İçinde "Kızılay
metrosu köpek kulübü" ve "Yunus Emre" geçen şiirimi bir anket ve
istatistik çalışmasına tabi tutulmuş buldum.
Sanki doğal bir
süreçten bahsediyormuşum gibi, buldum, diyorum. Fakat bile isteye bir fiil yok
ortada. Evet, şiiri yazan, sonraki zamanlar içinde peyderpey dergilere gönderen
benim. Fakat amacım bir araştırma konusuna hayat vermek değildi.
Derdim, yazdığım şiiri
bir an önce yayımlatmak, içeriğinde söylediğim esaslı şeyleri bir an önce
kamuoyuyla paylaşmak, böylece metnimde dile getirdiğim hassasiyetleri matbu
olarak kayıt altına almaktı.
Sızılar damıtan şiirim
vasıtasıyla belki birkaç vicdanın gönlünde yer eder, onların kanayan ruh
yaralarını okşar, onlara, kendileriyle hemdert olan bir şair varmış hissini
verebilirdim. Belki…
Olmadı. Bilgisayarımda
dosyadan dosyaya, e-posta servisimde dergiden dergiye taşınan şiirim, bir türlü
okurla yüz yüze gelemedi.
Okudularsa ne âlâ,
fakat pek çoğu yanıt verme ihtiyacı bile duymadı. Zira her birinin kendinden
menkul tabakhanesi vardı ve orada görülecek nice işler onları bekliyordu.
Üstelik bir şiirle
ilgili kanaat bildirmek, bir dergi editörü için, ne kadar banal bir edimdi.
Eylemsizlik hali, en iyisi. Böyle bir tutum, baş da ağrıtmazdı kısa vadede,
hazretlerde.
Oysa, ortalamanın
altında birikim sahipleri olarak hemen hepsi için bir hayli kapalıydı şiirim.
Mesela insanla elektronik bir ses cihazı arasında bağ kuran bir adı vardı. Bu
başlığa bakıp, “Ne âlâka, insan, mikrofon?” demiş olabilirler miydi?
Sonra, “sanal âlem”
lafzı geçiyordu, bu âlemin işgal edildiğinden dem vuruyordu şiirimin ilk
dörtlüğünde. “İşgal”, ne de olsa tehlikeli bir şeydi. Üstelik bu “işgal”
kelimesi, bir sonraki dörtlükte “dipçik” ile destekleniyor, vurdulu kırdılı bir
metaforlar halesi vücuda getirilir gibi oluyordu.
Şiirimde ortalamanın
altındaki zihinler için korku ve tehdit uyandırabilir başka metaforik unsurlar
da var mıydı?
Şunlar mesela,
zihinlerde vesvese doğurabilir miydi: “Köpek kulübü” (Kulübesi mi yoksa?),
“Haydar”, “sıkandal”, “kamusal alan”, “ihanet”, “Karşı-melodi”,
“Occopy”?..
Yoksa, Antonio Negri
ile Yunus Emre’yi bir şiirde buluşturmuş olmam, endişeye mi sebebiyetti?
Şu veya bu sebeple, üçü
yahut beşi, fakat tamamı resmen yayın dünyamızın merkezinde bulunan herhangi
bir edebiyat dergisinde bu şiirim yer alamadı.
Bütün bunlardan sonra
elimize istatistikî bir sonuç geçti: “Fare Josephine” gibi Kafkaesk unsurlar
taşıyan, vasatı kışkırtan, vesveseliyi kuşkulandıran, dahası şehrin yer
altlarında yazılan (Metroda yazılmıştı, cidden!) bu şiir, handikaplara
yol açmış olmalıydı.
Üstelik bu durum yeni
bir şey de değildi. Benzerleri yirmi yıl önceki karmaşık günlerde de gelmişti
başıma, otuzbeş kırk yıl önceki sancılı dönemlerde de…
Her neyse, kaydımızı
düşelim. Şiirim aşağıdadır:
"İNSAN
MİKROFONU"
Çoksunuz ve
yayılıyorsunuz ya
Çılgınız ve çalışıyoruz
biz de
Sanal âlemleri etseniz
de işgal
Kalbimiz küt atar
direniriz de
Siz dipçik ve sair siz
cümle silah
Kızılay Metrosu köpek
kulübü
Kulübesi tabî Haydar
besliyor
Haydar değil susuyorum
esrar var
Sıkandal peşine düşün
haydi bir
Elinizde delil işte bu
şiir
Kamusal alanı siz işgal
edin
Ettiniz de zaten bu
ihanettir
Söylesin son sözü
Antonio Negri
“Karşı-melodi”ydi açık
tenkîdi
Size kalsak Yunus bile
çok eğri
Fare Josephine mi demiş
Occupy?!.
1 yorum:
Hocam tebrik ederim, sizi daha yakından tanımak ve istifade ettiğim için de kendimi şanslı addediyorum iyi ki sosyal medya var, küçük bir yanlış anlama sizi tanımama vesile oldu
Yorum Gönder