13 Temmuz 2020 Pazartesi

BİR MELALNÂME: İHTİYARIN VEFATI

İhtiyarın Vefatı adını taşıyan bir kitabı okumanın ne gibi bedeli olabilir? Bence, melâle müşteri olmalı bu kitabın okuru.

Polat Onat’ın ikinci kitabıdır İhtiyarın Vefatı… 2009’da yayımlanan ilk kitabının taşıdığı isim de ilginç: Son!

1979 doğumlu bir şair Polat Onat. İlginç bir yazı serüveni var. 2000’de yazmaya başlamış, dört yıl kadar dergilerde görünmüş. Ortalamanın altında eser yayınlayan dergiler bunlar genelde. Bu yüzden midir bilmiyoruz, şair, 2005’ten itibaren dergilerde görünmekten imtina etmiş…

İhtiyarın Vefatı’na gelelim… Hayatın merdivenlerini tırmanmış birisinin böyle bir kitap ismiyle karşımıza çıkmasını tuhaf karşılamayız, peki, genç bir şairin, eserine İhtiyarın Vefatı adını koyması garip karşılanmaz mı? Kitabın içeriğiyle bu kadar uyumluysa adlandırma, niye karşılansın?  Aksine, güzel bir tercihtir aynı zamanda...

Adı üstünde, tematik bir kitap İhtiyarın Vefatı. “I. B/ölüm: Yaşlanmanın Ölümsüzlüğü” ve “II. B/ölüm: Ölümlerle Yaşlanan” diye iki bölümden oluşuyor. Görüldüğü üzere, ölümle pençeleşen bir ihtiyarlığın takdimini yapıyor Polat Onat. Başlıklar değil sadece, Cenap Şehabettin, Abdülkadir Budak ve Mark Twaın’dan yapılan epigraflar da bu pençeleşmeye delil sayılmalıdır. Fakat daha da ileri götürebiliriz örneklemeyi: Hemen her şiirin kapısı, aynı ağıtla kafiyeli…

 Tam da söylediği gibi, “Günümüz yönelimlerinden uzak” “garip” bir şairle karşı karşıyayız…

Ayrıntıya geçmeden önce şu ilk bakış yargısını da bildireyim: Kavramlardan, adlardan, hele ki nesnelerden ibaret tek kelimelik şiirleri, evet, sadece adlarından ötürü, Sedat Umran’ın metinleriyle yakın, hatta akraba görebilirsiniz. Böylesi bir tehlikenin sınırından dönmeniz için Polat Onat’ın şiirlerini sabırla okumanızı tavsiye ederim. Fakat hangisini tercih edersiniz bilemem, Umran’ın şiirleri hayatın damarına çağırırken bizi, Onat’ınkiler ölümle yüzyüze bırakarak hayat memat arası bir sınırı zorluyor…

İşte birkaç başlık ve onlardan yapılmış manidar mısralar:

Anahtar: “Paslanmış bir anahtar uzatıyorsun bana/artık hiçbir kapıyı açmayacak bir anahtar”

Huzurevi: “yürüyoruz şimdi arkadaşlarla efkârlı/ikindi güneşi tatlı tatlı okşuyor mezarlık yolunu”

Rahmetli: “… bekleyen son günlerine özlem renginde/derinlerden derin gülümsüyor toprak olmuş dudakların”

Serseri: “Karanlık bir balad yazacağım ölmeden/belli ki yerim var düşlerinde/kış güneşi sevdiğim/…”

“Mezar: “acaba hiç şiir yazmış mıdır burada yatan ölü”

Kitabın işaret ettiğim çerçevesini ele vermesi bakımından bu sıralama bir fikir vermiş olmalı; pekiştirmek için daha tasarruflu bir yol var mıdır? Şiirlerin adlarını şiirin metninden bir kelime yahut kelime grubuyla kodlasak: Baston: “beyhude geçmiş ömür”, Bagaj: “tabut”, Teşekkür: “kocadım”, Pişman: “geleceğin ölüleri”, Arkadaş: “hastane/morg/mezar”; Bu tarz metinler “İlaç”ta, her bir derde yakalanmış birisinin ilaç sayım dökümü ile zirve yapıyor…

İhtiyarlık ötesi bir durumla (hayat memat demiştik biz buna) bizi yüz göz eden İhtiyarın Vefatı’nda mutlaka okunması gereken şiirler belirledim. Sözün sanatla kanatlandığı bu şiirlerden birkaç isim anayım: Bilge (s. 19), Köy (s. 36), Anne (s. 39), Gözlük (s. 41), Kıyamet (s. 47), Avlu (s. 50), Gölge (s. 56), Şato (67), Derdo (s. 69), Maç (s. 77), Şair (s. 95), Kekeme (s. 97), Alevler (s. 109)…

Polat Onat’ın genel bir tutumu üzerinde de durmak gerekir burada: Oyun oynuyor sürekli. Söz oyunu olsa mesele değil; daha ziyade şekillerle oyalanıyor. Bunlar daha önce birileri tarafından denenmiş şeyler; ama şairimiz yeniden denemeye girişiyor. Tabii ki kimi başarısız metinler de çıkıyor ortaya; yer yer küçük bir espriyle biten denenmiş kombinezonlar... Bunlar ne kadar görsel, müziksel unsurla desteklenirse desteklensin, cürmü esprisiyle müsemma oluyor… Şu başlık altındaki metinler bence öyledir: Yaşamak (s. 28), Sandık (s. 31), Arkadaş (s. 43), İlaç (s. 48), Akvaryum (s. 54), Otopsi (s. 59), Biyografi (s. 78), Suskun (s. 82), Koleksiyoncu (s. 87)…

Fakat dikkat edilsin, bütün oyunlara karşı değilim. Mesela, yukarıda da olumlu puanla andığım şiirlerden Derdo (s. 69) başlıklı metinde yerel ağız mükemmel bir ustalıkla kullanılmış: “… teneşirden kaldırırkene nice hafif/çahıyınan tezine mezer gazılmas/de get oglim de get derdim böyühtür/yilanlara çeres olacik kızanımın saçları.”

Şunu da söyleyeyim: İhtiyarın Vefatı’nda benim favori şiirim geleneğimizde hayli örnekleri olan bir denemeyle oluşturulmuş Kekeme (s. 97) şiiridir… Şimdi, lisan-ı pepegiyle yazılmış olan bu şiiri okuyalım:

te te terliydi sevdiğimin i i ilk

tu tu tuttuğumda heyecanla e e elleri

a a ardı ardına bitirilmiş gü gü günler

kı kı kırıldıysa aynası bu s asa sağır gözün

ne ne nefes almak ço ço çok güzeldi

kurtlar ve sos o solucanlardan hep korktum

yo yo yoğun endişeler iç iç içindeyim bayım

çü çü çürüyecek pamuk narinliğindeki o e e eller.


Netice: İhtiyarın Vefatı, son yıllarda yazılmış kendinden menkul (orijinal) bir kitap. Ortak dili zorlayan, yer yer yıkan bu tarz eserlere ihtiyacımız var…

(İhtiyarın Vefatı, Şiirden Yay., İst., 2011, 126 s.)

Bu metin ilk kez 26 Mayıs 2011'de Milli Gazete'de yayımlanmıştır.



Hiç yorum yok: