Maskeli kentin üstünde hafta sonu,
san ölüm örtüsü,
polis helikopterinin arada bir
yırttığı.
Ankara,
gençliğimin çatlayıp dökülen
boyası.
Altı boş, altı çürük, altı kara,
onarılacak yer yok artık;
nerede yatacağını bilmeyen
bir köpek gibi dolaşıyor ıssızlık.
Yaşam söylence kılığında
perdeler ardından bakıyor
sokaklara.
Ben beynimdeki yırtıcı kuşu
evcilleştirmeye
çalışıyorum,
bilemiyorum nasıl engel olurum
tenime gaga
vuruşlarına.
Boşlukta burgaçlanıyor tanıdık
yüzler,
san yokluğun katı özü,
yasakların dibini boylamadan önce.
İyi ki sokakta rüzgâr satan bir
arkadaşım var,
sesiyle Ankara’nın buzlu camını
sıyıran,
barınağım,
söyleşilerimizin sayfaları arasına,
manolya yaprağı gibi ayraç olan.
Başkent zamanı kapının açılmasını
bekliyor
san eşikte sessizce bekleyen kedi.
Patika dergisindeki “Eşikte Bekleyen
Zaman” (S. 113, s. 40) şiiri üzerinde duracağımız Aytekin Karaçoban (Kırşehir,
1958) çok yönlü edebî çalışmaları ve bunlara bağlı olarak oluşturduğu külliyat
ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış bir şairdir.
Karaçoban, Dicle Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten (1984) sonra Fransa’da
Rouen Üniversitesinde “Fransız Direniş Şiiri 1940-1945” konulu bir yüksek
lisans tezi (1988) hazırlamıştır. 1978’den bu yana edebiyat dünyasında olan
şair, ilk şiir kitabı Ben Gülün Kardeşiyim (1988)’de A. Tekin adını kullanır. Onun
şiirlerini şu kitaplarından da okuyabiliriz: Pablo Neruda’yla Söyleşi (1995),
Anlık Görüntüler (1998), Kavuşma Tadında (2000), Yüksek Gerilim Hattı (2015),
Zaman Sızdı (2018), 1000+1 Soru (2019), Çatlak Çan (2020) ve son ikisi hariç,
kitaplarına girmeyen şiirleriyle birlikte “Toplu Şiirler” kitabı Çalkantılı
Deniz (2020). Bunlardan mensur şiir formuna, dahası içerik olarak yer yer
poetikaya yaklaşan Anlık Görüntüler, Images Instantanées (2000) adıyla
Fransızca da yayımlandı. Bunların dışında özellikle Pablo Neruda’dan yaptığı
çevirileri dikkat çeken Karaçoban, şiir üzerine yazdığı yazılarını da Şiir,
Büyülü Çığlık (2017)’ta bir araya toplamıştır.
Sözün bu noktasında “Murat Koçak’a” ithafını taşıyan “Eşikte Bekleyen Zaman”ı hangi
gerekçelerle Nisan 2021’de yayımlanan dergilerden çekip alarak bir adım öne
çıkardığımızı açıklayalım: En başta, şiir sanatının olmazsa olmazlarından olan
sözün özgün kullanımına ait taşıdığı unsurlardan bahsedebiliriz. Akabinde çağın
ruhuna yönelik yaptığı tespitler ve bunları bahsettiğimiz özgün dille yoğurarak
sunabilmesini gösterebiliriz. Son olarak şairin, yerel ve öznel olanla evrensel
ve nesnel olanı harmanlayarak bir metin kurma girişimi içinde olduğunu da
dikkatlere sunabiliriz. Başlayalım…
“Eşikte Bekleyen Zaman”, farklı dize
kurgularından oluşan altı birimlik bir şiir. Bu kurguda şiirsel olan ile
tahkiyeli anlatımın ve sinema dilinin bireşime tabi tutulduğu görülüyor.
Böylece, şiirsel imge öyküleme ve gösterme sanatlarıyla iç içe ete kemiğe
büründürülüyor. Aralarında geçişler var kuşkusuz ve işte o perdeler metne
devinim kazandırırken okura estetik sürprizler sunuyor.
Şiir muhayyel bir mekânda geniş bir zaman
dilimine ve farklı anlara yayılan bir gök ve ses tasviri ile başlıyor. Sonuç, mekânı
ve zamanı örten bir “ölüm örtüsü”. Bu
oldukça umut kırıcı bir başlangıç: “Maskeli
kentin üstünde bir hafta sonu,/san ölüm örtüsü/polis helikopterinin arada bir
yırttığı.” Burada somut ve maddi olan üç nesne vardır: “Maske”, “örtü” ve “polis helikopteri”. Bu göstergeler mekânın, zamanın ve en
önemlisi insanın içinde bulunduğu durumun tespitini yapmak açısından oldukça
önemlidir. Şair, sözünün devamında bunlara dair açılımlar sunacaktır. Fakat
hemen belirtelim, öyle hazır lokmalar halinde olmayacaktır bu sunum. Zira
“Anlık Görüntüler”in bir yerinde de vurgulamıştır dili kullanımdaki tutumunu: “Gündelik kurdun içten kemirdiği sözcüklerle
yazamam. Düşük yapan anlam imge kütüğünden siler kimliğimi yoksa. Pılını
pırtısını toplayıp gider söz torbasından çıkacak dünya.” (Çalkantılı Deniz,
s. 98)
İlk birimde “maskeli kent” şeklinde muhayyel
olarak verilen mekân ikinci birimde somutlaşır. Burası “Ankara”dır. Ankara, “gençliğimin”
ve “artık” sözcükleri eşliğinde aynı
anda hem şairin geçmişi (nostaljisi; otobiyografik bir gönderme.) hem de
toplumun bugünü olarak takdim edilmiştir. Ankara’yı oldukça özgün bir
benzetmeyle gençliğinin “çatlayıp dökülen
boyası”na teşbih eden şair, kentin bugününü de “altı boş, altı çürük, altı kara/onarılacak yer yok artık” şeklinde
betimler. Fakat bu birim sözün çok daha katmanlı bir kullanımıyla tamamlanır: “nerede yatacağını bilmeyen/bir köpek gibi
dolaşıyor ıssızlık” Buradaki anlamsal katmanları ve bunların sunduğu
zenginliği yorumlamazsak olmaz: İlk olarak şair, ıssızlığı bireysel bir mefhum
olarak nerede yatacağı belli olmayan bir köpeğe benzetiyor diyebiliriz. Bu,
aynı zamanda ıssızlığa can ve beden vermek demektir ki, fena bir teşhis
sayılmaz. Fakat ben buradaki kullanımda, Ankara’nın istiare yoluyla “ıssızlık” olarak adlandırıldıktan sonra,
“nerede yatacağını bilmeyen bir köpek”
olarak tavsif edildiğini de söylemek istiyorum. Şunu da: “Issızlık” ve “köpek”
göstergeleri ister şairin öznel dünyası, isterse Ankara ve dolayısıyla toplum
hayatı açısından ele alınsın, aynı noktada buluşulur; olan bitenin hayra alâmetsizliği!
Şiirin üçüncü biriminde kesit yine
değişir. İç mekâna sığdırılan hayat âdeta kutsanmış, efsanevî bir kılığa
büründürülmüştür. Dahası, kanlı canlı bir kişilik halinde, perdeler gerisinden
sokaklara bakadurmaktadır. Bu durumda anlatıcı öznenin iç âleminde neler
yaşanır olabilir? Zihnindeki düşünsel gelgitleri “yırtıcı kuş” şeklinde istiare eden şair, kendisini gagalardan nasıl
koruyup kollayabileceğinin kaygısını yaşamaktadır. Nüansları olsa da bir Promete’dir
kaygı yaşayan. Bu arada, kaygının görünür nedeni her ne kadar zihinde, iç
âlemde olsa da, aslen harici etkenlerden kaynaklanmaktadır. Sokağı dar eden, hayatı perdeleyenlere,
yasaklara gark edenlere…
“O Andı” başlıklı metninde “Dünyayı yaşanır kılma derdim, suçüstü
yakalanmış gibi yalnız kaldı.” (Çalkantılı Deniz, s. 175) diyen Aytekin
Karaçoban’ın üst paragrafta betimlediğimiz hallere ışık tutan başka dizeleri de
vardır. İşte “Küçük Bir Şairin Not Defterinden” adlı şirinden bir bölüm:
“Sokağa
çıkmayacağım bugün.
Gazeteler
dursun yerinde.
Radyoyu
açmak yok.
Geleni
kovacağım beynimden.
Öleceğim
bir günlüğüne.”
(Çalkantılı Deniz, s. 43)
Şiirin dördüncü biriminde, olan biten
karşısında savrulan tanıdıklara getirir şair sözü. Onlar boşluğa doğru yol alan
anaforik görüntüler sunarak girdapta yok olup gitmişlerdir. Arkadaşları da
şairi katı gerçeklikle yüz yüze bırakmış, yasaklar dünyasının daha bir
çekilmezliğine neden olmuşlardır:
“Boşlukta
burgaçlanıyor tanıdık yüzler
san
yokluğun katı yüzü
yasakların
dibini boylamadan önce”
Şair bu dizelerde dile getirdiklerini
sanki “Anlık Görüntüler”in şu bölümüyle somutlaştırıyor: “Önce duyar yanımızı gömdük üstümüzden akan sele ses etmemekle. Unuttuk
sonra sığ suların durgun akışında. İndi mi ölüm gibi inen akşamların göksel,
kara dağı yüzünü kazıdı kapılarımıza. Ürkek adımlarla vurdumduymaz sokaklar
ürettik; ‘Arananların listeleri’ önünden gözlerimizi kaçırarak geçtik; eksildik
gözdağları altında…” (Çalkantılı Deniz, s. 106)
Şiirin beşinci birimi, kanaatimce şiirin
şimdiye kadarki gidişatını değiştiren, böylece umut vadeden bölümü. Şiir,
diyebilirim ki buradaki moral aşılayıcı unsurlarla “Eşikte Bekleyen Zaman”
adını almaya başlıyor. Sözgelimi, birimin ilk dizesi “İyi ki sokakta rüzgâr satan bir arkadaşım var”, yukarıdan beri
çizilen olumsuz tabloyu bir çırpıda yerle bir etmeye yetiyor. “Ölüm örtüsü”nü, “köpek gibi dolaşan” ıssızlığı, içteki “yırtıcı kuş”u… Girdapta kaybolanlardan da olmamıştır “sokakta rüzgâr satan arkadaş”… Bu dizede
“rüzgâr” sözcüğünün önemi ortada. Havadaki
devinim, esinti, yel gibi anlamlarının yanı sıra, zaman, dönem veya dünya, âlem
yahut talih gibi pek çok anlamı olan bu sözcük, öyle ustalıklı kullanılmış ki,
oluşturabileceği bütün metaforik atmosfer, şiiri pozitif yöne sevk edebiliyor.
Bunu şiirin sonraki gidişatında da görüyoruz. Şair için bir barınak (bu şiir
bağlamında sığınak da diyebiliriz) olan, “sesiyle”
“Ankara”nın reva gördüğü
olumsuzlukları yok eden (“buzlu camını sıyıran”)
bu arkadaş, baştan beri sıralanan her
tür olumsuzluk arasında bir ayraçtır; “manolya
yaprağı gibi bir ayraç”. Tabii bu noktada manolya yaprağının özelliklerine
temas etmek gerekir. Öyle ya, niçin her hangi bir ayraç değil de, “manolya yaprağı gibi”? Herhalde şair bu
yaprakların büyüklüklerini, pırıl pırıl, capcanlı oluşlarını, zorlu kış
şartlarına karşı dayanıklılıklarını dolayısıyla kolay kolay dökülmemelerini
biliyor ki benzetme unsuru olarak manolya yapraklarını kullanıyor. Üstelik
bütün bu özellikleri, şükran duyulan arkadaşın özellikleriyle de örtüşüyor.
Şiir, kendi başlığına atfın yapıldığı iki
dizeyle bitiyor. Fakat başlıktaki “Zaman” burada önüne bir isim almıştır. “Başkent zamanı”dır şimdi. “Kapının açılmasını bekle”mektedir. Sanki
“eşikte sessizce bekleyen kedi” gibi.
Bu iki dize kuşkusuz umut vaad etmektedir. Şair, her şeye karşın, geleceğin ışığının
eninde sonunda yanacağına inanmaktadır.
Şöyle bitirelim: Şiirlerinde ve diğer eserlerinde Pablo Neruda, Paul Eluard, Adonis, Mahmut Derviş, Nâzım Hikmet gibi dünya şairlerine yoğun atıfların olduğunu biliyoruz Aytekin Karaçoban’ın. Onların yaşadığı sancıların benzerlerine maruz kalmış bir otobiyografiyi yüklendiğini de. Böyleyken, sözünü elbette umutla bağlayacaktı ve bağladı. Üstelik, betimlediği olumsuzluklardan kaynaklanan çığlıklar nasıl sadece kendisinin “yalnız çığlıkları” değilse, vaat ettiği umut da sadece kendisine ait değildir…
KAYNAKÇA:
Aytekin Karaçoban, 1000+1 Soru, Ürün Yay., Ank., 2019.
Aytekin Karaçoban, Çalkantılı Deniz, Klaros Yay., Ank., 2020.
Aytekin Karaçoban, Patika Dergisi, S. 113
(Nisan-Mayıs-Haziran 2021 ), s. 40.
Aytekin Karaçoban, Şiir, Büyülü Çığlık,
Şiirden Yay., İst., 2017.
Gültekin Emre, Şiir Günlüğü, Varlık
Dergisi, S. 1336 (Ocak 2019).
http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/karacoban-aytekin
http://www.biyografya.com/biyografi/4056
https://azbitki.com/manolya
Not: Bu metin matbu olarak ve ilk kez İktibas Dergisi, S. 509 [Mayıs 2021], s. 61-63'te yayımlanmıştır. Okumak için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder