9 Aralık 2019 Pazartesi

"MAT": MİLLİ AYDIN TİPİ


Arada bir inerim İstanbul’a. Geçen haftanın bir tam gününü de kendisinde yaşadım. Ama ne yaşama! Günün sabah saatlerini Yenikapı-Eminönü, akşamüstünü Karaköy-Beşiktaş, 24 saatlik sürenin sonlarına tekabül eden ikinci günü sabahını ise Üsküdar-Harem sahil şeritlerinde geçirdim. Erbâbı bilir, böyle zamanlarda duygu ve düşünceler hareket halindedir. Bu hareketlilik içinde zihnim,  ister istemez çeşitli meselelerle meşgul oldu.

Bu meşguliyetlerden en önemlisi “Milli Aydın Tipi” üzerine olanıydı.
Bilinir ki, “Ankara”nın kültür sanat dünyasını “İstanbul” belirler. Kültür başkenti dedikleri şey. Bu bağlamda “Ankara”nın “merkezî”liği emanetendir. Öyleyse İstanbul aydın tipi için, yazımız içinde “Millî Aydın Tipi” (MAT) ve “merkezî” ifadelerini kullanmamız sakıncalı olmamalı.
Her neyse, bizim, İstanbul seferimizdeki söz konusu meşguliyetimiz kendiliğinden ortaya çıkmadı. Tecrübe ve gözlemlerimiz bunun için yeter güçler arasında sayılabilir.
Tecrübelerimizi ve bizde oluşturdukları önyargıları bir tarafa bırakıp, konuyla bağlantılı olarak zihnimizden akıp geçenleri kaydetmek istiyorum: “Merkezî”nin kafası karışıktır. Varlık gerekçesiyle ilgili problemlerle boğuşmaya ve fakat çözümsüzlüğe “yüklü”dür. Dokuz doğurmaya niyetlenince de iflasın eşiğinde enikleşmektedir. Çok yönlülük, belirsizlik yahut gayri sahih niyetlilik halleriyle debelenen “MAT”ın elindeki miftah sadece ve sadece esaret kapısını açabilmektedir. Onu, mağlup “İstanbul Hatırası” fotoğraflarlarıyla görmemiz, mütareke (terk) ortamını öylece kanıksamış olmasından ötürü müdür?  Yahut, “‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’ kovulmuşu” olarak da ad verebileceğimiz “merkezî”nin asık yüzü, sadece şurada mı işe yarıyor: Ekip, takım, grup, çete çalışmaları? Kuşkunuz olmasın, bunlar, doğal olarak, hayat memat bağlantılı projeler için değil, sinikliği gelenekselleştirmek pahasınadır…
Demek ki “Ankara”nın “yerli” ve “millî” olana karşı ömrü boyunca havaî bir yaklaşım sergilemiş olması boşuna değilmiş. Makine dairesinde yuvalanan entelektüel güruhun, şu “merkezî”nin eseri…

Burada “Ankara”nın başka yönleri üzerinde de durma lüzumu görülebilir: Aslında tarif etmeye gerek yok: Sivil mivil, bürokratik mürokratik duyarsızlık, patavatsızlık… Gül ve zeytin dallarını dışa çevirmiş, höykürüşü ise kendini intihara dönük…
Biz yine “MAT”a dönelim. Onun zihni, farklı grup, bölük ve kliğe endeksli olmakla beraber, ruhu her halükârda mitik ve mistiktir. Bu çetrefil inşanın beslenme ana damarları arasında hayatla bağı bulunmayan (arındırılmış) sembolik birkaç hâlin kaydına rastlanabilir, sayalım isterseniz; uykuyu, uyuşukluğu, rüya halini, yer yer de ulusal sarhoşluk seanslarını… Yani “merkezî”nin “fikir yürütme” ortamları arasında “minare gölgesi”, “kilise bahçesi”, “meygede iskemlesi”,  “otel lobisi”, “çankaya esintisi”, daha fenası hepsi bir arada bulunur, bulunabilir; şaşmamak gerekir…
(Milli Gazete, 27 Temmuz 2006)

Hiç yorum yok: