aslında unutmuştum
ne vakit bir ceviz
ağacı görsem
hatırlıyorum
yeniden
iki bin yedi ya da
sekizde
polis bana
saldırdığında
aslında utandığımı
hatırlıyorum
bir özel
kuvvetçiyi yere yatırıp
tekmeyle burnunu
kırdığımız yazan
o tutanağa
neredeyse
güleceğimi
unutmuşum
hatırlıyorum
kapalı bir
cezaevinde birkaç hırsız, kaçakçı
ve (gerçekten)
katille
dip dibe bir hafta
geçirdiğimi
unutmuşum
hatırlıyorum
ne zaman
çıkacağımı
bilmeden
hayatımın neredeyse
bittiğinden
emin
altı ranzalı bir
koğuşta
yirmi kişi
dönüşümlü
uyuyarak
sonradan yaprak
yeşiline dönen
ev yapımı
dövmelerin inceliklerini
öğrenek
avlu duvarında bir
sincap görünce
heyecandan yerinde
zıplayan adamlara
hayret ederek
komşu koğuşla
haberleşmek için
notları buruşturup
ceviz dalları arasından
fırlatarak
ve voltası asla
kesilmemesi gereken mahkumların
volta atarak
yanımdan geçtiği
bir hafta
geçirdiğimi
unutmuşum
hatırlıyorum
çıkarken
adettendir diye
kıyafetlerimi hediye ettiğimi
ve herkesin bana
aceleyle
ve samimi bir
neşeyle sarıldığını
unutmuşum
hatırlıyorum
çıkmadan hapishane
müdürüne yeterince saygılı davranmadığım için
tokatlanıp, uzun
süre cezalı bir çocuk gibi
hazırolda
bekletildiğimi
ve eğer bu yüzden
çıkamasaydım
kendimi kendim
gibi
davrandığım için
asla affetmeyeceğini
unutmuşum
bilmiyorum hangisi
daha iyi
unutmak mı
hatırlamak mı
biliyorum,
sincaplar
toplar toplamaz
unutursa ancak
cevizlerini
gömdüğü yeri
büyür
yeni ağaçlar
Sadece Şiir dergisindeki “Bir Ceviz Ağacı” adlı
üstteki şiirine yoğunlaşacağımız Efe Duyan (İstanbul, 1981), mimarlık ve
felsefeyle olan meslekî ve keyfî uğraşıları bir tarafa, Takas (2006) Tek Şiirlik
Aşklar (2012) ve Sıkça Sorulan
Sorular (2016) kitaplarının şairi. Biyografisine bakanlar onun şiirle
ilişkisini sanırım belirli zaman dilimlerinde şairlik forması giyen bir şiir
emekçisi şeklinde değil de, hayatının
her anını şiire adamış bir şiir eylemcisi olarak adlandıracaktır. Bu
kanaatlerine delil olarak da, şairin, 2008’de başlayan ve dünyanın farklı
noktalarındaki şiir platformlarında gerçekleşen şiirsel serüvenini
sunacaklardır. Pek doğal olarak buna şiirlerinin çevrildiği diller listesini de
ekleyeceklerdir. Bu deliller Efe Duyan’ı her şeyden önce küresel etkileşimler şairi
şeklinde adlandırmamıza yarayacaktır. Dolayısıyla ona şiir eylemcisi diyebilmemiz
için hayatına ve sanatına yansıyan şahsi ve poetik bileşenlere dikkat kesilmek
daha doğru olacaktır.
Fakat bu yazıda işimiz söz
konusu dikkati kesilmek değil. Üstelik daha geniş zamana yayılmış bir okuma,
tahlil ve tenkit çabası ister böylesi bir girişim. Biz ise, süreli yayınların
yeni sayılarında yayımlanan şiirler arasında yer alan ve bize göre farkındalık
oluşturan bir metni dikkatlere sunacağız.
“Bir Ceviz Ağacı” sekiz
birimlik bir metin. Birimlerde anjambman (cümle hâkimiyeti) baskın şekilde
kendisini gösteriyor. Dolayısıyla düzyazıya yaklaşan bir söyleyiş tercih
edilmiş oluyor. Bu tercih, kişi, olay, yer ve zaman unsurlarıyla desteklenip
pekiştiriliyor ve nihayet ortaya bir manzum hikâye formu çıkıyor. Kuşkusuz
tekdüze bir kurgudan söz etmiyorum. Çünkü metinde anlatımı yapılan olay halkaları,
gerek bazı dil birliklerinin birbirini olumsuzlayan kullanımları, gerekse
zamanda vuku bulan geri veya ileri atlamalarla sinematografik bir sunuma
bürünüyor.
Metin boyunca tekrarlanan
“unutmuşum” ve “hatırlıyorum” sözcükleri şiirin kurgusuna yaptığı pozitif
katkının yanı sıra, şair öznenin, perde perde anlattığı hayat-ı hakikiyye
sahneleri karşısındaki psikolojik gerilimini yansıtmak gibi bir işlevselliği de
yükleniyor.
Efe Duyan’ın şiirini diri
tutan unsurların başında içerikteki cesur metaforlar geliyor. Bunlar genellikle
şairin birebir sosyal tabiattan kesip aldığı sahneler. Dahası otobiyografik
anıştırmaları da yanında taşıyor. Bu dediğimizi, “Bir Ceviz Ağacı” bağlamında
sıralayalım: İki bin yedi ya da sekizde uğradığı polis saldırısı, bir özel
kuvvet polisine şiddet uyguladığına dair satırların bulunduğu –ironik- bir
tutanağa imza attırılması, adi suçlularla iç içe yaşanan bir haftalık cezaevi
macerası, bu maceradan sunulan bazı kesitler (hayatının bittiği sanrısı, altı
kişilik koğuşta yirmi kişi kalmaları, ev yapımı dövmelerin inceliklerini
öğrenmesi, avlu duvarında görülen sincap ve mahkûmların buna verdikleri tepki,
komşu koğuşla kurulan iletişim…), cezaevinden çıkışı, çıkış öncesi cezaevi
müdürüyle yaşanan gerginlik…
Bütün bunlar her bir karesi
birbirinden önemli ve bol hareketli bir kısa filmin gösterimi gibi cereyan edip
duruyor. Söz konusu devamlılık varlığını, anlatılanların toplum hayatımızda sık
sık yaşanan pratikler olmasına borçlu. Ve bu yaşanırlığa bağlı olarak metnin
zihinlerde bıraktığı etkiye. Her ne kadar şair özne sınırları çizilmiş bir
tarihlendirmeye gitse de (“iki bin yedi
ya da sekizde”) anlatılanlar öncesi ve sonrasıyla toplumumuzda sürgit bir
yayılıma sahip. Dolayısıyla olan biten, şairin biyografisinden sıyrılıp
sosyolojimizin manzarası halinde varlığını sürdürüyor. Bu yüzden, bu şiirde
olduğu gibi, önemli sosyolojik
tespitler yapan, bunları cesur söylemlerle dile getiren ve dolayısıyla
toplumsal risklere talip olabilen şairler, diğerlerine göre öne geçiyor.
Bahsettiğimiz durum, Efe
Duyan’ın poetik algısıyla net bir şekilde uyumlu. Nitekim şiir yolculuğunun ilk
dönemlerindeki bilinçli tercih onda hep görünür olmuştur. Bir alıntıyla,
bilinçli tercih dediğimiz şeyi somutlaştıralım isterseniz. Sözgelimi, Kemal
Özer’le birlikte imzaladıkları Takas’ın
başındaki metinlere bir göz atalım. Bu kitabın sunuşunu yazan Ali Mert, 70’li
yaşlarında “genç bir anıt” olan Kemal
Özer ile “güneşli yirmilerinde genç bir
ışık” olan Efe Duyan’ın “usta-çırak”
ilişkisine dayanan işlerini şu anahtar ifadelerle kesiştirir: “… konusunu yaşamın kendisi olan ya da
kaynağını yaşamdan alan bir edebiyat…” “… şiir geldi sorumluluğa dayandı görüşüne” yaslanmak, “en son umut ölür” sözüne bağlanmak.
Bunlar esasen “usta”nın düsturlarıdır.
Fakat “çırak” da onun bu düsturlarına
bağlanmış görünmektedir. Şöyle diyor Mert: “Şiirine
dair hafızamı zorladığımda, en çok, ‘boyacı çocuk’unu hatırlıyorum onun.
Yaşamın içinden geldiği, gözümde o çocuğun fotoğraflarını canlandırdığı, ‘o anı
yakalayıp’ yansıttığı için beğenmiştim bu şiiri. Baştan şöyle bir tutuyor,
sonra sokağa atıp ‘hadi bakalım’ diye sarsarak bitiriyordu şiiri.” Ali
Mert’in söylemini Takas’a “Neden Kemal Özer?” başlıklı bir metin
yazan Efe Duyan’ın satırlarında da yakalıyoruz. Fakat uzatmamak babında, bu
husustaki tespitleri okura havale ediyoruz. Tam da bu noktada belirteyim, okuduğum
başka metinlerini de dikkate alarak söylüyorum; Efe Duyan’ın bu yaklaşımı hâlâ
sürüyor. Fakat ezberlenmiş, dolayısıyla klişeleşmiş bir form oluşturmuyor hiçbir
zaman. Çünkü aynen ilk ustası gibi, dinamik bir tutumla, hep arayışlar içinde...
Bununla birlikte, kimi
geleneksel atıf ve tekniklere yaslandığını da görüyoruz şairin. Sözgelimi bu
şiirinde daha şiirin başlığı ile birlikte –kanaatimce diğer bir ustası- Nazım
Hikmet’in “Ceviz Ağacı” şiirine link atabiliyoruz. Fakat bu bir anıştırma, o
kadar. Bir de her ikisinin içeriğinde yer alan “polis” sözcüğü. Yoksa gerek
söyleyiş gerekse biçimsel kurgu itibariyle Nazım Hikmet’in oluşturduğu –üstelik
müzikal- yapı ile benzerliği yok “Bir Ceviz Ağacı”nın. Bu yönleriyle Efe
Duyan’ın imar ettiği yapı tabii ki zayıf. Üstelik “unutmuşum”, “hatırlıyorum”
gibi tekrarlarla veya “bilmeden”, “uyuyarak”, “öğrenerek”, “hayret ederek”,
“fırlatarak”, “volta atarak”, “çıkarken” gibi zarf fiil ekleriyle birbirine
ulanan bir metni ahenk kıstasına vurmanın bir âlemi de yok.
Efe Duyan’ın yaslandığı mühim
geleneksel teknik ise şiirin finalinde görünürlük kazanıyor. Burada, bir dönem
toplumcu şairlerin yaptığı gibi, sıralaya geldiklerine bağlı olarak, hükmünü
kesinkes veriyor. Fakat o toplumcu şairler bunu kıssadan hisse çıkarmak kabilinden
yaparken, bu şiirde hüküm bir naiflik eşliğinde oluyor.
Diyebilirim ki “Bir Ceviz
Ağacı”, cezaevi gözlemlerinin anlatıldığı bir bölümle de birleşerek, finalde
şiirsel bir doruğa ulaşıyor. Önce şairin cezaevi gözlemlerinin bir kısmını
anlattığı şu bölümü okuyalım: “avlu
duvarında bir sincap görünce/heyecandan yerinde zıplayan adamlara/hayret
ederek/komşu koğuşla haberleşmek için/notları buruşturup ceviz dalları
arasından/fırlatarak/…” Şimdi de çoklu büyümelere kapı aralayan final
dizelerine bakalım:
“biliyorum, sincaplar
toplar toplamaz unutursa ancak
cevizlerini gömdüğü yeri
büyür
yeni ağaçlar”
“Bir Ceviz Ağacı”nı, yeni büyümelere atıf yapan bir şiir olarak okudum.
Efe Duyan, “Bir Ceviz Ağacı”, Sadece Şiir Dergisi, S. 5 [Ocak-Mart 2021], s. 9
http://phonodia.unive.it/people/efe-duyan [Erişim Tarihi: 23.02.2021]
https://www.efeduyan.info/ [Erişim Tarihi: 22.02.2021]
Kemal Özer-Efe Duyan, Takas, Daktylos Yay., İst., 2008.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder