Posta kutusundan çıkan Ordu
Şairleri Antolojisi fena heyecanlandırdı beni. Kapağında Gökhan Akçiçek’in
adını fark edene kadar sürdü heyecanım. Meğerse “Ordu” ile kastedilen, bir
sevda türküsünde “dereleri yukarı akması”
aşkla arzulanan şehrimizmiş.
Kitabı inceleyip okuduğunuzda “Ordu’dan şair çıkar mı?” sorusunun boşa
telaffuz edilmiş bir ses yığını olduğunu görürsünüz. Bir şartla… “Ordu Şairleri
Antolojisi” şeklindeki adlandırmanın, ilk bakışta yanılgıya sürükleme ihtimali
taşıması… Bu dediğimi, gece yarısı bildirileri sık vuku bulan bir vasatta
yaşıyor olduğumuzu hatırlayınca daha iyi anlayacaktır Gökhan… Nihayetinde bu cinsten bildiriler de bir
nevi ‘edebiyat’ numunesidir ve Allah muhafaza bunlar ‘antolojik bir toplam’
olarak önümüze sürülebilir. ‘Nitekim’ pek saygın bir E- generalin benzeri bir
bildiriyi yazmakla ne kadar müftehir olduğunu yakınlarda gördük.
İçeriği Ordu şehrimizin sekiz şairiyle ilgi olan antoloji, bende ilk
intibaya bağlı tahassüsleri uyandırdı. Evet, artık biliyoruz ki Ordu
şehrimizden şair çıkmış, çıkıyor, çıkacak; en azından sekizini bu kitaptan
okuyoruz…
Peki ‘Peygamber Ocağı’ mecazındaki durum ne âlemde?
İşbu noktada tarihe, özelde edebiyat tarihine müracaat etmekten
kaçınmayacağız. Mesela, daha en başta,
Halk şiirinde şairlerin mesleklere göre gruplandırıldığını, bunlar arasında
“Asker Şairler”in büyük bir sayıyı oluşturduğunu söyleyeceğiz. Cönk
yazarlarını, şuara tezkirecilerini, edebiyat tarihçilerini veya diğer
kaynakları böylesi bir adlandırmaya sevk eden husus Yeniçeri Ocağı’nda yetişen
şairlerin büyük yekûn tutmuşluğu olsa gerektir. “Yeniçeri Şairleri”nin her
bakımdan güçlü eserler vücuda getirmiş oldukları, onları konu edinen kaynakların
ortak fikridir. Asker ocağının bu mümtaz şairleri serhat kalelerinde, Anadolu,
Rumeli, Suriye, Mısır, Arabistan, Kırım, hatta Kuzey Afrika gibi diyarlarda
sanatlarını icra etmişlerdir. Sert bir süreç içinde yaşayan bu şairlerin tarihi
olayları, destanî bir edayla söylemiş olmaları ayrıca dikkate değerdir. Aynı
şekilde, onların eserlerinde serhat hayatı, yapılan büyük savaşların yankıları,
şanlı ‘askerî’ zaferlerin sevinç çığlıkları, alınan acı mağlubiyetlerin teessürleri,
her haliyle, yaşanan mühim tarihî olayların sosyolojik tezahürleri bulunurdu…
II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı'nı kapatması âşıkların yetişme
kaynaklarından birisini kurutmuş olmakla ve asker şairlerin sayısını azaltmakla
birlikte, asker ocağı, her dönemde âşıkların doğal yaşama sahalarının başında gelmiştir.
Pertev Naili Boratav ile Halil Vedat Fıratlı’nın İzahlı Halk Şiiri Antoloji’sinde (Maarif Matbaası, Ank., 1943)
Yeniçeri Ocağı sonrasında onların yerini alanlar şu cümleyle zikredilir: “Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra bu
vazifeyi, üzerlerine orduda asker olarak bulunan şairler alıyorlar.”
Sözü uzatmanın anlamı yok, meşhur asker şairlerimizden birkaç isim
zikretmenin sırasını savalım: Öksüz Dede, Kul Deveci, Tamaşvarlı Gazi Âşık
Hasan, Kayıkçı Kul Mustafa, Aşkî, Âşık Ömer, Çırpanlı, Geda Muslu, Benli Ali,
Kara Hamza, Nakdi…
Eski asker şairleri bir tarafa bırakıp yeni zamanlara şöyle bir göz
atmayı düşündüğümde elime ilginç birkaç antolojik çalışma değiyor. Faruk
Çağlayan’ın Asker Şairler Antolojisi
(TTK Basımevi, Ank., 1951) ile M. Sırrı Çakmak, M. Naci Kuşadalı ve Timur adlı
derleyenlerce hazırlanan Türk Asker
Şairleri (Öz Ar Yay., Ank., 1952) ve İlhan Çiloğlu’nun Asker Yazarlar ve Şairler (İst., 2003) adlı çalışmaları bunlar
arasındadır.
Meraklısı bu kitapları arayadursun, biz Batı Dönemi Türk Edebiyatı’nda
adı askerlikle birlikte anılan isimlerden ad sayalım: Cenap Şahebettin, Necip
Fazıl, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mustafa Necati Karaer, Bekir Sıtkı
Erdoğan, Gültekin Samanoğlu, Celal Sılay, A. Kadir, Turgut Uyar, Behçet Aysan,
Abdulkadir Budak… Birbirinden farklı dünyaların bu isimleri arasında askeri
okullarda okumakla yetinenler, askerlikten atılanlar, askerlikten istifa
edenler ve tabii ki asker emeklisi olanlar bulunmaktadır. Sözgelimi, Fazıl
Hüsnü ile Turgut Uyar bile isteye ayrılmışlar askerlikten. A. Kadir ile Behçet
Aysan ise uzaklaştırılmışlar. İşin ilginç tarafı, askerlikten ayrılmış veya
uzaklaştırılmış olan şairlerden bir kısmı
“hakî” bir dil kullanmayı zaman zaman sürdürmüşler.
Evet, böyleyken böyle… Şuraya geleceğim, günümüzde asker ocağında hayat
süren şairler kimlerdir, ne yaparlar, nasıl şiir yazarlar, bunun cevabını
bulabilmiş değiliz… Onlar arasından çıkacak “şairane” seslere kulak
kesileceğimi belirtmek istiyorum. Zira, özellikle gece yarısı “bildirileri”ne
karşı buna ihtiyacımız var. Bu vesileyle, bir hariçten gazel okuma girişimi yapacağım.
Buyurun, Cahit Koytak’ın “Can
Sıkıntısından Oturup Darbe Planı Yapan Asker, Sivil Bütün Generaller İçin
Dostça Öneriler” başlıklı metninden bir alıntı:
“Bakın komutanım, herkes gibi benim
de/ ilk aklıma gelen:/ her biriniz onar bin ağaç dikin,/ yüzer bin ağaç dikin!/
yahut kırmayı yüreğinizin kaldıramayacağı/ düşman sayısı kadar ağaç dikin ki,/ adınızla
anılan ormanlar kaplasın/savaş meydanlarını,/ çöller yerine…/ (…)/ Ve bütün bu
mucizevi şeylerden sonra,/yüzlerinizde ve ruhlarınızda hâlâ /“askeri bölge
girilmez” uyarısı/asılı mıntıkalar gözüküyorsa,/herkes için bahar göçüp gitmeden
/sonsuza kadar,/oraları kuşlara açın, /çocuklara açın,/meleklere ve insanlara
açın!”
(Bu yazı ilk kez 14 Mayıs 2009'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır. Bu versiyonu okumak için tıklayınız.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder