Âkif, manzum eserlerinde kendi sanatıyla ilgili hükümlerin yanı sıra, başka şairlerin tutumlarıyla ilgili tespit ve teşhislerde de bulunmuştur. Bunların genellikle şairlerin olumsuz tutumlarıyla ilgili tenkitler şeklinde olduğunu belirtelim.
Bu yoldaki
ilk örneği “Berlin Hâtıraları” şiirinde görürüz. Bu metin, sanat, edebiyat ve
şiirle ilgili pek çok unsuru ihtiva etmektedir. Şiirin başlarında iki arkadaş
farklı hususlara ait kanaatleri paylaşırken, söz dönüp dolaşır şehrin
sokaklarına gelir. Âkif, şehrin sokaklarının tertibiyle devrin şiiri arasında
bir benzerlik görür: “Sokak deyin meselâ… Şimdi baktığım lügate/Mürâca’at yine
lâzım mı? Lâzım elbette./(…) Zamâne şi’rine benzer zemîn-i tertîbi: /Zalâm içinde
mebâdîsi, müntehâsı gibi.”
“Berlin
Hâtıraları”nda “Avrupalı” ile “Şark”lıyı karşılaştıran şair, bizdeki
edebiyatçıların bir takım menfî tutumlarına ait izlenimler sunar. Bunu, onların
hakikati saptırmaları, gerçeklerden uzak durmaları, dahası bunları kasten
yapmalarıdır: “Ne hisli vâlidelerdir bizim kadınlarımız!/Yazık ki anlatacak yok
da yanlış anladınız./Yazık ki onları tasvir eden birer umacı,/Beş on romancı,
sıkılmaz beş on da maksadcı.” Şair, “Hatıralar”daki bu hitabını bir Alman
kadına karşı yapmaktadır. Bizdeki sanatkârların niteliğini romancı özelinde
tenkit ettikten sonra, sıra Almanların kısa zamanda yükselişinin sebeplerine
gelmiştir: “Zemîni satvetiniz tuttu, cevvi san’atiniz;/Yarın müsahharınızdır,
bugün değilse, deniz./Terakkıyâtınız artık yetişti, bir yere ki:/Ma’arif oldu
umûmun gıdâ-yı müştereki./Havâssınız yazıyorken avâmınız okudu,/Yazanların da
okutmaktı, çünkü, maksûdu.”
Âkif,
yukarıdaki mısralarında topluma yön veren kurumlara da önemli iş düştüğünü,
bunların has sanatkâr yetiştirecek şekilde yapılandırılmaları gerektiğini
belirtir. Mısralarının devamında “bizim” sanatımızın sırlarına değinerek, sanat
ve edebiyat ortamımıza şedit tenkitler yöneltir: Özellikle geleneklerin ağır
bir baskısı vardır üzerimizde. Bunlar köreltici, uyutucu, hatta uyuşturucu bir
hâl almıştır. Destânî anlatımlar, halkın muhayyilesinden kaynaklanan anonim
metinler, beşikten mezara toplumu olumsuzluğa sevk etmiştir. Bunların sonucunda
şiir ve hayal de başıboş bir niteliğe bürünmüş, edebiyatın herhangi bir ihtiyaca
cevap vermesini bırakın, esef verici bir şekilde milletin ruhunu efsunladığı
görülmektedir. Zira, sefih arzuları kışkırtan bir edebiyattan ancak bu zuhur
edebilir: “Ne kaldı? Bir edebiyyâtımız mı? Vâ-esefâ!/Bırak ki ettiği yoktur bir
ihtiyâca vefâ;/Yu rûh-i milleti afsunluyor, uyuşturuyor;/Ya sînelerdeki
hislerle çarpışıp duruyor!”
O dönem
edebiyat geçmişi içinde bulunan Divan şiirini zihniyeti itibariyle tenkit eden
Âkif, sözü yaşadığı çağın edebî oluşumuna getirmiştir. Şair, bu noktadan
itibaren Mehmet Rauf (ki manzumede “Zanbak” ile kastedilen onun 1910’da yazdığı
“Bir Zanbağın Hikâyesi” adlı müstehcen romanıdır.) ve özellikle de Tevfik
Fikret’in bazı özellikleri üzerinden döneminin algı tarzlarını
olumsuzlayacaktır. Âkif, Tevfik Fikret’le ilgili olarak eserin
Sebilürreşad’taki ilk neşrinde yer alan 98 mısrayı, kitap halindeki hiçbir
yayıma almamıştır. Şair, bu mısralarda Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kâdim”
şiirindeki tutumuna cephe alarak, onun din, tarih, vatan ve millet gibi
mefhumlarla ilgili küçültücü yaklaşımına taarruzda bulunmaktadır. Âkif’in
tercihine saygı duyarak söz konusu mısralardan herhangi bir iktibas yapmıyoruz.
Altıncı kitap
olan “Âsım”, Hocazâde ile Köse İmam’ın diyalogları şeklinde tertip edilmiş bir
eserdir. Eserin başlarında Köse İmam’ın “Hangi bir fende teâlî edebildin,
evlât?/Hangi san’atte rüsûhun göze çarpar? Anlat!/Ulemâdan mı sayıldın?
Fukahâdan mı?” ve “Ya siyâsî mi nesin? Kendine bir meslek ayır.” gibi soru ve
ikazlarına maruz kalan Hocazâde, “Şâirim” cevabını verir. Bu noktadan sonra,
ikisi arasında geçen muhavereden, şiirin toplum için önemli bir sanat olduğunu,
fakat devrin şairlerinin bu sanata kastettiğini, zira ahlâken kerih işlerle iştigal
ettiklerini, edebiyata edepsizliği soktuklarını okuruz: “‘Şuarâ’ dendi mi,
birdenbire oynar sinirim/İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh,/O ne
müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh./Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri…/Onlar
azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri.”
“Âsım”ın son bölümünde Hocazâde ile Asım
diyalog halindedir. Bu bölümde, o dönem Türk edebiyatının sistematik bir
tenkidine yer verilmektedir. Aşağıdaki metinde söze ilk başlayan Asım’dır: “-Yeni
yazdıklarınız nerde, efendim, okusak? /Aradım kimsede yok… - Varsa da üç dört
eserim,/Zât-ı sâmînizi hoşnûd edemez zannederim:/Demevî zevkiniz elbet demevî
şi’r ister!/-Asabî olsa da râzıyız, efendim, bizler… /Bir mizâç istemiyorsak o
da: Lenfâîlik; /Çünkü milletler için, doğrusu, gâyet mühlik. /-Edebiyyâtımız
Allah’a emânet desene!”
Bu mısralarda
dikkat çeken anahtar kavramlar, Âsım’ın genç ruhuna uygunluk bağlamında “demevî
zevk” (asabî, kanlı canlı zevk), “demevî şiir”, “asabî şiir”, “Lenfâîlik”tir
(Kansız cansız olmama hali, diri, kanlı canlı, delikanlı?.). Bu kavramları bir
hüküm cümlesi ile bir araya getirirsek, Âsım, diri ve hareketli bir şiirden
yanadır.
Toparlayacak
olursak, Âkif, kendisi dışındaki şairleri iyice incelemiş, bunların topluma da
yansıyan her türlü olumsuzluklarını tespit etmiştir. Bu çerçevede, Âkif, şiirde
düzen ve tertibe önem vermeyenleri tenkit etmiştir. Şairler arasında topluma
yabancılaşmış ve bundan ötürü toplumu kasten yanlış aksettirmiş olanları
reddetmiştir. Ölü geleneklere bağlı bir takım edebî yapılanmaları ötelemiş,
özellikle edep ve hayâyı dikkate almayan, din, tarih, vefa, millet gibi
mefhumların karşısında olanları kınamıştır.
1 yorum:
Dikkatle okudum. Dikkate değer tespitler. Aktif'in edebi esere, hususan şaire bakışını da bir güzel tertip etmişsiniz. Yüreğinize sağlık.
Yorum Gönder