Geleneğin Dünyası
Bir toplumun zaman içerisinde oluşturduğu kültür
birikimi ile ortaya çıkan herşeye gelenek (an’ane) diyoruz. Bu ifadeden de
anlaşılacağı üzere, gelenek sosyolojik bir anlamı ihtiva ediyor. Dolayısıyla
bireyin ve toplumun bütün yönlerini etkileyen, onları çekip çeviren bir kavramla karşı karşıyayız.
Bir ana kaynaktan beslenen, ondan aldığı niteliklerle geleceğe etki eden bir kavram. Bir ana kaynaktan, evrensel bir
kaynaktan.
Her toplumun kendisine has bir geleneği vardır.
Geleneğin asıl kaynağı olan dinler, benimsedikleri toplumlarda, o topluma has
bir gelenek oluştururlar. Bu yüzden olsa gerek, Ren’e Guenon din kelimesini
gelenek ile eş anlamlı bir algılamayla kullanır (Ayvazoğlu, 1989: 14).
Gelenek neleri içerir? Bir dünya görüşünü, toplumsal
bir bakış açısını, bir zihniyeti, bir
yaşama tarzını elbet.
Gelenekten faydalanmak kolay değildir. Belli bir
bilinç ister. Bu bilinç tarih bilincidir. (Eliot, 1983: 20). Geliştirilecek
sağlıklı bir tarih bilinci, sadece geçmişe bağlılığı değil, bugünü de hesaba
katar. Böylece geçmiş ile bugün geleceğin teşekkülünde sağlıklı bir gövde
oluştururlar.
Edebiyat için gelenek geçmişte oluşturulan edebi
kültürün tamamını kapsar demek kolay olabilir. Bu geniş algılayış, edebi olarak
ortaya konan herşeyi değerli addetmek gibi bir yanlışa düşmekte ve işe yarar
gözükmemektedir. Çünkü yazılıp söylenen herşey kalıcı ve dinamik olmayabilir,
toplumun özünden kaynaklanmayabilir. Bu
köksüzlük onları ayıklamamızı gerektirir. Zira gelenek için ana kaynak
dediğimiz dinden kopuk pek çok oluşum kısa zamanda sönmüş, hatta dönülüp
bakılmayacak bir duruma gelmiştir. Zaten iyi bir inceleme yaptığımızda görürüz
ki, bir yazarı, şairi üstün kılan hususların başında kendisinden öncekileri
diri tutan, ölümsüzleştiren hususlar gelir.
Demek oluyor ki, bir yazarı değerlendirmenin en önemli
yollarından biri gelenek karşısındaki tutumunu izlemekten geçiyor. Edebiyat
sanatçısı kendisi dışındakilere vermek istediği mesajı bir başına veremez.
Öncekilerin derin etkisi de onu yönlendirir.
Gelenekten faydalanmak, geleneksel değerleri ve bu
değerlerin temelindeki kaynakları tanıtmakla, tekrar üretmekle gerçekleşir.
Üretilen unsurlar toplumun durgun değil, dinamik unsurlarıdır. Geleneğin miras oluşu
değişikliğe uğrayabilmesinden kaynaklanır. Gelenekten faydalanış bir tür
hareketlilik, devingenlik ile mümkündür.
Gelenek üzerindeki düşüncelerimizi bu kadarla sınırlı tutup asıl konumuza gelmek istiyoruz. Bu çalışmamızda, gelenekten ziyade, İkinci Yeni şiir hareketi içinde yer alan Turgut Uyar’ı, “Divan” isimli kitabını merkez alarak gelenek incelemesine tabi tutmak. Ne var ki, işin daha önce gelip dayandığı yer Türkiye’deki şiir geleneğinin algılanış şekilleri oluyor.
“Irmak Şairler”
Ebubekir Eroğlu, Eksilmeyen Su Gazeli’nde şöyle
söylüyor:
“eskilerin ırmak gibi şairleri vardı
şelale olup köpük köpük dökülen
nasip oldu bir ömür kıyılarında gezdik
eksilmeyen su nerden geliyor
merak
ettik
gittiği yeri gözledik” (Eroğlu,1991: 69)
Bu alıntı aslında şiir geleneğimiz hakkında söylenecek
pek çok şeyi söylüyor. Fakat ayrıntılara girmek de gerekiyor sanırız.
Şiir geleneği denilince akla gelmesi gerekenler ham
olarak, geçmiş uzun zaman içinde bu toplumda oluşturulan şiir birikimi olmalı.
Eskilerin bütün eserleri, eserlerin dil
ve şekil özellikleri, anlam incelikleri, edebi sanatlarda vardıkları nokta,
söyleyiş tarzları, kısacası katedilen bütün merhaleler akla gelmeli. Buna göre,
“Divan”ını inceleyeceğimiz Turgut Uyar’a gelene kadar ki gelenek içinde Divan
ve Halk şiiri ile Tanzimat sonrası gelişmeleri saymak lazımdır. Fakat en başta
da belirttiğimiz gibi, toplumların kendi ruhlarına uygun gelenekleri vardır.
Türk şiiri uzun asırlar boyunca kendi ruhuna uygun bir gelenek içinde yaşamış, Tanzimat’tan sonra
ise mensubu olduğu ana kaynaktan koparılmıştır. Bu tarihten sonra ortaya çıkan Avrupa etkisindeki edebi
topluluk ve grupların oluşturduğu birikimin büyük bir kısmı, belli köklü bir
özden kaynaklanmadığı için gelip geçici olmuş, gelenek olabilecek bir nitelik
kazanamamıştır. Dönülmesi mümkün olmayan bu tarihi oluşumların gelenek olarak
kabul edilmesi düşünülemez. Tanzimattan sonra kalıcı eser veren sanatçılarsa,
asli geleneğe bağlı kalmanın avantajlarını yaşamışlardır.
Son paragrafta söylenilenlerden sonra, bugün de
gelenek deyince akla gelen edebi birikimin Divan şiiri olduğu söylenilebilir.
Halk edebiyatının gelenekten sayılması ise, yeniden kullanıma müsait olduğu
kadarıyla kabul görmektedir.
Ana kaynaktan uzaklaşan son devir sanatçılarından
bazıları, 1960’lı yılların sonlarına doğru belli ölçüler dahilinde özeleştiri
yapmaya başlamışlar, has bir şiir anlayışı arama çabası içine girmişlerdir. Bu
çaba, onları ister istemez Divan şiirine doğru da götürmüştür. Bu tür bir
yönelişe geçen şairlerin birisi de “Divan” kitabıyla Turgut Uyar olmuştur.
Divan Şiiri
ve “Divan” Kitabı
Turgut Uyar (1927-1985) 1970’de yayımladığı “Divan”
(1. Basım, Bilgi Yayınevi, 1970) isimli kitabıyla dikkatleri üzerine çeker.
Çalışmamızın merkezinde bulunan bu kitabı 1984’de yayımlanan ve şairin bütün
şiirleri bulunan “Büyük Saat” isimli kitaptan (Uyar, 1984: 255-312) inceledik.
Arz-ı Hal) (1949), Türkiyem (1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959),
Tütünler Islak (1962), Her Pazartesi (1958), isimli kitaplarından sonra şairin
altıncı eseri olarak yayımlanan “Divan”, gelenek tartışmalarının birdenbire
yükselmesine sebep olmuştur.
Hemen başlarda Kemal Tahir, bir yazı ile şairi
destekler: “Divan’ın eski şiirimizle ilintisi kitabın adından belli... (...)
Divan edebiyatımızdan nasıl yararlanabileceğimizi Turgut Uyar Divan’ındaki
şiirleriyle yeterince ispatlamış...” (Uyar-Nezir, 1985:25) “Divan’ı, geleneğe
oldukça geç kalmış bir dönüşün çok önemli bir belirtisi olarak gören ve Uyar’ı
selamlayan Kemal Tahir, şairden istediği yankıyı alamaz. Tersine bir röportajda
Uyar, “Divan”la herhangi bir kastının olmadığını, amacının “bir zamanlar bir
yüksek sınıfın beğenisini karşılamak üzere kullanılmış bir biçimi halk için”
kullanmak olduğunu belirtmiş, aksi bir durumun “hem çağdışı, hem biraz gülünç”
olacağını da sözlerine eklemiştir. “Yapmak istediğimde hiçbir biçimde divan
şiirine yaklaşma çabası yoktur.” Diyerek, bir nevi geri dönüş yapmıştır.
(Ayvazoğlu, 1989:334)
Konu üstüne yapılagelen tartışma ve konuşmalar,
yazılan yazılar Uyar’ın cevabında da görüldüğü gibi, çoğu defa olması gerekenin
dışında, ya yüzeysel veya politik yaklaşımlara dayalı, polemik niteliğinde
şeyler olagelmiştir.
Kitabın yayınlandığı 1970’den başlayarak günümüze
kadar gelen konuyla ilgili çalışmalarda bunlarla her an karşılaşmak mümkündür.
Örneğin Tuncer Uçarol, “Divan”daki şiirlerden çoğunun beyitlerle kurulduğu
için, bunları “tümüyle Divan Şiiri kalıplarının esintileri içinde”
(Uyar-Nezir,1985:72) değerlendirirken, Doğan Hızlan, Uyar’daki gelenek
anlayışının, şairin geleneğe “büyük, yoğun ve geniş bir malzemeler yığını”
şeklinde baktığını (Uyar-Nezir, 1985:28) belirtmektedir. Beşir Ayvazoğlu ise,
“Turgut Uyar, sadece birtakım biçimlere uzaktan bakarak, ise yeni başlamış bir
oryantalist edasıyla fantezi niteliğinde bazı denemeler yapmıştır, o kadar.”
Diyerek görüşlerini bildirmiştir. (Ayvazoğlu, 1989:334).
Konuyu, edebi tenkidin asıl maddesi olan metni
inceleyerek gündeme getirense hiç olmamıştır.
Sadece gelenek hakkında yukarıda yaptığımız tespitler
değil, incelemesini yapacağımız eserin taşıdığı özellikler ve bıraktığı
izlenimler de bizi gelenek olarak Divan şiirine yönlendirmektedir. Dolayısıyla,
çalışmamızda Divan şiiri ile “Divan”daki şiirleri sık sık karşılaştıracak, her
iki şiirin türlü durumlarını orta yere sereceğiz.
Kaynakları Kur’an, hadis ve tasavvuf olan ve dünyası
uhrevi bir nitelik taşıyıp ümmete seslenen Divan şiirine karşılık, Turgut
Uyar’ın da içinde yer aldığı Avrupai etkideki edebiyatın kaynakları ve dünyası
Greko-latinlerin mantığa dayalı beşeri, maddi, dünyevi, hümanist, materyalist
ve ırkçı bir nitelik arz eder (Kahraman, 1996: 53-83).
Uyar’ın Divan şiirinin dünyasından uzaklığını ve
Grekolatin bir kafa yapısına sahip olduğunu anlamak çok kolaydır. Divan’a bir
Münacat ve Naat ile başlayan şair, bu şiirlerden Münacat (s.257)’ta geçen “o
tek olan” tamlamasıyla insanı kastetmektedir. Benzeri bir ifade de Naat
(s.259)’te geçer: “oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi / sevinçle.
Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere”. Bu beyitteki “tek haklı”nın beşeri
bir anlam taşıdığını şairin Naci Çelik’in bir sorusuna verdiği cevaptan
anlıyoruz: “ ‘Tek haklı’yı her zaman ‘halk’ olarak düşündüm. İnsanın
kalıcılığına, direncine, değerlerine ve sevme yeteneğine inancımı söyledim.”
(Uyar-Nezir, 1985: 78-79) Her halükarda insanı öne çıkaran şair Susuzluk’a (s.
287) şiirinin son mısraında “ölen ve dirilen o bitmez insana gel” ifadesini
kullanarak tavrını bir kez daha sergiler.
Görüldüğü gibi Allah (C.C)’a yalvarma yakarma şiiri
olan Münacat ile Peygamber (S.A.V)’i anlatma şiiri olan Naat, Uyar’ın elinde
insan için kullanılmaktadır. Şairin dünyası ile ilgili olarak ipucu veren
unsurlar bu kadarla da sınırlı değildir. Karışık Saatler’e (s.267) başlıklı
şiire “soyluluğumu anımsıyorum” ifadesiyle giren şair, yine insancı bir bakışı
sergilemektedir. Aynı şiirin son beytinde “intihar” duygusunun seçenek olarak
sunulması da şairin dünyasıyla ilgili bir ipucudur. Su Yorumcuları’na-I (s.271)
şiirine ise şair şu beyitle başlar: “ben ne güzel i....rim güneşe karşı /
arkamda medrese duvarı önümda çarşı”. Genel
ahlâka aykırı düşen benzeri bir üslup Ürkek Irmaklar’a (s.279) şiirinde
de vardır. Turgut Uyar’ın dünyasının daha net anlaşılması için okuyucuya işaret
edebileceğimiz bir metin de ilk defa 1949’da yayımlanan Arz-ı Hal isimli
kitaptaki aynı isimli şiiridir.
“Divan
Öncesi Uyar Şiirinde Gelenek
Turgut Uyar’ın “Divan”ını ele almadan önce, onun
önceki beş kitabını da araştırmak gerekmektedir. Bu eserlerde şairin Divan
şiirinden şu veya bu şekilde yoğun bir faydalanma içinde olmadığını görüyoruz.
Halk şiirinden faydalanış daha fazladır.
Arz-ı Hal’de Anonim Halk şiiri aktarmaları yapılır:
“Dimyata pirince giden misali”
(Ölüme
Dair Konuşmalar, s. 12)
“Bir yar sever,
onu da el alır gider...”
(Bir
Anadolu Vardır, s. 16)
Aynı türden aktarmaya Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda
da rastlarız. Öteyi Beriyi Omuzluyorum (s. 66) başlıklı şiirde “tralalla”
kelimesi tekerleme havası verir şiire.
Halk şiiri etkileri Türkiyem kitabında da görülür:
“Az gitsinler, uz gitsinler.” Ve “Dile benden ne
dilersen” ifadeleri Turnam, Bir Ay Doğar Pasın’dan (s. 27) şiirinde geçmekte.
Kitaba adını veren şiirde de benzeri öğeleri görürüz:
“Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde:
-Şu yalan dünyaya geldim geleli...”
“Ardahan’a varmışım yollar uzamış
Bel vermiş, yol vermemiş dağlar.
-Yüce Tanrı dört yanını bezemiş,
Beni yakan bir Konyalı kızimiş...” (s.19)
Turgut Uyar şiirinde gelenek incelemesi yaparken
tespit ettiğimiz bir husus, onun Divan şiiri okumalarını Tütünler Islak’taki
şiirleri yazarken yaptığıdır. Bu kitabında Divan şiiri etkilenmesi az da olsa
görülür. Örneğin Çok Üşümek (s. 159)’de beyitler bulunmaktadır. Buna benzer bir
durum Her Pazartesi kitabında daha çok yer tutmaktadır. Öndeyiş (s. 163), Ahd-i
Atik (s. 175), Açıklamalar (s. 211) başlıklı şiirlerde klasik anlamda olmasa
da, beyitler diğer nazım birimleri ile iç içe kullanılmış olarak karşımıza
çıkar. Bu kitaptaki iki şiirin isimleri içinde “Gazel” kelimesinin
kullanıldığını da görürüz: Her İki Adımda Bir Uygunsuzluğunu (Yalnızlığını)
Algılayan Birisine Gazel (s. 245) ve Yaralı Olduğunu Sanan Birisinin Hüznüne
Gazel (s. 246). Bu şiirlerin Gazel nazım şekli ile herhangi bir benzerliği ise
sözkonusu değildir.
“Divan”da
Şekil Oyunları ve Konu
Kaynakları ve dünyası ile Divan şiirinden kopuk olan
Turgut Uyar’ın “Divan” kitabıyla kopardığı gürültü şekli bazı Divan şiiri
benzerliklerinden kaynaklanmaktadır.
Buna rağmen daha ilk bakışta Divan şiiri geleneğinde
bulunan “divan tertibi” ilkelerinden uzağa düştüğünü görürüz kitabın. Divan
şiirinde bir divanın tertibi için belli bir usule riayet edilir. Buna göre
tevhid, münacat, naat, kaside gibi şiirler baş kısma yazılır. Ardından gazeller
kafiyelerinin elifba sırasına göre sıralanması yapılır. En sonunda muamma, şarkı,
müfrütler, rübai, kıt’a, murabba, muhammes, müseddes, lügaz, vb. gibi şiirler
ile tertip tamamlanır. (Tahir-ül Mevlevi, 1984:35) Turgut Uyar kitabına Münacat
ve Naat ile başlarken bu geleneği göz
önünde bulundurmuş olabilir. Fakat devamını getirmemesi ve bu şiirlerde
konu sapmasına gitmesi onu basitliğe düşürmektedir.
Tuncer Uçarol “Divan”daki şiirlerin sayısını 44 olarak
duyurur. (Uyar-Nezir, 1985:72) Halbuki bu şiirlerin sayısı 48’dir. Uçarol’un
“Divan” daki Rubai’leri tek şiir saydığı kanaatindeyiz.
“Divan”daki yaygın nazım birimi beyittir. 42 şiirde
beyit ağırlığı kendisini gösterir. 5 Rubai ile müstezata yaklaşan birkaç şiiri
de sayarsak kitabın şekli özellikleri hakkında bir miktar daha bilgi vermiş
oluruz.
Kendisiyle yaptığı bir konuşmada Enver Ercan’a
“söyleyeceğim şeyleri başka bir biçimde söyleyemezdim” diyen ve “o günlerde
başka türlü” yazamadığını belirten şair (Uyar-Nezir 1985: 114), gelenekten
faydalanmayı sadece şekil olarak algılamış gibidir. Hatta sadece o değil,
çevresindekiler de gelenek denilince Divan şiirinin formatlarını kullanmayı
anlamışlardır.
Peki, özden mahrum bu şekil oyununun “Divan”daki
manzarası ne alemde? Yukarıda sayısını verdiğimiz şiirlerin klasik nazım tür ve
şekilleriyle ilişkisi nasıl?
Kitabın ilk şiiri olan Münacat 14, ikinci şiiri Naat 5
beyitten oluşuyor. Kafiyelenişleriyle kasidede olduğu gibi (aa, ba, ca, da...)
olan bu şiirler, kasidelerin ideal uzunluklarına ulaşamamaktadırlar. Ayrıca
klasik kasidelerin nesib, tegazzül, medhiye, fahriye, dua gibi herhangi bir bölümüne
dair ipuçları yoktur. Bu arada Münacat’ın 8. Ve 9. Beyitleri tırnak içinde
verilmiş olup bir iktibas havası taşımakta ve kafiyelenişi bozmaktadırlar.
Halka yönelinen Naat başlıklı şiir ise, bu haliyle güdük kalmış bir gazele
benzemektedir.
18 beyitlik Sadabad’a Kaside (s. 296) şiirinde de
geçerlidir. Sözkonusu durumlar. Bu şiir daha çok kasidelerin teşbib (nesib)
bölümlerini andırır. Hatta:
“hazır bulunanların hepsi bahar mevsimini tanıdı
lale uzunboylu nazdan, gül kendi ismini tanıdı
su güneye yöneldi hazdan, çiçekle birlik aktılar
hazır bulunanlar pişmanlıkla kalubelasını tanıdı”
gibi beyitleriyle bir Bahariyye’yi görür gibi oluruz.
Yalnız bu şiirde de önemli bir şekil bozma olayı bulunmaktadır: “Tanıdı”
redifiyle başlayan şiirin redifi 7. Beyitte “kanadı”ya, son beyitte ise
“tadı”ya dönüşüyor. Bomboş Bir Sayfaya Fahriye (s. 311) başlıklı şiirde ise
övgü alışılmışın dışında olmakla beraber, şairin kendisinedir. Bu şiirde de
iktibas havası verilen bir bölüm bulunmakta vekafiye bozulmaktadır. Metin sanki
iç içe girmiş iki ayrı parçadan oluşturulmuştur.
“Divan”daki şiirlerin hiçbirisi “Gazel” olarak
isimlendirilmese de, gazel formuna denk düşen şiirlerin sayısı oldukça
fazladır. Bunlardan kafiyeşemasıyla (aa, xa, xa...) gazele benzeyenler
şunlardır: Sulfata’ya (s. 261), İyimser BirSonuç’a (s. 264), İçeri Giren’e (s.
268), Dikilitaşlar’a (s.274), Bağırma’ya (s. 275), terleyen7e (s. 286),
Susuzluk’a (s. 287), Ne değişir (s. 289), Meclis-i mebusan7a (s. 298), Bozkır
Tayfasıdır (s. 303), Kıyıdaki Elma’ya Bir Ses (s. 304), Kışındır (s. 305),
Çokluk Senindir (s. 308).
Gazel tarzına yaklaşan Yokuş Yol’a (s. 262), Biten bir
yaz’a (s. 265), büyüyüp Giden Hüzün’e (s. 266), Karışık saatler7e (s. 267),
Tükenen’e (s. 269), Sonsuz Biçim7e (s. 270), Su Yorumcuları’na-II (s. 272), Bir
Oda Güneşi7ne (s. 282), Gece senindir (s. 308) başlıklı şiirler ilk
beyitlerinde görülen kafiye sapmasıyla (kafiyeleniş aa şeklinde değil);
Çağrılmış7a (s. 260) 3. Beyitte, Islak Çeltikler’e (s. 281) 4. Beyitte,
delta’ya (s. 288) ilk ve son beyitlerde gazel formundan uzaklaşırlar. Gemi,
Gemi (s. 309) başlıklı şiirde gazel formunu bozan unsurlar üç ayrı yerde farklı
kafiyeli beyitlerin şiire yerleştirilmesi ve genel kafiyelenişi bozmasıdır.
Kafiyesindeki sapma dışında Şurdan Burdan Hazırlanmaya (s. 263) başlıklı şiir de klasik bir yapı gösterir. Su
Yorumcuları-I (s. 271) vebaharı Bekleyen’e (280) şiirlerindeyse en sona eklenen
tek başına bırakılmış birer mısra gazel tarzını bozar.
Klasik gazellere, bilindiği gibi, isim verilmez.
Halbuki Uyar’ın gazele yaklaşan bu şiirlerin isimleri mevcuttur. Ayrıca, divan
şiiri gazel tarzında şair mahlasını genellikle son beyitte açıklar. Uyar’ın
böyle bir girişimi debulunmamaktadır.
Konu itibariyle Divan şiiri gazellerinde aşk, rindlik,
tasavvuf, zahitlik, felsefi konular vb. ağırbaşlı bir şekilde, sınırları daha
önceden çizilmiş kurallar çerçevesinde işlenir.
Klasik gazellerdeki bu görüntüyü Uyar’ın gazele benzetilen şiirlerinde
tam tamına bulmamız mümkün değildir. Uyar’ın şiirlerini konu itibariyle
sınırlamak zordur: bu durumu birkaç örnekle görmeye çalışalım:
“Muş-tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar” (262/3)
“adına hatırlama dediğimiz o metal
parıltılıdır. Avcılık gibi bir şeylere karışır” (282/1)
“karşılarım bir yanlış akşamı bir otobüs durağında
bir kadının paltosu bir adamın arzusu iyidir” (274/4)
“pederim bahriye tayfası hamidiye salgınında
öldü. Anam da öldü bense ta şurdan geldim” (303/2)
Divan’daki şiirlerden Altı Parmaklı Çocuk’a (s. 273),
Cahil beşir’e (s. 276) ve Ürkek ırmaklar’a (s. 278) başlıklı şiirler Turgut
Uyar’ın müstezatları örnek alarak yazdığı şiirlerdir:
“benim odur inandığım yalnız denizse deniz
denizin yanı kışla
güzellik altı parmaklı çocuk kalkar gideriz
denizin yanı kışla
senle ben eskiyen bir paspas gibi biteriz
yağmurla yaşla
altıncı parmağımızı birgün keseriz
yağmurla yaşla
(...)” (Altı
Parmaklı Çocuk’a’dan)
Görüldüğü gibi, uzun birer mısrayı takip eden kısa
mısralar her bölümde iki kez kullanılıyor. Müstezata benzetilen diğer iki
şiirde ise uzun beyitlerle kısa beyitler art arda sıralanmış şekildedir:
“suya gittim, sulara gittim, aklım satırbaşında
sen kaç yaşındasın söyle bana, ay kaç yaşında
ay kaç yaşında
satırbaşında
(...)” (Ürkek
ırmaklar’a’dan)
Baharat Yolu (s. 291) başlıklı 48 beyitlik şiirde
mesnevi nazım şeklini kullanan şair, Divan’da yer alan şiirlerinin ir kısmını
Rubai (s. 290) adıyla yazmıştır. 5 şiirden oluşan bu şiirler, rubailerin
ayırıcı özelliği olan vezinler bakımından çizgi dışına düşerler. Bilindiği gibi,
rubailer aruzun belli 24 kalıbı ile yazılabilmektedir. Bunun gibi, kafiyeleniş
bakımından da rubailerin belli bir ınırı vardır. Klasik rubailerin kafiyelenişi
(aaxa veya aaaa) şeklindedir. Bu kurala uyan Turgut Uyar Rubaileri 1.3.ve
4.’südür. diğer ikisi ise (abba) şeklinde kafiyelenmiştir. Rubailerin
gerektirdiği aşıkane ve arifane üslup ise Uyar’ın hiçbir rubai’sinde yoktur.
Bütün bunlardan sonra, Turgut Uyar “şekil olarak
yöneldiği Divan şiirinden, kendi şiirine bazı ödünçler almış, bunları bozarak
ve değiştirerek kullanmıştır. Klasik şekillerin bozulması yanısıra, onlarda
işlenen konular da Uyar’ın Divan’ında yaklaşık olarak dahi yer almamıştır.
Onun bu bozma ve değiştirmeye, hatta sapmaya müracaat etme sebebi, kendisini zorlayan yakın geçmişin ve içinde bulunduğu şartların zorlaması olabileceği gibi, doruk noktaya ulaşan ve herşeyiyle estetik bir mükemmellik abidesi olan divan şiiri seviyesine ulaşamayacağını anlaması da olabilir.
Divan
Kitabının İç Dünyası
Divan şiirinin asıl yüzü iç dünyası ile kendisini
gösterir. Bu iç dünya “tenevvü”e (çeşitleme) dayalı bir mecazlar silsilesi ile
kurulur.
Bu şiirde şairi zorlayan pek çok husus vardır. Nazım
şekillerindeki kendinden taviz vermeyen tamlı ve olgunluk, duygu dünyasını
çekip çeviren ve önceden sınırları çizilmiş olan mecazlar, sanatlar, mefhumlar
ve mazmunlar dünyası bunlardan bazılarıdır. Divan şiirinde neyin neyle
ilişkilendirileceği üç aşağı beş yukarı bellidir. Şairin elinde kalan sadece
kelimedir. Kelimeyi öyle kullanmalıdır ki, hem söylenmemişi söylesin, hem de
söylenmişe zeval gelmesin. Bu zordur. Pes edenin şairliği ortadan kalkacağı
gibi, ulu orta davrananın şairliği de su götürecektir.
Bir Cumhuriyet şairi olarak Turgut Uyar’ın bu bilinçle
Divan şiirine yöneldiğini varsaymak mümkün değildir. O, klasik şekillerde bozma
ve değiştirmeye gitmiş olmakla belki kendisine bir rahatlık sağlamış, aklınca
monotonluktan kurtulmuştur ama, onların mükemmelliğe götürücü sözkonusu özelliklerinden de mahrum
kalmıştır. Bu yüzden Uyar şiirinde Divan şiirinin “tenevvü”e dayalı
mükemmelliğini göremeyiz. Şair hayallerdeki orijinalliği dar kalıplar içnde
kalarak sağlamak, söylenmemişi bu sınırlar içinde söylemek yerine kolayı
seçmiş, defineye ulaşmaktansa, dafine artıklarıyla yetinmek gibi bir durumu
tercih etmiştir.
“Tenevvü”e dayalı bir soyutlama şiiri olan Divan
şiirinin dışında kalan Uyar, pek tabii olarak çağının şiiriyle içli dışlıdır.
İç dünyası itibariyle Divan’ın diğer uyar şiirlerinden farkı yoktur. İçinde
bulunduğu İkinci Yeni hareketi için söylenilenlerden bir kısmı bu kitaptaki
şiirler için de geçerlidir. Değiştirme, karıştırma, özgür çağrışım, anlamdan
kaçma, akıl dışına yönelme, kapalılık (Bezirci, 1986:2-33) gibi duramlar
Divan’a da zırh olmuştur. Böylece karmaşık, girift, çoğu defa birbiriyle ilişkisiz
gözüken, öylesine bir araya getirilivermiş hissi veren kelimeler bambaşka bir
dünya çıkarır karşımıza:
“karışıklık! Keçileri seviyorum tuz gibi
susuzlukta mı, söyle akmalarda mı bilmiyorum” (267/3)
“elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku
suya gel kana gel bir yeni hasana gel” (287/2)
şiir sanatında iç dünyayı ortaya koyan unsurların
başında edebi sanatlar gelmektedir. Bu noktada sanatlara bakmamız gerekecektir.
Divan’a bu açıdan bakınca teşbih, tenasüp, teşhis,
tekrir, nida, hüsn-i talil, telmiyh, tezad, istiare, cinas, tekrir, tecahül-i
arif gibi söz ve mana sanatlarını kullandığını görebiliriz. Yalnız, bunların
ortak bir hayal dünyasından kaynaklandığını ve kalıcı bir sanatlar silsilesi
oluşturduğunu söylememiz zordur. Kullanıştaki fazlalıklarına göre sanatlardan
örnekler verelim ve durumu daha açık görelim:
Teşbih:
“her yerlerim bir yaşlılık gibidir denizden
bulantım yanlışlıktan bir deniz tutmasıdır ölsün” (261/2)
“benim sonsuz tirenim at başlı kedi” (263/3)
“saatler bir açık deniz gibi kimseden yana değil” (268/2)
“aşklar telef olup gider sokak köpeği gibi”
(290/4.
Rubai)
Tenasüp:
“kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara
tellere” (257/4)
“ipekler tel tel bir araya geldiler dokunmak üzere
lale nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere” (259/1)
“sağlam dur ayakların ne güzel ey kimsesiz dönen
askerden
işlemler tükenir hazır ol tükenir rahat ve alkış
tükenir” (269/5)
Teşhis:
“gül aldı geldi hazdan yelpazesini tavşan ürktü” (275/3)
“hazırladım hazıra durdum giydirdimgölgemi” (290/4. Rubai)
“artık kırda oluşan öfke tezgahta tüten mermi
girerler usul usul bir tüfeğin namlusuna” (310/3)
Hüsn-i ta’lil:
“ay batar, çünkü rüzgar bir menekşeye dönüşür, biliriz
bunu
çünkü mavi gözlü ve deli sekiz kardeşin onuncusuyuz” (272/3)
“o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden” (287/3)
Telmih:
Şairin telmih olarak kullandığı unsur oldukça azdır.
İki şiirde “hüseyin hasan” (286/3- 287/12,6,7), birer yerde “Celali” (294/5)
“kanunuesasi”, “şair nedim” (298/1) “hamit” (299/4) “meşrutiyet”, “otuzbir
mart” (299/5) kelimeleriyle geçmişe ait hatırlatmalarda bulunur. Bir örnek:
“hüseyinin hasanın ateşini bir humma gibi duyup
bör çöl susuzluğunu ve aşkı anar gibi terleyen” (286/4)
Tezat:
“kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam” (281/2)
“andın gizli kapaklı bir yüzyıldır sürüyor
gizlisin güçlüsün, kar altında bahar gibi terleyen” (286/2)
Mübalağa:
“bu aşkın ölümdür kafiyesi dağlara filan denk gelir” (288/5)
Genel bir bilgi vermesi için sıraladığımız,
örneklerini verdiğimiz bu sanatların yanısıra, istifham, nida, tekrir,
alliterasyon gibi sanatlara da sıkça rastlanır.
Divan
Kitabının Ahengi
Şiirde ahenk önemli bir unsurdur. Ritim ve armoni
ahengi sağlayan iki unsurdur. Ritim şiirin dış musikisi ile ilgili bir anlamı ihtiva
eder. Vezin, kafiye ve redif ritim kapsamındadır. Armoni ise şiirdeki iç ses
yoğunluklarını anlatır. Assonans, aleterasyon ve diğer tekrarlar bu kategoride
değerlendirilir.
Divan şiirinde sözün beliğ olmasına dikkat edildiği
kadar, fasih olmasına da büyük önem verilirdi. Bu önem, şairlerin kelime
seçimlerinde çok dikkatli olmalarını, kelimeleri yerli yerinde kullanmalarını
sağlamıştır. Bunun içindir ki, Divan şiirinin şaheserleri anlam, ahenk ve
söyleyiş yönleriyle sarsılmaz niteliktedir.
Torgut Uyar’ın Divan’ını şekil yönünden ele alırken,
vezne dayalı köklü bir özelliğin görülmediğini belirtmiştik. Fakat bu şiirde
kafiye ve redif önemli bir yer tutmaktadır. Şu dil unsurları düzenli veya
düzensiz, Divan’daki şiirlerin redifleridir: “üzere”, “çağrılmış”, “ölsün”,
“yeter”, “kalır”, “olmadı ben anamı isterim”, “gider”, “bilmiyorum”, “tükenir”,
“karşı”, “iyidir”, “sudur” “karışır”, “terleyen”, “gel”, “değişir”, “kanadı”,
“kanadı”, “geldim”, “o sıra”, “gecenin”,
“senindir”.
Bu arada pek çok şiir, ismini redifinden almıştır:
Çağrılmış’a (s. 260), Tükenen’e (s. 269), Terleyen (s. 285), Ne değişir (s.
289), Gecenindir (s. 306), Çokluk Senindir (s. 308)
Ses yönü oldukça güçlü olan Divan’daki şiirlerde
zengin ve tam kafiyeler sık sık kullanılır:
Zengin Kafiye:
“birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri” (s.
257/1)
Tam Kafiye
“işte ben buna aşk derim herkes durur
sonsuzluğun and’ı durur son ses durur” (283/1)
Kafiye açısından divan şiiri ile uyum içinde olan bu
şiirlerde iç ahenk de sağlamdır. Tekrir, aliterasyon ve asonans sanatları şair
tarafından ustalıkla kullanılmıştır:
“ah büyük tarla, ah büyük deniz, ah büyük
çılgı, bil!
Senin en
son alacağın biçimin sabırlı yontucusuyuz” (272/4)
“kuzu Beşir,
pamuk Beşir, hemşeri Beşir
ağlama Beşir,
dur Beşir, ağlama alnın kırışır” (276/7)
“sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz” (280/10)
“nasıl güzel
nasıl diri bir çiçek
dipdiri adamlardan biri
bir çiçek” (284/2)
Divan’ın
Kelime Dünyası ve Gelenek
Divan’ın kelime dünyasını ele almamızın ebebi, Dvan
şiiri ve bu şiirin dünyası ile ortak kelimeleri kullanıp kullanmadığını
araştırmaktır. Genel olarak şairin yaşadığı dönemin Türkçesinden seçilen
kelimelerden oluşturulan Divan’da önceki dönemi, yani Divan şiirini ve dünyasını
çağrıştıran kelimeler de vardır. Bunların bir kısmını daha önce
anmıştık. Burada tamanını zikretmekte fayda görüyoruz: Münacat (s. 257), Naat
(s. 259), padişahlar (s. 262), camiler (s. 269), saki (s. 280), teşrinievvel
(s. 284), okka (s. 285), hüseyn hasan (s. 287), Rubai (s. 290), Baharat Yolu
(s. 292), anber (s. 291), misk (s. 291), fetihler çağı (s. 292), celali (s.
294), Sadabad’a Kaside (s. 296), kalubela (s. 296), Salihat-ı nisvan (s. 299),
mevlutlar (s. 300), Fahriye (s. 311).
“Divan” da Halk Şiiri Geleneği
Uyar’ın Dievan’ında az da olsa Halk edebiyatı etkileri
vardır. Bu etkiler hece vezni dönüştürmeleri, söyleyiş olarak faydalanma
şeklinde bir şiirde görünürken, bir ibaşka şiirde de atasözü aktarımı ve bir
türküden iktibas etme şeklinde kendisini gösterir. Örneğin, Ürkek Irmaklar’a
(s. 278) isimli şiirden aldığımız şu parçalarda hece vezninin 7’li veya 8’li
birleşimleri kullanılır:
“büyük şehirde durururm/farkeder şaşkın olurum” 8+8
“aklım başıma gelir/bir kıyıya inince” 7+7
“sular toprağa dökülür/otlar donanır serpilir”8+8
“benim adım tavuskuşu/ne yazı bilirim ne kışı”8+8
Bu alıntılarda söyleyiş olarak da halk şiirine
yaklaşıldığını farketmek zor olmasa gerek.
Baharı Bekleyen’e (s. 280) şiirinde ise şair “su uyur
düşman uyumaz” atasözü ile bir halk türküsünden esinlenilmiş “fincanı taştan
oyarlar içine bade mi koyarlar” mısrağını kullanmaktadır.
Divan’dan
Sonraki Turgut Uyar Şiirinde Gelenek
Turgut Uyar Divan’dan sonra üç kitap daha yayımladı:
Toplandılar (1974), Kayayı Delen İncir (1982), Dün Yok Mu (1984).
Bu kitaplarda gerek Divan, gerekse Halk şiiri etkileri
yok denecek kadar azdır.
Toplandılar’da yer alan Hayri Bey (s. 348), Elli İki
Hane (s. 354) ve Bir Süreğen İlkbahar (s. 399) başlıklı şiirlerde halk şiiri
etkileri görülür. Birincisinde şiirin çeşitli kısımlarına yerleştirilen
dörtlükler bu etkiyi yansıtırken, ikinci şiirde “oy farfara farfara / ateş
düştü şalvara” şeklindeki türkü sözü yer almaktadır. Üçüncü şiirde de çeşitli
türkülerden alıntılar dikkat çeker.
Aynı kitapta yer alan Yanık Tarlalara (s. 356) başlıklı şiirin baş kısmında ise beyitler
bulunmaktadır.
Kayayı Delen İncir’de yer alan Gülün Kanından (s. 470)
şiirinde de beyitler önemli yer tutar. Fakat her iki şiirde de klasik beyit
anlayışı değildir sözkonusu olan.
Uyar’ın şiirlerinde görülen gelenek etkileri bu
kadardır.
Sonuç:
Bütün bu tespitlerden ysonra, Turgut Uyar’ın gelenekle
ilgisinin eğreti bir konum arzettiğini söyleyebiliriz. O gerçek bir gelenek
kaygısı gütmekten ziyade, muzip bir oyun peşine düşmüş, bir defasına örnek
aldığı Divan şiirini yeterince incelemediğinden olsa gerek belli bir sonuca da
varamamıştır.
KAYNAKÇA:
Ayvazoğlu, Beşir, İslam Estetiği ve İnsan, Çağ
Yayınları, İst., 1989.
Bezirci, Asım, İkinci Yeni Olayı, Su Yayınevi, 2.
Baskı, İst., 1986.
Eliot, T.S. Edebiyat Üzerine Makaleler (Çev: Sevim
Kantarcıoğlu), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ank., 1983.
Eroğlu, Ebubekir, yirmidört Şiir, İz yayıncılık, İst.,
1991.
Kahraman, Mehmet, Divan Edebiyatı Üzerine Tartışmalar,
Beyan Yayınları, İst., 1996
tahir’ül-Mevlevi, Edebiyat Lügatı, Enderun Kitabevi,
2. Baskı, İst., 1984.
Uyar, Tomris- Nezir, Seyyit, Turgut Uyar/Sonsuz ve
Öbürü, Broy Yayınları, İst., 1985.
Uyar, Turgut, Büyük Saat, Can Yayınları, İst., 1984.
(Bu yazının ilk hali Kültür
Dünyası dergisinde “Turgut Uyar, Geleneğin Neresinde?” başlığı ile –S. 4,
Ağustos 1997, s. 24-29- yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder