“Yeni Anayasa ilân ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasî partilerin faaliyetini menediyorum.
Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım.
Vatandaşlarımın
verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim.”
Altında
Cemal Gürsel imzası var bu metnin. 28 Mayıs 1960’da sözlü olarak tebliğ
edilmiş. 30 Mayıs 1960 tarihli Resmî Gazete’de ise “Milli Birlik Komitesi’nin
Siyasi Faaliyetlerin Menedilmesi Hakkında Tebliği” başlığı ile yayımlanmış.
Darbeci
bir “Komite” adına yazılsa da birinci tekil bir anlatım kullanılmış. Mesela
“menederim”, “cezalandıracağım”, “rica ederim” diyor. “Vatandaşların” da diyor
gerçi, ama bir sürüden bahseder gibi. Sürüden ayrılanların canını yakarım der
gibi…
Bu
üslubun süreç boyunca devam ettiğini söylemek söz israfına girer. Fakat eksik
söyledik, süreç boyunca dedik. Bu üslup, benzeri süreçler boyunca devam edip
gider.
Mesela
12 Eylül 1980’de darbeci orgeneral Kenan Evren’in yaptığı açıklamaya bakalım:
“...
iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve
radyo televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile
getirmiştim.”
“…
Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir
zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda…”
“…
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın
sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmeleri ve ikinci
bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.”
Her
ne kadar metin “mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim” diye bitse de, dil ve
üslubu oluşturan genel yapı, tek kişinin zihniyet dünyasını yansıtan tehdit ve
tahditleri kapsamaktadır.
Bir
kazı çalışması yapın 28 Şubat 1997 MGK Kararlarında, 27 Nisan 2007 Genelkurmay
Başkanlığı Basın Açıklamasında, … karşınıza çıkar bu üslup.
Üstelik
biz yazılı ana kaynaklara atıflar yaptık; bir de benzeri aktörlerin gündelik
konuşmalarına, yaptıkları hitabetlere, verdikleri demeçlere bakmak lazım.
Oluşturdukları
süreç itibariyle, muktedir olabildikleri ve tahakküm edebildikleri için, kabul
edilmişlik istatistikleri yüksek seyir takip edebilir. Çevrelerinde oluşan her
türden ıhtırıcı halenin katkısıyla bu süreç bir dem sürer. Fakat hiçbir kesret ilanihaye değildir;
“hüvel bakî” olan tektir.
Niye
yazıyoruz bunları? Bir hiç için mi? Evet!
Bunu
açıklamak için Marc Auge’nin Unutma Biçimleri’nde (Çev. Mehmet Sert, YKY, İst.,
2020, s. 46) söylediği şu cümleye müracaat edeceğiz: “Faşist, bellekten
yoksundur. Hiçbir şeyden ders almaz. Başka bir deyişle hiçbir şeyi unutmaz,
kendi takıntılarının kesintisiz şimdiki zamanında yaşamaya devam eder.”
Genel
bellekten, sonsuz büyük anlatılardan, ezeli ve ebedî insanlık hallerini
belleğinden iptal eden “faşist”ten bahsediyor önce müellif. Akabinde, onun
küçük beyninden. Oradaki “takıntılar”dan.
Bütün öfkeyle yatıp kalkmalar, destursuz atıp tutmalar, sınırsız asıp kesmeler, ölçüsüz bağırış çığırışlar, olur olmadık had bildirmeler, bitimsiz kin gütmeler…
Evrensel bellekten mahrumiyet ve şahsi doyumsuzluk, zorbayı zorba, faşisti faşist yapıyor. Maalesef insanlık tarihi bu metaforun figüratif örnekleriyle dopdolu. Sadece tarih mi? Kültür, sanat, edebiyat eserleri; tiyatrolar, şarkılar, şiirler… bu figüratif kahramanların zelil hallerinin betimlemeleriyle büyük bir külliyat halinde hizmetimizde...
(Bu yazı ilk kez Sebîlürreşad dergisi, S. 1060 [1 Ocak 2021], s. 25'te yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder