15 Şubat 2022 Salı

EĞİTİMİN 100 GÜNLÜK BONİBONU

Popülist yaklaşımları kitlelerin gözünü boyayarak günü kurtarma etkinliği olarak görmemek mümkün mü? Keşke böyle olsaydı. Öyle ya, Prof. Jean-Werner Müller’in “Popülizm Nedir” adlı kitabında, popülistlerin, deyim yerindeyse despotik tutumlarından bahseder. Müller’e göre, popülistler halkın yegâne temsilcisi olarak kendilerini görürler. Çoğulculuğun karşısında olurlar, dolayısıyla demokrasiyi ihlal ederler. Milli irade söylemini kullanırlar, fakat halk iradesinin çağrışımlarına katlanamazlar. Devleti yönetmekten ziyade baskıcı tutumlarla yönetimsel ilişkileri kendi lehlerinde kullanırlar. Anayasal kurumlarla çatışırlar. Devleti ve siyaseti halktan uzaklaştırırlar…

Benzeri tespitlere Matthijs Rooduijn’in “Popülizmi Ölçmek” adlı araştırmasında da rastlayabilirsiniz. İsteyen bulup inceleyebilir…

Popüler yaklaşım ve uygulamalar, son yılların resmî süreçlerinde uygulanır oldu. Hatırlar mısınız bilmem, bir yıl kadar oldu, “Altı Aylık Eylem Planları”ndan bahsediliyor, Bakanlıklar üzerinden tüm üst düzey kamu kurumlarının altı aylık faaliyetlerinin takvime bağlanması talep ediliyordu.

Akıbeti ne oldu, hatırlamıyoruz! Doğrusu, bir ziyaret süresi içinde işbu sürece tanıklık yapma bahtsızlığı yaşamıştım. Adını vermek istemediğim bir kamu kurumunda, münasip eylem maddeleri icat etme talaşı vardı. Buradan bir şey çıkmayacağı, daha en başından belliydi. Ne yazacaklarını, ne yapacaklarını bilmeyen yüksek kamu erkânı vardı karşımda. Sözü kesip, vodvile yüz vermeyeyim…

24 Haziran süreci sonrasında da benzeri bir eylem planı ihdas edildi. Bu kez süre yaklaşık iki ay daha kısılmış, “100 Günlük İcraat Program”, bütün bir devlet mekanizmasının organlarını kapsayacak şekilde, neon ışınlarla örülü bir takdim eşliğinde, kamuoyuyla paylaşılmıştı.

“Süreç” sürüyor. “100. Gün” yaklaşıyor. Bakalım 10 Kasım’ın arifesinde hangi janjanlı son bekliyor bizi. Göreceğiz…

Kuşkusuz bekleyip görmek, bir tercih. Amma velakin, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.” sözünün de bizden sadakat beklediğini unutmayıp, kimi öngörülerde bulunmak mümkün. Bunu belki bütün sahalarda değil, seçeceğimiz bir alanda gerçekleştirebiliriz. Mesela, işbu mevkutenin bu ayki özel dosyasını teşkil eden eğitimde…

Milli Eğitim Bakanlığı’nın “100 Günlük İcraat Programı”, Cumhurbaşkanlığı tarafından programın ilanını müteakip, 1 Ağustos 2018 tarihinde yürürlüğe girdi. Süreç Eylül, Ekim, Kasım aylarının ilk haftaları içinde, belirlenen bir komisyon tarafından izlenip değerlendirilecek ve raporlarla takip edilecekti. Eylül ve Ekim raporlamaları bitmiş olmalı. Umulur ki Milli Eğitim Bakanlığı Strateji dairesine iyi sonuçlar intikal etmiştir.

MEB’in 100 Günlük “Eylem/Projeleri” arasında neler var, bir adım da buradan atalım: Hepi topu 12 maddelik bir program. İçeriğinde yer alan maddeleri saymaya çalışalım: Okullarda tam gün eğitim oranını artırmak, ülkemizin stratejik kurumlarında çalıştırılmak için yurtdışına 500 öğrenci göndermek, öğretmenlerin mesleki liyakatlerini güçlendirmek, profesyonel eğitim yöneticiliği sistemine geçmek, okulöncesinden başlayarak öğrencileri tanıyıcı e-portfolyo sistemini kurmak, Bakanlığın mevzuat ve insan kaynaklarını içeren ‘büyük veri’ sistemi kurmak, her bir eğitim kurumunu değerlendirmeye yönelik izleme sistemi oluşturmak, mesleki eğitim ile endüstri ilişkisini yeniden yapılandırmak, ölçme ve değerlendirme sisteminin yeniden yapılandırılması, öğrencilere disiplinler arası algoritmik düşünme becerisi kazandıracak kodlama, robotik vb. derslerin müfredata yerleştirilmesi, 700 okulun “Kent Güvenlik Yönetimi Sistemi”ne (MOBESE) entegre edilerek daha düzenli hale getirilmesi, öğrencilerin yabancı dili aktif bir şekilde kullanmasını sağlayan bir öğretim modeline geçilmesi…

Bu vaatlerin hepsini tek tek gözden geçirmek, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hakkında kanaatte bulunmak, işbu yazı bağlamında pratik görünmüyor. Bunun yerine, birkaç maddeyi ele alıp, tahkikat yapmak daha makul bir tercih olacak. Öyle yapalım…

MEB 100 Günlük İcraat Programının iki no’lu projesine bakalım mesela: 700 okulun MOBESE’ye entegre edilmesine… Okullarda güvenlik kamerası alt yapı sisteminin oluşturulması ve bunun adı geçen büyük sistemle ilişkilendirilmesinin yanı sıra, öğrenci servis araçlarının da güvenlik kaydına tabii tutulmasını kapsıyor bu proje. İlk bakışta hayli olumlu tepkiler alıyor bu eylem. Fakat, bu maddenin eğitim öğretimden ziyade, birinci derecede güven sorunu ile ilgili olduğunu belirtmek gerekiyor. Üstelik, işbu maddenin, 100 Günlük süreçle başlamadığını, evveliyatının da olduğunu, dahası OHAL ortamında geliştirilip ortaya konulduğunu hatırlıyoruz. Basından takip edebildiğimiz kadarıyla, bir önceki Milli Eğitim Bakanı döneminde, 2018 başlarında, okullarda güvenlik önlemlerinin alınmasına dair ilk girişimler yapılmıştı. Bakanlığın girişimi basında her ne kadar “uyuşturucu kullanımı ve bağımlılık ile mücadele”yle ilişkilendirildiyse de, dayanaklar arasında iş sağlığı ve güvenliği, yangından korunma, sabotajlar, acil durumlar, vb. gibi olası riskler de dikkate alınmış olmalıydı. Fakat bütün bunları önlemek için, MEB’in daha önceki yıllarda çıkarmış olduğu talimatlar, yönetmelikler, emirnameler, yönerge ve genelgeler mevcut değil miydi? Ayrıca, çocuklarımızı doğrudan eğitim yoluyla zararlı hallerden niçin koruyamıyorduk? Her neyse, sonuçta 12 Eylül 2018 tarihinde icraatın ikinci aşamasına geçildi ve projenin asıl sahibi görünümünde olan İçişleri Bakanlığı ile protokol imzalandı. “Güvenli Okul Güvenli Gelecek” adıyla takdim edilen projenin bir diğer paydaşı ise Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı idi. Şimdi sıra 700 okulun bütün kör noktalarıyla birlikte kamerayla donatılması ve MOBESE’yle kenetlenmesine gelmişti. Popülist yaklaşımların vasati verilerini içeren işbu eylem planının sonuçları hep birlikte göreceğiz.

Bir başka madde olarak karşımıza çıkan “öğretmenlerin liyakatinin güçlendirilmesi”ne bakalım. Mesleğin nitelikleri, özlük hakları, kariyer süreçleri… Bunlar iyileştirilecek inşallah. Bir de Öğretmenlik Meslek Yasası çalışmalarından bahsediliyor. Dahası, 100 günü az biraz aşıyor ama olsun, “Tüm öğretmenlerin eğitim düzeyi üç yıl içinde yüksek lisans seviyesine” çıkarılacakmış. Gene de iyi niyetle izlenmesi gereken bir madde diyelim. Lakin kendi içinde çelişkiler taşıdığı da ortada. Ayrıca, nitelik, özlük hakkı, kariyer üçgeninin iyileştirilmesi bir tarafa, öğretmen alımlarında yaşanan sancı ve sorunlar feryat sınırlarına gelip dayanmışken…

Gelelim öğrencilere yabancı dili aktif olarak kullandıracak bir öğretim modeli bahsine. Hemen soralım, yeni bir model için, hangi uzmanlarla nasıl bir işbirliği yapıldı? Akademik camiadan kimlere danışıldı. Dilbilim uzmanları, yabancı dil mütehassısları, eğitim bilimciler, rehberlik uzmanları… Bunlardan hangi oranda yararlanıldı. Bizzat sahadaki paydaşlardan, İngilizce öğretmenlerinden, öğrencilerden bilgi alındı mı? Yoksa günü kurtarmaya dönük bir uygulama ile gözler mi boyanacak? Öğrencilerin okuma, yazma ve dinleme becerilerini geliştirecek bir model, 100 gün içinde uygulanabilir bir şey midir? Bu madde ile ilgili yapılacak birkaç eylem daha var listede. Keşke içlerinden birisi icra edilebilse…

Milli Eğitim Bakanlığının 100 Günlük İcraat Programında dile kolay, kulağa hoş gelen maddeler de var: Öğrencileri tanımaya dönük portfolyo sistemi. Bu sistemin içini dolduran eylemler arasında yer alan “İlkokulların yarım gün ders yarım gün bilim sanat spor merkezlerine dönüştürülmesi… Keşke gerçekleşse de, öğrenciler gri renkli ortamların sunduğu can sıkıntılarından kurtulabilseler…

Pek çok Bakan gibi, Milli Eğitim Bakanı da şu günlerde 100 Günlük İcraat Programının akıbetini Yüz Yıllık Yalnızlık kıvamında bekliyor. Dağ fare mi doğuracak, fare kedi peşine mi düşecek…

Ankara, 5 Ekim 2018

Bu yazı Oktay Rifat Üçüncü imzasıyla Sebilürreşad dergisinin Ekim 2018 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok: