24 Mart 2020 Salı

AKİRA KUROSAWA’NIN KURBAĞA YAĞI

Savaş öncesinde, gezgin satıcılar ülkenin dört bir yanında dolaşıp bir şeyler satmaya çalışırlarken, özellikle yanık ve kesikleri iyileştirdiği sanılan iksiri elde etmek için geleneksel bir yöntem kullanırlardı. Dört tane ön, altı tane de arka ayağı olan bir kurbağa, dört tarafı aynayla kaplı bir kutuya konurdu. Değişik açılardan görüntüsünü izleyen kurbağa, hayretler içinde kalarak yağlı bir sıvı salgılardı. Bu sıvı toplanır, 3721 gün bir söğüt dalıyla karıştırılarak yavaş yavaş kaynatılırdı. Sonuç, bu harika bir iksirdi.”
Japon yönetmen Akira Kurosawa (1910-1998)Kurbağa Yağı Satıcısı (Agora Kitaplığı, İst., 2006) adlı otobiyografik kitabına bu cümlelerle giriyor. “Kendimle ilgili bir şeyler yazma düşüncesi aynalı kutudaki kurbağayı hatırlattı bana.” diye ikinci bir paragrafa geçen yazar, on ayaklı kurbağayla hayatı arasında efsanevî bir ilişki kuruyor.
Kurosawa’nın satırlarını okurken akla bizim geleneksel yahut alternatif tababet külliyatına dair kimi malumatın düşmemesi mümkün mü? Makul sayılabilir nitelikte olanlar kadar kimi reddiyelere kapı aralayanlar da. Hayır,  ayrıntılara girmeyeceğim.
Aynalı kutudaki kurbağa ile hayatı arasında bir bağ kuradursun Kurosawa; biz daha farklı tasarımların peşine düşeceğiz. On ayaklı kurbağaya, kurbağanın yerleştirildiği aynalı kutuya, kurbağanın salgıladığı iksire, bütün bu süreci yöneten gezgin satıcıya tek tek göz atacağız. Kuşkusuz, hâl ve muhal bağlamlarında…
Hâl dedik ya, devam edelim; yeryüzünü esir alan canavar virüs karşısında, insanlık âleminin her bir bireyini, eli ayağı birbirine dolaşmış bir on ayaklı kurbağa şeklinde tasavvur edebiliriz. Bu tasavvurun aynalı fanusunu zorunlu karantina mekânlarımız olan evlerimiz oluşturmaktadır. Bu hâl içre kim ne salgılar, bilmiyoruz. Sadece temenni ederiz: Kin, nefret, ötekileştirme, tahammülsüzlük, bencillik, fesat, fahşa; velhasıl işleri kesatlaştıracak negatif şeyler salgılamasın kimse, yeter...
Temsilî teşbihimizin unsurlarını başka bir ilişki ağı içinde de kullanabiliriz. Korona günlerinin görece mazlumlarına yapılan takdimler, ikramlar mesela.  Hastalık ve ölüm göstergeleri üzerinden sağlanan gönüllü ev hapsi mesela. Yahut bir takım tüketim maddeleri, Köln suyu başta olmak üzere, temizlik sağlayıcı kimi materyaller. Tüketilmesi elzem denilen bazı gıda ürünleri. Bütün bunları kurbağaya salgılatılan madde diyebiliriz. Bu mecaz dairesinde kurbağayı hangi konuma oturtabiliriz, biraz düşüneyim. Alınan kimi kararlar, yayımlanan genelgeler, verilen nasihatler, uyulması gereken emirler, vb. Bu benzerliği zorlama bulabilirsiniz, fakat umut pazarlayan kurbağa satıcısının kimliği bahsinde kimsenin itirazının olmayacağına eminim: Basınından akademisine bütün sosyal uyarıcılar ve tabii en başta kamusal erk. Hemen belirtelim, bu dikte unsuru ilk tasavvurumuzda da aynı mevkide konuşlanmaktadır…
Akira Kurosawa’nın kurbağasına cebri usullerle salgılatılan sıvının ilaç olabilmesi için 3721 günlük bir süreye ihtiyaç vardır. Bu esrarlı süre boyunca söğüt dalıyla bireşime tabii tutulacak, sonrasında dertlere deva olarak kullanılacaktır. Bunca beklemenin sonunda elde edilen iksirin mucizevi bir şey olması normaldir. Âb-ı hayatla bir tutulması tercih sebebidir. Bu tercihi bir yana bırakıp, soralım: Mevzuubahis iksirle, şu günlerde ev sürgünlüğüne terfi ettirilmiş biz insanlara, bekleyin bulunacak denilen ilaç, bir tutabilir mi? Evet ama bu da bir umut sömürüsü olarak kalabilir kayıtlarda…
Oysa bu sömürüye katlanabilecek halde değiliz artık. Sabrın kırmızı çizgisi aşılmasın, ruhlar patladı patlayacak.

Ankara, 23 Mart 2020


Hiç yorum yok: