6 Ağustos 2020 Perşembe

ŞİİRDEN GÜNLER-1

Balıkesir, 14 Ağustos 1983, Çılgın Nar Ağacı'ndan

 

Kitabın adına aldandım. İyi ki aldanmışım. Aynı adı taşıyan şiiri okumak bile bu kitaptan hayat kurtarır. 1979'da Nobel'i alınca dünyaya yayılmış Elitis'in. Oysa 1912 doğumlu şair 30'lu uçuş duyurmuş Yunanistan'da adını. 

Çılgın Nar Ağacı (Adam Yay., İst., 1983, 93 vd.) 'nı Cevat Çapan çevirmiş. Şairin bu isimde bir kitabı yokmuş aslında. Çapan, onun farklı kitaplarından bir derleme yapıp çevirmiş. Bu derlemede dediğim gibi, Çılgın Nar Ağacı şiiri her şey. İşte o her şey olan şiirde kişileştirmek Bir nar ağacı ile karşılaşırız. Şair ikinci çoğul şahıslara o çılgın kahramanı takdim ediyor. O kahraman kimi zaman zafer sevinçlerine renk kazandırıyor, kimileyin sarışın kızların kollarında çimen oluyor. UN Bulutlu göklerle savaşırken, ölümsüz Günesin bin bir rengine bürünürken, kaçmaya kalkışan bir Atin yelesine birleşmiş olarak, deniz dalgalarının içinde çırpınan gemilerin Sancisi halinde, hemen bütün tehlikelere açık bir çöplük, yerde deyim yerindeyse, bazı yerlerde. 

Bana sorarsanız bu şiiri şair Türkçe'de söyleseydi, ancak bu şekilde söylerdi. Cevat Çapan'ın başarısı olsa gerek bu:

"Başı taa havalarda, ışıyan ve övünen mor salkımlarla,

Tehlikelere açık, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,

Dünyanın ort yerinde şeytanın fırtınasını ışıkla parçalayan,

Ve günün, üzeri türkülerle işli sırmalı örtüsünü

Boydan boya yayan, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı,

Günün ipek giysilerinden bir anda soyunup kurtulan?"

Kitapta beğendiğime dair mim koyduğum birkaç şiir daha var: "Ayvalar Üzerinde Esen Bu Aylak Rüzgâr" (s. 40) "Dizi Sıyrılan Çocuk" (s. 36), "Bütün Gün Kırlarda Dolaştık" (s. 42)... 

Çılgın Nar Ağacı'nın 49. sayfasında "Arnavutluk Cephesinde Ölen Teğmene Ağıt" başlıklı uzun bir metin var. Şimdi oradayım. Elitis modern zamanların Homeros'luğuna soyunmuş gibi. Ama işi galiba zor. Gerçi benim de bu bahiste bir saptama yapmam için erken. Bir okuyayım bakalım. 

 

 

İzmir, 19 Haziran 1985, Jean Follain'in kitabını okumadan önce...

 

Jean Follain'in şiirlerinden seçilerek hazırlanmış bir kitabı satın aldım bugün. Gürhan Tümer'in Fransızca'dan çevirerek Varolmak ve Topraklar (Yazko Yay., İst., 1985, 68 s.) adıyla hazırladığı kitabı Yazko yayımlamış. Yazko'nun işleri kötüye gidiyor anlaşılan. Baskı kalitesi iyice düşmüş. 

Varolmak ve Topraklar'ı şöyle bir karıştırma fırsatım oldu. Henri Thomas tarafından bir önsöz metni var başta. Oldukça kısa. Tamamı daha uzun olmalı. Şöyle tanıtmış Thomas şairi: "Lirik yanılsamayı yadsımak, zaman içinde bi tutanak bulamayan insanın bunalımını günlük dille yenmek, işte Jean Follain'in amacı budur..." 

Kitaptan üç şiiri de okudum: Gölge Yerler (s. 26), Okul ve Doğa (s. 37), "Öğrencilerin Köpeği" (s. 64)... Küçük, lirik metinler. Şimdilik bu kadar. 

Sahi, bu kitabın künye sayfasına düştüğüm şu notu da paylaşayım. Acaba bir şiir olur mu günün birinde?

"aşkların bir otobüs biletinde taşındığı

fırçaların atıldığı bir günde

kendi kendine

kavaklara çıkıyordun

aldın bu kitabı

kutsaldır yüreğin"

İzmir, 8 Ocak 1986, Suat Vardal'ın Yorulur Ölümlü Gözleri'nden...

 

Bugün harçlığımın mühim bir kısmıyla (250 TL) aldım Yorulur Ölümlü Gözleri (Yeni Türkü Yay. İst., 1983, 66 s.)'ni Suat Vardal'ın. Bugün aldım ve tamamını okudum. Neşe Erdok'un desenleriyle bezeli kitapta takılıp kaldığım bazı şiirler: "Senle Yaşlanmak İsterim" (s. 18), "Takılsın Saçlarına" (s. 49), "Dedem Geliyor Batum'dan" (s. 60)... 

 

Sonuncusundan bir bölüm:

 

"dedem geliyor karşıdan

atının üstünde bitkin

ağzında karmakarışık şarkısı

 

dedem geliyor 

atının üstünde terli

kemiklerinde tifüs

 

yüreği arada durduruyor onu

şarkısını kesiyor kayalara vurup

toprak yola savrulan denizde uzaklaşıyor gözleri

sırılsıklam mintanından göğsüne işliyor serpintiler

 

..."

Temmuz Bildirisi, 19 Temmuz 1985, İzmir...

 

Hasan Hüseyin (Korkmazgil)'den okuduğum dördüncü kitap olmalı Temmuz Bildirisi (Bilgi Yay., 4. Bas., Ank., 1984, 108 s.). 10 Temmuz'da aldığım bu kitabı bugün bitirdim. Şair Temmuz Bildirisi'ne bir önsözle başlamış. İlk baskısı 1965'te yapılan kitabını niçin uzun süre (1972'ye kadar) yayımlayamadığını açıklıyor. Suçu kendisinde bulmuş. Böyledir, şairler suçu kendilerine çekerler. Ardından ilk baskıyla ikinci baskı arasındaki farkları da sıralamış Korkmazgil. Sanırım elimdeki bu dördüncü baskıda da ikincisinde dikkate aldıklarına sadık kalmış. Önsözden anlaşılan bu. 

Temmuz Bildirisi'nden bazı şiirlerin isimlerini işaretlemişim okuma sürecim boyunca. Davullu Ninni, Zaman Uğultusu, Dinamit Kahkahası, Kaşları Çatık Mavi, Koskoslu Piramit... Başlıklar ilginç geldi, bu yüzden koydum işaretleri. Bir de bazı dizelerin, bazı bölümlerin altına, üstüne, yanına çizikler atmışım. Bunların tamamını paylaşmak belki fazla gelir. Bir kısmını yazarak helalleşelim:

 

"yoksa çok ölürsünüz

yalvaçça noktalıyorum çok ölürsünüz

bu bardak taşar birgün - çok ölürsünüz

sosyalist köşebaşlarında bizanslı orospular

köstebek yuvalarında jet gölgeleri

alfabelerde hırsızpolis

yâni çok ölürsünüz - yıkayın kirlileri

ışıklarla oynamayın çok ölürsünüz

kalmayın bu yönlerde - çok ölürsünüz" (Kirlileri Yıkamak, s. 13)

 

"seni çeşmeler gibi şarkılara dağıtıyorum

renklere katıyorum seni, uysal biçimlerden alıp

kısraklara çiziyorum kavga arafesi günlere" (Birinci Kaçış, s. 30)

 

"yine ağustos gelse elele versek

sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan

yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek

güneşin bahçeleri emzirdiği saatta

susamışlar aşkına, kandın diye

uzun uzun öpüşsek" (Ağustos Şiiri, s. 37)

 

"bak yine barut gibiyim sanki kurultaydayım

sanki kulaklarımda sömürge sinekleri

oysa sivas çarşısındayım gözlerime yağmur yağıyor

namlular yılansırtı meneviş.

sen bir hüzzam makamından akşama bakıyorsun

menekşe gözlerinde uzak bir acının ince buğusu

külrengi bir tango seni uykulara çekiyor

ya bir roman kahramanısın ya da bir paris yolcusu" (Sivas Sabahı, s. 67)

 

"akşmın en güze saatında gelin

elüear getirin malro getirin şarap getirin

bir tek karanfil getirin yarıaçmış

dilsiz çocukların gözlerini getirin

çırak ahmet'e gidelim kolkola" (Çırak Ahmet, s. 88)

 

"masala da masalı da masallı

enim yârim masalgülü gülücük" (Koskoslu Piramit, s. 105)

Temmuz Bildirisi'nin sayfalarında başka kayıtlarım da var. Hasan Hüseyin'in "Bütün Şiirleri" listesi var mesela, kitabın sonunda. Bu listeden Temmuz Bildirisi dışında üç kitabı daha okuduğumu yanlarına çarpı işareti koyarak belirledim. Filizkıran Fırtınası, Işıklarla Oynamayın, Kavel. Bunlardan sonra sıra hangisinde olacak acaba?  

Kitabın son sayfasına ise iki küçük manzum metin yazdım, birkaç gün önce, bana aittir. İlki şöyle:

 

"çocuk!

kemeraltı'ndan oyuncak 

bir bebek almıyorsun ki, 

başkalarının beğenisini sorarsın!"

-----

 

Bu da ikincisi:

 

".....................

bir uçup bir konacak

kitap kitap konacak"

 

 

İzmir, 15 Ağustos 1987, Şiire Bağımlılık Hâli...

 

Bağımlı Şiir (Broy Yay., 1986, 59 s.) kitabını elime aldım Ali Cengizkan'ın, tek celsede canına okudum. 10 parçadan oluşan uzun bir şiir. Şiir, evet. Ama biraz öykü, biraz tiyatro ayrıca.  Öyküleyici bir anlatım, yer yer diyaloglarla ilerliyor. Şiirselliği bozmadan. Üstelik buna söylevci bir edayı da ekleyerek. 

Metin dağ, deniz ve geceyle çevrili kırsal bir yurt coğrafyasında dikkatlere sunulan bir genç adam anlatımıyla başlıyor. Bu şair olmalı. Memleket sorunlarından bunalan şair kendisini buraya atmalı. Bu yönüyle çağdaş zamanlara gelip yerleşmiş bir Mehmet Akif var karşımızda. Tabii onun "Bülbül" şiirinin girişindeki haliyle:

 

"Bütün gün kırlarında dolaştım yurdumun

oynak tepelerinde, ayartıcı ovalarında." (s. 11)

 

Sonra bir çocuk girer görüntüye. O, bağımlılığı taşır gündeme. Farklı bağımlılık hallerine atıflar. Şiire, hayata, kadına, özgürlüğe, küçüklü büyüklü şeylere. Cengizkan, özellikle halkı rencide ettiğini düşündüğü şeyleri alır eline: Bankalar, bonolar, tahviller, gayrimenkuller, mülkler... 

Bağımlı şiir çatışmalarla örülü bir metin. Bağımlılık ile bağımsızlık, akıl ile kalp, gece ile gündüz, zorunluluk ile rastlantı, hiçlik ile gerçeklik, aşk ile ayrılık, baba ile babasızlık, annesizlikle herşeysizlik... Kitaptan bir bölüm:

 

"Babamı gördün mü şair amca?

 

Babam hep en iyileri verirdi bana: Kalemlerin

En kalınını, misketlerin

En telaşlısını, uçurtmaların

En ağır yükselenini, dondurmaların

En donmuşunu, tatlılaın

En kadayıfını, sokakların

En az araba geçenini, topların

En yükseğe çıkanını, kuşların

En iyi uçanını... (Babam

öten kuş beslememe karşıydı da.)" (s. 30)

Bağımlı şiirde hayata ait sert realitelerdir bir de önemli olan. Bir sebepten 'kusur'lanan genç kızlar, toplumsal bencillikler, halkını sevmekten suçlananlar, fabrikada çalışan işçiler, işsizler, ömründe bir kez dahi futbol maçına gidememişler, edilgenleşmiş şahsiyetler... 

Edilgenleşmişler arasında şairi de sayabilir miyiz? Evet demek istemiyorum bu soruya ama biraz da öyle görünüyor: 

 

"Bütün gün kırlarında dolaştım senin

Yurdum; acılı koyakların, aşşağılık derelerin, vadilerin

Toprağını kaplamış baştanbaşa yabanıllar

Çünkü neyle beslendi onlar, ben bilirim." (s. 56)

 

Kitabın sonuna düşülen bir not metnin yazılış gerekçesi hakkında bilgi veriyor: "Ankara, 28 Eylül-28 Ekim 1980". Yani bir 12 Eylül mağduru bir şairin metniydi bugün okuduğum.

 

Konak, 26 Kasım 1983, Rüzgâra Yazılıdır...

 

Özdemir İnce'nin şiir kitabı elimde. Rüzgâra Yazılıdır (Cem Yay., İst., 1979, 78 s.) çevirmen bir şairin kitabı. Çevirmenliği Özdemir İnce'ye dünya şiirini tanıma fırsatı sağlıyor. Avantaj kabul edilebilir. Dezavantajı ise kendi sesini bulamama tehlikesi. Yerli dil, anadili. Bunu Rüzgâra Yazılıdır'da belirlemek mümkün olmayabilir. Kargı, Tutanaklar, Kiraz Zamanı, Karşı Yazgı, Elmanın Tarihi, Kentler gibi, daha önceki kitaplarına, bu yıl yayımlanan ve benim kendisinde Yunus Emre sesi bulduğum (belki adından da mülhem olarak) Yedi Deryalar Geçsen'e filan bakmak gerekir.  

İnce, Paul Nizan ve René Char'dan alınmış epigraflarla başlıyor kitabına. "Şiir Sanatı" (s. 7) adlı ilk şiirini Alain Bosquet'ye ithaf etmiş. Kitapta Yannis Ritsos'a, Dostoyevski'ye, Jorge Semprun'a, Federico Sanchez'e, Nedajda Mandelstam'a, Ossip Mandelstam'a atıflar var. Ayrıca mitolojik kahramanlara... 

Yannis Ritsos'a on iki şiir hediye etmiş Özdemir İnce. Yetmişikinci doğum gününü böyle kutlamış Ritsos'un. Ritsos'a hediye edilenlerin ve hatta kitabın son metni olan "Önsöz"den bir alıntı: 

 

"Bazan bir sözcük arar ozan, bekler,

bir anahtar sözcük, başarmak için şiire,

bir görüntü bazan, bir ses, bir koku,

bazan da bir şey, bir devinim izi."

Özdemir İnce'nin poetikasıyla ilgili veriler sunuyor üstteki dörtlük. Bundan ve kitabın tamamından yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Basitlikleri, sıradanlıkları şiir diline aktarmak hususunda bir ustalığı var İnce'nin. Buna şiir dili demek ne kadar doğru bilmiyorum. Günlük dil ile de ilişkili bir yönü var sanki bu tarzın. İşte "Yannis Ritsos'un Mektubu" başlıklı metnin girişi: 

"Yannis Ritsos'tan bir mektup geldi bugün;

açık sarı kâğıda siyah mürekkeple yazılmış,

el veren bir yetki belgesi -bana-,

bir duyuru sulara, otlara, dağlara,

bir ferman ceylan derisine yazılmış,

bir yüreğin giriş kapısında bir tuğra!"

 

Dikkat edilirse burada dördüncü ve altıncı dizelere şiir sanatının gereklilikleri yansıtılmış. Geride kalan dizeler ise bence bir günlük konuşma dili örneği. İkisini birbirinden ister istemez ayırmamız gerekir.


(İlk kez İtibar dergisinin Eylül 2014 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: