Bir yazarın büyüklüğü üzerinde yazılanların ya
da söylenenlerin çokluğundan ziyade yazılamayanların, söylenemeyenlerin
çokluğundadır zira hakikat; laf oyunlarıyla geçiştirilemez. Bir kesimin
görmezden geldiği, göstermek istemediği; diğer bir kesiminse adeta göremediği
bir hakikattir, Mehmet Akif Ersoy. Her iki kesimin talihsiz tutumu itibariyle
de ayrı ayrı mühim şeyler söyler. Akif’i görmezden gelen ve göstermek
istemeyenler, esasen Akif üzerinden çok daha büyük bir hakikati gizlemek
niyetindedir. Öyle bir hakikat düşünün ki bu ülkenin bağımsızlık sembolü olan
marşın sahibi olsun da diğer şiirleri ve yazıları çeşitli vesilelerle görmezden
gelinsin. Bir yandan İstiklal Marşı’nı milletine adamış olan Akif’e
methiyeler düzerken diğer yandan Akif’in millet tasavvuru hakkında tek kelime
edilmemesi, ettirilmek istenmemesi, Akif’i millet nazarında dar bir kalıbın
içine hapsetmek gayesinden başka bir şey değildir. Ders kitaplarına “Seyfi Baba”
manzumesini alıp Akif’e şairlikten ziyade manzum hikâyecilik payesi verirken
onun; “Asım” ve “Köse İmam” karakterleri üzerinden bir toplum mimarlığına
soyunuşunu göz ardı etmek halisane bir niyetle izah edilemez. Öte yandan
Akif’in esas olarak seslendiği ve “Asım’ın nesli” diye umut bağladığı kesimin
büyük bir kompleksle manevi köklerinden uzaklaşması ve Akif’in işaret ettiği
hakikatlere sırt dönmesi çok daha vahim. Türk gençliğinin içinde
bulunduğu hâli “celladına âşık olmak” deyimiyle izah etmek pek de abartılı
olmasa gerek.
Mehmet Akif Ersoy üzerine yapılan değerlendirmelerin ekseriyeti onun şairliği üzerinedir. Esasen bu tutum dahi Akif’in dillendirdiği hakikati perdelemek için takınılan bir tutumdur. Akif de pek çok şiirinde çeşitli vesilelerle kendisinin şair olmadığını ifade ediyor. Ancak bu tavrın dahi okunması gerekir. Akif, kendisinin şair olmadığını söylerken dönemin şairlerine ve “hâkim şairlik” tanımına bir eleştiri yapıyor. Şiire yüklenmesi gereken görev itibariyle devrinin şairlerinden ayrılmakla birlikte klasik dönem İran şairi Sadi ile güçlü bir bağ kuruyor. İslâm dinince de şairler hem övülmüş hem de lanetlenmiştir. Burada esas dikkat edilmesi gereken şiirin neye hizmet etmek için oluşturulduğudur. Akif, Servet-i Fünun’cular gibi şahsi bunalımlarını yapmacık söz oyunlarıyla dillendirmek yerine söz söyleme hünerini; toplumun acılarını dillendirmek, manevi kurtuluş reçetesini yazmak için kullanmıştır. Tam da burada sanatın gayesinin ne olması gerektiği sorulmalıdır. Sanat, sanat için midir toplum için midir? Kendi kendini cevaplayan bir soru esasen. Bu soru ile “Su, içilmek için midir, yıkanmak için midir? sorusu arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Nasıl ki su, hem içmek hem yıkanmak içinse sanat, hem toplum hem de sanat içindir. Bir sanatçı, acı çeken bir topluma sırt dönüp estetik zevk peşinde koşamaz. İçinde bulunduğu tarihi dönemin tanıklığını yapmalıdır. Cepheye mermi taşıyan bir Anadolu kadınının, bebeğinin battaniyesini mermilerin üzerine örtmesini bir kahramanlık hikâyesi olarak okuyabiliyorsak Akif’in şairlik istidadını mânen çıplak kalmış İslâm ümmetinin ruhuna örtmesini de alkışlayabilmeliyiz. Akif’in takındığı tavır son derece ulvidir. Kaldı ki Akif, şair olarak nitelendirilmek zorunda da değildir. O, devrinin tanığı bir münevverdir. Çağının ötesine seslenen bir muallimdir. Fikirleri ve telkinleriyle “özgün bir toplum kurucu”dur. Cevat Akkanat, kitabına bu ismi veriyor: “Mehmet Akif, Özgün Bir Toplum Kurucu”.
Bir dönem devlet okullarında ders kitabı olarak
okutulmuş olan “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitap,
Finlandiya toplumunun kültürel dönüşümünü, bu dönüşümde eğitimin ve dinin
sağaltıcı rolünü anlatması itibariyle önemlidir. Safahat; mekân
olarak camiyi; örnek şahsiyetler olarak da Köse İmam ve Asım’ı alan bir
kurtuluş yolu gösteriyor, Türk milletine ve İslâm ümmetine. Bu itibarla;
okullarda Safahat ve Akif’in ders olarak okutulması, gerçek manada bir “Asım’ın
nesli” inşa etmenin ilk şartıdır.
Cevat Akkanat, sadece Akif’i anlatmakla
yetinmeyip Akif’e yönelik yapılmış olan yanlı değerlendirmeleri de yine Akif’in
şiirleri üzerinden ele alıyor ve Akif’e karşı takınılmış olan tavrı gayrı
samimi bulduğunu ifade ediyor. Kitabın ilk bölümünde, çağının ideolojileri
karşısında Akif’in takındığı tavrı şiirlerinden örneklerle gösteren Akkanat;
bölümün son paragrafında şunları söylüyor: “Kim ne umarsa umsun, bundan
paylarına düşen hüsran olacaktır. Çünkü Akif, gerek asarı gerekse hayatı ile bu
coğrafyada bir çığır açmış, bu çığır yankısını bulmuş, hakkı söyleyen muvahhit
bir topluluk, ondan sonra da hep var olmuştur. Bugün onun emeklerinin boşa
gitmediğini ispatlayacak nitelikte bir uyanış ve diriliş nesli vardır ve bu,
inanıyorum ki artarak devam edecektir.” Bu sözler, Akif’in ne büyük
bir hakikatin sözcüsü olduğunun bir ifadesidir.
Safahat’ın birinci kitabı “Fatih Camii”,
ikinci kitap “Süleymaniye Kürsüsü’nde”, üçüncü kitap “Hakkın
Sesleri”, dördüncü kitap “Fatih Kürsüsü’nde” isimlerini
taşırken pek çok şiirin atmosferi de cami ve cemaat eksenindedir. Bütün bunlar
Akif’in nasıl bir toplum inşa etmek istediğini göstermesi bakımından önemlidir.
İslâm dinince ve Türk İslâm kültüründe caminin ehemmiyeti büyüktür. Yeniden bir
kurtuluş da ancak camilere gereken ehemmiyet verilerek mümkün olabilir. Cevat
Akkanat, Fatih Camii ile Akif’in kişiliği arasındaki bağlantıyı ifade
ederken; “Şahsiyet ile mekân arasında kuvvetli bir münasebet olduğunu,
buna bağlı olarak bir sanatçının dünyasını tahlil ederken mekân tasvirinden
faydalanmanın büyük faydalar sağlayacağını sanırım kabul edersiniz.” diyor.
Fatih Camii’nde müderrislik yapan babası Temiz Tahir Efendi, Akif’in aynı
zamanda ilk hocasıdır.
Akif’in şiirlerindeki ithaflar üzerinden de bir
okuma yapıyor Cevat Akkanat. Akif, okuyucuya örnek göstermek istediği
şahsiyetlere ithaflarda bulunarak bu şahsiyetleri hem onurlandırıyor hem de
davasına birer yoldaş olmaları itibariyle bu şahsiyetlere teşekkür ediyor.
Mithat Cemal Kuntay, Hüseyin Avni Ulaş, Ali Şevki Hoca, Fatih Gökmen gibi arkadaşlarına;
Abbas Halim Paşa, Şerif Ali Haydar Paşa, Roosevelt gibi nispeten siyasi
kimlikleri olan kişilere –kesinlikle siyasi bir tutum olarak değil- ve kimi
talebesi, kimi akrabası olan gençlere ithafen şiirler yazmıştır. Cevat Akkanat
bu ithafların mahiyetlerini şu şekilde ifade ediyor: “Mehmet Akif’in
ithaflarıyla ilgili yaptığımız bu tespitlerin sonunda şu yargıya vardığımızı
söyleyebilirim: Akif ithafları yoluyla bizi iki hususa yönlendirmektedir. 1.
Şiirin ithaf edildiği kişinin şahsiyetine, 2. İthaf edilen şiirin ana duygusuna
mesajına… Bu bağlamda, söz konusu iki hususun Akif’in ithaf yaptığı kişilerde
birleştiğini, bu kişilerin yüksek şahsiyetli, çalışkan, iyi ahlaklı; kısacası
İslâm’ın sevdiği meziyetleri taşıyan insanlar olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak Akif’in kendisinden sonraki şairleri
ne derece ve ne şekilde etkilediğine dair bir değerlendirme yapıyor Akkanat.
Özellikle Azeri sahasında Mirza Elekber Sabir, Ahmet Cavat Akundzade ve
Bahtiyar Vahabzade gibi isimlerin; dini ve milli hisleniş itibariyle Akif’ten
etkilendiklerini ifade eden yazar, Türkiye’de toplumsal konuların işlenişi ve
sosyal hayatın tasvir ediliş biçimleriyle Nazım Hikmet’in; dini hassasiyet ve
toplumu dönüştürme gayesiyle de Necip Fazıl’ın Akif’ten etkilendiğini ifade ediyor.
Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2020'de Dünyabizim.com'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder