3 Mayıs 2020 Pazar

ELİF HÂLİ GÜL DİLİ

Nice zaman oluyor, okuyup üzerine notlar aldığım, yazı masamın en mutena yerine koyduğum, hakkında yazmak için fırsat kollayıp durduğum bir kitap var: Aşkın Elif Hâli.
İnci Okumuş’un kitabıdır Aşkın Elif Hâli (Kumrum Yay., Maraş, 2013). 1999’da Dolunay Yayınları’ndan çıkan Düğün Gönüle Kurulur adlı kitabından sonra, ikinci şiir kitabıdır.
Bahaettin Karakoç’un yetiştirdiği, el verip çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa terfi ettirdiği şairler, şaireler vardır, bilen bilir.
İnci Okumuş, bu tezgâhta dokunmuş has kumaş şairelerden birisidir, bence en önemlisidir.
Kuşkusuz kendi sesini bulmuş, kendi nefesinin rengini belirlemiş birisidir İnci Okumuş. Aksi bir durum olsaydı, bu, ustasının da işine gelmezdi. Dolayısıyla el vermez, şiir ülkesinin üyesi olarak yoluna devam etmesine müsaade etmezdi. Oysa şimdilerde İnci Okumuş’un nitelikli bir şaire olduğuna adı gibi emin Bahaettin Karakoç…
Bunu, kitabın arka kapağına konmuş olan takdimden kolaylıkla anlayabilirsiniz. Bizzat, şiirimizin Beyaz Kartal’ının el yazısıyla yazmış olduğu bu takdim metni, söylediklerimizin tanıklığını yapıyor. İşte bir bölüm:
“İnci Okumuş, estetikle ilgili ince sanat talimini Dolunay mektebinde tamamlayan azimli bir yetenek. Bastığı yerleri bilen; baktığı yerleri en küçük ayrıntılarına kadar gören, emanet yüklenmekten ve taşımaktan korkmayan içimizden birisi. Samimi ve gayretli. Şiir macerası, ‘uydum sokaklardaki kalabalıklara…’ diyerek kaleme sarılmakla başlamamıştır. Şiir adına sahne aldığı günden bu yana dikkatim daima üzerindedir; dikkatli ve titiz…” Üstad şunları da söylüyor takdiminin devamında: “Ve inanıyorum ki İnci beni hayal kırıklığına uğratamaz. Daima yanında olacağım ve destekleyeceğim.”
Karakoç’un söylediklerini test etmek haddimize mi? Değil, fakat bize takdim edilen şiirlerden aldığımız keyfi paylaşmak kadim bir gelenektir.

Aşkın Elif Hâli, üç bölümden oluşan bir eser. Kitaba adını veren ilk bölümü Sana Aşkımın Yoktur İzahı ve Şiir Döndü Leyla’ya başlıklı bölümler takip ediyor. Toplamda 47 şiir var kitapta. Bunlara, en başta yer alan “Tegannî” ve “Sunuş” eklenmiş değil…
İnci Okumuş’un pek çok dizesine mim koymuşum. Hemen hepsi şiirin derinliği, niteliği bahsinde. Sözün has dokunmuşluğu, sanatın ustalıkla icra edildiği hususunda. Beni bağlayıp kendisine çekmiş olan bu dizelerden bir kısmını aktarıyorum şimdi:
“şu karşı uçuruma ey sevgili/ senin için güvercinler bıraktım” (s. 25)
“böyle ağlamayı bilmese yağmurlar/çiçekler açmazdı kederinden” (s. 26)
“aşktır bizi yare sürgünde tutan” (s. 30)
“gözlerimden anlıyorsan o başka/sesim düşmüş bir âh’a” (s. 44)
Aşkın Elif Hâli’nin ilk bölümünden yaptığım bu seçmeden sonra, kitabın ikinci bölümüne özellikle temas etmek istiyorum. Niçin mi? Bu bölümdeki metinlerin münacat, tevhit, naat, medhiye gibi şiirler olması yetmez mi? Üstelik kendi türlerinde klasizme yaklaştıklarını söylersek…
Mesela bölümün “Teslim” adlı ilk metninde Allah’a yalvarıp yakarıyor İnci Okumuş: “ey kalbimin kefili/ (……) yüce adını tespih ettiğim gibi/bana doğru sözleri takdir et”. (s. 60) Buradaki “Gül Efendim-1” adlı naatta ise şöyle diyor şaire: “gül kokar tan ağrısı, hüznümüz gül’e bulanır/ yitirir başını gece, sana meftun dolanır/kıyamete dek kalbimiz izharınla yıkanır/efendim, tüm kâinat aks-i sedana uyanır.” (s. 68)
Aynı bölümdeki “Anne/Gözyaşlarındır Gülüşüme Düşen” başlıklı şiirde ise Hz. Aişe’ye seslenen şaire, şu dizeleri söylüyor: “adın aişe/tebessümün, hümâ” (s. 71) “küssün ateşler, su boğulsun” (s. 71) Hz. Fatıma’nın anlatıldığı “Bir Taze Hatıradır O” adlı şiirden ise şu dizeler beni cezbetti: “sonra dağlar kopmalı bedenimden/sessizliğinde çölün/boğulup derin hıçkırıklara/fatımaca ağlamalıyım”… (s. 76)
Son alıntılarım kitabın Şiir Döndü Leyla’ya bölümünden olsun: “sevda sahrasında mecnun değilsen/ne leyla’yı çağır ne çölü incit” (s. 106)
İnci Okumuş, sevda sahrasında gezinmiş durmuş bu kitabı boyunca. Leyla’yı çağırmış, çölü yaşanılır kılmış. Aşkın Elif Hâli’yle, bizlere ‘gül dili’ni ikram etmiş…
(İlk kez 3 Nisan 2014'te Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)