11 Ağustos 2020 Salı

ŞİİRDEN GÜNLER-2

İzmir, 15 Aralık 87, Şiirin Ölümcül Yolcusu'ndan...

Notlarıma baktım, Şiir Kitabı (Yazko Yay., İst. 1982, 58 s)'nı 1983'te okumuşum İsmail Uyaroğlu'nun, Bir Demet Diken (Yazko Yay., İst., 1983, 61 s.)'ini ise 1985'te. Şimdi ise Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin (Cem Yay., İst., 1987, 62 s) başlıklı kitabı var elimde. 87'nin Aralık ayında olduğumuza göre, ortalama iki yılda bir kitabını alıp okumuşum. Daha önce okuduğum her iki kitabıyla ilgili kanaatlerimi yazmıştım. Hatta ilki küçük bir kalem denemesi olarak o günlerde Milliyet Sanat dergisinde yer almıştı.  

Uyaroğlu'nun şiirini seviyorum. Bu sevgi onun şairaneliğinden kaynaklanıyor diyebilirim. Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin'de Uyaroğlu'nun şiir sanatıyla ilgili tekil ilişkisini ele veren metinler dikkat çekiyor: "Şiir... Ölümcül Yolculuğun Senin" (s. 5), "Kısas-ı Enbiya-i Şuara" (s. 17), "Uçan Halı" (s. 19), "Ecza" (s. 20)...

 

"Ecza" şöyle:

 

"Benim şiirim % 20 siyanür ihtiva eder

% 20 kanla karılmış kül, sızlayan çiçekler

% 80 uçurum, uçurum, cam kırıkları

Ve % 80 zifiri bir keder

 

Senin şiirin % 200

İntihar ihtiva eder"

Şairin şiirle olan savaşını yansıtan başka metinler de var: "Yoklama" (s. 31), "Kondüktör Uyuyor, Kedin Sepet İçinde" (s. 34), "Elinde Bir Hançer, Geceleyin" (s. 43), "Saati Saatine Yazılmayan Şiir" (s. 46), "Çocuklar Hariç" (s. 48), "İyi Şiirler" (s. 50), "Şairler de Ölür" (s. 55)...

"Şairler de Ölür" bu kitaptaki favori şiirim, bunu belirteyim. Bunu paylaşmadan geçmeyeceğim. Ama şunu da: İsmail Uyaroğlu'nun bu kitabından yola çıkarak söylüyorum: Bir ölüme doğru yol alıyor şair; ama nasıl bir ölüm olacak bu, ben de merak ediyorum!

İşte "Şairler de Ölür": 

 

- Dehlizin sonunda ne var?

- Şiire benzer bir parıltı

- Elbette, buraların en iyi şairiyim ben

 

Buraların en iyi şairiyim ben

Şiirim altıpatlar ve hafif yana eğik

Bir esin kıpırtısı görmesin

Tık, düşer tetik

Meydan okuyorum bütün şairlere

Avlayamaz kimse benim gibi güzellik

 

- Dehlizin sonunda ne var?

- Ölüme benzer bir karaltı

- Ah, buraların en iyi şairiydim ben"

 

Balıkesir, 16 Ağustos 1985, Ateşli Kaval...

Bugün Adnan Özer'in Ateşli Kaval (Yeni Türkü Şiir Yay., İst., 1981, 72+8 s)'ını okuyorum. Kitabın başındaki künye sayfalarına üstteki tarihle birlikte şu kısa metni de yazdım: 

“Çocuğum

...

esriksin

yürekten

usa

ama

korkma

yeni polis yasası

alamaz aşkın sütünü

ağzından

atsa da üstüne

dan dan dan”

Ateşli Kaval'ı okumaya geçseydim bu metni yazabilir miydim? Sanırım hayır. Zira lirik bir yüzü var Adnan Özer şiirinin. Oysa benim şu metnimde lirizmle birlikte sosyal alana yönelik bir taarruz da kendisini gösteriyor. Sonrasının şiiri olsaydı kısa bir süreliğine Ateşli Kaval'ın etkisinde kalabilir, ihtimal ki böyle bir metin yazamazdım. Bunu derken, bütün genç şiir avcılarında görülebileceği üzere, etkilenmelere açık olduğumun farkındayım demek istiyorum. Fakat bu etkilenmelerin bende kalıcı izler bırakmadığını da biliyorum artık. Kendi sesimi bulduğuma inanıyorum. Böyle bir inancı taşımış olmak şiirimin geleceği açısından önemli. Bunu bilmem yeter...

Ateşli Kaval'a gelelim. Yeni Türkü'cülerin başlattığı bir gelenek, şairin el yazısıyla yazılmış bir şiirle girilmiş kitaba. Adnan Özer "Şiirim" başlıklı metniyle poetik tutumuna dair ipuçları veriyor: 

 

"Ölmüş denizleri anısına

yazıyorum şiirimi

kalkerler ve kurumuş söz gözleri

yaşarsın diye yeniden"

Hemen ardında daha net bir bilgi. İki paragraflık "Sunu"da şiirinin kaynağı olarak çocukluk günlerine ve ilk gençlik hatıralarına atıflar yaptığını, özellikle de o çağlarını yaşadığı "köyü"nün doğal ortamlarına ve kültürel yaşantılarına yöneldiğini belirtiyor. Doğrusu bunları söylemeseydi de kitapta biz hissedecektik. Mesela işte "Traya Efsaneleri" bölümü. İşte orada "Trakya Gençlerinin Sevdası", "Trakya Gençlerini Evlenme Çağı", "Tören", "Ninemin Öğüdü", "Makedon Güzelini Arayan Çingene", vb. şiirler. Gerçi bu saydıklarımı diğerlerinden ayırmama gerek yok, hemen bütün şiirlerinde, şiirin içinde yahut dipnotunda Trakyalı bir imgeye, bir nesneye, bir deyime yahut söz birimine rastlamamız mümkün... 

Ateşli Kaval'daki mahalli dil unsurları ve yerel sahneler zaman zaman pastoral bir keyif çıkarıyor karşımıza: 

 

"…

 

tirşe gözyaşları düşüyordu

cam göbeği göğsüme

 

göcen avcılarına sordum

sordum sordum sordum

 

sazlı çatakta dolandım

yeşil yareler içinde

 

taraşçılara sordum

sordum sordum sordum

 

..." (Makedon Güzelini Arayan Çingene, s. 22)

 

Kitaba ad olan ikinci bölümde şairin aynası daha bir kendisine dönük. "Aşık Oldum Ben", "Seni Seviyorum", "Kırık Gönül Sandığı", "Eriştiğim Yok Kıyılarına", "İlk Yaz Sevdası", "Sıkka Kıza Takı" gibi metinler bunun ispatı olarak öne çıkarılabilir. Bu bölümdeki şiirleri kendime daha yakın buldum. Üstünde en çok durduğum metin ise "Sıska Kıza Takı" oldu. Geleneksel şiirimizde de örnekleri olan söyleşmeye dayalı (örneğin "karşı-beri"lerde, "dedim-dedi"li) metinlerde karşımıza çıkan bir formu var bu şiirin. Bana biraz da Lorca'nın Canción Tonta'sını (Ruhi Su bu şiiri Aptal Şarkı adıyla çalıp söylüyor, malum.) hatırlattı. İşte Adnan Özer'in şiirinden bir bölüm:

 

"...........

 

- durgun kız ne getirsem sana?

 

- bir dalga isterim, köpükleri uçmamış

 

- kıran durmuş selimize

coşmaz olmuş 

üzülürsün

 

- sıska kız ne getirsem sana?

 

- bir bulut isterim, yağmuru boşanmamış

 

- kurak konmuş köyümüze

gök kurumuş

üzülürsün

 

- oğlan şiir getir bana!" (s. 41)

 

Ateşli Kaval'ın üçüncü bölüm başlığı "Güz Hastalıkları" adını taşıyor. Bölüme adını veren ve sekizi lirizm yüklü dokuz kısa parçacıktan oluşan bir şiir okuyoruz burada. Lirizmle donanmış sekiz parçayı yüksek bir keyifle okuduktan sonra son parça olmaz böyle şey dedirtecek niteliksizlikte geliyor bana. Şiirin "kanlı bir fetih/çarşıda talan" diye bitişini yadırgıyorum nedense!

Adnan Özer kitabına son olarak "Sevdanın ve İpeğin Ortak Tarihi" bölümünü yerleştirmiş. "Musalla Taşı", "Rüya Tabirleri", "Medresede İsyan" gibi şiirlerin olduğu bu bölümün son şiirinden, Karasevdanın Hesabı Kitabı'ndan bir bölüm sunuyorum: 

 

"ben var ya ben

fitillenmişin biriyim

bu yeryüzü dinamitlerinde

 

hep seviden söz ettim

resimler taşıdım cebimde

albümünden aşırdım bazılarının

 

karasevda 

komik intiharlarla

geçti gençliğimin üstünden

 

- 'tıbbiyeli' bir kıza aşık oldum- 

 

gençliğim

apar topar geçti

karasevdamın üstünden" (s. 72)

 

Ateşli Kaval "Özel Notlar"la son buluyor. Kitaptaki şiirlerden bazıları için kimi ayrıntılar: Şiirin teması, niçin yazıldığı, ilk kez nerede yayımlandığı, vb. gibi...

 

İzmir, 26 Aralık 1983, Tarık Günersel’in şiirsel kalıntıları…

Planlar Kalıntı Olduğu Zaman’ını okuyorum Tarık Günersel’in. İkinci şiir kitabıymış. Otmopoli’de Akşam’ı yayımlamış daha önce.

Yaşantı Yayınları’nın okur karşısına çıkardığı Planlar Kalıntı Olduğu Zaman’da Günersel’in ilginç deneylerinin dikkat çekmemesi mümkün değil. İlginçlik dille oynanan oyunlarda. Mesela “Karar Anı” başlıklı metnin 13. Sayfasındaki şu bölümde dille hece ölçeğinde oynuyor:

“Ka ğı da bir iz bırak ma dan

tüm tuş la ra do kun mak

Ka ğıda biriz bırak madan

Tümtuş la ra dokun mak”

Başka yerlerinde de var benzeri oyunlar kitabın. Fakat “Sonsuzluklar” (s. 41) başlığı altında sunulan böyle değil. Genel tutumuyla poésie pure (saf şiir) peşine düşmüş gözüken Günersel burada görsellik tasarımına kalkışmış. Sonsuzluk (∞) işaretinin yatay daireselliğini dört maddede, her bir maddede madde sayısınca (∞) işareti kullanarak üçgen dikeyliğine transfer ediyor. Olan biten bu. Ama ne kadar şiir var burada, tartışılır.

Tarık Günersel üstte bahsettiğim iki oyununu kitabın son bölümündeki ilk metinde (ki kitap adını bu bölümden ve bu metinden almış) sentezliyor. Üstelik heceyi de parçalıyor burada. Böylece, param parça yapılan dil unsurları şair için görsel bir şölene dönüşüyor.

Günersel’in bu kitabında çağın ruhuyla ilgili veriler var mı? Kitabı bu yolda bir didiklemeye tabi tutarsanız, var olduğunu görebilirsiniz. Sözgelimi 1979’da yazılmış olan “Bu Gece İyi Uyumalıyım”da (s. 14) o yılların sıcak ideolojik ilişkilerine giren birisinin psikolojisi yansıtılmış. “Ağıtları aşk türküleriyle karış”tıran kahraman “yolda oynayan çocuklarla cenazeleri” ve hatta “çocuklarla köpekleri” de birbirinden ayırt edememektedir. Günersel metninin ilerleyen dizelerinde “neyse ki arkadaydım/millet yorgun argın/izin falan itemeden/sen tut nutuk at/-sanki biz habersiziz memleket meselesinden!/ya bir sağcı olsaydı otobüste?/kalkıp vurmaz mıydı ona?” gibi günlük konuşmaya da kaçan ifadelerle yaşanılan günlere dair ipuçları sunuyor.

Bu çerçevede “Seyahatname” (s. 27) şiiri de şöyle başlıyor: “işsizlik tanrısının hışmına uğrayınca kanı kaynayan şair/enflasyon tanrısının laneti de üzerine olunca hele/…” diye başlıyor. Sonra metnin bir başka yerinde “hapishane tanrısı”ndan bahsediyor, “yeni imkânlar keşfet”miş olan şairlerden dem vuruyor. Bunların, içinde yaşadığımız günlerin sorunlarıyla ilgili olduğunu biliyoruz. “Yeni imkânlar keşfet”miş şairlerse, herhalde negatif dönüşüme uğrayan şairlere yönelik bir eleştiri…

(Bu metin ilk kez İtibar dergisinde yayımlanmıştır.)

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Şiir okuyan ve yazan kişi emindir..Yağmur gibi rahmettir bilene, umusamayana,kaygısı olmayana zahmettir.Selamlar.