27 Temmuz 2021 Salı

AYIN ŞİİRİ: LEVENT DALAR'IN "ÇİNLİ KARDEŞİ" ŞİİRİ

Bugün postabaşı beni fena haşladı,

öksürmüşüm kan bulaşmış saçına bebeğin.

Oysa tüm parçaları eksiksiz monte ettim.

Diğer bebeğe geçmiştim.

Bu oyuncak çok çirkin

Çok tatlı! diyor

kucağında babasının neşeyle çınlayan çocuk

Ben kucağındayım yaranın

Ciğerim pörsük, bedenim bebek

Bebekler banttan hızla geçiyor!

Siz çocuğu duydunuz da,

bakmayın sızlandığına

Öksürecek, çok kan tükürecek daha

O bilmiyor ben biliyorum çocuk darağacında,

ekmek yağlı urgan boynunda,

yeni yıl geceleri kimi Noel babaya inanır

Ben kibritçi kıza inanırım

Kibritçi kız güneşin gövdesinde ışıltılı bir gemide

Zaman geniş onun için, zamanın dışında masal evreninde

Fabrikada zaman dar, daha üretilecek 7200 bebek var

Ayaklarımı zeminden kopartamıyorum

yapış yapış yer kan içinde.

Siz görmezsiniz siz sevmezsiniz bilirim

İşçi çocukları sadece kibritçi kız sever,

Güneşin gemileri sonunda yeryüzüne iner.

Babasının bazısı

yaranın kucağında bazı çocuklar,

yokluk tutuyor ellerini.

Hiç kimse anlamıyor

Ben işte yazıyorum defterime cinayetleri

 

Levent Dalar (Zonguldak, 1971) hekim şairlerden. Ağaç, Kedi ve Tırnak (2001), Temsil-i Hayat (2003), Bir Fakir Adem (2003) ve Ademin Duaları (2020) adlı şiir kitaplarına imza attı. Şiirlerini Dergâh, Sombahar, Ludingirra, Yedi İklim, Düşlem, Şiir Oku, Kırklar, İtibar, Muhit gibi dergilerde yayımladı.

Çinli çocuk oyuncak işçilerine” ithafını taşıyan üstteki “Çinli Kardeşi” şiiri Dergâh’ın Haziran 2021 (S. 376, s. 24) sayısında yer alıyor.

İlk kitabı yayımlandığında kendisiyle yapılan bir söyleşide, “gerçek” ve “hayat” ilişkisinin şiirsel içerikteki önemine temas eden şair, bunun kendi şiirinde masalsı bir dil ile terennüm edildiğini de vurguluyordu. Bu vurguyu, son kitabının takdiminde yapılan “Dalar, yıpranmamış bir metafizik dille konuşuyor.” hükmüyle bir şekilde örtüştürebiliriz. Evet, bir şartla, dilindeki “yıpranmamış”lık kanaatimce bahsettiğimiz şiirsel içerikteki unsurları diri bir şekilde kullanmasından kaynaklanıyor. Gerçi Ademin Duaları kitabı bağlamında Zeynep Arkan şairi “mistik yönelimini bir kaynağa bağlayan” mistik şairler kategorisine dahil edip başarısını “içe dönük”lüğe, “mistik bir dil kulla”nmaya, dahası “yeni bir mistik dil üretme gayesi içinde ol”maya bağlasa da, bunların genel nitelikler olduğunu söyleyeceğiz biz. Bunlar Arkan’ın “bireysel bir ses  diye biten hükmüyle de çelişiyor üstelik. Öyleyse Levent Dalar’ın bir başarısı varsa, bunu daha sağlam muharrik unsurlara bağlamalıyız. Ben bunları öncelikle şairin kendi ifadelerinden seçeceğim. Sözgelimi son kitabının merkezde olduğu ve Salih Ağbalık’a verdiği söyleşiye müracaat edeceğim:

Şiir benim için kafes olmaktan ziyade kanat niteliğinde aslına bakarsanız. Ben şiir kanatlarını taktığımda dünyayı ve acılarını, en ince ayrıntılarına kadar görüp anlatabileceğim bir yüksekliğe ulaşıyorum. Fazlalıklar siliniyor o zaman benim için. Bu sayede daha iyi anlamaya çalışıyorum yaşadıklarımı, yaşananları.

“… benim şiirlerimde isyan, ilk kitabımdan Ademin Duaları’na kadar önemli bir payanda. İlk kitaplarımda öfke de belki biraz eşlik ediyor buna. Ama artık telaş ve öfkenin insanı zalim yaptığını iyice öğrendim. Sabretmeyi, sakince yere oturup beklemeyi bilmenin insanı olgunlaştıracağını anladım. O yüzden isyan, bu dualara yol açıyor. Ruhumdaki yarayı bu dualar ile iyileştirmek istiyorum. İyileşen ruhumla doğru ve emin hareket etmek, eylemek. Benim isyanım ve öfkem Gandi ve Tolstoy’un isyanları ile kardeş.”

Aslına bakarsanız ne kadar alışılagelmiş bir mistik söyleyişe kimi zaman yaslansa da gündelik sıradan hayata ve bu hayatın içinde karşımıza çıkanlara dair benim şiirlerim.”

Şimdi, birkaç iktibas ile bizzat şairin kendisini tanık kıldıktan sonra, işbu yazımız bağlamında bize bir şeyler söyleme fırsatı veren “Çinli Kardeşi” şiirinin, en başta söylediğimiz “gerçek” ve “hayat”a ilişkin dil ve duyuş atmosferine denk düşen unsurlar taşıdığını kolaylıkla belirtebiliriz. En iyisi şiire odaklanmak…

İlginç bir kurgusu var şiirin. Öncelikle öyküleyici bir dil. Onunla iç içe, fakat kendisini gizlemiş sinematografik geçişler.

Şiirin öznesi kahraman anlatıcı. Öncelikle bir çocuk. Oyuncak bebek imalatçısı çocuk. İmalatını yaptığı bebeğin saçına bulaşınca öksürüğünden çıkan kan, ustabaşının azarına maruz kalıyor. Oysa başarılı bir işçi.

Yaşadıklarıyla birlikte, gözlemlerini, hatta hayal veya düşlerini de katıyor anlatımına. İmal ettiği bebeklerle ilgili kanaatlerde bulunuyor. Onlar hakkında kanaat bildiren/bildirecek olan bebeklerin düşüncelerini yansıtıyor. Kendisini onlarla karşılaştırıyor:

Bu oyuncak çok çirkin

Çok tatlı! diyor

kucağında babasının neşeyle çınlayan çocuk

Ben kucağındayım yaranın

Ciğerim pörsük, bedenim bebek

Anlatıcı, şiirin şu bölümünde adeta muğlaklaşıyor. Hayır, yine kahraman anlatıcı anlatıyor. Fakat yoksa üst bir anlatıcı mı giriyor devreye, sözü oyuncak imalatçısı çocuk anlatıcımızdan alıp. Dikkat edelim:

Bebekler banttan hızla geçiyor!

Siz çocuğu duydunuz da,

Bakmayın sızlandığına

Öksürecek, çok kan tükürecek daha

O bilmiyor ben biliyorum çocuk darağacında,

Ekmek yağlı urgan boynunda

…”

Burada çocuğun hali “darağacında” olanın haliyle benzerlik ilişkisine sokulurken, “ekmek” de boyundaki yağlı urgana benzetilmiş. Böylece, çocuğun içinde bulunduğu psikolojik, sosyal ve ekonomik şartlar, harici bir anlatıcı tarafından somutlaştırılıyor. Somutlaşmanın devamında efsane ve masal kahramanları olarak “Noel baba” ve “Kibritçi kız”a atıflar yapılır. Onların şiire dâhil edilmesinin elbette gerekçeleri olmalı. İlkinin gelecekle ilgili pembe vaat ve umutlar anlamına geldiğini; ikincisinin ise pür güzelliklere, saf iyiliklere rağmen yoksulluk ve adaletsizlikler elinde umutların ve hatta hayatın bitip tükenmesi anlamı taşıdığını söyleyebiliriz. Bu iki unsurun, okuduğumuz şiire masalsı bir hava kattığını da belirtebiliriz. Şunları da ekleyelim: Zorlu şartlara sahip kahramanımızla bu muhayyel kahramanların içinde yaşadıkları mekânlar, zamanlar ve şartlar arası bir karşılaştırma, böylece arada var olan geniş açıklıktan yüksek bir trajedi doğurmak. Bu doğuyor:

Kibritçi kız güneşin gövdesinde ışıltılı bir gemide

Zaman geniş onun için, zamanın dışında masal evreninde

Fabrikada zaman dar, daha üretilecek 7200 bebek var

Ayaklarımı zeminden kopartamıyorum

yapış yapış yer kan içinde.”

Şiirin bir yerinde (“Ciğerlerim pörsük, bedenim bebek”) kendisini değilse de bedenini “bebek” olarak nitelendiren anlatıcı kahramanla birlikte, şiir adeta bir bebekler (çocuklar) trajedisine dönüşüyor. Diğerlerine de dikkat kesilelim: Babasının kucağındaki bebek, fabrikada üretim bandındaki bebekler…

Çinli Kardeşi” şiiri, evet, adeta bebekler trajedisi. Fakat şiirde yer alamayan başka bebekler de yok değil mi? Çin’den Maçin’e, İran’dan Turan’a… Dünyanın farklı noktalarındaki nice mazlum bebek/çocuk bu şiirde nerede? Cansız bedenleri sahile vuran Aylan’lar, soğuktan donan Muhammed Raad’lar,  8 aylık iken şehit edilen Leyla Enver Gandur’lar, 18 aylıkken yakılan Ali Devabişe’ler, ölüp gidişlerine seyirci kalınan Ahmet Burhan’lar, olmayacak ortamlarda yaşamaya mahkûm nice bebekler… Kanaatimce onlar da bu şiirde! Zira “Çinli Kardeşi” adlandırması bile bu şiirin dünyadaki diğer mazlum bebeklere kardeşlik linki atması için yeterli. Bu bağlamda, şu sonuç dizeleri de benim için önemli: “Hiç kimse anlamıyor/Ben işte yazıyorum defterime cinayetleri”.

Bitirirken, bütün karamsar havasını bir tarafa koyup şiirin şu dizesine yaslanmak istiyorum:  Güneşin gemileri sonunda yeryüzüne iner.”

Kaynakça:

- https://www.dunyabizim.com/soylesi/levent-dalar-siir-gozu-ile-hastaya-bakinca-hekimligin-ozunde-yer-alan-hikmet-ilaclarin-onune-geciyor-h42181.html

-https://www.indyturk.com/node/27266/haber/t%C3%BCrkiyenin-hapisteki-%C3%A7ocuklar%C4%B1-700-%C3%A7ocuk-neden-cezaevinde-nas%C4%B1l-bir-hayatlar%C4%B1-var

- https://www.yenisafak.com/arsiv/2002/mayis/01/kultur.html

- Levent Dalar, “Çinli Kardeşi”, Dergâh Dergisi, S. 376 (Haziran 2021), s. 24.

- Zeynep Arkan, “İlk İnsandan Bu Yana Ademin Duaları”, Dergâh Dergisi, S. 374 (Nisan 2021), s. 11.

24 Temmuz 2021 Cumartesi

KÖPEK SİNEK AVLIYOR

                                Mani

Köpek sinek avlıyor
Avlamıyor havlıyor
Gâsıp çıktı utanmaz
Hak adalet savlıyor

Ankara, 14 Aralık 2020
 

3 Temmuz 2021 Cumartesi

SİNA AKYOL’UN “ELVEDA YURDUM” ŞİİRİ

Yurdumdan ayrıldım, artık yurdum

Üzgün Ülkesi! Ben ki üzülmenin

ilmine vardım, ilmini yazdım.

taçyaprağım oldu üzüntü.

 

Uzun sürer, eğitir, sağaltır ama.

Aklı başa getirir.

Sonrası, gümüşî yolculuk;

altın ummasın, bakır bulsun yola çıkan.

 

Yola çıkan ne altın ne gümüş ne bakır.

suyu kesik çeşme bulur, avunur.

Der ki çeşme: hiçbir şey demez.

 

Bilge sözüdür, ben değil, o söyledi:

Yürü git dedi, yurt kalmadı

kendine yeşil ova

kendine Arâbatı

kendine çadır bul;

belki ordan bir kavim.

-iyi huylu bir kavim-

umut ki eskimeyen ekmektir

doy işte onunla!

 

Haklıydı bilge,

susup oturdum.

 

Mayıs 2021 dergilerinde yayımlanan manzum metinler arasından teşrih masamıza çekip aldığımız “Elveda Yurdum” Sina Akyol (Ankara, 1950)’un kaleme aldığı bir şiir.

Asıl adı Hasan Sina Akyol. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu (1972) bitirdikten sonra bir süre (1970-1979) memurlukta bulunur. Akabinde TRT Ankara Radyosu’ndan (1979-1981) prodüktörlük yapar. 12 Eylül rejimi onu bu işinden ihraç eder. Çayırkuşu Zaten Hep (2019)’teki “Sepya Resim” şiirindeki şu dizeler bu süreçle ilgili olsa gerektir: “Gencidim, yurtseverdim/ parkam vardı, potinliydim/haytanın tekiydim, buydu suçum/işimden oldum”. Artık geçimini İstanbul ve İzmir’de (1981-1998) reklam yazarlığı yaparak sağlayacaktır. 1998’de TRT’ye geri döner ve İzmir Radyosu’nda yapımcılığa başlar.  

1960’ların ortalarından bu yana şiir dünyası içinde yer alan Sina Akyol, ilk gençlik yıllarında kendisini bir süreliğine Ümit Yaşar Oğuzcan, Turhan Oğuzbaş gibi şairlerin “efkâr”lı dizelerine teslim eder. Bu dönemini 1967’de Feyzi Halıcı’nın Çağrı dergisine şiir göndermekle noktalar. Fakat şair kendisini “zırcahil” bulduğu yıllarından, bu “gayrıresmî” tarihinden bir ‘eser’ de bırakmıştır. Aynı yıl (1967) H. Sina Akyol imzasıyla yayımladığı ve şairle ilgili biyografik çalışmalarda pek yer verilmeyen, dahası şairin de yok saydığı, Gecenin Yeşil Ağladığı Saat adlı kitaptır bu. Sonrasında, kendi ifadesiyle, “zamanın kalbürüstü dergileri”nde şiirler yayımlayan şair, Arkadaş Z. Özger’in yönlendirmesiyle daha nitelikli edebiyat mahfillerine ulaşabilir. Fakat bu arada şiirle arasına mesafe koyduğu “altı yıllık bir ara” vardır. Her ne kadar rahmetli Hüseyin Avni Cinozoğlu bu ‘ara’yı şair ve şiir lehine “Su Tadında’yı yayımlamak için otuz yaşını bekleyerek büyük bir sabır göstermiş” diye bir ‘hikmet’e bağlasa da, aslında Sina Akyol “Bu işler şiirle-miirle olmaz.” diyerek “DİSK’e bağlı bir sendikanın Ankara şubesinde, ücretsiz duygularla, eğitim ve örgütlenme sekreteri olarak” çalışır ve şiire mola verir. Bu süreç Su Tadında (1980)’nın yayımıyla tekrar şiir lehine evrilir.

Sözü, şairin bugüne kadar yayımlanan diğer kitaplarını sıralayarak toparlayabiliriz: Lokmanla Geçen Şen Günlerim (1982), Haytalarla Hatmiler (1990), Ayda Tümör İzleri (1994), Avluda (1996), Meğer Söz Gümüş (1996), İkindi Kitabı (1999), Belki Çiçek Dağına (Toplu Şiirler, 1999), Olmanın Halleri (2002), Meğer Söz Bakır (2006), Yetinmek Sevindirir (Kendi Seçtikleri, 2007), Vadedimveylaya (2011), Salyangoz İlmi (2014) Kişisel Antoloji (Seçme Şiirler, 2015), İtiraz ve Teşekkür (2015), Çırıl ve Çıplak (2016), Sütün Huyu (2016), Şükür, İnce Yurt (2017) Binbir Gece Masalları (2018, Nesrin Kültür ve Erol Özyiğit ile birlikte), Uzaktan Uzağa (2018, Gültekin Emre’yle birlikte), Çayırkuşu Zaten Hep (2019). Akyol’un bu şiir kitaplarının yanı sıra Düzyazdım (2012) ve Zamana Bırakılmış Yazılar  (2020) adlı mensur kitapları da vardır.

Sina Akyol’un şiirini 1983’te kütüphaneme giren Lokman’la Geçen Şen Günlerim’den itibaren takip etmeye başladım. Bu kitabın alt başlığı olarak kaydedilen “Yoksul yurda, çulsuz güne, derin suya, narin kıra, bilgin ota, kuşbaz göğe dair, üzgün, bezgin, mahzun ve mutlu şiirler demeti” şeklindeki metin hayli ilgimi çekmişti. Bugün baktığımda, bu metin adeta şairin poetik tutumunun bir özeti olmuş diyebiliyorum. Bu tespiti, ele aldığımız “Elveda Yurdum”a, dolayısıyla şairin hâlen yazadurduğu şiirlere değin ulayabiliriz. Coşkun Yerli’nin şairle ilgili olarak 1997’de yaptığı şu tespiti de bu bağlamda okumak mümkün: “Onun şair öznesi zamanı, uzamı, anlamı (anlam onun sözlüğünde 'verili olan'dır) aşan umarsız ama umutlu, somut bir insandır.” Bunu şairin metinleri üzerinden somutlaştırmak gerekiyor diyelim ve bu noktada “Elveda Yurdum”u okumaya başlayalım:

Yurdumdan ayrıldım, artık yurdum

Üzgün Ülkesi! Ben ki üzülmenin

ilmine vardım, ilmini yazdım.

taçyaprağım oldu üzüntü.”

Bu dizeleri şairin Lokman’la Geçen Şen Günlerim’deki “Mayıs Ayı Notları-1” şiiriyle okuyabiliriz sanırım: “Hazin geçen Mayıs ayı!/Sen ki bana şunca şeyi; /seherdeki üzgün göğü/narin yurdu bezgin yeli/bir de saydam suda yüzen/suya kardeş nilüferi/bana kırda/anlatsana” (s. 23).

İkisi arasında fark var tabii ki. “Elveda Yurdum”un şair öznesi, belli ki zorlu veya hırlı sosyolojik süreçlerin mağduru olarak yurdundan ayrılmak zorunda kalmış. Bir başka fark da ülkenin mahiyetinde. “Mayıs Ayı Notları-1”in ülkesi “narin yurt” iken, sadece göğü “üzgün”dür. Oysa “Elveda Yurdum”un ülkesi, üzgünlükler o kadar artmış ve pekişmiş olmalı ki, “Üzgün Ülkesi” adını almıştır. Dolayısıyla, bu yeni ülkenin bireyi üzüntü alanında adeta “ilim adamı” olmuştur. Üzüntü, bu birey için “taçyaprağı”dır. Malum olduğu üzere, taçyaprağı çiçeklerin en canlı, renkli, gösterişli kısmıdır. Çekici güzel kokular buradadır. Taçyaprağı, arılar, kuşlar, börtü böcekler için bir cazibe merkezidir. Tozlaşmanın, dolayısıyla ilgili canlılar arasındaki döllenmenin kaynağıdır. Peki, üzüntü taçyaprağı olduysa, buradan ne sadır olur? Şair gene de sağaltıcı bir şeyler çıkarır bu negatifleşen ortamdan: “Uzun sürer, eğitir, sağaltır ama./Aklı başa getirir.”

Elveda” deme eyleminin, yani yolculuğun başlangıcı da burasıdır. Masalsılık da içerir bu yolculuk. “Altın” umulmayacak, “bakır” bulma ihtimali yüksek ve fakat “gümüşî” bir yolculuk. Ne var ki her biri bir sembol olan üç madeni de bulamayacaktır. Nitekim yola çıkan, bula bula “suyu kesik çeşme bulur,” dahası bununla “avunur.”  Neyle avunur? Kuru çeşmeyle! Belki de kuru çeşmenin bir şeyler söyleme ihtimaliyle! Maalesef, söylemeyecektir de! “Der ki çeşme: hiçbir şey demez.” Oysa çeşme bir şeyler diyebilirdi. Hatta sesini şöyle betimleyebilirdi: “Dinmez/bir hüznü/anlatır/gibi sesi”. Tıpkı Lokman’la Geçen Şen Günlerim’deki “Eskil Kente Girerken” şiirinin “Çeşme”si (s. 72) gibi.

Bununla birlikte kendisini “gümüşî yolculuğa” hüküm giydirmiş olana iki çift lafı olan birisi çıkacaktır. Şairin sözünü emanet ettiği bir “bilge”dir bu. Ne der bilge? Hakikati söyler: Kendine bir “umut” ara: “kendine yeşil ova/kendine Arâbatı/kendine çadır bul;/belki ordan bir kavim./-iyi huylu bir kavim-”!..

Umudun zıtlıkların birliği olduğunu iyi hatırlatıyor bu dizeler. Bir tarafta ‘yeşil ova’nın zenginliği, bir tarafta “Arâbatı” (Safkanlığı, soykanlığı, dayanıklılığı ifade eden “Arap atı” mı yoksa içinde bulunulan halden kaynaklanan “derbederlik” mi?), öte yandan yersiz yurtsuzluğu imleyen çadır… Aynen şunun gibi: “Hayli zengin ve yeşildi ova!/Yalnızlaştık;/kuş sesleriyle!” (Lokman’la…, s. 24).

Sina Akyol “hayatı samimi bir şekilde şiire dâhil edebilen” şairler soyundan.  Bu yoldaki sahiciliğini “Elveda Yurdum”da görmek mümkün. Zira bu metinde, bugün yaşamakta olduğumuz hayata dair içerik ve form unsurları yansımakta. Fakat Enver Topaloğlu’nun işaret ettiği oranda: “Akyol şiirini zamanın içinden ipi iğne deliğinden geçirir gibi geçirmekte… Okuru böylece, zamanın ve elbette ki hayatın içinden geçmiş dili, sesi, sözü ve imgeleriyle buluşturuyor…” Dolayısıyla, politik bir şiir yazıyor. Fakat bunu “marjinal bir kimlikle” ve “tek tipçi, slogancı” bir söyleyişle değil, “politik bir bilinç” içinde ve şiir sanatının inceliklerinden taviz vermeden gerçekleştiriyor. Şiir ise ona göre “dil kurma”, o dille bir “yapı inşa etme” işidir.

Hüseyin Avni Cinozoğlu, Lorca ile benzeştirir Sina Akyol’u. Onun sanatını büyük bir yetkinlik ve incelikli bir edayla, altın oranı gözeten politik bir duyarlıkla icra ettiğine vurgu yapar. Burada bahsi geçen politik duyarlığı, “Elveda Yurdum” ve “bugün” bağlamında gündeme almak gerekir.

Bu çerçevede, “Elveda Yurdum”un bir kaçışı anlattığı ve dolayısıyla edilgen bir birey tutumunu yansıttığını söyleyebiliriz. Fakat “bugün”ün negatif sosyolojisine maruz kalan hassas bir duyuş ve düşünüş sahibinin edilgenliği bir takdim değil, bir takdim ve tehir (transposition, yer değiştirme, aktarma) olarak okunmalıdır. Şu halde, edilgen failin edilgenliğinden ziyade, onu bu sürece sevk eden tahakküm ortamının failini/faillerini yargılayabilir; bu arada ortaya çıkan karanlığı “fiilen olmasa da moral ve manevi dünyada” mahkûm edebiliriz.

Elveda Yurdum” şiiri “Haklıydı bilge/susup oturdum” diye bitiyor. Fakat aslında bitmiyor. Derginin bir sonraki sayfasında, şimdiye kadar bahsetmediğimiz “Türkiye” şiiri ile devam ediyor. Şöyle diyelim: Bu ikinci şiir, istenirse ilkinin devamı olarak okunabilir. Birkaç dizeyle gösterelim: “Yoruldum, taşa oturdum,” “Meşakkatlidir yolculuk!”, “Yolum uzun dedi yolcu, öküzüm de yok/varsın olmasın, yolum uzun dediğim/yaralı yurt!// Bildim dedim, Türkiye!

Sadede gelelim. Şair özneye “Elveda Yurdum” dedirten, ülkesini “Üzgün Ülkesi”, yurdunu “yaralı yurt” yapan etkenler nelerdir? Dolayısıyla onu göçe, ilticaya zorlayan etkenler arasında neler vardır? Tanıklığının delilleri neler olabilir?

Sina Akyol’un Çayırkuşu Zaten Hep kitabındaki “Üç Bölümlü Şiir”inden bir alıntı yapalım burada: “Baba, keskin nişancının vurduğu anneyi/alamadı içeri; göz göre göre/gitti anne, günlerce öldü/sokak ortasında./Kimse alamadı ölüyü/çün yasaktı sokağa çıkmak./Sahi, hâlâ yasak./Sahi, ülkemin hâli?” (s. 30)

Bu bağlamda, olumsuz şeyleri nesren ifade etmek zor! Dahası, ayrıntılı sayım döküm yapma imkânımız da yok. “Yerim dar, yenim dar” kıssası diyelim! Fakat yapılmış kimi çalışmalara atıf yapılabilir. Bazı STK’ların, sözgelimi Mazlumder, İHD, SODEV gibi yerel derneklerin veya AİHM, Uluslararası Af Örgütü, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumların tespitlerine… İnsan hakları ihlalleri raporlarına, bu raporların dile getirdiği otoriter yönetime, yaşam hakkı ihlallerine,  kötü muamele, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili sıkıntılara, kişi güvenliği sorunlarına, ekonomik yetersizliklere, eğitim ile ilgili açmazlara… Bunlardan ötürü olsa gerektir, şu başlıklarla karşılaşabiliyoruz medyada: “Her 10 gençten 6'sı yurtdışında yaşamak istiyor.” Gençlerin yüzde 76'sı yurt dışında yaşamak istiyor, her iki gençten biri mutlu değil.” Avrupa Birliği (…) açıkladığı İlerleme Raporu'nda, Türkiye'nin demokrasi, insan hakları ve hukuk alanında gerilediği belirtiliyor.”

Sözümüzü şiirle bağlayalım. Akyol’un Belki Çiçek Dağına kitabından aktaralım: 

Hazindir yurdu/hüznü derin/yusufçukla/rüzgârın da.” (Bir Şiir İçin Hazırlıklar, s. 135)

Hazin şiir/sürer gider” (Çobangünlüğü, s. 183).

 

KAYNAKÇA:

Coşkun Yerli, Cumhuriyet Kitap dergisi, 8 Mart 1997.

H. Sina Akyol, Gecenin Yeşil Ağladığı Saat, Kendi Yayını, Ank., 1967.

http://sukrukirkagac.blogspot.com/2015/12/sina-akyol.html, [Erişim tarihi: 30.05.2021]

http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/akyol-sina [Erişim tarihi: 29.05.2021]

https://parsomenfanzin.com/2019/10/24/sina-akyol-ile-soylesi-siir-kalin-bir-inceliktir/ [Erişim tarihi: 28.05.2021]

https://tihv.org.tr/basin-aciklamalari/verilerle-2020-yilinda-turkiyede-insan-haklari-ihlalleri/ [Erişim tarihi: 29.05.2021]

https://tr.sputniknews.com/avrupa/201902071037535126-almanya-iltica-basvurular-turkler-kurtler-gecti/ [Erişim tarihi: 29.05.2021]

https://tr.sputniknews.com/turkiye/202005191042074199-arastirma-her-10-gencten-6si-yurt-disinda-yasamak-istiyor/ [Erişim tarihi: 27.05.2021]

https://www.biyografya.com/biyografi/17277 [Erişim tarihi: 27.05.2021]

https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2020/01/11/sina-akyolun-2019u-bitiren-siirleri-cayirkusu-zaten-hep [Erişim tarihi: 27.05.2021]

https://www.ihd.org.tr/2019-yili-turkiye-insan-haklari-ihlalleri-raporu/ [Erişim tarihi: 29.05.2021]

https://www.insanokur.org/sina-akyol-sahici-siiri-okuru-olmak-kolay-sey-degildir/ [Erişim tarihi: 29.05.2021]

https://zalifreyazilari.wordpress.com/2012/06/02/sina-akyol-su-tadinda-ve-lokmanla-gecen-sen-gunlerim-uzerine/ [Erişim tarihi: 28.05.2021]

Sina Akyol, Belki Çiçek Dağına, YKY, İst., 1999.

Sina Akyol, Çayırkuşu Zaten Hep, Mayıs Yay., İzmir, 2019.

Sina Akyol, Lokman’la Geçen Şen Günlerim, Tan Yay., Ank., 1982.

Sina Akyol, Sözcükler Dergisi, S. 91 (Mayıs-Haziran 2021 ), s. 24.

Not: Bu metin ilk kez İktibas Dergisi'nin 510. Sayısı (Haziran 2021), s. 60-62'de yayımlanmıştır. Okumak için tıklayınız.