İzmir, 15 Aralık 87, Şiirin Ölümcül Yolcusu'ndan...
Notlarıma baktım, Şiir Kitabı (Yazko Yay., İst. 1982, 58 s)'nı 1983'te okumuşum İsmail Uyaroğlu'nun, Bir Demet Diken (Yazko Yay., İst., 1983, 61 s.)'ini ise 1985'te. Şimdi ise Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin (Cem Yay., İst., 1987, 62 s) başlıklı kitabı var elimde. 87'nin Aralık ayında olduğumuza göre, ortalama iki yılda bir kitabını alıp okumuşum. Daha önce okuduğum her iki kitabıyla ilgili kanaatlerimi yazmıştım. Hatta ilki küçük bir kalem denemesi olarak o günlerde Milliyet Sanat dergisinde yer almıştı.
Uyaroğlu'nun şiirini seviyorum. Bu sevgi onun
şairaneliğinden kaynaklanıyor diyebilirim. Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin'de
Uyaroğlu'nun şiir sanatıyla ilgili tekil ilişkisini ele veren metinler dikkat
çekiyor: "Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin" (s. 5), "Kısas-ı
Enbiya-i Şuara" (s. 17), "Uçan Halı" (s. 19), "Ecza"
(s. 20)...
"Ecza" şöyle:
"Benim şiirim % 20 siyanür ihtiva eder
% 20 kanla karılmış kül, sızlayan çiçekler
% 80 uçurum, uçurum, cam kırıkları
Ve % 80 zifiri bir keder
Senin şiirin % 200
İntihar ihtiva eder"
Şairin şiirle olan savaşını yansıtan başka metinler de
var: "Yoklama" (s. 31), "Kondüktör Uyuyor, Kedin Sepet
İçinde" (s. 34), "Elinde Bir Hançer, Geceleyin" (s. 43),
"Saati Saatine Yazılmayan Şiir" (s. 46), "Çocuklar Hariç"
(s. 48), "İyi Şiirler" (s. 50), "Şairler de Ölür" (s.
55)...
"Şairler de Ölür" bu kitaptaki favori şiirim, bunu belirteyim. Bunu paylaşmadan geçmeyeceğim. Ama şunu da: İsmail Uyaroğlu'nun bu kitabından yola çıkarak söylüyorum: Bir ölüme doğru yol alıyor şair; ama nasıl bir ölüm olacak bu, ben de merak ediyorum!
İşte "Şairler de Ölür":
- Dehlizin sonunda ne var?
- Şiire benzer bir parıltı
- Elbette, buraların en iyi şairiyim ben
Buraların en iyi şairiyim ben
Şiirim altıpatlar ve hafif yana eğik
Bir esin kıpırtısı görmesin
Tık, düşer tetik
Meydan okuyorum bütün şairlere
Avlayamaz kimse benim gibi güzellik
- Dehlizin sonunda ne var?
- Ölüme benzer bir karaltı
- Ah, buraların en iyi şairiydim ben"
Balıkesir, 16 Ağustos 1985, Ateşli Kaval...
Bugün Adnan Özer'in Ateşli Kaval (Yeni Türkü Şiir
Yay., İst., 1981, 72+8 s)'ını okuyorum. Kitabın başındaki künye sayfalarına
üstteki tarihle birlikte şu kısa metni de yazdım:
“Çocuğum
...
esriksin
yürekten
usa
ama
korkma
yeni polis yasası
alamaz aşkın sütünü
ağzından
atsa da üstüne
dan dan dan”
Ateşli Kaval'ı okumaya geçseydim bu metni yazabilir
miydim? Sanırım hayır. Zira lirik bir yüzü var Adnan Özer şiirinin. Oysa benim
şu metnimde lirizmle birlikte sosyal alana yönelik bir taarruz da kendisini
gösteriyor. Sonrasının şiiri olsaydı kısa bir süreliğine Ateşli Kaval'ın
etkisinde kalabilir, ihtimal ki böyle bir metin yazamazdım. Bunu derken, bütün
genç şiir avcılarında görülebileceği üzere, etkilenmelere açık olduğumun
farkındayım demek istiyorum. Fakat bu etkilenmelerin bende kalıcı izler
bırakmadığını da biliyorum artık. Kendi sesimi bulduğuma inanıyorum. Böyle bir
inancı taşımış olmak şiirimin geleceği açısından önemli. Bunu bilmem yeter...
Ateşli Kaval'a gelelim. Yeni Türkü'cülerin başlattığı
bir gelenek, şairin el yazısıyla yazılmış bir şiirle girilmiş kitaba. Adnan
Özer "Şiirim" başlıklı metniyle poetik tutumuna dair ipuçları
veriyor:
"Ölmüş denizleri anısına
yazıyorum şiirimi
kalkerler ve kurumuş söz gözleri
yaşarsın diye yeniden"
Hemen ardında daha net bir bilgi. İki paragraflık
"Sunu"da şiirinin kaynağı olarak çocukluk günlerine ve ilk gençlik
hatıralarına atıflar yaptığını, özellikle de o çağlarını yaşadığı
"köyü"nün doğal ortamlarına ve kültürel yaşantılarına yöneldiğini
belirtiyor. Doğrusu bunları söylemeseydi de kitapta biz hissedecektik. Mesela işte
"Traya Efsaneleri" bölümü. İşte orada "Trakya Gençlerinin
Sevdası", "Trakya Gençlerini Evlenme Çağı", "Tören",
"Ninemin Öğüdü", "Makedon Güzelini Arayan Çingene", vb.
şiirler. Gerçi bu saydıklarımı diğerlerinden ayırmama gerek yok, hemen bütün
şiirlerinde, şiirin içinde yahut dipnotunda Trakyalı bir imgeye, bir nesneye,
bir deyime yahut söz birimine rastlamamız mümkün...
Ateşli Kaval'daki mahalli dil unsurları ve yerel
sahneler zaman zaman pastoral bir keyif çıkarıyor karşımıza:
"…
tirşe gözyaşları düşüyordu
cam göbeği göğsüme
göcen avcılarına sordum
sordum sordum sordum
sazlı çatakta dolandım
yeşil yareler içinde
taraşçılara sordum
sordum sordum sordum
..." (Makedon Güzelini Arayan Çingene, s. 22)
Kitaba ad olan ikinci bölümde şairin aynası daha bir
kendisine dönük. "Aşık Oldum Ben", "Seni Seviyorum",
"Kırık Gönül Sandığı", "Eriştiğim Yok Kıyılarına",
"İlk Yaz Sevdası", "Sıkka Kıza Takı" gibi metinler bunun
ispatı olarak öne çıkarılabilir. Bu bölümdeki şiirleri kendime daha yakın
buldum. Üstünde en çok durduğum metin ise "Sıska Kıza Takı" oldu.
Geleneksel şiirimizde de örnekleri olan söyleşmeye dayalı (örneğin
"karşı-beri"lerde, "dedim-dedi"li) metinlerde karşımıza
çıkan bir formu var bu şiirin. Bana biraz da Lorca'nın Canción Tonta'sını (Ruhi
Su bu şiiri Aptal Şarkı adıyla çalıp söylüyor, malum.) hatırlattı. İşte Adnan
Özer'in şiirinden bir bölüm:
"...........
- durgun kız ne getirsem sana?
- bir dalga isterim, köpükleri uçmamış
- kıran durmuş selimize
coşmaz olmuş
üzülürsün
- sıska kız ne getirsem sana?
- bir bulut isterim, yağmuru boşanmamış
- kurak konmuş köyümüze
gök kurumuş
üzülürsün
- oğlan şiir getir bana!" (s. 41)
Ateşli Kaval'ın üçüncü bölüm başlığı "Güz
Hastalıkları" adını taşıyor. Bölüme adını veren ve sekizi lirizm yüklü
dokuz kısa parçacıktan oluşan bir şiir okuyoruz burada. Lirizmle donanmış sekiz
parçayı yüksek bir keyifle okuduktan sonra son parça olmaz böyle şey dedirtecek
niteliksizlikte geliyor bana. Şiirin "kanlı bir fetih/çarşıda talan"
diye bitişini yadırgıyorum nedense!
Adnan Özer kitabına son olarak "Sevdanın ve
İpeğin Ortak Tarihi" bölümünü yerleştirmiş. "Musalla Taşı",
"Rüya Tabirleri", "Medresede İsyan" gibi şiirlerin olduğu
bu bölümün son şiirinden, Karasevdanın Hesabı Kitabı'ndan bir bölüm
sunuyorum:
"ben var ya ben
fitillenmişin biriyim
bu yeryüzü dinamitlerinde
hep seviden söz ettim
resimler taşıdım cebimde
albümünden aşırdım bazılarının
karasevda
komik intiharlarla
geçti gençliğimin üstünden
- 'tıbbiyeli' bir kıza aşık oldum-
gençliğim
apar topar geçti
karasevdamın üstünden" (s. 72)
Ateşli Kaval "Özel Notlar"la son buluyor. Kitaptaki şiirlerden bazıları için kimi ayrıntılar: Şiirin teması, niçin yazıldığı, ilk kez nerede yayımlandığı, vb. gibi...
İzmir, 26 Aralık 1983, Tarık Günersel’in şiirsel kalıntıları…
Planlar Kalıntı Olduğu Zaman’ını okuyorum Tarık Günersel’in.
İkinci şiir kitabıymış. Otmopoli’de Akşam’ı yayımlamış daha önce.
Yaşantı Yayınları’nın okur karşısına çıkardığı Planlar
Kalıntı Olduğu Zaman’da Günersel’in ilginç deneylerinin dikkat çekmemesi mümkün
değil. İlginçlik dille oynanan oyunlarda. Mesela “Karar Anı” başlıklı metnin
13. Sayfasındaki şu bölümde dille hece ölçeğinde oynuyor:
“Ka ğı da bir iz bırak ma dan
tüm tuş la ra do kun mak
Ka ğıda biriz bırak madan
Tümtuş la ra dokun mak”
Başka yerlerinde de var benzeri oyunlar kitabın. Fakat
“Sonsuzluklar” (s. 41) başlığı altında sunulan böyle değil. Genel tutumuyla poésie
pure (saf şiir) peşine düşmüş gözüken Günersel burada görsellik tasarımına
kalkışmış. Sonsuzluk (∞) işaretinin yatay daireselliğini dört maddede, her bir
maddede madde sayısınca (∞) işareti kullanarak üçgen dikeyliğine transfer
ediyor. Olan biten bu. Ama ne kadar şiir var burada, tartışılır.
Tarık Günersel üstte bahsettiğim iki oyununu kitabın
son bölümündeki ilk metinde (ki kitap adını bu bölümden ve bu metinden almış)
sentezliyor. Üstelik heceyi de parçalıyor burada. Böylece, param parça yapılan
dil unsurları şair için görsel bir şölene dönüşüyor.
Günersel’in bu kitabında çağın ruhuyla ilgili veriler
var mı? Kitabı bu yolda bir didiklemeye tabi tutarsanız, var olduğunu
görebilirsiniz. Sözgelimi 1979’da yazılmış olan “Bu Gece İyi Uyumalıyım”da (s.
14) o yılların sıcak ideolojik ilişkilerine giren birisinin psikolojisi
yansıtılmış. “Ağıtları aşk türküleriyle karış”tıran kahraman “yolda oynayan
çocuklarla cenazeleri” ve hatta “çocuklarla köpekleri” de birbirinden ayırt
edememektedir. Günersel metninin ilerleyen dizelerinde “neyse ki
arkadaydım/millet yorgun argın/izin falan itemeden/sen tut nutuk at/-sanki biz
habersiziz memleket meselesinden!/ya bir sağcı olsaydı otobüste?/kalkıp vurmaz
mıydı ona?” gibi günlük konuşmaya da kaçan ifadelerle yaşanılan günlere dair
ipuçları sunuyor.
Bu çerçevede “Seyahatname” (s. 27) şiiri de şöyle
başlıyor: “işsizlik tanrısının hışmına uğrayınca kanı kaynayan şair/enflasyon
tanrısının laneti de üzerine olunca hele/…” diye başlıyor. Sonra metnin bir
başka yerinde “hapishane tanrısı”ndan bahsediyor, “yeni imkânlar keşfet”miş
olan şairlerden dem vuruyor. Bunların, içinde yaşadığımız günlerin sorunlarıyla
ilgili olduğunu biliyoruz. “Yeni imkânlar keşfet”miş şairlerse, herhalde
negatif dönüşüme uğrayan şairlere yönelik bir eleştiri…
(Bu metin ilk kez İtibar dergisinde yayımlanmıştır.)
1 yorum:
Şiir okuyan ve yazan kişi emindir..Yağmur gibi rahmettir bilene, umusamayana,kaygısı olmayana zahmettir.Selamlar.
Yorum Gönder