30 Ekim 2020 Cuma

NASILSINIZ?

40 

bir çocuğun konuşmasıdır:

ben bir çocuğum
orada da çocuklar var
orada, bağdat’ta, basra’da, ırak’ta

ben bir çocuğum
dünyanın bir yerinde.
benim bir kalbim var,
bütün çocukların kalbi var.
ama bağdatlı, basralı, ıraklı çocukların
kalplerinde yangın var
sürgün var, ölüm var, katliam var…

ben bir çocuğum bursa’da
ve benim de kalbimde
bağdatlı çocuğun yaşadığı acılar var…


***

işte, bu yüzden, ben buradayım, bu meydandayım
bu yüzden diyorum ki…
“kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ!”
ey amerika! ey ingiltere! ey israil!

soruyorum size:
füzeleriniz kimin başına indi? –elbet çocukların!
uçaklarınız kimi bombaladı? – elbet çocukları!
tanklarınızın altında kim kaldı? –elbet çocuklar!
dipçikleriniz kimin kalbinde? – elbet çocukların!
anasız-babasız kalanlar kimler? –elbet çocuklar!
kolu ve bacağı uçmuş? –çocuklar, elbet çocuklar!..

yani bizim, biz çocukların, bursalı, basralı, bağdatlı
yani bizim, biz çocukların, bütün dünyalı…

bu yüzden diyorum ki…
ben buradayım ve bağırıyorum:
ey amerika! ey ingiltere! ey israil
ve onların kanlı ortakları…

çocukların âhı
kıracak bir gün saltanatınızı!..

Likâ Edebiyat, S. 40 (1 Haziran 2003), s. 1.

29 Ekim 2020 Perşembe

SİYAM

bugünlerde hep ıslak taşlara oturuyorum. boynumda sanki yağmurdan bir kolye var. yanımda bir siyam kedisi, eskide kalan pek çok şeyi unutuyorum. 

bir sevgilim vardı. eski bir rus'tu o. bir başkasını bugünlerde göze alamam. 

her şey önce çok güzel başlıyor ve safir aynalı bir salonda geçiyor. bir sanrı mı bu? siyah bir bantla senin gözün kapalıydı. beni dansa kaldırıyordun. bense seni, portekizli bir korsana benzetiyordum. 

nedense eski bir rus soylusu olduğun sonradan ortaya çıkıyordu. papyonunu çıkarıp şöyle bir dönüyordun. odada bulunan herkes dışarı çıkıyordu. 

ben ve sen, bir de kedimiz kalıyorduk. kapıları mühürlüyorlardı. hava alamıyorduk. 

havasızlığa mahkum, eski bir aşk öyküsünün kahramanlarıydık biz. ben, bir siyam kedisi ve portekizli bir korsan sandığım sen...

İzmir, 1988.

Bu metnin de içinde olduğu Issızlık Marşı kitabının diğer yazılarını okumak için tıklayınız.



CANIM BUNU TEMİZE ÇEKİVERİR MİSİN?

camın açılışını ve el sallanışını düşünüyorum. gecenin üç otuz beşinde düşünüyor ve dışarı çıkıyorum. sevdiğim bana el ediyor.

uyuyanları ve uykusuzları düşünüyor, karşı apartmanın son katındaki dürdane'nin şezlongdaki sallanışını görüyorum. 

uyku ile uyanıklık, uyuyanlar ile uykusuzlar arasındaki fark, tek: mutluluk ya da mutsuzluk. evet, şu anda belki de bu, kısa boylu, şişman, geceliksiz, sarı boyalı saçlı dürdane'de tezahür ediyor. üstelik uzaktan ve geceye rağmen ayırt ediliyor. 

uykuya geçince mutluluğa da geçecek. sonra uyanacak ve mutsuzluğa avdet edecek. böyle.

gecenin bir vakti bu habis muhasebeye bodoslama yapmışken, oradan, içimden bir ses, bir telefon sesi, tamam oğlum, seni de göreceğiz diyor, geleceğiz diyor. oradan, içimden bir sevinç ürperiyor sonra, nedensiz. 

bakıyorum, elimde tel, pense, demir parçacıkları, bir aşkı bağlıyor, birleştiriyor ve boğuyorum. ölümden yana değil bu boğum. dirimden yana olmasını ise temenni ediyorum.

mutluluk ile mutsuzluk arasındaki geçişkenlik umut ve umutsuzluk arasında da olabilir. sevinç, keder, gözyaşı, pırlanta, toz yığını, küf, pas, asfalt, beton, demir... hayatı düşünüyorum. ve ayakta kalmayı, kalabilmeyi. 

beş parasızlığı, üç kuruşsuzluğu, seni düşünüyorum.

gazetelere yansıyacak olan ölüm haberlerini düşünüyorum.

gece saat üç otuz dokuzlarda sokaklarda dolaşanlara dair varsayımları düşünüyorum.

yatıyorum ve göçüyor, yok oluyorum.

sevgili bitkilerim benim, cancağızlarım...

mutluluğa geçiyorum. 

sevdiğim bana el ediyor. canım bunu temize çekiverir misin diyorum ona. 

İzmir, 1988

Bu metnin de içinde olduğu Issızlık Marşı kitabının diğer yazılarını okumak için tıklayınız.



28 Ekim 2020 Çarşamba

ŞAİR EŞREF'TEN YENİDEN-3

"Vatanın hâl-i garibânesine baktıkça
Girye-i hûn-u hâmiyyetle gözüm doldu benim...
Günde bin türlü felâket olarak mesmuum,
Hâfızam: Hâne-i cellâda şebih oldu benim..."

Yeniden:

baktıkça garip haline vatanın
kanlı yaşlarla doldu onurumdan gözlerim
ve günde binlerce felâketle zehirlendiğimden
belleğim:
cellathaneye benzedi benim

(1984)


26 Ekim 2020 Pazartesi

KOVGUN İSA TÜRKÜSÜ


1.

aman ben böyle sürüldüm bereketsiz tarla oralara da
oralar nereler- ah, aya bak, acıyı yazan bozan acının tutanakçısı
akçısı ben- bilmiyorum bilmiyorum'u biliyorum, izmir
ay avcısı! ay avcısı!

2.
hayır! yarım bir kent bu yolculukta
-balıkesir- kan doğar kan yaşar kan ölür,
ölür gider gece gündüz burası
şarkılar sağır zati!

- abi, bir şarkı lütfen olmasın
kırgın, buruk, yaralı
eğik filan değil
tutmasın çocukların daha bir ağlaması

3. 
bir soru: kanatlı konuşmaların sonu:
yanıt: doğru
lanetlenmiş miyim ah, ah ben lanetlenmiş miyim?

4.
burası mı efendim, bursa! mı? öyle mi dediniz
duymadım, bağışlayın!
uyumuşum! okumam ben şiir! hayır hayır! bir sayıklama
ne marka bu araba? bu araba, yayan gelip
geçerken bir rüya

5. 
! (bu işaretindir bütün yorgunluk)
varsa bir ünlem işareti kafa kol çeken kafaya
olsun! denir mi denmez mi?

6.
(güreş bilmem, demem, yalandır
bilirim çünkü kırkpınar daha ötededir
kahrolsun edebiyat tarihi güreşmektir
şairin hüzünlü mesleği)
kırkpınar dinlenme tesisleri
miydi neydi iki pehlivan
kurmuş güreşlerini
izleyemedim ve şirket çayını yitirdim

7.
ara geçiş: 

aldım lirimi elime
vurdum teline
okudum

yüreğim

vurdum teline
okudum

soluğum

lir oldum

sesim
kulak ver

eridim

8.
zihninde hayali bir at
şair istanbul'a girdi
sen istanbul! dedi başlı başına başlı bela
(metalik sevilir mi sevilmez mi?)
uzun kaçıyor işte dizeler 
mızıkçı denizler cellat!
hapisler
gem-iler vurulan
tokat hep
yok başka sebep

9. 
(şair istanbul'da asya ve avrupa'dan alış-
verişler yaptı:)

kadıköy bir buluttur, moda: yağmur
yağmur, yağmur... yağma yanarsın, yüreğim
yangın

kimse bilemez bunu, ece'mca bile, bilemez
kimse
sultan ahmet mi büyüktür sultan mehmet mi
sultanahmetli bir mehmet nasıl olur haydarpaşa'da
ve haydarpaşa bitmiş aşıklara mı paşadır?

(paşadır cumhurbaşkanım ben necip bey
saç kremi
nasıl gitmişim saçlarıma
eriyip eriyip sürünüyorum)

10.
ne-den-/di bu bizim hayatımıza
bu bizim hayatımız
salt bilmediği şeyleri severdi
ve ravi salkhar!
hindistan, türkiye
1980'dendi
yok! dendi bol kese-kumbara
olamaz! dendi
iran dindi, çok, çok dindi
filipin, nikaragua, şili
ve en mücahitleri afganistan

11.
"- bir sigara alalım mı ya yusuf
içmesek olmaz mı?
- alla'sen!.."

yusuf'un aşkı başka! başka başka gülüyor, çok sade
başka başka gülüyor ve sade yağ,
gözü yaşta gönlü yas yaşta

12.
işte anımsıyorum seni dedim ben
burada şiir söylemem dedim seni ben
burada yattı fikret dedim sonra
hikmet de buradaydı sonra
beşiktaş-taksim
edildiydi hayır değildi
gitmedim, korktum, ölürdüm: beyazıt
zıt beyaz.

13.
galata'da bir sevgili
bildiğiniz o eski İstanbul dilli
bir aşağı bir yukarı inip çıktık tünelden
sen bilmedin bunu kaderim bilmedi
hiç kimse söylemedi bana ihaneti

14.
şair yahya ile zihnimde
muhibbi oldum şehrin
kanunu delirttim
bir zamanlar bakiydim
edebiyat fakültesine gittim
ters yüz edip müfredatı
ferde işaret ettim
şehri inlettim:

15.
kadıköy iskelesinde duruyor
gece: kan

kadıköy iskelesinde duruyor
deniz: kan

kadıköy iskelesinde duruyor
rüzgâr: kan

kadıköy iskelesinde duruyor
kan

kadıköy iskelesindeki kan

16.
hep yandı
sönmedi o fener
hatta fenerbahçe
tutuştu kalbimin atışından
kanarya uçtu
ruhum kanar...

17. 
(şairin istanbulî sorularıdır:)

a. siz, hepiniz beyler, topunuz tüfeğinizle, ahmak mı sanıyorsunuz bizi, efendiler, yönsüz yöntemsiz yöneticiler, tosuncuk çocuklar, adalet nerde oturuyor ve hazerfen kimdir?

b. beyoğlu ara sokaklarında ve galatasaray hamamında güpegündüz güneşler altında hiç arlanmadınız mı yıkanmamaktan?

c. şimdi bakın, ben
zar atıyorum, geliyor bir yazı
bir tura pendik
bu doğru sizce yanlış mı?

ç. bu, bu kentle ilgili
en iç içe ve en balık
soru: 'acz'in sonu
nerededir alfabede?

(...)

25 Ekim 2020 Pazar

HACER

zühre kimdi?

en çetrefil sorun buymuş gibi, atıyorum ortaya.

sorunu, eğer ortada bir sorun varsa tabii, bu öykünün anlatıcısı çözecektir:

ZÜHRE, HACER’dir.

hacer’in başına gelenler, inanın, anlatıcınızın, yani benim başıma gelenlerin yanında bir şey değildi.

açıklayayım:

ben bazen hârut bazen mârut, daha doğrusu kederleri ve boyun eğmişlikleriyle tıpkısının aynısı olan bu iki meleğin benim bedenimde sentezlenişiyim. 

çok önceleriydi. buca’da öğrenciydim. halit ziya da arada bir uğrardı. ki o zamanlar henüz acemi bir muharrirdi, acemiliği kendinden menkul bir havailik hatta zibidilik formunda tezahür ederdi. bana ahmet cemil’i nasıl yaratacağına dair tekellümler ederdi. kimi zaman şarap içerdik bu üzümler, köşkler beldesinin bahçelerinde.

hangi tarihlerdi, şimdi bilmiyorum. belki de çocuktum o zamanlar. tarihin zapt u raptından muaf.

şuradan devam edeyim: bâbil halkı, sihirle meşgul. tanrının mucizesi ile sihir birbirine karıştırılıyor. olacak ya.

daha öncesinin gelişmeleriyse şöyle: tanrı, sihri öğretmeleri için hârut ile mârut’u, yani bendeki bileşeni, babil’e göndermişti. sihri öğrettim öğretmesine babillilere, fakat dedim ki, ey yüce kentliler, inanmayın bu işe, başınıza bela bulaşabilir, temizleyemezsiniz tininizi!

bu olay doğru. ne ki, hiç de trajik bir yapısı yok. bu nedenle ben size başımdan geçen diğer bir olayı anlatacağım biraz sonra. önce bu gibi olaylara küfeli câbir bin hayyân’ın tüm yapıtlarında rastlayabileceğiniz, ayrıca, mesleme bin ahmet ül mecrâti’nin gayet-ül hakîm’ini okuyabileceğinizi anımsatayım.

anlatıyorum, fakat lütfen dikkat. başlangıçta ben yokum olayın içinde:

günah defteri, tanrı katına çıkıp da insanları tanrının gazabına sunduğunda, melekler:

“ey rabbimiz! insanlar senin bağışlamanın değerini bilmeyerek bunca günah işliyorlar. niçin onlara bir fırsat daha vermiyorsun?” dediler.

tanrı teala:

“onlarda olan huy ve doğa, arzu ve iştah, heves, heva, neyse işte, hepsi sizde olsaydı, siz yapmaz mıydınız onların yaptığı günahları?” diye soruya soruyla karşılık verdi.

melekler bu kez:

“hâşâ!” diye söze başladılar, “ne menem şeylerse dediğiniz şeyler, bizde olsaydı, biz kesinkes inanın, doğruluktan sapmazdık!” diye yanıt verdiler.

onların bu tekellümünden sonra tanrı teala, sınav için, güvendikleri iki melek seçmelerini emretmiş, aralarından.

seçimler, ne olursa olsun, birilerinin oylarıyla, bir yere birilerinin gelmesiyle sonuçlanır. demokrasilerin bu meseli, burada da, bu melekler ülkesinde de işledi ve harut ile marut, kısacası bay bileşke olarak ben, seçildim.

seçilir seçilmez tanrım beni babil’e gönderiyor.

bu arada birkaç kez denizyoluyla izmir-istanbul arası yolculuklar yapıyorum. her seferinde şarapla imtihan olunuyorum.

gündüzleri yeryüzünde, geceleri gökyüzündeydi görevim.

bu mekanlararası gitgeller arasında olan oldu. aşka dadandım. dadandığım şey ise beni yedi bitirdi.

bir gün, zühre adında, oldukça alımlı bir kadın, kocasından şikayet ederek ve boşanma arzusuyla bana başvurdu.

bense bu dul hatuna vuruldum ve ona kavuşma arzusuyla yangınlara garkoldum.

aşk talebime, taleple karşılık verdi. onun isteklerini yerine getirecektim. çaresiz, yenildim, kabul ettim.

kötülüktü yaptığım. kötülüğüm arşı aştı. artık gem vurabilir miydim arzu atıma. fakat o, muterizdi hep. üsteledim, köpeğin olayım dedim, seviyorum…

zühre’yse, “hayır”a kilitlemişti dilini. bir de, düşkünlüğümün ateşini artırmam için yeni maceralar öneriyordu:

“şarabın dozunu artır ve puta tap!”

lanet olsun, yaptım.

zühre’ye yalvardıkça yuvarlandım.

zühre ise yükseldi. bu dul ve çılgın kadın, göklerin yıldızı oldu.

tanrı tealaya ne kadar yalvarıp yakardıysam da, babil’de bir kuyuya baş aşağı atılmaktan kurtaramadım kendimi. çünkü tanrı’ya ihanet etmiş, gazabını kükretmiştim. kıyamete kadar burada kalacaktım.

öyküm burada bitmiyor. babil’de, kuyuda sürüyor.

görüldüğü gibi, asıl sorun ve çetrefil, zühre’nin kim olduğu değil.

kuyu.

ve düşünerek hacer’i, durmak başaşağı.

İzmir, 1988.

Bu metnin de içinde olduğu Issızlık Marşı kitabının diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

24 Ekim 2020 Cumartesi

ŞAİR EŞREF'TEN YENİDEN-2

Çektiğim cevr ü cefanın sebebinden sorma,
Deme kim: "Badıhavâ menkabe dellâlı budur":
Habs ile, nefy ile, işkence ile ömrü geçer,
İşte Türkiyye'de şâir olanın hâli budur.


Yeniden: 


sorma!
çektiğim acı ve ıstırapların sebeplerini
sorma!

ve deme
'ücretsiz öykü anlatanın
kazancı budur' diye

hapisle, sürgünle, işkenceyle geçer hayatı
türkiye'de şair olanın
işte!

İzmir, 1984



HALDUN TANER ÖYKÜ ÖDÜLÜ SEKRETERLİĞİNE MEKTUP

Haldun Taner Öykü Ödülü
Milliyet Ödülleri Sekreterliği
Milliyet Gazetesi
Cağaloğlu, İstanbul


1989 yılı "Haldun Taner Öykü Ödülü"nüzün şartnamesi basın-yayın organlarında duyurulmuş olup, tarafımızca da okunmuş, incelenmiştir.

"Kendisini unutamadığımız, unutamayacağımız, her şeyden önce 'insan' Haldun Taner'i rahmetle" anarken, şartnamenizin "Ödüllendirme" bölümünün 3. maddesini içeren "Jüri üyeleri, verdikleri oyu, katılanları, karşıt görüşlerini açıklamamayı, ödül sonuçlarıyla ilgili tartışmalara girişmemeyi kabul eder." biçimindeki koşulu,  yaşasa, Haldun Taner'in bile reddedeceği kanaati taşıyorum. 

Son yıllarda sıkça rastlanan "kapalı kapılar ardında oynanabilir oyunlara" açık kapı bırakan böyle bir maddeyi tasvip etmiyor, dahası protesto ediyorum. 

Jüri üyelerinin de konu hakkında düşünmesini diliyor, kendilerini eylemime katılmaya davet ediyorum. 

Böylelikle, rahmetli üstadın ruhu da rahat edecektir. 

İzmir, 1989


23 Ekim 2020 Cuma

ŞAİR EŞREF'TEN YENİDEN-1

"Dökülen kan boşa gitmez reh-i hürriyette,
İnkılâba olur er geç cereyânı bâdi;
İç yüzünden çürüyüp rahneler eyler peydâ,
Temelinden göçürür heykel-i istibdâdı."

Yeniden: 

dökülen kan
boşa gitmez özgürlük yolunda.
olur devrim er geç.

er geç 
içten içe çürür
çatlar er geç
istibdat anıtı.

ve er geç
göçüp gider.

(1984)




BAŞKANA AĞIT!

komedyen! komedyen!
hüzünlendir biraz daha biraz daha!
demedik hiçbir zaman sana

yeter be çıkardığın çıngar
nedir be ne çektik senden
in aşağı hadi! in aşağı! aşağlı!
hep sen mi tutacaksın sahneyi
seni mi dinleyeceğiz hep
yetti be yetti be yetti be!
dedik ve diyoruz sana

İzmir, 1987


22 Ekim 2020 Perşembe

GÜZ

Daha az aydınlıktır gün, hava daha az sıcak

Berraklığı daha az göğün 

Uzun günler geçmiştir, bitiyor gönül çelen aylar


Yazık! Sararıyor ağaçlar daha şimdiden

Sis ve rüzgârıyla kederlidir güz

Ve yaz ki, kaybolan bir arkadaştır gidiyor.


Victor Hugo'dan/C.A.

19 Ekim 2020 Pazartesi

BİZİ YOUTUBE KANALIMIZDAN DA TAKİP EDEBİLİRSİNİZ!

Fikir, kültür, sanat ve edebiyat ile ilgili çalışmalarımızdan bazılarını işbu blog ile dikkatlere sunma imkânımız yok. 

Özellikle sözlü ve görüntülü çalışmalarımızı Youtube ile takdim etmek daha makul bir tercih oluyor. Hemen belirtelim, oldukça renkli bir arşiv sizi bekliyor kanalımızda

Ziyaret etmeyi ve abone olmayı ihmal etmezsiniz umarım. Buyrun, tıklayın!


"EKİM DEVRİMİ"

Saray erkanı için Kadaşi'de Çalışır dokumacı kızlar Gamsızdır kalbi sarayın Varoşlarda ağıttır Ruslar Ütopik romanımda rüya Yıkılmış Nirenze binası Kremlin'e geliyor sıra Direnemez ağıtlara Moskova Ank., 19 Ekim 2020



18 Ekim 2020 Pazar

BEŞİNCİ KEZ UZATILIRKEN OHAL KOMİSYON DOLAP MAKİNİSTİ SEVGİLİME İTİRAZ DİLEKÇESİ

nasıl umutlu olayım senden
evraklara boğulmuşsun
ölümsüzlük umarken ölü olmuşsun
sanki bir gömü bulmuşsun da
komisyon gülü diyorlar sana
garkolmuşsun dertlere
üstelik arşiv dolabının direksiyonu
elindeymiş de
kapılmışsın boş bir gürültüye
kuru bir gurur hınzır bir kibir
şimdi onbinlerce melek
nasıl da inciniyor kim bilir o karaşın ellerinde
evrak dosyaları ve dolaplar gıcır gıcır
ama eskiyecek böyle giderse
sen de yaşlanacaksın kaşlar gözler
süpürge olacak o zindanrenk saçlar
çünkü demiştim ya evraklar evraklar
inadına itirazlarla tozlanmaya gelmiş
sararmaya solmaya ahdetmiş isyanlı sükutlar
evraklara mahpus damı dolaplar
elinde dolaplara mahsus direksiyon
hiç yakışmıyor aslında bana diyorsun
o halde diyorum ben de
ben de çekeyim dosyalar dolusu çile
onlar bitecek de
sen geleceksin
bahar gelecek
güller
güneş
hiçbir
şey
gelme-
-yecek
umut yok senden...

Ankara, 8 Ekim 2017


Ankara, 8 Ekim 2017'de yazılan bu şiir ilk kez Aşkın E Hali dergisinin 50. Sayısında (Nisan-Mayıs-Haziran 2018, s. 7) yayımlanmıştır.


 

14 Ekim 2020 Çarşamba

SÖZDAĞI

Sığınıp Dinozor Ormanının ardına
Bize efendilik taslama...
Sanma ki kalmadı
Elimizde çürük yumurta... 

Böyle diyorum
Geçerken önünden
Karanlığının... 

Ankara, 10 Ekim 2020

13 Ekim 2020 Salı

NASILSINIZ?

39


cesaret

bir köpek teslim
ediyor bir köpek

soysuz bir saldırı var
soysuz bir düşman

ki şeytanın emir eri
satın almış itleri

bir bir vurmuş aşısını
küfrün elebaşısı

kana karıyor vatan
salya akıtıyor düşman

ve vampir ve “canavar”
dişsiz ve fakat “canavar”

                        -cana var cana var cana var
                        ırak’a var cana var-

bir köpek teslim
alıyor bir köpek

                        -arkadaş bitmedi savaş var  
                        savaş var topyekün bir sefer
                        ve elbet müslüman bir zafer
                        bir vakte kadar savaşla zafer-

evet, acıyla ama illa ki, Adıyla…

Likâ Edebiyat, S. 39 (1 Nisan 2003), s. 1
.

10 Ekim 2020 Cumartesi

ALAY KÖŞKÜ!

                                 -gülhane parkı'nda-

ankara forsu taşımandan belli
türkülerden sen anlarsın
hele oyun havalarına ne demeli

hay hay herkes haddini bilmeli
kimin zevkidir zemheride kışın
elbet karpuzun iyisine layıksın

doğruya doğru sağlık her şeyin başı
hapşırtmamalı başbakanlıktaki arkadaşı
maliyeci dostun beşiğini iyi sallamalı

eğitim mi dedin pek matah bir şey işte
öğrenciler af bekliyor hoca hanımlar koca
sözün dinlenir seyirt gözünü bolca

sahi kime sesleniyorum yahu kuzum
gece yarıya erdi ne diye uykusuzum
otel odaları'nı üstadın lâleli'de okumuşum

tefeci be-hey yetey bu kaday kıymet
feci biy çığlık için yetey bunca kıyamet
kesişmeyecek yolumuz siz sağ ben selamet

hükümetle keyif çatcek
arkadaşlar bir müddet

Bu şiir ilk kez Arif Ay'ın yayımladığı Edep dergisinde yayımlanmıştır. 



ERHAN ÇAMURCU YAZDI: "MEHMET AKİF'İ NASIL OKUMALIYIZ?"

Bir yazarın büyüklüğü üzerinde yazılanların ya da söylenenlerin çokluğundan ziyade yazılamayanların, söylenemeyenlerin çokluğundadır zira hakikat; laf oyunlarıyla geçiştirilemez. Bir kesimin görmezden geldiği, göstermek istemediği; diğer bir kesiminse adeta göremediği bir hakikattir, Mehmet Akif Ersoy. Her iki kesimin talihsiz tutumu itibariyle de ayrı ayrı mühim şeyler söyler. Akif’i görmezden gelen ve göstermek istemeyenler, esasen Akif üzerinden çok daha büyük bir hakikati gizlemek niyetindedir. Öyle bir hakikat düşünün ki bu ülkenin bağımsızlık sembolü olan marşın sahibi olsun da diğer şiirleri ve yazıları çeşitli vesilelerle görmezden gelinsin. Bir yandan İstiklal Marşı’nı milletine adamış olan Akif’e methiyeler düzerken diğer yandan Akif’in millet tasavvuru hakkında tek kelime edilmemesi, ettirilmek istenmemesi, Akif’i millet nazarında dar bir kalıbın içine hapsetmek gayesinden başka bir şey değildir. Ders kitaplarına “Seyfi Baba” manzumesini alıp Akif’e şairlikten ziyade manzum hikâyecilik payesi verirken onun; “Asım” ve “Köse İmam” karakterleri üzerinden bir toplum mimarlığına soyunuşunu göz ardı etmek halisane bir niyetle izah edilemez. Öte yandan Akif’in esas olarak seslendiği ve “Asım’ın nesli” diye umut bağladığı kesimin büyük bir kompleksle manevi köklerinden uzaklaşması ve Akif’in işaret ettiği hakikatlere sırt dönmesi çok daha vahim. Türk gençliğinin içinde bulunduğu hâli “celladına âşık olmak” deyimiyle izah etmek pek de abartılı olmasa gerek.

Mehmet Akif Ersoy üzerine yapılan değerlendirmelerin ekseriyeti onun şairliği üzerinedir. Esasen bu tutum dahi Akif’in dillendirdiği hakikati perdelemek için takınılan bir tutumdur. Akif de pek çok şiirinde çeşitli vesilelerle kendisinin şair olmadığını ifade ediyor. Ancak bu tavrın dahi okunması gerekir. Akif, kendisinin şair olmadığını söylerken dönemin şairlerine ve “hâkim şairlik” tanımına bir eleştiri yapıyor. Şiire yüklenmesi gereken görev itibariyle devrinin şairlerinden ayrılmakla birlikte klasik dönem İran şairi Sadi ile güçlü bir bağ kuruyor. İslâm dinince de şairler hem övülmüş hem de lanetlenmiştir. Burada esas dikkat edilmesi gereken şiirin neye hizmet etmek için oluşturulduğudur. Akif, Servet-i Fünun’cular gibi şahsi bunalımlarını yapmacık söz oyunlarıyla dillendirmek yerine söz söyleme hünerini; toplumun acılarını dillendirmek, manevi kurtuluş reçetesini yazmak için kullanmıştır. Tam da burada sanatın gayesinin ne olması gerektiği sorulmalıdır. Sanat, sanat için midir toplum için midir? Kendi kendini cevaplayan bir soru esasen. Bu soru ile “Su, içilmek için midir, yıkanmak için midir? sorusu arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Nasıl ki su, hem içmek hem yıkanmak içinse sanat, hem toplum hem de sanat içindir. Bir sanatçı, acı çeken bir topluma sırt dönüp estetik zevk peşinde koşamaz. İçinde bulunduğu tarihi dönemin tanıklığını yapmalıdır. Cepheye mermi taşıyan bir Anadolu kadınının, bebeğinin battaniyesini mermilerin üzerine örtmesini bir kahramanlık hikâyesi olarak okuyabiliyorsak Akif’in şairlik istidadını mânen çıplak kalmış İslâm ümmetinin ruhuna örtmesini de alkışlayabilmeliyiz. Akif’in takındığı tavır son derece ulvidir. Kaldı ki Akif, şair olarak nitelendirilmek zorunda da değildir. O, devrinin tanığı bir münevverdir. Çağının ötesine seslenen bir muallimdir. Fikirleri ve telkinleriyle “özgün bir toplum kurucu”dur. Cevat Akkanat, kitabına bu ismi veriyor: “Mehmet Akif, Özgün Bir Toplum Kurucu”.

Bir dönem devlet okullarında ders kitabı olarak okutulmuş olan “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitap, Finlandiya toplumunun kültürel dönüşümünü, bu dönüşümde eğitimin ve dinin sağaltıcı rolünü anlatması itibariyle önemlidir. Safahat; mekân olarak camiyi; örnek şahsiyetler olarak da Köse İmam ve Asım’ı alan bir kurtuluş yolu gösteriyor, Türk milletine ve İslâm ümmetine. Bu itibarla; okullarda Safahat ve Akif’in ders olarak okutulması, gerçek manada bir “Asım’ın nesli” inşa etmenin ilk şartıdır.

Cevat Akkanat, sadece Akif’i anlatmakla yetinmeyip Akif’e yönelik yapılmış olan yanlı değerlendirmeleri de yine Akif’in şiirleri üzerinden ele alıyor ve Akif’e karşı takınılmış olan tavrı gayrı samimi bulduğunu ifade ediyor. Kitabın ilk bölümünde, çağının ideolojileri karşısında Akif’in takındığı tavrı şiirlerinden örneklerle gösteren Akkanat; bölümün son paragrafında şunları söylüyor: “Kim ne umarsa umsun, bundan paylarına düşen hüsran olacaktır. Çünkü Akif, gerek asarı gerekse hayatı ile bu coğrafyada bir çığır açmış, bu çığır yankısını bulmuş, hakkı söyleyen muvahhit bir topluluk, ondan sonra da hep var olmuştur. Bugün onun emeklerinin boşa gitmediğini ispatlayacak nitelikte bir uyanış ve diriliş nesli vardır ve bu, inanıyorum ki artarak devam edecektir.” Bu sözler, Akif’in ne büyük bir hakikatin sözcüsü olduğunun bir ifadesidir.

Safahat’ın birinci kitabı “Fatih Camii”, ikinci kitap “Süleymaniye Kürsüsü’nde”, üçüncü kitap “Hakkın Sesleri”, dördüncü kitap “Fatih Kürsüsü’nde” isimlerini taşırken pek çok şiirin atmosferi de cami ve cemaat eksenindedir. Bütün bunlar Akif’in nasıl bir toplum inşa etmek istediğini göstermesi bakımından önemlidir. İslâm dinince ve Türk İslâm kültüründe caminin ehemmiyeti büyüktür. Yeniden bir kurtuluş da ancak camilere gereken ehemmiyet verilerek mümkün olabilir. Cevat Akkanat, Fatih Camii ile Akif’in kişiliği arasındaki bağlantıyı ifade ederken; “Şahsiyet ile mekân arasında kuvvetli bir münasebet olduğunu, buna bağlı olarak bir sanatçının dünyasını tahlil ederken mekân tasvirinden faydalanmanın büyük faydalar sağlayacağını sanırım kabul edersiniz.” diyor. Fatih Camii’nde müderrislik yapan babası Temiz Tahir Efendi, Akif’in aynı zamanda ilk hocasıdır.

Akif’in şiirlerindeki ithaflar üzerinden de bir okuma yapıyor Cevat Akkanat. Akif, okuyucuya örnek göstermek istediği şahsiyetlere ithaflarda bulunarak bu şahsiyetleri hem onurlandırıyor hem de davasına birer yoldaş olmaları itibariyle bu şahsiyetlere teşekkür ediyor. Mithat Cemal Kuntay, Hüseyin Avni Ulaş, Ali Şevki Hoca, Fatih Gökmen gibi arkadaşlarına; Abbas Halim Paşa, Şerif Ali Haydar Paşa, Roosevelt gibi nispeten siyasi kimlikleri olan kişilere –kesinlikle siyasi bir tutum olarak değil- ve kimi talebesi, kimi akrabası olan gençlere ithafen şiirler yazmıştır. Cevat Akkanat bu ithafların mahiyetlerini şu şekilde ifade ediyor: “Mehmet Akif’in ithaflarıyla ilgili yaptığımız bu tespitlerin sonunda şu yargıya vardığımızı söyleyebilirim: Akif ithafları yoluyla bizi iki hususa yönlendirmektedir. 1. Şiirin ithaf edildiği kişinin şahsiyetine, 2. İthaf edilen şiirin ana duygusuna mesajına… Bu bağlamda, söz konusu iki hususun Akif’in ithaf yaptığı kişilerde birleştiğini, bu kişilerin yüksek şahsiyetli, çalışkan, iyi ahlaklı; kısacası İslâm’ın sevdiği meziyetleri taşıyan insanlar olduğunu söyleyebiliriz.

Son olarak Akif’in kendisinden sonraki şairleri ne derece ve ne şekilde etkilediğine dair bir değerlendirme yapıyor Akkanat. Özellikle Azeri sahasında Mirza Elekber Sabir, Ahmet Cavat Akundzade ve Bahtiyar Vahabzade gibi isimlerin; dini ve milli hisleniş itibariyle Akif’ten etkilendiklerini ifade eden yazar, Türkiye’de toplumsal konuların işlenişi ve sosyal hayatın tasvir ediliş biçimleriyle Nazım Hikmet’in; dini hassasiyet ve toplumu dönüştürme gayesiyle de Necip Fazıl’ın Akif’ten etkilendiğini ifade ediyor.

Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2020'de Dünyabizim.com'da yayımlanmıştır.

8 Ekim 2020 Perşembe

DÖRTLÜK

hıçkırır güneş vurunca cama
safran sularda yüzer gövde
kırılır kirpik ten aynada geri
parçalanmış bir hiç kalırsa

Nevşehir, 1995




 

NASILSINIZ?

 38


(Erzurum, 1964-Ankara, 12 Aralık 2002)

 

“karçiçeği” kendi rengini giydi,

“palandöken” ıssız kaldı şimdi…

toprak, ‘ebedî’ bir şairi kalbine alıp şenlendi.

***


-Nâzir’e-


sözden ahenk kesilsin anlam kalsın ‘pazar’a

bitsin aşklar acılar her bir şi’rin örtüsü

demiştir “tut elimden indir beni mezere”

o şair ki şiirdir o “erzurum türküsü”

***


“Allah adın zikredelim evvelâ” diyerek…

 

Likâ Edebiyat, S. 38 (1 Şubat 2003), s. 1.



6 Ekim 2020 Salı

ŞARKILAR KİTABI'NDAN: ŞARKI-3

ŞARKI

Bir hüzne bürünmek mi benim akşamım olsun Kalbim sana vurgun ruhumun gölgesi ey gül Sensiz geçilen yollara gözyaşları serdim Irmakları coştursa da aşkın benim olsun Alsın beni sarsın beni taştan taşa versin Gövdem yara olsun bere olsun da durulsun Duydukça sesimden ne bu isyan diyeceksin Çılgınlığımın aksi serâpâ müziğim olsun (Mef'ûlü/mefâîlü/mefâîlü/feûlün) Bursa, 19 Ocak 2015

4 Ekim 2020 Pazar

BASMANE'DEN İKİÇEŞMELİK'E

Vururdum boyumu yokuşa Basmane'den yukarı bir akışa Çünkü iki gözüm İkiçeşmelik'ti İzmir'de o kederli mahvoluşta Sarmaşıklara dolanırdı gölgem Karaşın üzüm gözlü baygınlıklara Asılır kalırdım ara sıra Eğimliydim asma yapraklarına Şebboyların tılsımıyla yürüyüp Geçtim çalgılarla çevrili geceyi Banaydı zifiri saçların kemendi Ahu bakışlara canım vermiştim Ara bir sokak bir çıkmaz sonra İmbatlar eser durmaz ruhumda Kibariye'den bir hançer dilimde Kezzaptır gençlik çağıma İzmir... Ankara, 4 Ekim 2020




BAYGIN SULARDA

baygın sularda yıkarsın saçlarını
tersiz sularda uykusuz susuz

seninle mutluyum ben seninle
yaşarım saf uçkunluğu

ay ışığı salkımlanan gecelerimin
tek sahibesi

yediyüzkırküç yokuşunda koşuyorsun
köşede bakkalda taze ayran içiyorsun

kötüdür uzaklığı istanbul’un ve sense
korkarsın annenden

yeniden yeniden yıkarsın saçlarını
hep beyazsın şensin şehvetsin

baygın sularda yıkarsın saçlarını

İzmir, 1986?

(Bu şiir şu kitabımda yer almaktadır: Tan Tan Traska!, Okur Kitaplığı, İst., 2015, s. 55-56)