Arada bir inerim İstanbul’a. Geçen haftanın bir tam gününü de kendisinde
yaşadım. Ama ne yaşama! Günün sabah saatlerini Yenikapı-Eminönü, akşamüstünü
Karaköy-Beşiktaş, 24 saatlik sürenin sonlarına tekabül eden ikinci günü
sabahını ise Üsküdar-Harem sahil şeritlerinde geçirdim. Erbâbı bilir, böyle
zamanlarda duygu ve düşünceler hareket halindedir. Bu hareketlilik içinde
zihnim, ister istemez çeşitli
meselelerle meşgul oldu.
Bu meşguliyetlerden en önemlisi “Milli Aydın Tipi” üzerine olanıydı.
Bilinir ki, “Ankara”nın kültür sanat dünyasını “İstanbul” belirler. Kültür
başkenti dedikleri şey. Bu bağlamda “Ankara”nın “merkezî”liği emanetendir.
Öyleyse İstanbul aydın tipi için, yazımız içinde “Millî Aydın Tipi” (MAT) ve
“merkezî” ifadelerini kullanmamız sakıncalı olmamalı.
Her neyse, bizim, İstanbul seferimizdeki söz konusu meşguliyetimiz
kendiliğinden ortaya çıkmadı. Tecrübe ve gözlemlerimiz bunun için yeter güçler
arasında sayılabilir.
Tecrübelerimizi ve bizde oluşturdukları önyargıları bir tarafa bırakıp, konuyla
bağlantılı olarak zihnimizden akıp geçenleri kaydetmek istiyorum: “Merkezî”nin
kafası karışıktır. Varlık gerekçesiyle ilgili problemlerle boğuşmaya ve fakat
çözümsüzlüğe “yüklü”dür. Dokuz doğurmaya niyetlenince de iflasın eşiğinde
enikleşmektedir. Çok yönlülük, belirsizlik yahut gayri sahih niyetlilik
halleriyle debelenen “MAT”ın elindeki miftah sadece ve sadece esaret kapısını
açabilmektedir. Onu, mağlup “İstanbul Hatırası” fotoğraflarlarıyla görmemiz,
mütareke (terk) ortamını öylece kanıksamış olmasından ötürü müdür? Yahut, “‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’
kovulmuşu” olarak da ad verebileceğimiz “merkezî”nin asık yüzü, sadece şurada
mı işe yarıyor: Ekip, takım, grup, çete çalışmaları? Kuşkunuz olmasın, bunlar, doğal
olarak, hayat memat bağlantılı projeler için değil, sinikliği
gelenekselleştirmek pahasınadır…
Demek ki “Ankara”nın “yerli” ve “millî” olana karşı ömrü boyunca havaî bir
yaklaşım sergilemiş olması boşuna değilmiş. Makine dairesinde yuvalanan
entelektüel güruhun, şu “merkezî”nin eseri…
Burada “Ankara”nın başka yönleri üzerinde de durma lüzumu görülebilir:
Aslında tarif etmeye gerek yok: Sivil mivil, bürokratik mürokratik duyarsızlık,
patavatsızlık… Gül ve zeytin dallarını dışa çevirmiş, höykürüşü ise kendini
intihara dönük…
Biz yine “MAT”a dönelim. Onun zihni, farklı grup, bölük ve kliğe endeksli
olmakla beraber, ruhu her halükârda mitik ve mistiktir. Bu çetrefil inşanın
beslenme ana damarları arasında hayatla bağı bulunmayan (arındırılmış) sembolik
birkaç hâlin kaydına rastlanabilir, sayalım isterseniz; uykuyu, uyuşukluğu,
rüya halini, yer yer de ulusal sarhoşluk seanslarını… Yani “merkezî”nin “fikir
yürütme” ortamları arasında “minare gölgesi”, “kilise bahçesi”, “meygede
iskemlesi”, “otel lobisi”, “çankaya
esintisi”, daha fenası hepsi bir arada bulunur, bulunabilir; şaşmamak gerekir…
(Milli Gazete, 27 Temmuz 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder