Heinrich Heine (1797-1856), Alman edebiyatında adı Goethe ve Schiller'le birlikte anılan büyük bir şair. Bir Musevî tüccarının oğlu olarak dünyaya gelen Heine, bankacılık, manifaturacılık gibi işlerde bir süre çalıştıktan sonra hukuk tahsili yapar. Bu arada Arndt, Schlegel gibi devrinin önde gelen tarihçi, felsefeci ve şairlerinin derslerini takip eder. 1825'te hukuk diplomasını almakla birlikte, mesleğini icra etmesine yetmez. Bunun için bir şart vardır: Din değiştirmeli, Hıristiyan olmalıdır. Çok sevdiği mesleğini yapabilmek için gereğini yapar, Protestan olur.
Heine'ın Musevî bir soydan gelmesi, ona farklı sebeplerle muarız olanların en önemli saldırı noktası olmuştur. Bununla birlikte ona yapılan hücumlara, Demir Şansölye olarak şöhret yapan Bismarck bile karşı koymuştur: "Heine'nin bir şair olduğunu, isminin ancak Goethe'nin yanı sıra anılabileceğini, şiirinin katıksız Alman şiiri olduğunu, bu beyler nasıl unutabilirler?" der Bismarck.
Almanya'da rahat nefes alamamaktan olsa gerek, önce İngiltere ve İtalya'ya yolculuklar yapan Heine, 1831'de Paris'e gider. Bundan sonra Almanya'ya bir kez, 1843'te bir ziyaret için uğrar. Bu arada, Almanya'da olan bitenleri tenkit eder; "Deutschland. Ein Wintermärchen" (Almanya. Bir Kış Masalı) kitabını yazar. Zira artık eserleri kimi otoriteler tarafından Alman edebiyatından reddedilmiştir.
Kitaplarına Nazistler tarafından tepki gösterilse, dahası kitapları yakılsa da, Heine'ın eserleri Alman edebiyatının ölümsüzleri arasındaki yerini almıştır. Onun şiirleri, sadece edebî dille değil, başta müzik olmak üzere farklı sanatsal yaratılar olarak kuşaktan kuşağa aktarılmış, pek çok dile çevrilmiştir.
Bu girişten sonra, Donna Clara'ya gelelim. Evet, Donna Clara bir şiir kahramanı ve aynı zamanda adını o kahramandan alan şiir. Bu metin, Haine'ın "Şarkılar Kitabı"nda (Çev. Behçet Necatigil, Adam Yay., İst., 1982, s. 251-255) yer alan bu şiir, onun biyografisiyle doğrudan ilişkili bir metin olarak dikkat çekmektedir. Bu satırdan sonra, hem şiir hem de kahraman olarak Donna Clara'ya, şairin biyografisi eşliğinde göz atacağız. Başlayalım:
22 dörtlükten oluşan bu tahkiyeli şiir, çok boyutlu göndermelere sahip. Elit sosyal çevre kişilerinin can sıkıntılarına, saplantılarına, dar dünya görüşlerine, fena kaçamaklarına dair tespitler yapılabilir pekâlâ. Şiirin ekran yüzünde cirit atan bu hususlar arasında, derinliksiz bir aşk macerası konuşlanmıştır. Fakat metnin en can alıcı meselesi, Donna Clara'nın "yerli ve millî" bir reflekse yaslanan kavmiyetçiliğidir: Arada bir saldırır Yahudilere!
Baştan başlayalım:
"Dolanıyor bahçede akşam vakti
Belediye başkanının kızı.
Davul boru sesleri
Şatodan gelen yankı:"
Resmiyet ortamının danslarını, sahte aşklarını artık dayanılmaz bulan Donna Clara, daha öncesinde gördüğü bir şövalyeyi tekrar görebilmek umuduyla pencereye gelir:
"İnce, uzun, yiğit duruyordu,
Solgun, soylu yüzünde gözleri,
İki ışık pınarı -
Sanki Georgen'e benziyordu."
Böyle söylenirken, burnunun dibinde biter "meçhul şövalye" ve onunla birlikte, ay ışığı altında gezintiye çıkarlar. Utangaç aşıklar artık ince fısıltılar eşliğinde ânı yaşamaktadırlar. Fakat bir ara, sevgilisine yüzünün niçin kızardığını soran şövalye, şu yanıtı alır:
"Sivrisinekler soktu, sevgilim;
Öyle nefret ederim ki
Yaz ayları onlardan;
Yahudi çeteleri sanki."
Bu son dize, Donna Clara'nın ilk milli tacizidir. Şövalye pek kulak asmaz görünür: "Bırak sinekleri, Yahudileri" der, memnun, işine devam eder. Arada kıskançlık cümleleri de kurmaktan geri kalmaz: "Kalbinde başkası var mı?" diye sorar. Aşığının kollarında Donna Clara, şöyle yanıtlar soruyu:
"Sen seni seviyorum, sevgilim,
And içerim İsa'ya;
O İsa'yı ki Yahudiler
Öldürdüler alçakça."
Genç şövalye bu kez de "Bırak İsa'yı, Yahudileri!" diye teskin makamını seçerek sevgilisini memnun etme keyfiyetine devam eder. Bir taraftan da, ellerinin kollarının misafirine, ettiği yeminlerin sahici olup olmadığına dair sorular sorar. Donna Clara:
"Bende hiç yalan yok, sevgilim,
Nasıl ki bağğrımda tek damla kan
Yoksa ne pis Yahudiler,
Ne de zencilerden."
Buyrun, Yahudilerin yanına zencileri de eklemiştir Başkan'ın kızı. Ama aşığı yine oralı olmaz, "Bırak zencileri, Yahudileri!" deyip geçer, onu "Mersin dallarından bir çardak" altına götürür:
"Yumuşacık bir sevda ağıyla
Sardı onu gizlice;
Kısa konuşmalar, uzun öpüşmeler,
Kaynaştı kalpler iç içe."
Bülbül şakımaları, ateşböceklerinin ışıltılı dansı, sessizliğin gizli sesi, mersin ağaçlarının fısıltısı eşliğinde geçip giden uzun bir süreden sonra, Belediye Başkanı'nın şatosundan gelen davul zurna gürültüleri, Clara'yı uyandırır. Şövalyenin kollarından sıyrılıp ona veda etmeye hazırlanırken, sormadan edemez:
"Dinle sevgilim, beni çağırıyorlar
Fakat ayrılmadan önce,
Bunca zaman sakladığın
O güzel adını söyle!"
Haine, bütün kurguyu bu müthiş final için saklamıştır. Aldı genç şövalye, söyler bakalım ne söyler:
"Ben, Sennora, sevgiliniz,
O herkesin övdüğü
Saragossalı ünlü hukukçu
Yahudinin oğlu."
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Heinrich Heine'ın biyografisiyle birlikte okunabilecek bir şiir Donna Clara şiiri. Yaşadığı ülkenin egemen kavmiyetine mensup olmadığı için dışlanan, ötekileştirilen, fikrî bir linçe maruz kalan Haine, böylesi tutum ve uygulayım sahiplerine edebî bir fiskeyle darbe indirmiştir. Bu darbe sembolik bir darbedir fakat maruz kalanlar açısından utanç vericidir. İnsafsızlık, izansızlık, insansızlık anıtı olan benzerleri de aynı utançtan paylarını almalıdır: Elbette dönemden ve ülkeden (Almanya) soyutlayıp zaman ve mekan bağlamında evrenselleştirerek, bu tiksinçliğe el veren her kim ve ne varsa...
Aksi halde, Donna Clara'nın düştüğü vaziyetten kurtulmaları mümkün olmayacak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder