16 Haziran 2020 Salı

İKİNCİ YENİ ŞİİRİNİN DOĞUM SANCISI NEYE DAYANIR?

İkinci Yeni şiiri, oluşumundan gelişimine, hatta bitişine kadar pek çok tartışmanın, dolayısıyla polemiğin konusu olmuştur.
Bunlardan ilki, oluşumunda ana etken nedir sorusuyla ortaya çıkar. Bu soru, üç farklı yaklaşım doğurmuştur. Birincisi, İkinci Yeni’nin 1950’lerde DP’nin baskısı sonucu doğduğu kanaatidir. Devrin ruhuna atıf yapan bu görüş, politize olmuş bir arka plana yaslanır.
İkinci Yeni’nin hayat bulduğu 1950’li yıllarda iktidarda olan DP’yi, Emre Kongar’a uyarak, çok partili hayata geçişin bir aşaması ve ‘siyasal düzenin demokratikleşmesi yolunda somut bir adım’ olarak adlandırabiliriz. 1946’da CHP’den ayrılan bir grup milletvekili tarafından kurulan DP’nin, kısa bir süre içerisinde hızla büyüyüp, 1950’de yapılan seçimleri yüzde 53’lük oy oranı elde ederek iktidara geldiği ortadadır. Cem Eroğul’a göre ‘liberalizm ve demokrasi’yi hedefleyen, Kemal H. Karpat’a göre ise ‘Esas gayesi tek parti diktatörlüğünü tasfiye etmek’ olan DP’nin iktidardaki döneminin belli başlı niteliklerini, şöyle özetleyebiliriz:
DP iktidarı vesayetçi sivil ve askerî bürokrasiyle savaşmış fakat geçmiş tek parti dönemine öykünmekten de geri kalmamıştır. Batı dünyası ile ekonomik ve siyasi bütünleşmeyi hedeflemiş, fakat edilgen bir ortak olmaktan öte gidememiştir. Bunların yanında, DP’nin iktidarda gerçekleştirdiği en önemli niteliklerinden biri, halkla bütünleşmesidir. Bunu Emre Kongar şöyle izah eder: “Cumhuriyet döneminin siyasal tarihinde ilk kez halk ve özellikle köylü, iktidar üzerinde bir güce sahip olduğunun bilincine” varır.

Attilâ İlhan, İkinci Yeni’yi DP baskısına bağlayan iddia sahiplerinin başında gelir. Şair, İkinci Yeni Savaşı kitabında ‘âdeta diktanın işine gelir bir sapıklık’ hareketi şeklinde vasıflandırır İkinci Yeni’yi ve ‘Menderes Diktası’nın şiiri olarak görür. Bu dönemi ‘soğuk savaş yılları’ olarak adlandıran Attilâ İlhan, dönemin sosyal atmosferini İkinci Yeni için yorumlarken, DP’nin küçük Amerika olma sevdaları, Truman Doktrini’nin uygulanışı, Marshall (ABD) Yardımı, IMF’ye katılış, Kore Savaşı, tarım ve burjuvazinin geliştirilmesi, yabancı sermayenin özendirilmesi ve çok uluslu kapitalizme pazar olma, vb. gibi özellikleri dile getirir.
Asım Bezirci de İkinci Yeni Olayı kitabında, İkinci Yeni’nin oluştuğu devreyi ‘baskı ve bunalım’ kelimeleriyle anar. Bezirci’nin çizdiği sosyal tablo da Attilâ İlhan’ınkine benzer: DP, İkinci Dünya Savaşı ve sonrası yıllarının gelişen büyük burjuvazisini temsil etmektedir. DP’nin politikaları karşısında şair ve yazarlar sinikleşir. Böylece, iktidarla uyuşamayan, aynı zamanda harekete geçemeyip onu değiştirme umudu taşıyamayan yılgın ve sinik, küçük burjuva şair ve yazarlar toplumla ilişkilerini gevşetirler. Böylece, Garip’ten sonra, ikinci bir ‘baskı ve bunalım’ şiiri oluşmuştur.
Her ne kadar edebiyat ve eleştiri ile ileri derece ilgili olsalar da, İlhan ve Bezirci siyasal bakımdan angaje olmuş isimlerdir. Onların İkinci Yeni ve devrin ruhu bağlamındaki yaklaşımlarını bu çerçevede düşünmek gerek. Bununla birlikte, İkinci Yeni’nin hayat bulduğu yılların siyasal iktidarı olarak DP’yi, sosyal ve siyasal etkileri yanında, düşünce, kültür ve edebiyat ortamına olan yansımaları bakımından da masaya yatırmak gerekir.
İkinci Yeni şairlerinin ve onlarla ilgili tespitlerde bulunan bir kısım yazarın, genel olarak DP ile barışık olmayan vesayetçi, devletçi, seçkinci, hatta bürokratik isimler olduğu biliniyor. Böyleyken, DP’nin İkinci Yeni’nin oluşumunda etkisi, hatta negatif bir katkısı olmadığı söylenemez. Fakat salt siyasal bir etki, dahası siyasal bir yapının oluşturduğu ortamdan kaçış, edebî bir topluluğu tek başına oluşturacak güce sahip midir?
İkinci Yeni’nin oluşumu ile ilgili ikinci görüş, onun Garip’e karşı bir tepkiden doğduğu yolundadır.  Bu görüş de ilki gibi edebiyat dışı bir bakışın yansımasıdır. Buna göre, İkinci Yeni, Garip şiirine bir tepki olarak doğmuş, varlığını bu tepkiden almıştır. Bu görüşe bağlananlar, Garip şiirinin ortaya koyduğu negatif şeyleri sıralarlar. Öyle ya, 1950’lere gelindiğinde, şiirin belirli bir şekilde zayıfladığı, hatta yozlaştığı görülür. Bu arada Garipçiler’in, bütün bir edebiyat hayatı üzerine ‘sulta’ kurdukları, geleneği kökten’ değiştirmeye çalıştıkları, hayâle ve sanatlara boş verdikleri, duyguya, şairane duyuşa karşı bir tarz geliştirdikleri, ölçü ve kafiyeyi kapı dışarı ettikleri gözlenir. Böylece şiir, sadece anlamdan ibaret bir söz sanatı haline dönüşmüştür. Bu durum, şiirin ayaklar altına düşmesine sebep olmuş, güçsüz ve taklitçi şairlerin elinde boş lakırdı’ halini almıştır. Şiirde basitlik ve alelâdelik öne geçmiş, cansız, renksiz, coşkusuz bir anlayış ön plana yerleşmiştir. Küçük bir espri ve bir fıkra havası, şiir için yeter görülmüştür. Velhasıl “Garip yorgun düşmüştür.” İşte bütün bunlar, Garip’in sonu, İkinci Yeni’nin başlangıcı anlamına gelir. Attila Özkırımlı “İkinci Yeni, Garip’in tam tersi bir noktadan yola çıkar.” derken bunu kasteder. Enis Batur’un ifadesiyle, Garip, ‘II.  Yeni şairleri için hem zehir, hem de panzehir’ olur. Dahası, Cemal Süreya, İlhan Berk, Sezai Karakoç gibi İkinci Yeni şairleri de Garip’i tenkit etmişlerdir. Sözgelimi Şairin Toprağı kitabında İlhan Berk, “İkinci Yeni’nin İlkeleri Ya da Salt Şiir” başlıklı yazısında İkinci Yeni’nin ‘kendinden önceki şiire’ karşı oluştuğunu, bununla da ‘Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat şiirine karşıtlığı’ kastettiğini maddeler halinde bildirir: “1- İkinci Yeni’nin kendinden önceki bu şiir anlama dayanan bir şiirdir. İkinci yeni ise bu anlama karşıdır. 2- Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat şiiri konuşma diline dayanır. İkinci Yeni konuşma diline karşıdır. 3- Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat şiiri salt şiirden yana değildir. İkinci Yeni, salt şiirdir.” 
Özdemir İnce ile Mehmet H. Doğan ise hem DP’nin oluşturduğu ortam hem de Garip’e karşıtlık görüşlerine iştirak etmezler. İnce, İkinci Yeni’nin oluşumunun, Garip şiirininki gibi, ‘şiirin gelişme diyalektiğine uygun’ olduğunu, dışarıdan bir ‘zorlama’ ve bir ‘müdahale’ sonucu oluşmadığını, hele hele ‘toplumcu şiire ve ideolojisine karşı hazırlanmış resmi, yarı resmi, gayrı resmi bir suikast ya da komplo’  olmadığını söyler. Doğan ise, İkinci Yeni’nin meydana gelmesinde ‘Toplumsal ve sanatsal’ iki çevreden söz eder.  Hatta bir yazısında bu şiirin ‘D.P’nin baskısından kaçmak için’ yazıldığını söyleyenlere karşı çıkar. İkinci Yeni şairlerinin daha başlangıçtan beri ‘tıkanmış bir şiirden kurtulma çabası’  içinde olduklarını kaydeder. 
Bu noktada, İkinci Yeni’nin oluşumu konusunda hareketin içinde kuramcı olarak yer alan, ona isim babalığı yapan Muzaffer Erdost’un görüşleri de ‘şiir dili’, ‘mısra yapısı’ ve ‘şiiri düşünüş’ gibi kavramlara yaslanır.  Böylece, İkinci Yeni’nin ‘toplumsal sorunlardan kaçış şiiri’ olmadığını, ‘şiirin içsel yapılanması’na uygun bir gelişmeye bağlı olarak geleneksel işlevini kaybetmeye başladığı bir dönemin ‘doğal sonucu’ halinde geliştiğini vurgulamış olur. Erdost’a göre, ‘... sorun, doyulmuş estetikleri aşmak, yeni doyumlar sağlayacak estetikler üretmekti. Bu da, şiirin özgürleşmesine, yani alışılagelmiş kösteklerden kurtulması’yla mümkündü. Bazılarının öne sürdüğü ‘siyasal baskıdan kaçış’ veya ‘varolan düzene tepkinin’ bu şiirde bilinçli bir şekilde yer almadığını ısrarla söyleyen Erdost, bunların bir şiirde ‘bilinçsiz olarak’ bulunabileceğini de hatırlatır.
Bu arada, İkinci Yeni’nin Garip’e veya o dönemde gelişen Attila İlhan şiiri veya toplumcu şiir gibi başka bir şiir hareketine karşı gelişmediğini de ileri sürer. Çünkü, İkinci Yeni, ‘başka bir şiir arayışı’ içinde olan bir harekettir.  Bu arayış yeni bir ‘şiir dili’ne doğru yapılmaktadır. Bu şiir dilinde şairin ‘bir düşünceyi, bir duyguyu, bir olayı anlatmak için’ mısra kurması gerekmez. Bu hareketin amacı, ‘şiirin kendisini kurmaktır.  Dolayısıyla, İkinci Yeni, ‘kendisinden önceki şiire göre yeni olan bir şiirin sınır çizgisidir.'
Bütün bu açıklamalardan sonra, Erdost’un bir konuşmada verdiği şu cevap İkinci Yeni’nin kuruluşuyla ilgili tartışmalara noktayı koyacak niteliktedir. İkinci Yeni Yazıları kitabından aktaralım: “Şiir, bir şeyin şiir olarak anlatımından, kendinde şiir olmaya evrimleştikçe, söz ile sözcük arasındaki geleneksel denge de bozulmaya başlar. Bu dengenin bozulmaya başladığı dönem, İkinci Yeninin oluşmaya başladığı dönemle örtüşür. (...) Artık kişi kendini açıklamak istediği zaman, eski ve o denli yalın açıklama biçimlerinin yeterli olmadığını kavrar. Yeni anlatım biçimleri aradığı gibi, varolan anlatım biçimlerini de kendi içlerinde geliştirmeye yönelir. Şiir ile kendini açıklar ama, artık yeni kendini, eski şiirin biçimiyle anlatamaz, açıklayamaz olur. Bu gelişen öz, şiirde yeni bir biçim arar. İkinci Yeniye denk düşen yıllar, şiirde, bu biçim arayışı, dış-biçim arayışından iç-biçim arayışına yönelmiş ve sözcük ile söz arasındaki denge zorlanmıştır. Sözcük ve söz arasındaki (alışılagelmiş) dengenin, sözcük çıkarına bozulması olarak ortaya çıkmıştır İkinci Yeni.
(İlk kez Şiar dergisinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: