9 Mayıs 2019 Perşembe

İKİNCİ YENİ ŞİİRİNDE ‘ALLAH’: İLHAN BERK ÖRNEĞİ -2

Baş tarafını okumak için tıklayınız.
Farklı dini hususları metinlerinde bol bol kullanan İlhan Berk, İnferno’nun “Gövde, O Cehennem, I” başlıklı metninde İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi dinlere yönelik menfî hükümler verir. Şair burada gövde ve cinsellik konusuyla ilgili bir takım hükümler verirken dinî göndermelerde bulunmaktadır: “Bir korku nesnesidir gövde. Kilise de onu bütün kötülüklerin başı olarak görür. Cinseldir çünkü gövde. Etin çığlıkları bunun için yadsınmalı, horlanmalı, kargılanmalıdır.”[i] Şair Hıristiyanlıktaki bu manzaranın Müslümanlıkta da geçerli olduğunu belirtir: “Hıristiyanlığın gövdeye (cinselliğe) bu bakışı aşağı yukarı İslamiyette de sürecektir. Her şey gibi, cinsellik de öbür dünyadadır. Huriler, gılmanlar orda bekliyorlardır. Tanrı gerçek güzelliğin ıssıdır. Kendi güzelliğini görmek için evreni yaratmıştır.’ Aşk Tanrı’ya karşı beslenir ancak.”[ii] Dikkat edilirse, İlhan Berk’in İslamiyet dediği daha çok tasavvufî yorumlardır.
İlhan Berk’in dinlere karşı tutumunu en net ele veren yazısı Uzun Bir Adam[iii] adlı otobiyografik kitabındadır. Burada “Tanrı Tanımazlığım” başlığı altında bir bölümlük yazıya İlhan Berk, Nietzsche’nin şu sözüyle girer: “Benim için bir sonuç değildir tanrısızlık, hele olay hiç değildir.” Yazıda Tanrı tanımazlığı ile ilgili açıklamalar da yapan İlhan Berk’in metninden bir bölümünü aktarıyoruz:
Kendimi bir Tanrı tanımaz olarak görüyorum. Ama bu bir Nietzsche Tanrı tanımazlığı değil, değil çünkü Nietzsche koca bir Hıristiyanlık dünyasında yaşamış, böyle bir dünyaya başkaldırmış, kafa tutmuş. Tanrı kavramının yaşama karşı çıkarılmış bir kavram olduğunu görmüş. Kendini ‘Çarmıhtakine karşı Dionysos’ ilan ederken önünde yığınla nedenler vardı. Benim Tanrı tanımazlığım o denli başkaldırı, o denli gözüpeklik isteyen bir şey olmadı.” İlhan Berk, bunun sebeplerini de açıklamaya çalışır: “Çocukluğum kapalı, sönük, yoksul geçti. Yoksulluk kendi halinde kaldıkça, dürtülmedikçe, itilmedikçe Tanrı kavramını hiç bilmez. Annem arada namaz kılardı, bunu bir görev bilmiş değildi. Elini yüzünü yıkamak gibi bir şeydi bu, hiçbir kutsal, yüce yönü de yoktu bunun. Ağabeylerimin hiçbiri camiye gitmezdi, Tanrı’nın adını da andıklarını görmedim. İhtiyarlıklarına yakın Tanrı’nın adını andılar ama, o da bilinçli değildi. Sonra Tanrı kavramı olur olmaz zamanlarda da önüme çıkmadı. Oruç tutmazdı kimse evde, annemi bir yana bırakırsak. Ben çocukluktan kurtulmanın tadını çıkarma adına, Ramazanlarda bir ayın ilk günü, bir on beşinde, bir de sonunda oruç tutardım. Sonraları bunu da bıraktım. Dedim ya hiçbir baskı yoktu çevremde ve ağabeylerim ekmek derdindeydi. Böylece din bizim çevremize girmedi. Benim Tanrı tanımazlığım kendiliğinden olmuş oldu. Günah kavramı da gelişmedi bende: Ne yapıyordum ki günah işleyeyim? Cennet, cehennem sözcükleri de çocukluğumda büyülü sözcükler olmadan öteye gitmediler. Büyüyünce de birer sözcük olarak kaldılar.
Bir Dionysos’cu gibi baktım yaşama ve her zaman büyülü bir sevinç duydum dünyada olmaktan. André Gide’nin kitaplarıyla da günah işlemeyi öğrendim, günahtan keyif aldım.  Yaşama öylece bıraktım kendimi. Yaşam coşkum, aşırılığın Dionysos’culuğumdan gelir. Töre beni hemen hemen hiç etkilememiştir. İçgüdülerime, duygularıma zincir vurmadım pek. Sevgiye açık tuttum kendimi. Kadınlar beni her zaman ilgilendirmiştir, onlara bütün yüreğimi verdim. Bıraktım, hep bıraktım kendimi. Coşkulara bağlandım. Coşkunun kendisi olmak istedim. Yalnız ona bağlandım.
Arama hiçbir şey koymadan baktım dünyaya, onu öyle kavramaya çalıştım. Her türlü inancı yadsıdım. Dünyaya bakışımda Markscı düşünce hep ağır bastı. Öte yandan, siyasanın dışında yaşadım, büyük bir ilgi duymadım.”[iv]

İlhan Berk Nesrinde Dini Terminolojinin Diğer Kullanımları Ve ‘Allah’…
İlhan Berk, dini nitelikte kelime ve kavramları farklı hususlarla ilişkilendirerek kullanmaktadır. Bunlar arasında yazı yazmanın önemi ve zorluğu, şiir sanatının ne’liği ve niteliği, tenkit niteliğindeki tespitler, yaşanılan günün şartları, dilin günlük kullanımına mahsus durumlar, sanat ve edebiyat dünyasının kahramanlarına yapılan atıflar, edebî metinlerden yapılan iktibaslar, vb. dikkat çekmektedir.
Cehennem, İlhan Berk’in atıf yaptığı dini kavramlardan birisidir. Şair, Şairin Toprağı kitabının ilk metni olan “Yazmak Denen Cehennem”e şu cümleyle girer: “Yazmayı cehennem olarak alan başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum.” Devamından bu algısının açıklamasını şöyle yapar: “Ben yazmak eylemini cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu, güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kağıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı yadsıyorum. Az şey midir sözcüklerin zulmü? Sözcüklerin salt bir nesneyi algılamaları yeter mi? Sesleri, kokuları, renkleri, çağrışımları yüklenmeyen bir sözcük nedir ki? Bir dizede yer almaları, o dizenin kendisi olmaları kolay mıdır? Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar? Sonra ilk dizenin direnişi, elegelmezliği, kurumu, despotluğu? Bu acımasızlık, gaddarlık, kadirbilmezlik. Ya bir şiiri bitiren elin çektikleri? Kâğıdın, kalemin kıyıcılığı? Sonra bilinçaltının, duyumun o korkunç tankeri beynin, bir uyum adına verdiği savaşlar? Asıl da ak kâğıdın saçtığı cehennem?”[v]
Şair, cehennem ile yazmak arasında kurduğu ilişkiye, Cüneyt Ayral tarafından yapılan ve 1979’da Oluşum dergisinde yayımlanan bir mülakatta da değinir ve şiir yazmayı cehennem olarak niteler. Kendisinin bu cehennemin üç aşamasını yaşadığını söyler. Bu aşamaları ayrıntılı olarak açıklar.[vi]
Cennet ve cehennem kavramlarını yazarlık sanatının zorluklarının yanı sıra, sanatçının hayal dünyasıyla ilişkilendiren İlhan Berk, İnferno’nun ilk metninde bu iki kelimeyi gövdeye yerleştirir: “Gerçekten de bir imgelem deposudur gövde. Yalnız imgelem mi? Cenneti cehennemi de depolamıştır o.”[vii]
İlhan Berk, dini kavramları şiir sanatının temel kimi özellikleriyle ilgili olarak da kullanır. Sözgelimi, Beran Gelgün’ün 1989’da Argos dergisinde yaptığı mülakatta şiirin politikayla ilgisi üzerine sorulan soruyu cevaplandırırken, şiirin dilden başka bir şey olmadığını, şiirin devrimciliğini dilin oluşturduğunu söyler. Bu bağlamda Octavio Paz’ın bir cümlesini paylaşır: “Devrimci şiir vahiy gibi olan şiirdir.” demiştir zira Paz. İlhan Berk şöyle devam eder: “Tektanrıdır dil. Böylece dile ve şiirin yapısına bakarım ben. Neler söylediğini bundan sonra görürüm. Toplumcu, devrimci şiir bizde hep içerik olarak anlaşılmıştır.[viii] Bu cevabın devamında sözü Nâzım Hikmet, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi edebiyatımızın bazı güçlü şairlerine getirir. Dini durum ve tutumları eleştirinin etken bir parçası gibi görür: “Mehmet Akifte dil, politika aracı olmuştur. Mehmet Akif’in şiirine doğru dürüst bakıldığında şiir görmek mümkün değildir. Onun da görüşlerine saygı duyarım ama bu benim onu şair olarak görmem için yeterli değil. Sonra Necip Fazıl’a geliyoruz. O da politikanın içindedir ama şunu söylemek gerekir ki Necip Fazıl bir şairdir. Gerçekten iyi bir şairdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamasını isterim. Aynı şiirin adamı olarak Sezai Karakoç’u görüyorum birde. Onun da Necip Fazıl gibi yaşamı ve şiiri bir bütündür. Dinin şiirine zarar verdiğini görmüyorum. İyi bir şair o da.”[ix] Bu cevabı takiben kendisinden “daha sonraki kuşak”la özellikle de İsmet Özel’le ilgili görüşlerini isteyen mülakatçıya İlhan Berk şunları söyler: “İsmet Özel daha önce ne yazdıysa şiirlerinde, bugün de onu yazdığı kanısındayım. Onu Müslüman ve sağcı bir şair olarak göremiyorum. Dahası Müslümanlık üzerine, yeni Müslümanlık üzerine, Türk toplumu üzerine söyledikleriyle şiiri arasında hiçbir ilişki görmüyorum, yani söylediklerinin doğasına hiç uymadığını söylemek istiyorum. Doğasına ters laflar ettiğini düşünüyorum yazılarında, çünkü şiirini değiştirmediği açıktır. Şiir dışında yazdıkları belki onu bir süre meşgul edecek, hakkında konuşulmasına neden olacaktır ama şiirini büyüteceğini sanmıyorum.”[x]
Necip Fazıl’ı ve şiirini İnferno’da “Allaha bağlılık” açısından ele alan İlhan Berk, “Ben bir yazımda Necip Fazıl’ın sonradan yazdığı şiirlerle ilk yazdıkları (‘Örümcek Ağı’) şiirlerin tinsel bir akrabalığı olduğundan söz ettim. ‘Allaha bağlı’ olan şiirleri de (özellikle de uzun şiir Çile) benim gözümde öbür sevdiğim şiirler gibi büyük şiirdir. Necip Fazıl koyu dindar kesildiğinde de şair olarak hiçbir şey yitirmemiştir. ‘Allaha bağlılığı’ değildi gözden düşüşünün nedeni, gericiliğiydi. Bu biliniyor da.”[xi]  
Daha önce de değindiğimiz, 1992’de Orhan Koçak’a verdiği mülakatta, Necip Fazıl üzerine kendisine sorulan bir sorunun cevabında din ve inanç konusuna temas eder İlhan Berk. Şunları söyler: “Şimdi ben bugün Necip Fazıl’a baktığım zaman sonradan dinle olan ilişkilerini anlamış bulunuyorum. Ama dinle ilgili şirinin baştan beri var olduğunu sonradan fark ettim. Bir defa Necip Fazıl’ın şiirine dikkatle baktığımızda müthiş bir Yunus Emre etkisi görürüz. Bu etki hem dilinde, hem özünde vardır. Yunus Emre’nin dinde bulduğu tadı, o daha o zamandan yakalamıştı. Serserilik hayatı, bohemlik ise bir nevi onun yaşama biçimiydi. Bugün için Necip Fazıl şiiri modern değil. Neden modern değil? Bir defa inanç olayı, düşünce olayı var.”[xii]  Bu mülakatta kendisinin ruhçu yaklaşımlardan uzun süre uzak kaldığını söyleyen İlhan Berk, “Benim metafizikle ilgilenmem çok yeni, 5-6 yıllık bir olay. Bu birdenbire oldu, ama Ortaçağ beni eskiden beri çok ilgilendirmiştir. Ortaçağ’da yaşamayı çok isterdim. Çünkü Ortaçağ metafiziğin göbeği. Metafizikle ilgilenmeye başladığım zaman Ortaçağ sevgimi bir yere bağlamak gereği doğdu.[xiii] der.
 Şair, edebî metinlere yaptığı göndermelerde de dinî atıflarda bulunur. 23 Kasım 1977 tarihli günlüğünde Ezra Pound’u anlatan İlhan Berk, onun Konfüçyüs adlı eserine temas ederken, “Ezra Pound’ın Konfiçyüs’üne uzandım. Geçenlerde bir on sayfa kadar okumuştum sarmamıştı, yine öyle oldu. Konfiçyüs’ün yalvaçça (peygamberlere mahsus- C.A) sözlerini sevmedim.”[xiv]
İlhan Berk’in doğrudan doğruya Yahudiliğe yönelik ilgisi pek olmamıştır. Sadece İnferno’da bir yerde, “Sorgulanan Zaman” başlıklı yazısında parantez içi bir açıklama ile Tevrat’a atıf yapar ve şöyle der: “(Tevrat saat kavramına değin iner, başlangıcı, sonu kurcalar)[xv]
Allah’a başka şairlerden yaptığı iktibaslar dâhilinde de değinmiştir İlhan Berk. Sözgelimi İnferno’da “Allah” lafzına küçük İskender’den yapılan bir alıntıda rastlarız: “Sümüklüböcek” başlıklı metne adı geçen şairin şu dizesiyle girilir: “… Allah’ın karaciğeri gözümdü benim.”[xvi] Bunu takip eden “Kabala” başlıklı metinde de Kabalacılığın “Tanrı”sı gündeme alınır: “Kabalacı hiçbir biçimde Tanrı’yı, onun sarayını (Kabala’da Tanrı sarayda oturur) ona değgin hiçbir şeyi imgelemine getirme hakkına sahip değildir. Asıl da sıradan insana her şeyi kapar. / Dahası: Hiçbir yaratı Tanrı’yı görüp sağ kalmaz.[xvii]
Allah kelimesini gündelik kullanımlar çerçevesinde, sözgelimi mübalağalı anlatımlarda, deyimlerde, vb. kullanır İlhan Berk. Örneğin, El Yazılarına Vuruyor Güneş’te yer alan ve 1964’ün 4 Haziran’ında yazılan günlüğünde Fransızların milliyetçiliğine değinirken, şu mübalağayı yapar: “Fransızların ulusçuluğu anlaşılır şey değil. Neredeyse İngilizler gibi, Allah Fransızdır diyecekler.[xviii] 1977 yılına ait günlüklerin birisinde (1 Temmuz, Topburnu) ise, beldenin sessiz ve sakin oluşunu vurgularken şunları der: “Topburnu’nu bir baştan bir başa dolaştım. Tıs yok. Doğa soluk almıyor. Köstebekler gibi yerin altına çekilmiş sanki, öylesine bir sessizlik. Hiçbir Allah’ın kulu da geçmiyor.”[xix] (Doğrusu “Allah’ın hiçbir kulu” olmalı.) Şair, 5 Temmuz tarihli günlüğünde Eşref adlı balıkçı bir arkadaşını anlatır. Onu, “Eşref evliya gibi suskun, azla yetinir, tokgözlü, halinden kimseye söz etmeyen, hiç yakınmayan doğru sözlü, bu dünyayı çoktan bırakıp gitmiş o iyi insanlardandır.[xx] şeklinde tasvir eder. 9 Temmuz günlü metninde ise “Otlar”ı anlatır. Bunlardan birisi de defnedir. “Defne de çok boldur Halikarnassosta. İç dış pazarları vardır. Allah’ın dağında taşında yetişir, bakımı, özeni hiç mi hiç gerektirmez.”[xxi] der defne için. İlhan Berk, “27 Kasım René Char” başlıklı günlüğünde bu Fransız şairinin “şiirin gelişi”yle ilgili bir hükmünü dikkatlere sunar. Bu gelişte ‘Tanrı vergisi’nin de kimi zaman etkisi vardır: “Bir ozan pek ender olarak şiirin geliş saatini önceden ısmarlar. Kimi zaman da tam anlamıyla bir Tanrı vergisi söz konusudur. Bazen da tam bir işkencedir, habire iblisin yabasını yersiniz.” İlhan Berk bu sözlerden ilham alarak şunu söyler: “Uzun süredir iblisin yabasını kemirmek benimkisi de, başka değil.”[xxii] Benzeri bir kullanımı İlhan Berk, Şairin Toprağı’ndaki “Şiirin Saati” başlıklı metne, “Şiirin geliş saati Paul Valéry’ye göre Tanrı vergisidir. Ve de ilk dizedir bu.” şeklinde bir giriş yapar.[xxiii]
İlhan Berk 1993’te Semih Kaplanoğlu’na verdiği cevaplarda Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum ile Kül kitaplarını karşılaştırır. Buna göre Kül kitabı Habil; diğeri ise Kabil’dir.[xxiv] şeklinde bir teşbih yapan şair,  Dün Dağlarda dolaştım Evde Yoktum adlı kitabı üzerine yazdığı bir yazıda ise İslam alimi Gazali’nin Varlıkların Yaratılış Hikmeti adlı kitabından faydalandığını belirtir.[xxv]
İlhan Berk’in dini bir bağlantı olarak Cuma gününden bahsetmesi ise 1970 tarihli günlüklerinden birisindedir (9 Mayıs). Evinin inşaat ustaları hakkında bilgi verirken, “Bugün cuma. Cuma günü ustalar çalışmıyor, dinleniyorlar. Camiye, pazara gidiyorlar.”[xxvi] diye yazan İlhan Berk, 11 Mayıs tarihli günlüğüne de “Bugün Cuma[xxvii] diye başlamış. (Burada çelişkili bir durum var. Ayın hem 9’u, hem 11’i Cuma olamaz…)

Şifalı Otlar Kitabı’nın Farklı Bir Özelliği mi Var?
İlk baskısı 1982’de yapılan Şifalı Otlar Kitabı[xxviii], İlhan Berk’in nesir kitapları arasında farklı bir yerde durur. Bitkileri çeşitli yönleriyle deneme tarzı metinlerle anlatan İlhan Berk, kitabının temeline bugün “Alternatif Tıp” olarak adlandırdığımız sahaya ait farklı kitapları yerleştirmiş, oralardan yaptığı yoğun iktibaslarla ilginç bir eser vücuda getirmiştir. Esere kaynaklık yapan kitaplardaki dini lisandan ötürü olsa gerek, İlhan Berk bu kitapta pek çok dini gönderme yapar. Bu göndermeler arasında İslâm’a ait olanlar hayli fazladır. Fakat aralarında İslâm’a aykırı yaklaşımlara da rastlanır.
Şifalı Otlar Kitabı’nın başına dini bir söylem havası taşıyan bir epigraf yerleştirir: “Şifalı otlar bulucuları gibi ben de kitabıma Yukarı’nın adıyla başlarım.” Şair burada ‘Tanrı’yı  “Yukarı” kelimesiyle ifade etmiştir. Kitabın “Başlama” başlıklı girişinde ise daha net bir tutum takınılmıştır. İlhan Berk’in, Allah’a hitaben yaptığı yakarıştan uzun bir bölüm aktarıyoruz:
Bu yeryüzü ki senindir, başkaca hiç kimsenin değildir ve orasını denizler, karalar, ormanlar, göklerle çevirip bütün yaratıkların, bütün canlı cansızın yurdu yapıp hepsinin de zengin demeyip fakir demeyip güzel hallerini alınlarına yazıp türlü nimetlere de boğup o yüzü nice güneşler görmüş adı güzel Muhammed’i ve de onunla her sayfası güzel harflerle donanmış kitaplar kitabı Kuran’ı da yol göstersin diye bu dünya denen –çatısız, direksiz- yere indirip sonra da kullarının günleri çeşitli bitkiler, hayvanlarla bu dünyada –eski bir ev sahibi gibi- güzel sağlık içinde geçsin diye ‘Lokman’a hikmet verdik’ deyip, her şeyi de bizim kılıp o güzeller güzeli yukarıki yerine çekildin.
Sözüm şudur ki, ben senin zaif, değersiz bir kulunum. Yaşım uzayıp altmış ikiye geldi buldu. On yıldır bir ot cenneti olan Halikarnassos’ta, her şeyden elimi ayağımı çekmiş yaşayıp giderken, otlar pirimiz Lokman Hekim’e merak sarıp –onun elimden tutmasıyla da- senin: ‘Hiçbir dert indirmedik ki devasını da indirmiş olmayalım’ diye buyurduğun güzel sözüne uyup otları –o dilsiz kullarını- yine senden kuvvet alıp anlatmak istedim. Dedim ki otların soykütüğünü söyleyeyim de bu dünya –ki senin bir kitabındır- daha bir anlaşılsın, değerini daha bir bilelim. Hem sen de ‘Göklerde ve yerde neler var! Bir baksanıza!’ demedin mi? Bunun ne denli güç bir iş olduğunu bilmez değilim; ama, sana sığınıp senin biricik kulun Lokman Hekim’in de elini öpüp bu güç işimi başaracağıma inandım. Bunun için, benim, ben fakir İlhan Berk’in, otlar dünyasındaki bu ilk seferinde elinden tut ki, bu yolculuk ona uzun gelmesin. Hem senin bu kulun, güçsüzlüğünü bilir, tuttuğu kırk yıllık bir çileli yolda burnu hiç havada olmamıştır. Hem yolun uzun, dikenli oluşundan yakınmaz o, yeter ki bu dünyayı anlatmaya çıkmış, senin nice kullarından birinin de o olduğunu bil.[xxix]
“Otların, Hayvanların Padişahı Lokman Hekim Üstünedir” başlığına koyduğu dipnotta Lokman Hekim’i takdim eden İlhan Berk, kitapların “ondan Halil İbrahim Peygamber kuşağından” diye bahsettiğini, “Tanrı’nın sevgili kulları arasına karışıp birçok peygamberle görüş”tüğünü, “Hz. Davut’un ateşli elinde meydana gelen kalkanı sabırla seyret”tiğini belirtir.[xxx]
 “Adamotu” metninde bu otun Tevrat’taki karşılığını da veren İlhan Berk, padişahlardan bahsettiği bir cümlede, onları “Tanrı mezarlarını aydınlatsın” şeklinde selamlar.[xxxi] Aynı metinde “Hz. Süleyman”, “Havva Anamız”, “Âdem Babamız” şu cümleler içinde kullanılır: “Hz. Süleyman’ın da kurdun kuşun dilini bilmesinin, yüzük taşının altına koyduğu bir atamotu kökünden geldiği söylenir. Havva Anamız da, Âdem Babamıza adamotuyla yanaştığı için onun aklını başından almıştır.” Bu arada, kitabının girişinde Allah’a yakaran İlhan Berk, “Adamotu”nun sonunda farklı şeylere dua etmektedir: “- Ey gece! Ey sır küpü gece! Ve ey yerin altındaki üç başlı zebani! Hep duyun! Ey kara yer, sen sihirbarlara şifalı otlar sunarsın. Ey hava, ey rüzgâr, ey dağlar taşlar, ey uçan kuşlar, ey akan sular, ey duran göller, ey orman perileri! Hep duyun. Hepiniz bu zavallı kulunuza yardın ediniz, acıyınız!/ Tamam oldu. [xxxii]
“Ayva” adlı metinde Hz. Peygamber’e şöyle atıf yapar: “Dünya nimetlerine hiçbir zaman gözlerini kapamayan Hz. Muhammed –Tanrı’nın selamı üzerine olsun- otlara değin uzanan insanlığını ayvadan da esirgememiş: / -Ayva yiyiniz! buyurmuştur. / Böylece de ayva kutsallığa bürünmüştür. Müslüman bir meyve olup çıkmıştır. Öyle ya, yalnız insanlar, kentler, mahalleler, sular, kokular Müslüman olmaz ya? Ayva da olacaktır elbet.”[xxxiii]
“Defne” başlıklı metinde de Hz. Muhammed’e atıf yapan İlhan Berk, O’nun bu bitki hakkında konuşmadığını şöyle dile getirir: “Ta eski çağlardan beri bilinmesine karşın, nedense sevgili Peygamberimizin sağlık öğütlerine girmemiştir. Bir çöl insanının sözlüğüne nasıl girsin, demeyin. İnciri, narı, zeytini nasıl soktuysa, isteseydi, onun için de bir ayet düşürürdü.[xxxiv] Defne için mitolojik bir hikâye de sunar İlhan Berk: “Mitologyada, defne ağacına dönüşen, Thessalia Irmaı, Peneus’un kızı diye tanıtırlar onu. Apollon’un arkasına düştüğü kızlardandır. Babası kızın ondan kurtarmak için Tanrı’ya yalvarmış yakarmış, Tanrı da kızı defne ağacına döndürmüş. Defne, o upuzun saçlı, altın sarısı kız işte![xxxv]
“Ebegümeci”nde bu bitkiye Pythagoras’ın öğrencileri tarafından “kutsal bitki”[xxxvi] denildiğini kaydeden İlhan Berk, “Elma”yı ise “cennet meyvesi” olarak anlatır: “Değil mi ki bu cennet meyvesini Havva Anamız, Âdem Babamıza sunmuş; böylece de insanoğlunun tarihiyle yeryüzünün çizgisi değişmiştir.”[xxxvii]
“Gül” başlıklı yazıda bir ara sözü “Peygamberimiz”e getiren İlhan Berk, bir kaynağa atıf yapar: “O. H. Mürşit Efendimiz de, Peybamberimiz onu yüceliğinden, güzelliğinden yaratmıştır, diyecektir. Peygamberimizin –Tanrı’nın selamı üzerine olsun- kokusunun da onda olduğunu ekleyecektir.[xxxviii] Bu yazının son bölümünde “Havva Anamız”a ve “peygamberimiz”e yapılmış atıflar yer alır.[xxxix]
“İncir” başlıklı metinde Hz. Muhammed ve Hz. Âdem’e atıflar yapılmıştır: “Bütün meyvelerde dişilik bulan D. H. Lawrence, incirde sesini daha bir yükselterek ‘İncir çağlar boyu dişilik yarığının adı olagelmiştir’ de. Biricik peygamberimiz de (A. S. V.)  (bilinmez aynı nedenden mi) onu övmekten kendini alamamış, ‘İncirden az bile olsa yiyiniz. Çünkü ben cennetten indirilmiş bir meyveyi söylemiş olsaydım, o meyvenin incir olduğunu söylerdim’ diye buyurur. Ulular ulusu Kâtip Çelebi de –Tanrı ondan razı olsun- inciri anlatırken Âdem Aleyhisselam onun yaprağıyla örtündüğü için, başka ağaçlar önce yaprak, sonra meyve çıkardıkları halde, incir önce meyve, sonra yaprak çıkarır diye yazar. Ya İbni Abbas? ‘Âdem’e yenmesi yasak edilen ağaç incirdir’ diyecektir. Böylece de incir, dişilik belasıyla yıkana, yoğrula, gide gele, kendine, tarihte bir yer ayırtmayı bilmiştir.”[xl]
“Kabak” adlı denemenin girişinde “Eski şifalı otçular kabağı anlata anlata bitiremezler. Dinsel bir büyü bulurlar onda.” diyen İlhan Berk, sözü Hz. Muhammed’e getirir: “Bu belki de peygamberimizin onu çok sevmesindendir. Değil mi ki peygamberimiz, ‘Kabak dimağı geliştirir. Aklı artırır’ diye buyurmuştur. Hem kabağa peygamber aşı dendiğini de biliyor musunuz?[xli]
“Kekik” yazısında “Hıristiyanlık dünyası”ndan bahseden İlhan Berk şöyle der: “Güzelim o kokulu oltandandır. Eski Yunan’da adı ‘Aşkotu’ diye geçer. Hıristiyanlık dünyası bu yüzden rahibelerin onu koklamasını, koparmasını yasaklamıştır.”[xlii] İlhan Berk, “Mercanköşk” adlı metninde ise “Eski Mısırlıların Tanrısı Osiris”e atıf yapar.[xliii]
“Nar” yazısında Hz. Muhammed’e atıf yapan İlhan Berk, şunları söylemektedir: “Meyveler içinde en zengin mitologyayı narın oluşturduğunu biliyor muydunuz? Sevgili Peygamberimiz nar için bir hadis düşürerek ‘Narı içindeki zarı ile yiyiniz, muhakkak ki o mideyi temizler’ diye buyurmuştur. Yalnız bu kadar mı? Onu, eskiler de Muhammed’in dişlerine benzeterek, yere düşürülmesinin, hele hele çiğnenmesinin günah olduğunu da söyleyerek ölümsüzleştirmişlerdir. İbni Abbas da ‘Sizin narınızdan bir nar yoktur ki, içinde cennetten, cennet narından bir habbe bulunmasın’ diyerek o da onu övecektir.”[xliv]
“Pelin” başlıklı metinde İlhan Berk, Allah’ı şöyle anar: “Ölü yeşili ya da gümüşsü, gri yeşil diyorum ben ona. Sevgili Tanrımız onu eline alıp bir kanaviçe işler gibi işlemiştir sanki.[xlv]
İlhan Berk, “Sarımsak”ta bu bitkiyi “Uyuyan bir kilise, bir şato”ya teşbih eder.[xlvi]
“Üzüm” başlıklı yazıda ise Nuh Peygamber ve Hz. Muhammed’e atıflar yapılır: “… üzümün Nuh Peygamber zamanında da bilindiği”ni aktaran şair, şunları kaydedecektir: “… üzüm Hz. Muhammed’in de gözünden kaçmamış:/ - Kuru üzüm ne güzel yiyecektir! / diye, ona da bir dipnot düşürtmüştür. Sevgili Peygamberimiz üzümün bu güzelliğini saptadıktan sonra da ‘Kuru üzüm ağız kokusunu –bu belayı-güzel eder. Balgamı giderir’ diyecektir. Onun, üzümün kurusunu bile böyle övdüğüne göre, yaşını varın siz düşünün![xlvii]
Şifalı Otlar Kitabı’na bir “Bitirme” yazan İlhan Berk, başta da kullandığı gibi Allah için “Yukarı” ifadesini kullanır. Metnin sonunda ise “En iyi bilen Tanrıdır” ifadesini kaydeder.[xlviii]

Geçerken…
Buraya kadar sayıp döktüklerimizle, ilaveten söylediklerimizi birkaç cümleyle özetlersek, İlhan Berk’in gerçek bir kişi ve sosyal bir varlık olarak ‘tanrıtanımaz’ olduğunu belirtmemiz gerekir. Fakat bu onu tek başına anlatacak bir ifade değildir. İlhan Berk, sanatını oluştururken, farklı dinlere, özellikle de Hıristiyanlığa önemli atıflar yapmıştır. Onun bu kaynaklanma metodundaki çift başlılık, İnferno’daki “Ortaçağ, Düşükle” başlıklı metninde de görülür, zira orada “minyatürler”den bahsederken Haçlı Seferlerini anlatır: “Haçlı Seferlerinin resimli tarihi de minyatürlerdedir. Ortaçağ, minyatürlerde bir bayram yeridir. Haçlı Seferleri bile savaş imgesinden çok, bir gösteri sahneleridir. Arslan Yürekli Richard’ın Haçlı gemi seferleri bir masal havasındadır. Şövalyelerin Yuvarlak Masa Toplantısı’nda, Aziz Graal’ın belirmesi bütün bir ortaçağın dinsel dünyasını bir çırpıda çizer.”[xlix] Yazısının devamında “Müslümanların Ortaçağı”na temas eder: “O yaşama baktığımda tam bir düşülkede bulurum kendimi. Hele Müslümanların Ortaçağı ise bu. Her şey sanrısal bir senaryoya dönüşür. Kervansaraylar, hanlar, katır, deve sırtlarında yolculuklar; o Mısırlı, Hintli, Horasanlı tacirler, kapalı çarşılar, kervanlar, aşçılar; Muhammet’in bitimsiz imgesi; keten, pamuk, bakır, ipek; Semerkant, Şam, Kahire, Basra, Bağdat, Nişapur, Şiraz, kırk gün geçmeden dağlara bile bakamayan o loğusalar; Greta Gabro gibi bebeksiz büyüyen çocuklar; köyler, adamlar, kadınlar, kör müzisyenler, dilenciler; Mekke, Medine, vb. / Hepsi, bende bir simgeden, imgeden öteye gitmeyen Ortaçağ![l]




[i] İnferno, s. 9.
[ii] Age., s. 10.
[iii] İlhan Berk,  Uzun Bir Adam, YKY, 2. Bas., İst., 1997, 98 s.
[iv] Age., 71-72.
[v] Şairin Toprağı, s. 7.
[vi] Kanatlı At, s. 20-21.
[vii] İnferno, s. 12.
[viii] Kanatlı At, s. 114.
[ix] Age., s. 114-115.
[x] Age., s. 115.
[xi] İnferno, s. 140-141.
[xii] Kanatlı At, s. 162.
[xiii] Age., s. 164.
[xiv] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 161.
[xv] İnferno, s. 41.
[xvi] Age., s. 136.
[xvii] Age., s. 137.
[xviii] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 72.
[xix] Age., s. 150.
[xx] Age., s. 152.
[xxi] Age., s. 155.
[xxii] Age., s. 164.
[xxiii] Şairin Toprağı, s. 131.
[xxiv] Kanatlı At, s. 169.
[xxv] İnferno, s. 157.
[xxvi] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 130.
[xxvii] Age., s. 131.
[xxviii] İlhan Berk, Şifalı Otlar Kitabı, YKY, İst., 2004, 129 s.
[xxix] Age., s. 11-12.
[xxx] Age., s. 13.
[xxxi] Age., s. 21.
[xxxii] Age., s. 22.
[xxxiii] Age., s. 28-29.
[xxxiv] Age., s. 34.
[xxxv] Age., s. 34.
[xxxvi] Age., s. 38.
[xxxvii] Age., s. 39.
[xxxviii] Age., s. 43-44.
[xxxix] Age., s. 45.
[xl] Age.,s. 54.
[xli] Age., s. 55.
[xlii] Age., s. 58.
[xliii] Age., s. 68.
[xliv] Age., s. 71.
[xlv] Age.,, s. 74.
[xlvi] Age., s.. 75.
[xlvii] Age., s. 79-80.
[xlviii] Age., s. 82.
[xlix] İnferno, s. 97.
[l] Age., s. 97-98.

Hiç yorum yok: