26 Aralık 2019 Perşembe

ÂKİF'İN TENKİT ETTİĞİ ŞAİR TUTUMLARI


      Âkif, manzum eserlerinde kendi sanatıyla ilgili hükümlerin yanı sıra, başka şairlerin tutumlarıyla ilgili tespit ve teşhislerde de bulunmuştur. Bunların genellikle şairlerin olumsuz tutumlarıyla ilgili tenkitler şeklinde olduğunu belirtelim. 
Bu yoldaki ilk örneği “Berlin Hâtıraları” şiirinde görürüz. Bu metin, sanat, edebiyat ve şiirle ilgili pek çok unsuru ihtiva etmektedir. Şiirin başlarında iki arkadaş farklı hususlara ait kanaatleri paylaşırken, söz dönüp dolaşır şehrin sokaklarına gelir. Âkif, şehrin sokaklarının tertibiyle devrin şiiri arasında bir benzerlik görür: “Sokak deyin meselâ… Şimdi baktığım lügate/Mürâca’at yine lâzım mı? Lâzım elbette./(…) Zamâne şi’rine benzer zemîn-i tertîbi: /Zalâm içinde mebâdîsi, müntehâsı gibi.”
“Berlin Hâtıraları”nda “Avrupalı” ile “Şark”lıyı karşılaştıran şair, bizdeki edebiyatçıların bir takım menfî tutumlarına ait izlenimler sunar. Bunu, onların hakikati saptırmaları, gerçeklerden uzak durmaları, dahası bunları kasten yapmalarıdır: “Ne hisli vâlidelerdir bizim kadınlarımız!/Yazık ki anlatacak yok da yanlış anladınız./Yazık ki onları tasvir eden birer umacı,/Beş on romancı, sıkılmaz beş on da maksadcı.” Şair, “Hatıralar”daki bu hitabını bir Alman kadına karşı yapmaktadır. Bizdeki sanatkârların niteliğini romancı özelinde tenkit ettikten sonra, sıra Almanların kısa zamanda yükselişinin sebeplerine gelmiştir: “Zemîni satvetiniz tuttu, cevvi san’atiniz;/Yarın müsahharınızdır, bugün değilse, deniz./Terakkıyâtınız artık yetişti, bir yere ki:/Ma’arif oldu umûmun gıdâ-yı müştereki./Havâssınız yazıyorken avâmınız okudu,/Yazanların da okutmaktı, çünkü, maksûdu.”
Âkif, yukarıdaki mısralarında topluma yön veren kurumlara da önemli iş düştüğünü, bunların has sanatkâr yetiştirecek şekilde yapılandırılmaları gerektiğini belirtir. Mısralarının devamında “bizim” sanatımızın sırlarına değinerek, sanat ve edebiyat ortamımıza şedit tenkitler yöneltir: Özellikle geleneklerin ağır bir baskısı vardır üzerimizde. Bunlar köreltici, uyutucu, hatta uyuşturucu bir hâl almıştır. Destânî anlatımlar, halkın muhayyilesinden kaynaklanan anonim metinler, beşikten mezara toplumu olumsuzluğa sevk etmiştir. Bunların sonucunda şiir ve hayal de başıboş bir niteliğe bürünmüş, edebiyatın herhangi bir ihtiyaca cevap vermesini bırakın, esef verici bir şekilde milletin ruhunu efsunladığı görülmektedir. Zira, sefih arzuları kışkırtan bir edebiyattan ancak bu zuhur edebilir: “Ne kaldı? Bir edebiyyâtımız mı? Vâ-esefâ!/Bırak ki ettiği yoktur bir ihtiyâca vefâ;/Yu rûh-i milleti afsunluyor, uyuşturuyor;/Ya sînelerdeki hislerle çarpışıp duruyor!”
O dönem edebiyat geçmişi içinde bulunan Divan şiirini zihniyeti itibariyle tenkit eden Âkif, sözü yaşadığı çağın edebî oluşumuna getirmiştir. Şair, bu noktadan itibaren Mehmet Rauf (ki manzumede “Zanbak” ile kastedilen onun 1910’da yazdığı “Bir Zanbağın Hikâyesi” adlı müstehcen romanıdır.) ve özellikle de Tevfik Fikret’in bazı özellikleri üzerinden döneminin algı tarzlarını olumsuzlayacaktır. Âkif, Tevfik Fikret’le ilgili olarak eserin Sebilürreşad’taki ilk neşrinde yer alan 98 mısrayı, kitap halindeki hiçbir yayıma almamıştır. Şair, bu mısralarda Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kâdim” şiirindeki tutumuna cephe alarak, onun din, tarih, vatan ve millet gibi mefhumlarla ilgili küçültücü yaklaşımına taarruzda bulunmaktadır. Âkif’in tercihine saygı duyarak söz konusu mısralardan herhangi bir iktibas yapmıyoruz.
Altıncı kitap olan “Âsım”, Hocazâde ile Köse İmam’ın diyalogları şeklinde tertip edilmiş bir eserdir. Eserin başlarında Köse İmam’ın “Hangi bir fende teâlî edebildin, evlât?/Hangi san’atte rüsûhun göze çarpar? Anlat!/Ulemâdan mı sayıldın? Fukahâdan mı?” ve “Ya siyâsî mi nesin? Kendine bir meslek ayır.” gibi soru ve ikazlarına maruz kalan Hocazâde, “Şâirim” cevabını verir. Bu noktadan sonra, ikisi arasında geçen muhavereden, şiirin toplum için önemli bir sanat olduğunu, fakat devrin şairlerinin bu sanata kastettiğini, zira ahlâken kerih işlerle iştigal ettiklerini, edebiyata edepsizliği soktuklarını okuruz: “‘Şuarâ’ dendi mi, birdenbire oynar sinirim/İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh,/O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh./Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri…/Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri.”
 “Âsım”ın son bölümünde Hocazâde ile Asım diyalog halindedir. Bu bölümde, o dönem Türk edebiyatının sistematik bir tenkidine yer verilmektedir. Aşağıdaki metinde söze ilk başlayan Asım’dır: “-Yeni yazdıklarınız nerde, efendim, okusak? /Aradım kimsede yok… - Varsa da üç dört eserim,/Zât-ı sâmînizi hoşnûd edemez zannederim:/Demevî zevkiniz elbet demevî şi’r ister!/-Asabî olsa da râzıyız, efendim, bizler… /Bir mizâç istemiyorsak o da: Lenfâîlik; /Çünkü milletler için, doğrusu, gâyet mühlik. /-Edebiyyâtımız Allah’a emânet desene!”
Bu mısralarda dikkat çeken anahtar kavramlar, Âsım’ın genç ruhuna uygunluk bağlamında “demevî zevk” (asabî, kanlı canlı zevk), “demevî şiir”, “asabî şiir”, “Lenfâîlik”tir (Kansız cansız olmama hali, diri, kanlı canlı, delikanlı?.). Bu kavramları bir hüküm cümlesi ile bir araya getirirsek, Âsım, diri ve hareketli bir şiirden yanadır.
Toparlayacak olursak, Âkif, kendisi dışındaki şairleri iyice incelemiş, bunların topluma da yansıyan her türlü olumsuzluklarını tespit etmiştir. Bu çerçevede, Âkif, şiirde düzen ve tertibe önem vermeyenleri tenkit etmiştir. Şairler arasında topluma yabancılaşmış ve bundan ötürü toplumu kasten yanlış aksettirmiş olanları reddetmiştir. Ölü geleneklere bağlı bir takım edebî yapılanmaları ötelemiş, özellikle edep ve hayâyı dikkate almayan, din, tarih, vefa, millet gibi mefhumların karşısında olanları kınamıştır.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Dikkatle okudum. Dikkate değer tespitler. Aktif'in edebi esere, hususan şaire bakışını da bir güzel tertip etmişsiniz. Yüreğinize sağlık.