Şiirin kendisini ne zaman ifşa
edeceği belli olmaz. Bu belirsizlik içre, şairin hazır asker beklemesi de
mümkün değildir. Bu yüzden, geliverdiğinde şiir, kaydedilecek bir şeyler
bulması gerekir şairin.
Bazıları övünerek anlatır: Defter
taşımaktadırlar. Estikçe, şiirimsi bir şeyler kendisinde geliştikçe o defteri
kundaklamaktadırlar. Zamanla bir şeyler çıkar. Elbette, kanatlandırıcı bir
nitelik de taşıyabilir bu anlık süreçlerin oluşturduğu yekûn…
Ben, bir dönem çalıştım, bir defterle
dolaşmayı denedim. Olmadı. Diyebilirim ki dikiş tutturamadım deftere devam
etmeye. Hayır, neredeyse otuz yıldır, hemen her yıla bir adet olmak üzere,
ajandalarım vardır. Açılsa bakılsa, kim bilir içlerinden hangi malzemeler
çıkacaktır. Tabii ki bunlar arasında işlenmeden kalakalmış şiir parçacıkları da
vardır. Fakat eminim ekserisi, sonradan bu defterlere aktarılmıştır. İlk
kaydedildikleri yerler de, genellikle derleme toplama kağıtlardır. Şiirin beni
ziyaret ettiği anda, artık neredeysem, orada buluverdiğim kağıtlara, karton koli
parçalarına, sigara paketlerine (ömrümde üç dört yıl kadar, fakat derler ya,
ölümüne tütüne düşmüştüm, kahrolası…), gazete kağıtlarının kıyılarına, edebiyat
dergilerinin kapaklarına, içlerine, kıyı bucak köşelerine…
Bu bir kısmı ölümlü kağıt parçalarına,
bir kısmı ise gözden kaybolması kaçınılmaz yayınlara aldığım notları
ajandalarıma aktarmaya çalıştım, evet. Fakat, bir de o anda, zihnimin şiirle
dolup taştığı zamanlarda, okumakta olduğum kitaplara kaydettiklerim var.
Bunlar, işte bunlar, defterlere geçmedi, geçirilmedi. Okunan kitap rafa
konulunca, onlar da yerlerini unutturdular. Kendilerini kaybettirdiler. Belki
zaman zaman göze göründüler ama, bu görünmelerin hiçbirisi benim bilinçli bir
ilgim sonucunda gerçekleşmedi. Ya bir taşınma anında, paketlenirken kitaplar,
rastgele açılıverince yahut birkaç yılda bir kitaplık aktarılırken… Hadi bir
ihtimal daha verelim, hazırladığım antolojiler için sondaj yaptığımda…
Şimdi, ilk kez belirli bir tercihle,
okuduğum kitapların sayfaları arasına çiziktirdiğim şiirlere el atıyorum.
Bakalım neler çıkacak…
İşte 16 Haziran 1985 günü Balıkesir’de
okuduğum Adnan Özer’in Ateşli Kaval (Yeni Türkü Şiir Yay., İst., 1981)
kitabının ikinci yaprağındaki şaheserimden bir bölüm: “Çocuğum/…
esriksin/yürekten/usa/ama korkma/ yeni polis yasası/ alamaz sevgilinin
sözünü/…”
6 Mart 1985’te İzmir’de alıp okumaya
başlamışım Octavio Paz’ın Kartal mı Güneş mi? (Çev: Ali Cengizkan, Kuzey Yay.,
Ank., 1984) adlı kitabını. Dört gün sonra, 10 Mart’ta Balıkesir’de okunup
bitirilmiş bu kitap. Hayret, pek yapmayacağım bir şey, tükenmez kalemle
çizmişim Paz’ın dizelerinin altını. Daha kötüsü, 119 ve 124. sayfalarına olmak
üzere iki şiir döktürmüşüm. İkincisinin üstünü nedense tamamen karalamışım.
Sadece başlığını yok etmemişim bu şiirin: “Miting”. 119. sayfadaki metnimin
tamamını merak eden varsa, o, benim sağlığımda olmaz ya, bu kitabı bir gün
sahafın birisinde ele geçirme bahtiyarlığını tatmalıdır! Her neyse, kekre de
olsa, tadımlık bir parça sunayım: “ilk söz söylenmeden yırtılabilir bir çuha/
yırtılmalıdır/ kırkaç!/ kırk diyorum saçlarımı, durma!/yalınlaşmak istiyor
uscuğum/dağılsın istiyor belaları, kovulsun!”
Alınma tarihi olarak 15 Haziran 1985
tarihini yazdığım Mehmet Kıyat’ın Yazılan (Yazko Yay., İst., 1982) kitabının
ilk yaprağına “Senlerle” diye bir şiir nakşetmişim. Ama şiirin altında 14
Haziran tarihi var! Tarihlerden birisi yanlış, ama hangisi, Allah bilir.
“Senlerle”nin başından ve sonundan aktarıyorum: “yaldızlanan/yaşamımız /…/
gitmek senlerle/yarına”. Bu kitabın bir de son yaprağına bakıyorum: “kurşun
işlemez ozanlara” diye yazmışım oraya da…
Ahmet Erhan’ın Kuş Kanadı Kalem Olsa
(Can Yayınları, İst., 1984) adlı toplu şiirler kitabının başına “Eylül
85-İzmir” kaydını düşmüşüm. Sadece bu kaydı mı? 5, 6, 7. sayfalarına, yani daha
en baştaki boş sayfalara dört parçadan oluşan uzun bir şiir kazımışım.
Bakıyorum şimdi, adını metnin başına değil, parantez içinde en sona yazmışım.
“Sözcük Başı Kalem Kırılan Şiirler”. 29 Eylül 95 tarihinde okumasını
tamamladığım bu kitabın son sayfalarında da iki metnim var. “İçindekiler”i
takip eden boş 332. sayfa ile “Ahmet Erhan için ne dediler” başlıklı metnin son
satırlarının bulunduğu 334 nolu sayfalardaki metinlerim oldukça kısa. 332’deki
şöyle başlıyor: “kültablasında mavi bir yüreği yakıyordum, anımsıyorum”.
334’teki ise Adnan Binyazar’ın Ahmet Erhan için söylediği “Ahmet Erhan, az
bulunur mermerlerdeki damar gibi, şiir alanında az bulunur bir damardan
besleniyor.” şeklindeki cümlesini takip ediyor ve şöyle başlıyor: “galatasaraya
bir verdim şampiyon olacak diyorlar.”
Övünürmüş gibi yapalım mı bilmem,
benim 1985’li gençlik günlerim Ocak’ından Eylül’üne şiirle gelip şiirle geçmiş.
Şimdi, rastgele kitaplığımdan çektiğim üç beş kitabın ortaya koyduğu yekûn bu.
Kim bilir, kütüphanemdeki hangi kitabın hangi sayfasında, beni de gör, beni de
gör diyen hangi dizelerim, hangi şiirlerim var daha…
Ahmet Erhan’ın kitabının ilk
sayfalarına yazdığım “Sözcük Başı Kalem Kırılan Şiirler” başlıklı metnimin bir
bölümüyle bitiriyorum:
“yadsınmış okul sularının
fotoğraflarına bakıyorum,
-mademki istedin, veririm,
o fotoğraflarım, benim, garip
yüzümdür,
kazâzede yüzümdür-
ama veremem başka sulardan
fotoğraflarımı,
lânetlenmişliklerimi hiç hele
isteme”
(Milli Gazete, 30 Haziran 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder