Katillerle yazarların bir arada
olduğu sahneler her bakımdan can alıcıdır…
İşlediği cinayetten sonra yakalanıp
hapse konulan baba katili Dimitri (Mitya), mahkemeye çıkacağı günün arifesinde
kendisini ziyarete gelen kardeşi Aleksiy’le (Alyoşa), asıl konu olan cinayet ve
mahkeme üzerine konuşmaktansa, alakasız mevzulardan söz etmektedir. Alyoşa’yı
şaşırtan bu mevzulardan birisi de “şair/yazar”larla ilgilidir. Karamazov
Kardeşler’in bu küçük olay halkasında Dimitri, canını sıkan iki yazar (şair)
taslağından söz eder. Tabii bu söz ediş, katil kahramanımızın “gulûv”
derecesindeki “tariz”ler şeklinde olmaktadır. Mitya’nın küfrüne maruz kalan
birinci yazar (Ki romanda ilk kez burada anılır.) Claude Bernard adlı
birisidir. “Canı cehenneme” gidesi “alçağın biri” der Mitya onun için, çünkü
kendisine gelmiş ve “dava”sıyla ilgili bir yazı yazacağını ve bu yazıyla
edebiyata adım atacağını söylemiştir. Mitya hakkında, “‘Öldürmeden yapamazdı, onu
çevre mahvetti’ gibi şeyler yazacağını” söyleyen Bernard, kalemine biraz da “sosyalizm kokusu”
sindirmeyi vaat etmiştir…
Dimitri’nin hakaretler yağdırdığı
ikinci kişi Rakitin’dir. Birincisinin aksine, Dostoyevski’nin romanda zaman
zaman yer verdiği bir kahramandır Rakitin. Kötü niyetli bir ilahiyat öğrencisi
olarak çıkarır anlatıcımız onu. Karamazov Kardeşler’in şahıslar kadrosunu
inceleyen edebiyat araştırmacıları onu ‘oportünist’ sıfatıyla anabilirler.
Ahlâkına uygun davranışı “Hohlakova’nın ayağına övgü” yazarken de
gösterdiğinden olsa gerek, katil Dimitri onunla ilgili olarak şu cümleyi
kullanır: “Şiir de yazıyor namussuz herif!” Rakitin’in Bayan Hohlakova’ya şiir
yazmasının sebebi, ucuz bir işle açıklanabilir: Ayaklarına güzelleme yakılan
bayanın gönlünü çelip parasına ortak olmak! Hapishaneye gelip Dimitri’ye
“Ömrümde ilk kez, ellerimi kirletip şiir yazıyorum, birinin gönlünü çelmek
için!” şeklinde itirafta bulunur. Rakitin bu “kirli iş”te “güzel bir söz oyunu
yapmış”, ayak güzellemesinin içine “vatandaşın duyduğu acıları sokabilmiş”tir.
Böylece Puşkin’i bile geride bırakmıştır! Bu itibarla, Mitya’nın onu “köpoğlu
köpek” diye anması manidar sayılabilir.
Sözü sürüklediğimiz yönü fark ediyor
musunuz? İtibârî (kurgusal, muhayyel) alemdeki kayıtları, tarihle sabit
olaylara bağlayacağız. Son zamanlarda yaşanan, fakat kökeni pek eskilere
dayanan “ulusçuluk” oyunlarının âkıbetine. Yani kavimcilik kokulu cinayetlere.
Bir zamanlar İslâm milletinin tefriki için kullanılan kavimcilik zilletinin,
şimdilerde farklı ortamlara zerkedilerek yeni cinayetlerde kullanılmasına...
Olan biteni geniş bir açıyla teşrih
edecek olursak, yazar Hırant Dink (ve benzerlerinin) “kavim oyunlarıyla”
gündeme getirilmesi, cinayet objesi seçilmesi; bu arada (Orhan Pamuk gibi)
başka isimlerin aynı atmosfer içine (“elde keklik”) çekilmesi, bir hayli
anlamlıdır.
İtirazlarınıza kesinlikle
katılıyorum, baba katili Dimitri ile yazar katili (veya tehditçisi) arasında
gözle görünür bir ilgi, alâka yoktur. Ayrıca, Dimitri’nin tarizlerine hedef olan
iki soytarı şair/yazar ile İstanbul’da katledilen (yahut tehdit edilen)
yazar(lar)ın arasında da doğrudan bir irtibat kuramayız. En başta, ilk
kategoride yer alan kahramanlar “hayal alemine” ait iken, bizimkiler “sahih”
dünyanın üyesidirler.
Belirtmekte fayda var:
Dostoyevski’den emanet aldığımız anlatım, okuduğunuz şu denemeyi zevkli kılmak
gayemize hizmet etsin diyedir. Fakat görüldüğü gibi, deneme türü serbest iken,
burada ele aldığımız konu serttir.
Bu açıklamayı yaptıktan sonra, örnek
olaylarımız arasında irtibat kurmaya mani olacak bir başka husus üzerinde
duralım: Dostoyevski’nin yarattığı ahlaksız yazar taslakları “eser”lerine her
ne kadar “sosyalizm kokusu”, “vatandaş acısı” sindirmişlerse de, son aşamada
“şahsi emel”lerine hizmet etmek amacındadırlar. Dolayısıyla Katil Dimitri’nin
onları namussuz diye adlandırması haklı bulunabilir. Bizim adlarını anmak
zorunda kaldığımız reel yazarlarımız (Hırant ve Pamuk) ise, katil ve
tehditçinin muhatabı olurlarken, belli bir “namus” makamı üzeredirler. Fakat bu
makam, görünüşte, katil ve tehditçi tarafından da makam seçilmiştir. Yani, her iki kutup, aynı
kavimcilik oyununda bir bakıma rol üstlenmiş göründüklerinden, en azından ayrı
ayrı (yahut karşı karşı) “bir taraf”
olduklarından, kıyamet kopmuştur.
Burada, katiller arasındaki bir başka
gayri-benzerlikten de söz edebiliriz: Dink’in canını alan katil ile, kaşla göz
arasında Pamuk’u tehdit eden tehditçi, kuşkusuz Mitya ile aynı “ölçekte”
kişiler olamaz. Tarihî bir olaya imza atan bu tedhişçilerin kim bilir kimlerin
adına hareket ettikleri ve hangi amaçla bir topluma yön verme teşebbüsü içine
girdikleri “net” değildir. Oysa, Dimitri, öz babasını, sevdiği kadına göz
koyduğu için katletmiştir. Cinayetlerin temelinde her ne kadar bir şeyi bir
başkasına kaptırmamak kaygısı var gibiyse de, bu “bir şey”in niteliği
farklıdır.
Fakat olaylar arasında mutlaka bir
benzerlik kurmak istersek, bu kolaydır: Her iki durumda da katiller (veya
tehditçi) “yazar” karşıtı bir tutum içindedir. Buna rağmen, Dostoyevski’nin
eserindeki katil hile hurda peşinde koşan yazarları (haklı olarak) lanetlerken,
kendisi bir yazar katili değildir. Dink’e kasteden ise, doğrudan bir yazar
katilidir. Bu tarihî olayın hilesi ise yukarıda temas ettiğimiz “ulusçuluk”
oyunu, “kavmîyetçilik” saplantıları, yahut bunlardan nemalanmak isteyenlerin
seyir keyfidir…
Konumuz katiller ve yazarlar olduğuna
ve Orhan Pamuk adı bir vesileyle (malûm tehdit) yazımız içinde anıldığına göre,
burada üçüncü bir kıtal olayından bahsetmemek olmaz. Hepimizin gözleri önünde
gerçekleşen bir konuşmadan söz etmeliyiz önce: Hatırlarsınız, Bush’un Türkiye
ziyaretinde, İstanbul Ortaköy’de yaptığı bir konuşma vardı. Bu konuşmada Türk
yazarı Orhan Pamuk’tan büyük bir övgüyle söz ediyordu “Başkan”. İşte cinayet!
Üçüncü tip bir kavimcilik
zihniyetiyle “Dünyaya hükümdar olma” ihtirasına kapılmış birisinin diline
düşmek, kendinden menkul bir cinayete kurban gitmek değil midir?
(Bu yazı ilk kez 1 Şubat 2007’te
Milli Gazete’de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder