Genç Werther’in macerası kendi elinden çıkma mektuplarla aktarılır
okuyucuya; arkadaşı Wilhelm’e yazdığı satırlarla…
O, iflah olmaz bir âşıktır. Lotte adlı zarif bir kıza tutulur. Fakat Lotte
‘iyi bir insan’ olan Albert’le nişanlıdır. Bu duruma rağmen, kendisine tutkuyla
bağlanan Werther’le ‘sosyal’ ilişkilerini sürdürür.
Bu aşkla, kalbi, ‘yatağında inleyen herhangi bir hastadan daha çok” ağrı
çeken Werther’in ilacı “Lotte’nin siyah gözlerinde”dir…
Roman, Alman romantizminin önemli bir belgesi olarak baştan sona Werther’in
melankolik ruh halinin anlatımından oluşur. Bu ruh halinin tabii sonucu,
ölümdür. Hem de ne ölüm!
Şöyle: Genç Werther, aşk ıstıraplarının zirvede olduğu bir gece, uşağına
bir pusula vererek Lotte’ye gönderir: “Yapacağım bir yolculuk için bana
tabancalarınızı ödünç vermenizi rica ediyorum. Allahaısmarladık!”
Silah gönderilir. Werther: “Bunlar bana senin elinden geldi. Tozlarını sen
silmişsin. Onları öpmeye doyamıyorum. Ellerin değmiş onlara. Sen, ey göklerin
meleği, benim kararımı uygun buluyorsun! Ölümü bana senin sunmanı isterdim.
İşte, isteğim oldu.”
Gece saat onikide Werther son monoloğunu yapar: “Elveda, Lotte!” Sevgilinin
silahına basar tetiği. Uzun bir can çekiş sürecinden sonra, “Öğleyin saat
onikide son nefesini” verir.
Eğer eldeki kayıtlar doğru söylüyorsa, Faust yazarının bu romanda
kullandığı malzeme biyografik, hatta otobiyografik nitelikler taşıyormuş.
Yazar, Charlotte Buff adlı bir kıza olan bağlılığını, o günlerde yaşanan bir
aşk intiharı olayıyla sentezleyip roman yapmış! Böylece, Romantizm’e de çok
uygun iki vak’a bu romanda birleştirilmiş!
Goethe bunu yaptıysa, biz şunu niye yapmayalım: Romanı doğal bağlamından
koparıp, bugünün sosyal atmosferine, reel ortamına niye taşımayalım?!
***
Burada sözü kendime çevireyim: Bendeniz, ‘güncel’le arası bozuk yazarlardan
birisiyimdir. Özellikle gündemle ve güncelle ‘boğulmak’ endişesi yoğun bir
endişedir bende. Fakat, günlük bir gazetede yazıp da memlekette olan bitene
temas etmemek mümkün mü?
Değil, fakat bunun da bir üslubu olmalı. İşte bu kaygıyla, Goethe’nin “acı
çeken iyi kalpli insanlara” bir ‘teselli’ olarak takdim ettiği Genç Werther’in
Acıları’ndan hareket etmeyi uygun buldum.
Werther’le, bizim iflah olmaz demokrasi âşıklarını özdeş tutmak istiyorum. Sebebi gayet basit: Birisi, yani Werther, sevgilinin silahını bir vuslat vesilesi kılıyor. Diğeri, yani demokrasi tutkunları, meftun olduklarının silahlarıyla vuruldukça vuruluyor!
Arada başka farklılıklar da var: Genç Werther, sevgilinin hatırası olan
silahın tetiğine ulvî bir amaçla, kendisi dokunuyor. Demokrasi tutkunlarına ise
“mevhum” sevgilinin koruyucuları tarafından silah tutuluyor. Sonra, Werther’in
âkıbetinde karar yüzde yüz kendisine ait ve ölüm kesin bir son. Bizim demokrasi
muhafazakârlarımızın infazında ise ne kendileri, ne de sevgili müdahil; hem
kendileri, hem de sevgili siyaset meydanından ihraç edilmiş; burada karar
sahipleri ilginç bir şekilde, acımasız ve zalim… Sonuç ise ölümden öte bir şey:
Bir felç hâli, bir hâl-i kötürüm…
Ve son bir husus: Werhter’in sonu okuyucuda bir arınma (katharsis, yazarın
ifadesiyle ‘teselli’) oluştururken şu malum mefluç hâl her halükârda bütün
milleti boğuyor, boğuyor…
12 Haziran 2008, Milli Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder