10 Mart 2020 Salı

ÖSTEN SJÖSTRAND'IN "İKİ ZAMAN"INDAN YANSIYAN

İsveç şiirinin önemli şairlerinden Östen Sjöstrand (16 Haziran 1925-13 Mayıs 2006)'ın bir şiiri üzerinde duracağız. Lütfi Özkök ile Yüksel Peker'in hazırladıkları 1945 Sonrası İsveç Şiiri Antolojisi'nde (YKY, İst., 1996, s. 84) yer alan "İki Zaman" şiiridir bu. 
Çok boyutlu bir şiir algısının şairi olarak bilindi Sjöstrand. Bir yandan sözcüğün sarraflığına soyunurken, diğer yandan farklı temalara can veren bir yaklaşımı benimsedi. Bu anlamda, söz gelimi mistik bir tutum ile toplumsal bir eleştirellik şiirlerinde yan yana, iç içe bulundu. Bu yönelimde bir İkinci Dünya Savaşı sonrası şairi olması ne kadar etkendir, bilmiyoruz. Fakat Fransız şairlerine, sembolizm ve sürrealizme yaslandığını, müzik başta olmak üzere farklı sanat dallarından ilhamlar aldığını, fakat her halükârda toplumsallığı en öne yerleştirdiğini biliyoruz. Bir şair olarak yaşamak zorunda kaldığı kişisel karabasanları ise onun tepkisel muharrik gücünü oluşturur. Bu söylediklerimizi pekiştirir mi bilmem, fakat şiir anlayışını özetlediği sözleri arasında şu cümleler hayli önemlidir: "[Şiir] Arada bir bana da musallat olan karabasanların büyüsünden kurtulmamıza yardım etmekte; kalbin, güzelliğin ve ruhun canlılığını mahvetmeyi hedef alan yıkıcı güçlere karşı yeni bir kurtuluş yolu açma[kta]dır. Ama şunu da ekleyelim: Günümüzde eşyaya tapan toplum içinde yeni bir yol açarak duygularımızı diri bir halde tutan şiir, bizlere adil bir hukuk ve ahlak anlayışını da aşılamaktadır." (s. 86)

Adı üstünde, iki zamanlı bir şiir "İki Zaman" şiiri. Fakat yaşanılan anları anlatan birinci "Zaman" iki parçalı bir yapıya sahip. Bu parçaların ilkinde, otele çevrilecek eski bir yangın kulesi, sırtlarında okul önlükleri olan ve birbiriyle şakalaşarak yokuş aşağı yürüyen kız öğrenciler, sırtında su güğümü, kemerinde bardaklarıyla dolaşan saka, kaldırımda salata ve yumurta satan bir ihtiyar, bir lokantadan gelen keskin kebap kokusu... anlatılıyor. 

İlk "Zaman"ın ikinci parçasına geldi sıra. Sokağın sükûnetini şedit bir sessizliğe dönüştüren olağanüstü bir hâl var. O hali anlatan dizeleri olduğu gibi alıyoruz:


"İki komanda eri tüfek dipçiğiyle antikacı dükkânının karşısında bir kapıyı zorluyorlar ve gözleri sorgudan faltaşı gibi açılmış süklüm püklüm insana benzeyen bir yaratığı dışarı çıkarıyorlar. Beyaz miğferler, kırmızı kolçaklar, insan avı- Radyoevi'nin yanındaki garnizondan askerler ve Hilton otelinde siviller günün yarısını silahları parlatmakla, ortalığı ve giysileri temizlemekle geçiriyorlar."


Sanki bildik, tanıdık manzaralar... 

Kendi halinde geçip giderken zaman, hayatın akışı normalinde akıp dururken, birtakım güçlerin ket vurması olağana... Çıkar çatışmaları, paylaşım savaşları... Kimi odakların hesaplaşmaları...

Darbeler, sıkıyönetimler, olağanüstü haller... 

Ve darmadağın olmuş birey ve toplum hayatları, karmaşa ve kaos halleri, sisli, puslu bir tabiat, kana, kire, irine çalan tasvirler... 
Şiire dönelim, şiirin ikinci "Zaman"ına. Şairin iç dünyasına mahsus bir zamandır bu. Bir anımsayış ile görünürlük kazanır. Yaşananın vurduğu keti, çektiği seti, ördüğü "zorunlu engeli", her ne denirse işte onu geçip giden... "esrarengiz bir örümcek"! 

"Birbiriyle boğuşan, birbirine zıt" kutupların oluşturduğu toplumsal inkırazlar, esrarengiz yaratıklara döndürüyor maalesef her bir bireyi, her birimizi...

İsveçli şair Östen Sjöstran'ın şiiriyle dile getirdiği evrensel negatif gerçekleri ne çok yaşadık Türkiye'de ahir ömrümüzde değil mi? 

Keşke yaşamasaydık, hayır, keşke yaşamasak...

Ankara, 10 Mart 2020

Hiç yorum yok: