bize bizi./Kırk ambara kilitledi onları o Mavi Gözlü Dev”, “Bizler ki çocuklarıyız at sürenlerin Akdeniz’e”, “bir çocuk okşuyor onları gözleriyle/mırıldanıyor: ‘Suda balık..’ Sonra kalkıp gidiyor ekin tarlasına.”

12 Eylül sonrası yayımlanan bir kitap Ve Yürüdük Gecenin Ateşleri İçinden. Kitaptaki şiirleri dönemin ruhu bağlamında okursak pek çok malzeme çıkarabiliriz. Üstelik bir yerde “tarih düşürmek”ten de bahsediyor şair. Fakat imge yüklü bir şiir kaleme aldığı için, söz konusu dönemselliği kolaylıkla tespit etmekte zorlanabiliriz. Deneyelim: “Batan bu teknenin sol yolcusu ben değilim”, “Seslerin yankısı kalır batık bir gemide”, “bir âyinin kan ve tuzla durulanan kederi”, “Umutsuzuz. Umutlarımız gibi yitiyor ellerimizle/tuttuğumuz karayazgılı çocukluğumuz”, “Gece uyuyor daha. Sabah Yıldızı doğmuyor bir türlü. (…) Umarsızız, umarsızız, umarsız.”, “önlerinde diz çöküyoruz/silahlarının pasını/isini/kirini tükürüğümüzle silmek için,/üstelik boyun eğiyoruz”, “İşkenceciler salâ veriyor bir sunakta.”, “Yurdumuz, sanki aklımızla yüreğimizin sarmaşık duvarı/bir huğ”… Bu dizelerdeki edilgen söylemler, ister istemez söz konusu dönemle ilişkili okunuyor. Yanılgı payını yedekte tutabilirim.

Kitaptaki şiirleri okurken, şu notları da kaydettim: “İmgesel bir militanik şiir…” (“Ertelenen Bir Yenilgiden Sonra” için); “Toplumcu, pastoral, epik…” (“Işık Arayıcıların Türküsü” için); “Öyküleyici anlatım” (“Çayırkuşları”nın ilk dizeleri bağlamında); “Nesir” (“Fabrikalarla dolu kıyı kentlerimiz: İzmir, Antalya, Mersin” dizesi için.); “kanatlarında!” (“acılar taşırım serçelerin bir kanadında.” dizesindeki “bir kanadında” yerine.); “Güzel” (“Dönüşüm” şiirinin ilk bendi için)…

“Güzel” ile bitirelim:

“Ayışığıyla doldurmuşsun testini Güllü bacı,

bak, sen yürürken dökülüyor eteklerine.

Taçyapraklarını doluyor saçlarına fistanındaki iğne

oyayla işlediğin iğde ağacı.” (s. 53)


(Bu yazı ilk kez İnsaniyet.net'te yayımlanmıştır.)

1 yorum:

mehmetsamil dedi ki...

Verimli bir yazı oldu benim için.