“Marksist Estetik” kitabının yazarı Murat Belge, eleştiri
“dolayımı”nda kendisiyle yapılan bir mülakatta takdirimizi kazanan şu lafı
etti: “Sanat insanın varolan biçimlerinden biri, eleştiri de bu büyük
faaliyetin insanı tanımlayan parçası. Bir yapıtı ele alırken aslında bütün
hayatı ve hatta kendini de eleştirir, ‘sen hayatı hangi değerlere dayandırmak
istiyorsun?’ sorusunu tartışırsın.” (Radikal Kitap, 3. 8. 2007)
Dünya görüşünü, hayata bakışını, durduğu yeri, ayaklarını
bastığı zemini benimsemiyor olsak da, bu tespiti önemli Murat Belge’nin.
Belge, Marksist dünyaya, bu dünyanın yol ve yordamlarına
kapaklanmış birisi olarak, elbette kendi içinde tutarlı.
Eleştiri ölçeğinde, kendi itikadını ortaya koyuyor.
Aslında, vahyî bir bakış ile baktığımızda, kâinatı bir bütün
olarak görmekten uzaktır onun öğretisi de. Fakat, vaktini ve nakdini sadece
dünyevî olana yaslayan Marksist tenkid konusunda, makul bir olgunluğa tekabül
eden cümleler kurduğu da muhakkak…
Bu noktada, kültür, sanat yahut edebiyat aleminde olup da,
hayatı, kâinatı bir bütün olarak görmeyenlerin, görmek istemeyenlerin,
kaypakların, iki yüzlü liberallerin, göbek bağı menfaaten ‘öteki’yle bağlaşık
olanların, hoşgörüyle körleşmiş taş kalplerin, geçici siyasî ‘erk’lerle ortak
çanakları paylaşanların anlamakta kasten zorlanacakları bir durumla karşı
karşıyayız. Dolayısıyla, bunlara karşı bir hususu dile getirebilmek için, Belge’nin bu “net” söylemini burada
‘kullanıyoruz’.
Gelin bu ‘kullanım’ı iyice kendi lehimize çevirelim.
Bize göre, insan, bî-taraf olamayacak nitelikte bir fıtratta
yaratılmıştır. O, Rabbinin kendisine verdiği bu niteliği, yine Rabbinin
önerdiği şaşmaz ölçülerle hayata nakşetmeli, her türlü fiiliyatında, ibda ve
inşa faaliyetlerinde yaşamalı, yaşatmalıdır.
Şimdi, bu temenniyi ısrarla yenilemenin zamanı mıdır?
Bir örnekle cevaplamaya çalışalım bunu:
Çağdaş Fransız yazar Pascal Quignard, “Albucius” adlı
romanında konu edindiği Antik Yunan yazarı Caius Albucius Silus’u eserin bir
yerinde şöyle anlatır: “Üslubu kirlendikçe gücü artmış gibi geliyordu. Bir
yakınına şöyle demiştir: ‘Benim eserime yaklaşma. Tuvalet kokar.’” (Türkçesi:
İsmail Yerguz, Sel Yay., İst., 2007, s. 29)
Nahoş koku istiaresini Molla Cami de kullanmıştı, hafızamızı
zorlayalım: Müteşairin birisi Molla Cami’ye gelir, yeni ‘eser’ini gösterir ve
“Bunu ayakyolunda yazdım” der. Molla Cami: “Belli, orasının kokusunu
hissettiriyor!”
İki kıssadan bir hisseye nasıl varırız?
“Sen hayatı hangi değerlere dayandırmak istiyorsun?’
sorusuna dikkat…
Bî-taraf ve sonra bertaraf olup ‘öteki’leşenlere büyük ikaz!
O tarafta çirkin üslup, kötü koku… Bu tarafta selamet!
Milli Gazete, 9 Ağustos 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder