31 Ağustos 2020 Pazartesi

NASILSINIZ?

 32

alternatif tıplar üretiyoruz size!

dağda ve düzde! inişte ve çıkışta!

yaz ile kışta!

yeni yollar açıyoruz hayalgücü aygıtlarla!

aygıt, biziz!

biz: metal değiliz! hem de metaliz!

ince bir sanat! zerafetler imbiği!

neyiz? biz neyiz?

serseri bir ruh hali! delilikler sûreti!

yangınlarda bir beden, içli ağrılar kalbi!

intikâm duygularıdır, savurur yumruklar öfkeyi!

biz: canız! heyecanız! hem de ne cancağız!

tedavisiz dertler küpü! dermanlara dağız biz!

tüneller deliyoruz, aygıt biziz, kazıyoruz kör kuyular, aygıt biz!

hırsla, yine hırsla, çalışıyoruz, kavuşasınız diye! aygıt biziz, aygıt biz!

alternatif tıplar üretiyoruz size!   

 

Likâ Edebiyat, S. 32 (15 Kasım 2001), s. 1


26 Ağustos 2020 Çarşamba

TRANS...

Defansa başlayınca ekselans
Kahverengi şalvarlı dayıları
Şehrin tümsek noktalarına
Kondurdu tek tek eli sopalı 

Ve halka halka sektirdi halkı
Oysa seksek değildi esas muradı
Fikrinde fena bir taslak olarak
Darbî misallerden bir otel vardı

Fahşaya kapı aralayan bir yapı
Cidden öyle halka revaydı
Bürünmüş maskesine abus suratını 

Müslümandı vakta
Artık sadece trans...

Ankara, 24 Haziran 2020



24 Ağustos 2020 Pazartesi

GELENEK VE TURGUT UYAR ŞİİRİNDE TEZAHÜRÜ

           Geleneğin Dünyası 

Bir toplumun zaman içerisinde oluşturduğu kültür birikimi ile ortaya çıkan herşeye gelenek (an’ane) diyoruz. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, gelenek sosyolojik bir anlamı ihtiva ediyor. Dolayısıyla bireyin ve toplumun bütün yönlerini etkileyen, onları  çekip çeviren bir kavramla karşı karşıyayız. Bir ana kaynaktan beslenen, ondan aldığı niteliklerle geleceğe etki eden bir  kavram. Bir ana kaynaktan, evrensel bir kaynaktan.

Her toplumun kendisine has bir geleneği vardır. Geleneğin asıl kaynağı olan dinler, benimsedikleri toplumlarda, o topluma has bir gelenek oluştururlar. Bu yüzden olsa gerek, Ren’e Guenon din kelimesini gelenek ile eş anlamlı bir algılamayla kullanır (Ayvazoğlu, 1989: 14).

Gelenek neleri içerir? Bir dünya görüşünü, toplumsal bir bakış açısını, bir zihniyeti, bir  yaşama tarzını elbet.

Gelenekten faydalanmak kolay değildir. Belli bir bilinç ister. Bu bilinç tarih bilincidir. (Eliot, 1983: 20). Geliştirilecek sağlıklı bir tarih bilinci, sadece geçmişe bağlılığı değil, bugünü de hesaba katar. Böylece geçmiş ile bugün geleceğin teşekkülünde sağlıklı bir gövde oluştururlar.

Edebiyat için gelenek geçmişte oluşturulan edebi kültürün tamamını kapsar demek kolay olabilir. Bu geniş algılayış, edebi olarak ortaya konan herşeyi değerli addetmek gibi bir yanlışa düşmekte ve işe yarar gözükmemektedir. Çünkü yazılıp söylenen herşey kalıcı ve dinamik olmayabilir, toplumun  özünden kaynaklanmayabilir. Bu köksüzlük onları ayıklamamızı gerektirir. Zira gelenek için ana kaynak dediğimiz dinden kopuk pek çok oluşum kısa zamanda sönmüş, hatta dönülüp bakılmayacak bir duruma gelmiştir. Zaten iyi bir inceleme yaptığımızda görürüz ki, bir yazarı, şairi üstün kılan hususların başında kendisinden öncekileri diri tutan, ölümsüzleştiren hususlar gelir.

Demek oluyor ki, bir yazarı değerlendirmenin en önemli yollarından biri gelenek karşısındaki tutumunu izlemekten geçiyor. Edebiyat sanatçısı kendisi dışındakilere vermek istediği mesajı bir başına veremez. Öncekilerin derin etkisi de onu yönlendirir.


Gelenekten faydalanmak, geleneksel değerleri ve bu değerlerin temelindeki kaynakları tanıtmakla, tekrar üretmekle gerçekleşir. Üretilen unsurlar toplumun durgun değil, dinamik unsurlarıdır. Geleneğin miras oluşu değişikliğe uğrayabilmesinden kaynaklanır. Gelenekten faydalanış bir tür hareketlilik, devingenlik ile mümkündür.

Gelenek üzerindeki düşüncelerimizi bu kadarla sınırlı tutup asıl konumuza gelmek istiyoruz. Bu çalışmamızda, gelenekten ziyade, İkinci Yeni şiir hareketi içinde yer alan Turgut Uyar’ı, “Divan” isimli kitabını merkez alarak gelenek incelemesine tabi tutmak. Ne var ki, işin daha önce gelip dayandığı yer Türkiye’deki şiir geleneğinin algılanış şekilleri oluyor.

“Irmak Şairler”

Ebubekir Eroğlu, Eksilmeyen Su Gazeli’nde şöyle söylüyor:

“eskilerin ırmak gibi şairleri vardı

şelale olup köpük köpük dökülen

 

nasip oldu bir ömür kıyılarında gezdik

eksilmeyen su nerden geliyor

                                               merak ettik

gittiği yeri gözledik” (Eroğlu,1991: 69)

Bu alıntı aslında şiir geleneğimiz hakkında söylenecek pek çok şeyi söylüyor. Fakat ayrıntılara girmek de gerekiyor sanırız.

Şiir geleneği denilince akla gelmesi gerekenler ham olarak, geçmiş uzun zaman içinde bu toplumda oluşturulan şiir birikimi olmalı. Eskilerin  bütün eserleri, eserlerin dil ve şekil özellikleri, anlam incelikleri, edebi sanatlarda vardıkları nokta, söyleyiş tarzları, kısacası katedilen bütün merhaleler akla gelmeli. Buna göre, “Divan”ını inceleyeceğimiz Turgut Uyar’a gelene kadar ki gelenek içinde Divan ve Halk şiiri ile Tanzimat sonrası gelişmeleri saymak lazımdır. Fakat en başta da belirttiğimiz gibi, toplumların kendi ruhlarına uygun gelenekleri vardır. Türk şiiri uzun asırlar boyunca kendi ruhuna uygun bir  gelenek içinde yaşamış, Tanzimat’tan sonra ise mensubu olduğu ana kaynaktan koparılmıştır. Bu tarihten sonra  ortaya çıkan Avrupa etkisindeki edebi topluluk ve grupların oluşturduğu birikimin büyük bir kısmı, belli köklü bir özden kaynaklanmadığı için gelip geçici olmuş, gelenek olabilecek bir nitelik kazanamamıştır. Dönülmesi mümkün olmayan bu tarihi oluşumların gelenek olarak kabul edilmesi düşünülemez. Tanzimattan sonra kalıcı eser veren sanatçılarsa, asli geleneğe bağlı kalmanın avantajlarını yaşamışlardır.

Son paragrafta söylenilenlerden sonra, bugün de gelenek deyince akla gelen edebi birikimin Divan şiiri olduğu söylenilebilir. Halk edebiyatının gelenekten sayılması ise, yeniden kullanıma müsait olduğu kadarıyla kabul görmektedir.

Ana kaynaktan uzaklaşan son devir sanatçılarından bazıları, 1960’lı yılların sonlarına doğru belli ölçüler dahilinde özeleştiri yapmaya başlamışlar, has bir şiir anlayışı arama çabası içine girmişlerdir. Bu çaba, onları ister istemez Divan şiirine doğru da götürmüştür. Bu tür bir yönelişe geçen şairlerin birisi de “Divan” kitabıyla Turgut Uyar olmuştur.

 

Divan Şiiri ve “Divan” Kitabı

Turgut Uyar (1927-1985) 1970’de yayımladığı “Divan” (1. Basım, Bilgi Yayınevi, 1970) isimli kitabıyla dikkatleri üzerine çeker. Çalışmamızın merkezinde bulunan bu kitabı 1984’de yayımlanan ve şairin bütün şiirleri bulunan “Büyük Saat” isimli kitaptan (Uyar, 1984: 255-312) inceledik. Arz-ı Hal) (1949), Türkiyem (1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959), Tütünler Islak (1962), Her Pazartesi (1958), isimli kitaplarından sonra şairin altıncı eseri olarak yayımlanan “Divan”, gelenek tartışmalarının birdenbire yükselmesine sebep olmuştur.

Hemen başlarda Kemal Tahir, bir yazı ile şairi destekler: “Divan’ın eski şiirimizle ilintisi kitabın adından belli... (...) Divan edebiyatımızdan nasıl yararlanabileceğimizi Turgut Uyar Divan’ındaki şiirleriyle yeterince ispatlamış...” (Uyar-Nezir, 1985:25) “Divan’ı, geleneğe oldukça geç kalmış bir dönüşün çok önemli bir belirtisi olarak gören ve Uyar’ı selamlayan Kemal Tahir, şairden istediği yankıyı alamaz. Tersine bir röportajda Uyar, “Divan”la herhangi bir kastının olmadığını, amacının “bir zamanlar bir yüksek sınıfın beğenisini karşılamak üzere kullanılmış bir biçimi halk için” kullanmak olduğunu belirtmiş, aksi bir durumun “hem çağdışı, hem biraz gülünç” olacağını da sözlerine eklemiştir. “Yapmak istediğimde hiçbir biçimde divan şiirine yaklaşma çabası yoktur.” Diyerek, bir nevi geri dönüş yapmıştır. (Ayvazoğlu, 1989:334)

Konu üstüne yapılagelen tartışma ve konuşmalar, yazılan yazılar Uyar’ın cevabında da görüldüğü gibi, çoğu defa olması gerekenin dışında, ya yüzeysel veya politik yaklaşımlara dayalı, polemik niteliğinde şeyler olagelmiştir.

Kitabın yayınlandığı 1970’den başlayarak günümüze kadar gelen konuyla ilgili çalışmalarda bunlarla her an karşılaşmak mümkündür. Örneğin Tuncer Uçarol, “Divan”daki şiirlerden çoğunun beyitlerle kurulduğu için, bunları “tümüyle Divan Şiiri kalıplarının esintileri içinde” (Uyar-Nezir,1985:72) değerlendirirken, Doğan Hızlan, Uyar’daki gelenek anlayışının, şairin geleneğe “büyük, yoğun ve geniş bir malzemeler yığını” şeklinde baktığını (Uyar-Nezir, 1985:28) belirtmektedir. Beşir Ayvazoğlu ise, “Turgut Uyar, sadece birtakım biçimlere uzaktan bakarak, ise yeni başlamış bir oryantalist edasıyla fantezi niteliğinde bazı denemeler yapmıştır, o kadar.” Diyerek görüşlerini bildirmiştir. (Ayvazoğlu, 1989:334).

Konuyu, edebi tenkidin asıl maddesi olan metni inceleyerek gündeme getirense hiç olmamıştır.

Sadece gelenek hakkında yukarıda yaptığımız tespitler değil, incelemesini yapacağımız eserin taşıdığı özellikler ve bıraktığı izlenimler de bizi gelenek olarak Divan şiirine yönlendirmektedir. Dolayısıyla, çalışmamızda Divan şiiri ile “Divan”daki şiirleri sık sık karşılaştıracak, her iki şiirin türlü durumlarını orta yere sereceğiz.

Kaynakları Kur’an, hadis ve tasavvuf olan ve dünyası uhrevi bir nitelik taşıyıp ümmete seslenen Divan şiirine karşılık, Turgut Uyar’ın da içinde yer aldığı Avrupai etkideki edebiyatın kaynakları ve dünyası Greko-latinlerin mantığa dayalı beşeri, maddi, dünyevi, hümanist, materyalist ve ırkçı bir nitelik arz eder (Kahraman, 1996: 53-83).

Uyar’ın Divan şiirinin dünyasından uzaklığını ve Grekolatin bir kafa yapısına sahip olduğunu anlamak çok kolaydır. Divan’a bir Münacat ve Naat ile başlayan şair, bu şiirlerden Münacat (s.257)’ta geçen “o tek olan” tamlamasıyla insanı kastetmektedir. Benzeri bir ifade de Naat (s.259)’te geçer: “oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi / sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere”. Bu beyitteki “tek haklı”nın beşeri bir anlam taşıdığını şairin Naci Çelik’in bir sorusuna verdiği cevaptan anlıyoruz: “ ‘Tek haklı’yı her zaman ‘halk’ olarak düşündüm. İnsanın kalıcılığına, direncine, değerlerine ve sevme yeteneğine inancımı söyledim.” (Uyar-Nezir, 1985: 78-79) Her halükarda insanı öne çıkaran şair Susuzluk’a (s. 287) şiirinin son mısraında “ölen ve dirilen o bitmez insana gel” ifadesini kullanarak tavrını bir kez daha sergiler.

Görüldüğü gibi Allah (C.C)’a yalvarma yakarma şiiri olan Münacat ile Peygamber (S.A.V)’i anlatma şiiri olan Naat, Uyar’ın elinde insan için kullanılmaktadır. Şairin dünyası ile ilgili olarak ipucu veren unsurlar bu kadarla da sınırlı değildir. Karışık Saatler’e (s.267) başlıklı şiire “soyluluğumu anımsıyorum” ifadesiyle giren şair, yine insancı bir bakışı sergilemektedir. Aynı şiirin son beytinde “intihar” duygusunun seçenek olarak sunulması da şairin dünyasıyla ilgili bir ipucudur. Su Yorumcuları’na-I (s.271) şiirine ise şair şu beyitle başlar: “ben ne güzel i....rim güneşe karşı / arkamda medrese duvarı önümda çarşı”. Genel  ahlâka aykırı düşen benzeri bir üslup Ürkek Irmaklar’a (s.279) şiirinde de vardır. Turgut Uyar’ın dünyasının daha net anlaşılması için okuyucuya işaret edebileceğimiz bir metin de ilk defa 1949’da yayımlanan Arz-ı Hal isimli kitaptaki aynı isimli şiiridir.

 

“Divan Öncesi Uyar Şiirinde Gelenek

Turgut Uyar’ın “Divan”ını ele almadan önce, onun önceki beş kitabını da araştırmak gerekmektedir. Bu eserlerde şairin Divan şiirinden şu veya bu şekilde yoğun bir faydalanma içinde olmadığını görüyoruz. Halk şiirinden faydalanış daha fazladır.

Arz-ı Hal’de Anonim Halk şiiri aktarmaları yapılır:

“Dimyata pirince giden misali”

                                   (Ölüme Dair Konuşmalar, s. 12)

“Bir yar  sever, onu da el alır gider...”

                                   (Bir Anadolu Vardır, s. 16)

Aynı türden aktarmaya Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda da rastlarız. Öteyi Beriyi Omuzluyorum (s. 66) başlıklı şiirde “tralalla” kelimesi tekerleme havası verir şiire.

Halk şiiri etkileri Türkiyem kitabında da görülür:

“Az gitsinler, uz gitsinler.” Ve “Dile benden ne dilersen” ifadeleri Turnam, Bir Ay Doğar Pasın’dan (s. 27) şiirinde geçmekte. Kitaba adını veren şiirde de benzeri öğeleri görürüz:

“Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde:

-Şu yalan dünyaya geldim geleli...”

 

“Ardahan’a varmışım yollar uzamış

Bel vermiş, yol vermemiş dağlar.

-Yüce Tanrı dört yanını bezemiş,

Beni yakan bir Konyalı kızimiş...” (s.19)

Turgut Uyar şiirinde gelenek incelemesi yaparken tespit ettiğimiz bir husus, onun Divan şiiri okumalarını Tütünler Islak’taki şiirleri yazarken yaptığıdır. Bu kitabında Divan şiiri etkilenmesi az da olsa görülür. Örneğin Çok Üşümek (s. 159)’de beyitler bulunmaktadır. Buna benzer bir durum Her Pazartesi kitabında daha çok yer tutmaktadır. Öndeyiş (s. 163), Ahd-i Atik (s. 175), Açıklamalar (s. 211) başlıklı şiirlerde klasik anlamda olmasa da, beyitler diğer nazım birimleri ile iç içe kullanılmış olarak karşımıza çıkar. Bu kitaptaki iki şiirin isimleri içinde “Gazel” kelimesinin kullanıldığını da görürüz: Her İki Adımda Bir Uygunsuzluğunu (Yalnızlığını) Algılayan Birisine Gazel (s. 245) ve Yaralı Olduğunu Sanan Birisinin Hüznüne Gazel (s. 246). Bu şiirlerin Gazel nazım şekli ile herhangi bir benzerliği ise sözkonusu değildir.

 

“Divan”da Şekil Oyunları ve Konu

Kaynakları ve dünyası ile Divan şiirinden kopuk olan Turgut Uyar’ın “Divan” kitabıyla kopardığı gürültü şekli bazı Divan şiiri benzerliklerinden kaynaklanmaktadır.

Buna rağmen daha ilk bakışta Divan şiiri geleneğinde bulunan “divan tertibi” ilkelerinden uzağa düştüğünü görürüz kitabın. Divan şiirinde bir divanın tertibi için belli bir usule riayet edilir. Buna göre tevhid, münacat, naat, kaside gibi şiirler baş kısma yazılır. Ardından gazeller kafiyelerinin elifba sırasına göre sıralanması yapılır. En sonunda muamma, şarkı, müfrütler, rübai, kıt’a, murabba, muhammes, müseddes, lügaz, vb. gibi şiirler ile tertip tamamlanır. (Tahir-ül Mevlevi, 1984:35) Turgut Uyar kitabına Münacat ve Naat ile başlarken bu geleneği göz  önünde bulundurmuş olabilir. Fakat devamını getirmemesi ve bu şiirlerde konu sapmasına gitmesi onu basitliğe düşürmektedir.

Tuncer Uçarol “Divan”daki şiirlerin sayısını 44 olarak duyurur. (Uyar-Nezir, 1985:72) Halbuki bu şiirlerin sayısı 48’dir. Uçarol’un “Divan” daki Rubai’leri tek şiir saydığı kanaatindeyiz.

“Divan”daki yaygın nazım birimi beyittir. 42 şiirde beyit ağırlığı kendisini gösterir. 5 Rubai ile müstezata yaklaşan birkaç şiiri de sayarsak kitabın şekli özellikleri hakkında bir miktar daha bilgi vermiş oluruz.

Kendisiyle yaptığı bir konuşmada Enver Ercan’a “söyleyeceğim şeyleri başka bir biçimde söyleyemezdim” diyen ve “o günlerde başka türlü” yazamadığını belirten şair (Uyar-Nezir 1985: 114), gelenekten faydalanmayı sadece şekil olarak algılamış gibidir. Hatta sadece o değil, çevresindekiler de gelenek denilince Divan şiirinin formatlarını kullanmayı anlamışlardır.

Peki, özden mahrum bu şekil oyununun “Divan”daki manzarası ne alemde? Yukarıda sayısını verdiğimiz şiirlerin klasik nazım tür ve şekilleriyle ilişkisi nasıl?

Kitabın ilk şiiri olan Münacat 14, ikinci şiiri Naat 5 beyitten oluşuyor. Kafiyelenişleriyle kasidede olduğu gibi (aa, ba, ca, da...) olan bu şiirler, kasidelerin ideal uzunluklarına ulaşamamaktadırlar. Ayrıca klasik kasidelerin nesib, tegazzül, medhiye, fahriye, dua gibi herhangi bir bölümüne dair ipuçları yoktur. Bu arada Münacat’ın 8. Ve 9. Beyitleri tırnak içinde verilmiş olup bir iktibas havası taşımakta ve kafiyelenişi bozmaktadırlar. Halka yönelinen Naat başlıklı şiir ise, bu haliyle güdük kalmış bir gazele benzemektedir.

18 beyitlik Sadabad’a Kaside (s. 296) şiirinde de geçerlidir. Sözkonusu durumlar. Bu şiir daha çok kasidelerin teşbib (nesib) bölümlerini andırır. Hatta:

“hazır bulunanların hepsi bahar mevsimini tanıdı

lale uzunboylu nazdan, gül kendi ismini tanıdı

 

su güneye yöneldi hazdan, çiçekle birlik aktılar

hazır bulunanlar pişmanlıkla kalubelasını tanıdı”

gibi beyitleriyle bir Bahariyye’yi görür gibi oluruz. Yalnız bu şiirde de önemli bir şekil bozma olayı bulunmaktadır: “Tanıdı” redifiyle başlayan şiirin redifi 7. Beyitte “kanadı”ya, son beyitte ise “tadı”ya dönüşüyor. Bomboş Bir Sayfaya Fahriye (s. 311) başlıklı şiirde ise övgü alışılmışın dışında olmakla beraber, şairin kendisinedir. Bu şiirde de iktibas havası verilen bir bölüm bulunmakta vekafiye bozulmaktadır. Metin sanki iç içe girmiş iki ayrı parçadan oluşturulmuştur.

“Divan”daki şiirlerin hiçbirisi “Gazel” olarak isimlendirilmese de, gazel formuna denk düşen şiirlerin sayısı oldukça fazladır. Bunlardan kafiyeşemasıyla (aa, xa, xa...) gazele benzeyenler şunlardır: Sulfata’ya (s. 261), İyimser BirSonuç’a (s. 264), İçeri Giren’e (s. 268), Dikilitaşlar’a (s.274), Bağırma’ya (s. 275), terleyen7e (s. 286), Susuzluk’a (s. 287), Ne değişir (s. 289), Meclis-i mebusan7a (s. 298), Bozkır Tayfasıdır (s. 303), Kıyıdaki Elma’ya Bir Ses (s. 304), Kışındır (s. 305), Çokluk Senindir (s. 308).

Gazel tarzına yaklaşan Yokuş Yol’a (s. 262), Biten bir yaz’a (s. 265), büyüyüp Giden Hüzün’e (s. 266), Karışık saatler7e (s. 267), Tükenen’e (s. 269), Sonsuz Biçim7e (s. 270), Su Yorumcuları’na-II (s. 272), Bir Oda Güneşi7ne (s. 282), Gece senindir (s. 308) başlıklı şiirler ilk beyitlerinde görülen kafiye sapmasıyla (kafiyeleniş aa şeklinde değil); Çağrılmış7a (s. 260) 3. Beyitte, Islak Çeltikler’e (s. 281) 4. Beyitte, delta’ya (s. 288) ilk ve son beyitlerde gazel formundan uzaklaşırlar. Gemi, Gemi (s. 309) başlıklı şiirde gazel formunu bozan unsurlar üç ayrı yerde farklı kafiyeli beyitlerin şiire yerleştirilmesi ve genel kafiyelenişi bozmasıdır. Kafiyesindeki sapma dışında Şurdan Burdan Hazırlanmaya (s. 263)  başlıklı şiir de klasik bir yapı gösterir. Su Yorumcuları-I (s. 271) vebaharı Bekleyen’e (280) şiirlerindeyse en sona eklenen tek başına bırakılmış birer mısra gazel tarzını bozar.

Klasik gazellere, bilindiği gibi, isim verilmez. Halbuki Uyar’ın gazele yaklaşan bu şiirlerin isimleri mevcuttur. Ayrıca, divan şiiri gazel tarzında şair mahlasını genellikle son beyitte açıklar. Uyar’ın böyle bir girişimi debulunmamaktadır.

Konu itibariyle Divan şiiri gazellerinde aşk, rindlik, tasavvuf, zahitlik, felsefi konular vb. ağırbaşlı bir şekilde, sınırları daha önceden çizilmiş kurallar çerçevesinde işlenir.  Klasik gazellerdeki bu görüntüyü Uyar’ın gazele benzetilen şiirlerinde tam tamına bulmamız mümkün değildir. Uyar’ın şiirlerini konu itibariyle sınırlamak zordur: bu durumu birkaç örnekle görmeye çalışalım:

“Muş-tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar”         (262/3)

“adına hatırlama dediğimiz o metal

parıltılıdır. Avcılık gibi bir şeylere karışır”    (282/1)

“karşılarım bir yanlış akşamı bir otobüs durağında

bir kadının paltosu bir adamın arzusu iyidir” (274/4)

“pederim bahriye tayfası hamidiye salgınında

öldü. Anam da öldü bense ta şurdan geldim”           (303/2)

Divan’daki şiirlerden Altı Parmaklı Çocuk’a (s. 273), Cahil beşir’e (s. 276) ve Ürkek ırmaklar’a (s. 278) başlıklı şiirler Turgut Uyar’ın müstezatları örnek alarak yazdığı şiirlerdir:

“benim odur inandığım yalnız denizse deniz

denizin yanı kışla

güzellik altı parmaklı çocuk kalkar gideriz

denizin yanı kışla

 

senle ben eskiyen bir paspas gibi biteriz

yağmurla yaşla

altıncı parmağımızı birgün keseriz

yağmurla yaşla

(...)”     (Altı Parmaklı Çocuk’a’dan)

 

Görüldüğü gibi, uzun birer mısrayı takip eden kısa mısralar her bölümde iki kez kullanılıyor. Müstezata benzetilen diğer iki şiirde ise uzun beyitlerle kısa beyitler art arda sıralanmış şekildedir:

“suya gittim, sulara gittim, aklım satırbaşında

sen kaç yaşındasın söyle bana, ay kaç yaşında

 

ay kaç yaşında

satırbaşında

 

(...)”                (Ürkek ırmaklar’a’dan)

 

Baharat Yolu (s. 291) başlıklı 48 beyitlik şiirde mesnevi nazım şeklini kullanan şair, Divan’da yer alan şiirlerinin ir kısmını Rubai (s. 290) adıyla yazmıştır. 5 şiirden oluşan bu şiirler, rubailerin ayırıcı özelliği olan vezinler bakımından çizgi dışına düşerler. Bilindiği gibi, rubailer aruzun belli 24 kalıbı ile yazılabilmektedir. Bunun gibi, kafiyeleniş bakımından da rubailerin belli bir ınırı vardır. Klasik rubailerin kafiyelenişi (aaxa veya aaaa) şeklindedir. Bu kurala uyan Turgut Uyar Rubaileri 1.3.ve 4.’südür. diğer ikisi ise (abba) şeklinde kafiyelenmiştir. Rubailerin gerektirdiği aşıkane ve arifane üslup ise Uyar’ın hiçbir rubai’sinde yoktur.

Bütün bunlardan sonra, Turgut Uyar “şekil olarak yöneldiği Divan şiirinden, kendi şiirine bazı ödünçler almış, bunları bozarak ve değiştirerek kullanmıştır. Klasik şekillerin bozulması yanısıra, onlarda işlenen konular da Uyar’ın Divan’ında yaklaşık olarak dahi yer almamıştır.

Onun bu bozma ve değiştirmeye, hatta sapmaya müracaat etme sebebi, kendisini zorlayan yakın geçmişin ve içinde bulunduğu şartların zorlaması olabileceği gibi, doruk noktaya ulaşan ve herşeyiyle estetik bir mükemmellik abidesi olan divan şiiri seviyesine ulaşamayacağını anlaması da olabilir.

Divan Kitabının İç Dünyası

Divan şiirinin asıl yüzü iç dünyası ile kendisini gösterir. Bu iç dünya “tenevvü”e (çeşitleme) dayalı bir mecazlar silsilesi ile kurulur.

Bu şiirde şairi zorlayan pek çok husus vardır. Nazım şekillerindeki kendinden taviz vermeyen tamlı ve olgunluk, duygu dünyasını çekip çeviren ve önceden sınırları çizilmiş olan mecazlar, sanatlar, mefhumlar ve mazmunlar dünyası bunlardan bazılarıdır. Divan şiirinde neyin neyle ilişkilendirileceği üç aşağı beş yukarı bellidir. Şairin elinde kalan sadece kelimedir. Kelimeyi öyle kullanmalıdır ki, hem söylenmemişi söylesin, hem de söylenmişe zeval gelmesin. Bu zordur. Pes edenin şairliği ortadan kalkacağı gibi, ulu orta davrananın şairliği de su götürecektir.

Bir Cumhuriyet şairi olarak Turgut Uyar’ın bu bilinçle Divan şiirine yöneldiğini varsaymak mümkün değildir. O, klasik şekillerde bozma ve değiştirmeye gitmiş olmakla belki kendisine bir rahatlık sağlamış, aklınca monotonluktan kurtulmuştur ama, onların mükemmelliğe götürücü  sözkonusu özelliklerinden de mahrum kalmıştır. Bu yüzden Uyar şiirinde Divan şiirinin “tenevvü”e dayalı mükemmelliğini göremeyiz. Şair hayallerdeki orijinalliği dar kalıplar içnde kalarak sağlamak, söylenmemişi bu sınırlar içinde söylemek yerine kolayı seçmiş, defineye ulaşmaktansa, dafine artıklarıyla yetinmek gibi bir durumu tercih etmiştir.

“Tenevvü”e dayalı bir soyutlama şiiri olan Divan şiirinin dışında kalan Uyar, pek tabii olarak çağının şiiriyle içli dışlıdır. İç dünyası itibariyle Divan’ın diğer uyar şiirlerinden farkı yoktur. İçinde bulunduğu İkinci Yeni hareketi için söylenilenlerden bir kısmı bu kitaptaki şiirler için de geçerlidir. Değiştirme, karıştırma, özgür çağrışım, anlamdan kaçma, akıl dışına yönelme, kapalılık (Bezirci, 1986:2-33) gibi duramlar Divan’a da zırh olmuştur. Böylece karmaşık, girift, çoğu defa birbiriyle ilişkisiz gözüken, öylesine bir araya getirilivermiş hissi veren kelimeler bambaşka bir dünya çıkarır karşımıza:

“karışıklık! Keçileri seviyorum tuz gibi

susuzlukta mı, söyle akmalarda mı bilmiyorum”       (267/3)

“elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku

suya gel kana gel bir yeni hasana gel”                                   (287/2)

şiir sanatında iç dünyayı ortaya koyan unsurların başında edebi sanatlar gelmektedir. Bu noktada sanatlara bakmamız gerekecektir.

Divan’a bu açıdan bakınca teşbih, tenasüp, teşhis, tekrir, nida, hüsn-i talil, telmiyh, tezad, istiare, cinas, tekrir, tecahül-i arif gibi söz ve mana sanatlarını kullandığını görebiliriz. Yalnız, bunların ortak bir hayal dünyasından kaynaklandığını ve kalıcı bir sanatlar silsilesi oluşturduğunu söylememiz zordur. Kullanıştaki fazlalıklarına göre sanatlardan örnekler verelim ve durumu daha açık görelim:

Teşbih:

“her yerlerim bir yaşlılık gibidir denizden

bulantım yanlışlıktan bir deniz tutmasıdır ölsün”      (261/2)

“benim sonsuz tirenim at başlı kedi” (263/3)

“saatler bir açık deniz gibi kimseden yana değil”     (268/2)

“aşklar telef olup gider sokak köpeği gibi”

                                                                                              (290/4. Rubai)

Tenasüp:

“kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere” (257/4)

“ipekler tel tel bir araya geldiler dokunmak üzere

lale nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere”          (259/1)

“sağlam dur ayakların ne güzel ey kimsesiz dönen askerden

işlemler tükenir hazır ol tükenir rahat ve alkış tükenir” (269/5)

Teşhis:

“gül aldı geldi hazdan yelpazesini tavşan ürktü”      (275/3)

“hazırladım hazıra durdum giydirdimgölgemi”                    (290/4. Rubai)

“artık kırda oluşan öfke tezgahta tüten mermi

girerler usul usul bir tüfeğin namlusuna”                   (310/3)

Hüsn-i ta’lil:

“ay batar, çünkü rüzgar bir menekşeye dönüşür, biliriz bunu

çünkü mavi gözlü ve deli sekiz kardeşin onuncusuyuz”       (272/3)

“o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden”              (287/3)

Telmih:

Şairin telmih olarak kullandığı unsur oldukça azdır. İki şiirde “hüseyin hasan” (286/3- 287/12,6,7), birer yerde “Celali” (294/5) “kanunuesasi”, “şair nedim” (298/1) “hamit” (299/4) “meşrutiyet”, “otuzbir mart” (299/5) kelimeleriyle geçmişe ait hatırlatmalarda bulunur. Bir örnek:

“hüseyinin hasanın ateşini bir humma gibi duyup

bör çöl susuzluğunu ve aşkı anar gibi terleyen”                    (286/4)

Tezat:

“kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok

ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam”   (281/2)

“andın gizli kapaklı bir yüzyıldır sürüyor

gizlisin güçlüsün, kar altında bahar gibi terleyen”     (286/2)

Mübalağa:

“bu aşkın ölümdür kafiyesi dağlara filan denk gelir”           (288/5)

Genel bir bilgi vermesi için sıraladığımız, örneklerini verdiğimiz bu sanatların yanısıra, istifham, nida, tekrir, alliterasyon gibi sanatlara da sıkça rastlanır.

 

Divan Kitabının Ahengi

Şiirde ahenk önemli bir unsurdur. Ritim ve armoni ahengi sağlayan iki unsurdur. Ritim şiirin dış musikisi ile ilgili bir anlamı ihtiva eder. Vezin, kafiye ve redif ritim kapsamındadır. Armoni ise şiirdeki iç ses yoğunluklarını anlatır. Assonans, aleterasyon ve diğer tekrarlar bu kategoride değerlendirilir.

Divan şiirinde sözün beliğ olmasına dikkat edildiği kadar, fasih olmasına da büyük önem verilirdi. Bu önem, şairlerin kelime seçimlerinde çok dikkatli olmalarını, kelimeleri yerli yerinde kullanmalarını sağlamıştır. Bunun içindir ki, Divan şiirinin şaheserleri anlam, ahenk ve söyleyiş yönleriyle sarsılmaz niteliktedir.

Torgut Uyar’ın Divan’ını şekil yönünden ele alırken, vezne dayalı köklü bir özelliğin görülmediğini belirtmiştik. Fakat bu şiirde kafiye ve redif önemli bir yer tutmaktadır. Şu dil unsurları düzenli veya düzensiz, Divan’daki şiirlerin redifleridir: “üzere”, “çağrılmış”, “ölsün”, “yeter”, “kalır”, “olmadı ben anamı isterim”, “gider”, “bilmiyorum”, “tükenir”, “karşı”, “iyidir”, “sudur” “karışır”, “terleyen”, “gel”, “değişir”, “kanadı”, “kanadı”, “geldim”,  “o sıra”, “gecenin”, “senindir”.

Bu arada pek çok şiir, ismini redifinden almıştır: Çağrılmış’a (s. 260), Tükenen’e (s. 269), Terleyen (s. 285), Ne değişir (s. 289), Gecenindir (s. 306), Çokluk Senindir (s. 308)

Ses yönü oldukça güçlü olan Divan’daki şiirlerde zengin ve tam kafiyeler sık sık kullanılır:

Zengin Kafiye:

“birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri

gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri    (s. 257/1)

 

Tam Kafiye

“işte ben buna aşk derim herkes durur

sonsuzluğun and’ı durur son ses durur”        (283/1)

Kafiye açısından divan şiiri ile uyum içinde olan bu şiirlerde iç ahenk de sağlamdır. Tekrir, aliterasyon ve asonans sanatları şair tarafından ustalıkla kullanılmıştır:

ah büyük tarla, ah büyük deniz, ah büyük çılgı, bil!

Senin en son alacağın biçimin sabırlı yontucusuyuz”           (272/4)

“kuzu Beşir, pamuk Beşir, hemşeri Beşir

ağlama Beşir, dur Beşir, ağlama alnın kırışır                     (276/7)

“sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz”       (280/10)

nasıl güzel nasıl diri bir çiçek

dipdiri adamlardan biri bir çiçek                           (284/2)

 

Divan’ın Kelime Dünyası ve Gelenek

Divan’ın kelime dünyasını ele almamızın ebebi, Dvan şiiri ve bu şiirin dünyası ile ortak kelimeleri kullanıp kullanmadığını araştırmaktır. Genel olarak şairin yaşadığı dönemin Türkçesinden seçilen kelimelerden oluşturulan Divan’da önceki dönemi, yani Divan şiirini  ve dünyasını  çağrıştıran kelimeler de vardır. Bunların bir kısmını daha önce anmıştık. Burada tamanını zikretmekte fayda görüyoruz: Münacat (s. 257), Naat (s. 259), padişahlar (s. 262), camiler (s. 269), saki (s. 280), teşrinievvel (s. 284), okka (s. 285), hüseyn hasan (s. 287), Rubai (s. 290), Baharat Yolu (s. 292), anber (s. 291), misk (s. 291), fetihler çağı (s. 292), celali (s. 294), Sadabad’a Kaside (s. 296), kalubela (s. 296), Salihat-ı nisvan (s. 299), mevlutlar (s. 300), Fahriye (s. 311).

“Divan” da Halk Şiiri Geleneği

Uyar’ın Dievan’ında az da olsa Halk edebiyatı etkileri vardır. Bu etkiler hece vezni dönüştürmeleri, söyleyiş olarak faydalanma şeklinde bir şiirde görünürken, bir ibaşka şiirde de atasözü aktarımı ve bir türküden iktibas etme şeklinde kendisini gösterir. Örneğin, Ürkek Irmaklar’a (s. 278) isimli şiirden aldığımız şu parçalarda hece vezninin 7’li veya 8’li birleşimleri kullanılır:

“büyük şehirde durururm/farkeder şaşkın olurum” 8+8

“aklım başıma gelir/bir kıyıya inince” 7+7

“sular toprağa dökülür/otlar donanır serpilir”8+8

“benim adım tavuskuşu/ne yazı bilirim ne kışı”8+8

Bu alıntılarda söyleyiş olarak da halk şiirine yaklaşıldığını farketmek zor olmasa gerek.

Baharı Bekleyen’e (s. 280) şiirinde ise şair “su uyur düşman uyumaz” atasözü ile bir halk türküsünden esinlenilmiş “fincanı taştan oyarlar içine bade mi koyarlar” mısrağını kullanmaktadır.

 

 

Divan’dan Sonraki Turgut Uyar Şiirinde Gelenek

Turgut Uyar Divan’dan sonra üç kitap daha yayımladı: Toplandılar (1974), Kayayı Delen İncir (1982), Dün Yok Mu (1984).

Bu kitaplarda gerek Divan, gerekse Halk şiiri etkileri yok denecek kadar azdır.

Toplandılar’da yer alan Hayri Bey (s. 348), Elli İki Hane (s. 354) ve Bir Süreğen İlkbahar (s. 399) başlıklı şiirlerde halk şiiri etkileri görülür. Birincisinde şiirin çeşitli kısımlarına yerleştirilen dörtlükler bu etkiyi yansıtırken, ikinci şiirde “oy farfara farfara / ateş düştü şalvara” şeklindeki türkü sözü yer almaktadır. Üçüncü şiirde de çeşitli türkülerden alıntılar dikkat çeker.

Aynı kitapta yer alan Yanık Tarlalara (s. 356)  başlıklı şiirin baş kısmında ise beyitler bulunmaktadır.

Kayayı Delen İncir’de yer alan Gülün Kanından (s. 470) şiirinde de beyitler önemli yer tutar. Fakat her iki şiirde de klasik beyit anlayışı değildir sözkonusu olan.

Uyar’ın şiirlerinde görülen gelenek etkileri bu kadardır.

Sonuç:

Bütün bu tespitlerden ysonra, Turgut Uyar’ın gelenekle ilgisinin eğreti bir konum arzettiğini söyleyebiliriz. O gerçek bir gelenek kaygısı gütmekten ziyade, muzip bir oyun peşine düşmüş, bir defasına örnek aldığı Divan şiirini yeterince incelemediğinden olsa gerek belli bir sonuca da varamamıştır.

 

KAYNAKÇA:

Ayvazoğlu, Beşir, İslam Estetiği ve İnsan, Çağ Yayınları, İst., 1989.

Bezirci, Asım, İkinci Yeni Olayı, Su Yayınevi, 2. Baskı, İst., 1986.

Eliot, T.S. Edebiyat Üzerine Makaleler (Çev: Sevim Kantarcıoğlu), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ank., 1983.

Eroğlu, Ebubekir, yirmidört Şiir, İz yayıncılık, İst., 1991.

Kahraman, Mehmet, Divan Edebiyatı Üzerine Tartışmalar, Beyan Yayınları, İst., 1996

tahir’ül-Mevlevi, Edebiyat Lügatı, Enderun Kitabevi, 2. Baskı, İst., 1984.

Uyar, Tomris- Nezir, Seyyit, Turgut Uyar/Sonsuz ve Öbürü, Broy Yayınları, İst., 1985.

Uyar, Turgut, Büyük Saat, Can Yayınları, İst., 1984.

(Bu yazının ilk hali Kültür Dünyası dergisinde “Turgut Uyar, Geleneğin Neresinde?” başlığı ile –S. 4, Ağustos 1997, s. 24-29- yayımlanmıştır.)

22 Ağustos 2020 Cumartesi

NASILSINIZ?

31

 

ser-

şiir...

cumhurda gözümüz yok! sus!

biz kendi hamurumuzla yoğruluruz

çünkü oynarız istediğimizi

ve oynadığımız oyun bize mahsus!

...dedikçe kahpe bir ağız

diyeceğiz oyna ey kucak dolduran!

çekip gittiğimiz zaman kendisine

mart otuz bir isyanları uyduran!

al yine ve bağır bangır bangır

çağır köhne bir ışık

kamera mikrofon sahne

çoktur bunlar elinde binlerce

geçip giden şu ses gibi

rap rap da rap rap: hepsi

senindir seninledir ve bir de

yakar bizleri

ikisi

ve ikizleri

gün-

aydın

doğanın içleri

ve piliçleri...

 

Likâ Edebiyat, S. 31 (15 Eylül 2001), s. 1


 

19 Ağustos 2020 Çarşamba

NASILSINIZ?

 30

çeşmelere eğiliyoruz su içmeye çeşmelere
alnımızı dayayıp yosun tutmuş taşlarına
ağarıp duran güneşe karşı sabaha karşı
her yer çarşı her yer çarşı çarşı

eğiliyoruz su içmeye çeşmelere su içmeye
tutup elimizi billûr akışlara aman
soylu bir türküyü söyleyip bir türküyü
yeriyoruz neyi mi elbet küfrü elbet küfrü

su içmeye eğiliyoruz su içmeye çeşmelere
girip gidip su içine yitip gidip su içinde
ergenleşen bedenlerle tinler ile ter ü taze
ne yapıyoruz böyle ne yapıyoruz ne

çeşmelere eğiliyoruz yine yine çeşmelere
gidiyoruz su kaynağına durur muyuz hiç
bıkmazız usanmazız ölümsüz bir sabırla
su içmeye su içmeye su içmeye su iç-!

Likâ Edebiyat, S. 30 (15 Temmuz 2001), s. 1


17 Ağustos 2020 Pazartesi

İLHAN BERK'İN DÜNYAYI TERKİ...

Gerçekten ünlü bir şair olan İlhan Berk 28 Ağustos günü bu dünyayı terk etti. Pek çok sevenince dile getirilen bir ifadeyi müteveffa için biz de söyleyeceğiz: “Yeri ışıklarla dolsun!”

İlhan Berk veya bir başkası, bir insanın, hatta bir canlının ölümü çeşitli hallere sevkeder insanı. Farklı ibretler alırız. Dünya ve ahiret hayatı üzerine tefekkür ederiz. Ölümün hak oluşuna, her nefsin bu ânı tadacağına tekrardan kâni oluruz.  Ayrıca, ölüm meleğine teslim olan Müslüman’ı hayırla yâd ederiz.

Nitekim, yenilerde Allah’a uğurladığımız Dilaver Cebeci, Erdem Bayazıt gibi üstad şairlerimiz ile yaşadık bu süreci.

***

Eğer bu dünyayı terk eden kişi bir âlim, fikir adamı, sanatçı, edebiyatçı ise, onun ölümünden sonra yazılan çizilenler önemlidir. Kişiliği, dünyası, kaynakları, eserleri, vb. titiz tetkiklere çerçevesinde dikkatlere sunulur.

Fakat bu böyle olmuyor. Genellikle körün fili tarifine benzer bir tutumla, ölü, bir yerlerinden tutuluyor ve sadece ‘tutulan kısım’dan ibaretmiş gibi gösteriliyor.

Böylece ölenin popüler kimliğinden sanki bir ‘artı değer’ elde edinilmiş oluyor.

Tabii kimi zaman da ‘geyik’ tabir edilen ‘hikayeler’ çıkıyor ortaya; ne ayıp.

İlhan Berk’in ölümünden sonra sergilenenler arasından seçebiliriz belirtmeye çalıştıklarımızın örneklerini:

Bazıları müteveffanın şiirini Hıristiyan mitolojisinin bir parçası olarak göstermenin yahut İstanbul’un “Bizans” dönemiyle ilgili satırlarını gündeme getirmenin yolunu tuttu.  Bu kanaate sahip olanların dayanakları arasında herhangi bir araştırmaya dayalı veri yoktu; birkaç şiir dizesi, hatta sadece İlhan Berk’in “Saint-Antoine'in Güvercinleri” manzumesi...

Bir başkası, onu resmî bir çizgi haline dönüştürüyor ve şöyle diyordu. “Cumhuriyet'in başlangıcı olan bir hayat, onun başlangıcı öncesi yeşeren bir hayattı o.” diye yazdı.

Cumhuriyet yazarı Oktay Akbal ise İlhan Berk ile olan hatıralarını anlattı ve Marks’tan sonra ikinci “Manifest”i İlhan Berk’in yazdığını söyleyerek şairi maksizm’e uçurdu.

Bir şair (Halim Şafak) internette cereyan eden taziye trafiğine tepki göstererek “İlhan Berk’in mail adresi var mıydı?” diye sordu ve tepkiler aldı.

 Bazı dedikodu gazeteleri, İlhan Berk’in ölümü üzerine yaptıkları haberlerde, onunla 10 yıllık tanışıklığı olan bir müteşaireden “sevgilisi” diye söz etti. Haberde kullanılan bu ifade ahlak dışı bulunduğundan tepkiyle karşılandı.

 

Beri tarafta, muhafazakâr bazı sahiplenmelere de şahit olduk.

TYB’den Ahmet Fidan, Strazburg’a davet ettikleri İlhan Berk ile ilgili hatıralarından, özellikle Fransızca bilgisinden bahsettiler.

Sadık Yalsızuçanlar, Zaman gazetesinde İlhan Berk’in bir şiirini facia derecesinde ve şöyle yorumladı: “'Sen' derken kime sesleniyordu bilmiyorum. Allah'a mı, Efendimiz'e mi, bir bilgeye mi, bir azize mi, sevgiliye mi, yoksa tümüne birden mi veya hiç kimseye mi, boşluğa mı, göğe mi, sadece ruhuna mı? Ruhuna seslenince insan her şeye seslenmiş olur mu? Yeni vakitler nedir? Bu zamanlardan yeni bir vakte çıkma isteği nedendir? Bu soruların cevabı vardır mutlaka ama bilmek güçtür. Çünkü, şiir, insanla Allah arasında bir sırdır.”

Gazetemizden Kâmil Eşfak Berki’nin (1.9.2008) yazısı da yukarıdaki satırlara yaklaşıyordu: “İlhan Berk varoluşunu kendi yeteneğine sadık kalarak anlamlandırmış, bir şair olduğunun bilincinde bir şairdi. Şâirin ilâhi ve evrensel konumuna inanmış ve onu yaşayan bir ozandı.”

Bu tarz yazıların sonu gelmeyeceğe benziyor. İlhan Berk üzerinden, gördüğümüz cinsten kerametler icad edecekler. Bu yüzden, geçelim faslı…

***

Bir İkinci Yeni Şiiri (ve İlhan Berk) mütehassısı (Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri –Kültür Bakanlığı Yay., 2002- adlı kitabın yazarı) olarak İlhan Berk hakkında yazılıp söylenen bu ifadeler bana farklı duygular yaşattı. Kimisine üzüldüm, kimisine güldüm.

Böylesi bir durumda, kültür piyasasında yaşanan kafa karışıklığını bir kat daha artırmak yoluna girilebilir ve bundan bir oyun hazzı alınabilirdi. Nitekim İlhan Berk’in “İstanbul” kitabının ikinci baskısına girebilmiş olan “Müslümanlar” şiirini alıp bir beyitlik “zeyl” de ekleyerek konuyla ilgilenen elektronik ortamlara gönderdim. Adları şurda kalsın, çoğu soldan eğikleşmiş bu gruplarda sansür kurumu işletilmiş, grup içi dağıtım yapılmamıştı. Sanırım İlhan Berk’in bu şiirinden haberdar değillerdi. Bir ihtimal, bizim “Müslümanlar” şiiri vasıtasıyla müteveffayı İslamlaştırdığımız hissine kapılmışlardı. Oysa, yoktu böyle bir şey. İşin acı tarafı, beri taraftaki muhafazakâr şair yazar takımı arasında da, İlhan Berk’te küçük mistik unsurlar bulanlar vardı ve onu bu yüzden cennetle müjdelemekteydiler…

Şimdi, bu dünyaya veda etmiş İlhan Berk’in kâinatı ve kaynakları üzerine toparlayıcı birkaç cümle kuralım: Körlerin tuttuğu noktalar doğrudur, zira İlhan Berk’te her birisi vardır. Eski Yunan, Latin, Çin, Hind medeniyetlerinden alınmış unsurlar… Başta İncil olmak üzere farklı dinlere ait kaynaklara yapılmış atıflar, eskizler… Kültür ve edebiyat tarihlerinden devşirilmiş satırlar… Kuştan, börtüden, böcekten, ormandan, ağaçtan, çiçekten derlenmiş ilhamlar… Hayatın türlü hallerinden kesitler… Bütün bunlardan yola çıkmış, esinlenmiş ve çok kaynaklı bir edebiyat yapmıştır İlhan Berk.

Peki, İlhan Berk’in Müslümanlara hitabeden kaynaklarla arası nasıldı? Doğruya doğru, yazımızın asıl konusu buydu ve maalesef sütun doldu.

(Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2008 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır. İşbu yazıya ulaşmak için şu linki tıklayınız. Ayrıca bu metni İlhan Berk'in Haşeması adlı kitabımdan okuyabilirsiniz.)



11 Ağustos 2020 Salı

YAS YAZ

Heine'ik ihtiyatlar topladık yeğnimize
Gitmeyelim diye çatal yolların tehlikesine
Korkudan ıtırlar endişeden çürüyükler
Olağan şüpheler derledik derin tarihimize

Çok arkadaş ektik toprak süslendi bizle
İnce işler çıkardık sorgu meleklerine
Yazı yas diye çağıran şair-i sürç-i lisan
Boy atacaktır arka bahçeler şenliğimizde

İşte şu yokuş devlet mezarlığına çıkar
Kavşakta ağzından sular fışkırtan balıklar

Ankara, 12 Ağustos 2020

Bu şiiri sesli dinlemek için tıklayınız.


BirNokta Dergisi, S. 224 (Eylül 2020), s. 10.