Baş tarafını okumak için tıklayınız.
Farklı dini hususları metinlerinde bol bol
kullanan İlhan Berk, İnferno’nun
“Gövde, O Cehennem, I” başlıklı metninde İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi dinlere
yönelik menfî hükümler verir. Şair burada gövde ve cinsellik konusuyla ilgili
bir takım hükümler verirken dinî göndermelerde bulunmaktadır: “Bir korku nesnesidir gövde. Kilise de onu
bütün kötülüklerin başı olarak görür. Cinseldir çünkü gövde. Etin çığlıkları
bunun için yadsınmalı, horlanmalı, kargılanmalıdır.”[i]
Şair Hıristiyanlıktaki bu manzaranın Müslümanlıkta da geçerli olduğunu
belirtir: “Hıristiyanlığın gövdeye
(cinselliğe) bu bakışı aşağı yukarı İslamiyette de sürecektir. Her şey gibi,
cinsellik de öbür dünyadadır. Huriler, gılmanlar orda bekliyorlardır. Tanrı
gerçek güzelliğin ıssıdır. Kendi güzelliğini görmek için evreni yaratmıştır.’
Aşk Tanrı’ya karşı beslenir ancak.”[ii] Dikkat edilirse, İlhan Berk’in
İslamiyet dediği daha çok tasavvufî yorumlardır.
İlhan Berk’in dinlere karşı tutumunu en net
ele veren yazısı Uzun Bir Adam[iii] adlı otobiyografik
kitabındadır. Burada “Tanrı Tanımazlığım” başlığı altında bir bölümlük yazıya İlhan
Berk, Nietzsche’nin şu sözüyle girer: “Benim için bir sonuç değildir
tanrısızlık, hele olay hiç değildir.” Yazıda Tanrı tanımazlığı ile ilgili
açıklamalar da yapan İlhan Berk’in metninden bir bölümünü aktarıyoruz:
“Kendimi
bir Tanrı tanımaz olarak görüyorum. Ama bu bir Nietzsche Tanrı tanımazlığı
değil, değil çünkü Nietzsche koca bir Hıristiyanlık dünyasında yaşamış, böyle
bir dünyaya başkaldırmış, kafa tutmuş. Tanrı kavramının yaşama karşı çıkarılmış
bir kavram olduğunu görmüş. Kendini ‘Çarmıhtakine karşı Dionysos’ ilan ederken
önünde yığınla nedenler vardı. Benim Tanrı tanımazlığım o denli başkaldırı, o
denli gözüpeklik isteyen bir şey olmadı.” İlhan Berk, bunun sebeplerini de
açıklamaya çalışır: “Çocukluğum kapalı, sönük, yoksul geçti. Yoksulluk kendi
halinde kaldıkça, dürtülmedikçe, itilmedikçe Tanrı kavramını hiç bilmez. Annem
arada namaz kılardı, bunu bir görev bilmiş değildi. Elini yüzünü yıkamak gibi
bir şeydi bu, hiçbir kutsal, yüce yönü de yoktu bunun. Ağabeylerimin hiçbiri
camiye gitmezdi, Tanrı’nın adını da andıklarını görmedim. İhtiyarlıklarına
yakın Tanrı’nın adını andılar ama, o da bilinçli değildi. Sonra Tanrı kavramı
olur olmaz zamanlarda da önüme çıkmadı. Oruç tutmazdı kimse evde, annemi bir
yana bırakırsak. Ben çocukluktan kurtulmanın tadını çıkarma adına, Ramazanlarda
bir ayın ilk günü, bir on beşinde, bir de sonunda oruç tutardım. Sonraları bunu
da bıraktım. Dedim ya hiçbir baskı yoktu çevremde ve ağabeylerim ekmek
derdindeydi. Böylece din bizim çevremize girmedi. Benim Tanrı tanımazlığım
kendiliğinden olmuş oldu. Günah kavramı da gelişmedi bende: Ne yapıyordum ki
günah işleyeyim? Cennet, cehennem sözcükleri de çocukluğumda büyülü sözcükler
olmadan öteye gitmediler. Büyüyünce de birer sözcük olarak kaldılar.
Bir Dionysos’cu gibi baktım yaşama ve her zaman büyülü bir sevinç duydum
dünyada olmaktan. André Gide’nin kitaplarıyla da günah işlemeyi öğrendim,
günahtan keyif aldım. Yaşama öylece
bıraktım kendimi. Yaşam coşkum, aşırılığın Dionysos’culuğumdan gelir. Töre beni
hemen hemen hiç etkilememiştir. İçgüdülerime, duygularıma zincir vurmadım pek.
Sevgiye açık tuttum kendimi. Kadınlar beni her zaman ilgilendirmiştir, onlara
bütün yüreğimi verdim. Bıraktım, hep bıraktım kendimi. Coşkulara bağlandım.
Coşkunun kendisi olmak istedim. Yalnız ona bağlandım.
Arama hiçbir şey koymadan baktım dünyaya, onu öyle kavramaya çalıştım. Her
türlü inancı yadsıdım. Dünyaya bakışımda Markscı düşünce hep ağır bastı. Öte
yandan, siyasanın dışında yaşadım, büyük bir ilgi duymadım.”[iv]
İlhan Berk Nesrinde Dini Terminolojinin Diğer Kullanımları Ve ‘Allah’…
İlhan Berk, dini nitelikte kelime ve
kavramları farklı hususlarla ilişkilendirerek kullanmaktadır. Bunlar arasında
yazı yazmanın önemi ve zorluğu, şiir sanatının ne’liği ve niteliği, tenkit
niteliğindeki tespitler, yaşanılan günün şartları, dilin günlük kullanımına
mahsus durumlar, sanat ve edebiyat dünyasının kahramanlarına yapılan atıflar, edebî
metinlerden yapılan iktibaslar, vb. dikkat çekmektedir.
Cehennem, İlhan Berk’in atıf yaptığı dini
kavramlardan birisidir. Şair, Şairin
Toprağı kitabının ilk metni olan “Yazmak Denen Cehennem”e şu cümleyle
girer: “Yazmayı cehennem olarak alan
başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum.” Devamından bu algısının açıklamasını
şöyle yapar: “Ben yazmak eylemini
cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu,
güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin
saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kağıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı
yadsıyorum. Az şey midir sözcüklerin zulmü? Sözcüklerin salt bir nesneyi
algılamaları yeter mi? Sesleri, kokuları, renkleri, çağrışımları yüklenmeyen
bir sözcük nedir ki? Bir dizede yer almaları, o dizenin kendisi olmaları kolay
mıdır? Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar? Sonra
ilk dizenin direnişi, elegelmezliği, kurumu, despotluğu? Bu acımasızlık,
gaddarlık, kadirbilmezlik. Ya bir şiiri bitiren elin çektikleri? Kâğıdın,
kalemin kıyıcılığı? Sonra bilinçaltının, duyumun o korkunç tankeri beynin, bir
uyum adına verdiği savaşlar? Asıl da ak kâğıdın saçtığı cehennem?”[v]
Şair, cehennem ile yazmak arasında kurduğu
ilişkiye, Cüneyt Ayral tarafından yapılan ve 1979’da Oluşum dergisinde yayımlanan bir mülakatta da değinir ve şiir
yazmayı cehennem olarak niteler. Kendisinin bu cehennemin üç aşamasını
yaşadığını söyler. Bu aşamaları ayrıntılı olarak açıklar.[vi]
Cennet ve cehennem kavramlarını yazarlık
sanatının zorluklarının yanı sıra, sanatçının hayal dünyasıyla ilişkilendiren
İlhan Berk, İnferno’nun ilk metninde
bu iki kelimeyi gövdeye yerleştirir: “Gerçekten
de bir imgelem deposudur gövde. Yalnız imgelem mi? Cenneti cehennemi de
depolamıştır o.”[vii]
İlhan Berk, dini kavramları şiir sanatının
temel kimi özellikleriyle ilgili olarak da kullanır. Sözgelimi, Beran Gelgün’ün
1989’da Argos dergisinde yaptığı
mülakatta şiirin politikayla ilgisi üzerine sorulan soruyu cevaplandırırken,
şiirin dilden başka bir şey olmadığını, şiirin devrimciliğini dilin
oluşturduğunu söyler. Bu bağlamda Octavio Paz’ın bir cümlesini paylaşır: “Devrimci şiir vahiy gibi olan şiirdir.”
demiştir zira Paz. İlhan Berk şöyle devam eder: “Tektanrıdır dil. Böylece dile ve şiirin yapısına bakarım ben. Neler
söylediğini bundan sonra görürüm. Toplumcu, devrimci şiir bizde hep içerik
olarak anlaşılmıştır.”[viii]
Bu cevabın devamında sözü Nâzım Hikmet, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret,
Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi edebiyatımızın bazı güçlü
şairlerine getirir. Dini durum ve tutumları eleştirinin etken bir parçası gibi
görür: “Mehmet Akifte dil, politika aracı
olmuştur. Mehmet Akif’in şiirine doğru dürüst bakıldığında şiir görmek mümkün
değildir. Onun da görüşlerine saygı duyarım ama bu benim onu şair olarak görmem
için yeterli değil. Sonra Necip Fazıl’a geliyoruz. O da politikanın içindedir
ama şunu söylemek gerekir ki Necip Fazıl bir şairdir. Gerçekten iyi bir
şairdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamasını isterim. Aynı şiirin adamı olarak
Sezai Karakoç’u görüyorum birde. Onun da Necip Fazıl gibi yaşamı ve şiiri bir
bütündür. Dinin şiirine zarar verdiğini görmüyorum. İyi bir şair o da.”[ix]
Bu cevabı takiben kendisinden “daha sonraki kuşak”la özellikle de İsmet Özel’le
ilgili görüşlerini isteyen mülakatçıya İlhan Berk şunları söyler: “İsmet Özel daha önce ne yazdıysa
şiirlerinde, bugün de onu yazdığı kanısındayım. Onu Müslüman ve sağcı bir şair
olarak göremiyorum. Dahası Müslümanlık üzerine, yeni Müslümanlık üzerine, Türk
toplumu üzerine söyledikleriyle şiiri arasında hiçbir ilişki görmüyorum, yani
söylediklerinin doğasına hiç uymadığını söylemek istiyorum. Doğasına ters
laflar ettiğini düşünüyorum yazılarında, çünkü şiirini değiştirmediği açıktır.
Şiir dışında yazdıkları belki onu bir süre meşgul edecek, hakkında
konuşulmasına neden olacaktır ama şiirini büyüteceğini sanmıyorum.”[x]
Necip Fazıl’ı ve şiirini İnferno’da “Allaha bağlılık” açısından
ele alan İlhan Berk, “Ben bir yazımda
Necip Fazıl’ın sonradan yazdığı şiirlerle ilk yazdıkları (‘Örümcek Ağı’)
şiirlerin tinsel bir akrabalığı olduğundan söz ettim. ‘Allaha bağlı’ olan
şiirleri de (özellikle de uzun şiir Çile) benim gözümde öbür sevdiğim şiirler
gibi büyük şiirdir. Necip Fazıl koyu dindar kesildiğinde de şair olarak hiçbir
şey yitirmemiştir. ‘Allaha bağlılığı’ değildi gözden düşüşünün nedeni,
gericiliğiydi. Bu biliniyor da.”[xi]
Daha önce de değindiğimiz, 1992’de Orhan
Koçak’a verdiği mülakatta, Necip Fazıl üzerine kendisine sorulan bir sorunun
cevabında din ve inanç konusuna temas eder İlhan Berk. Şunları söyler: “Şimdi ben bugün Necip Fazıl’a baktığım zaman
sonradan dinle olan ilişkilerini anlamış bulunuyorum. Ama dinle ilgili şirinin
baştan beri var olduğunu sonradan fark ettim. Bir defa Necip Fazıl’ın şiirine
dikkatle baktığımızda müthiş bir Yunus Emre etkisi görürüz. Bu etki hem
dilinde, hem özünde vardır. Yunus Emre’nin dinde bulduğu tadı, o daha o
zamandan yakalamıştı. Serserilik hayatı, bohemlik ise bir nevi onun yaşama
biçimiydi. Bugün için Necip Fazıl şiiri modern değil. Neden modern değil? Bir
defa inanç olayı, düşünce olayı var.”[xii] Bu mülakatta kendisinin ruhçu yaklaşımlardan
uzun süre uzak kaldığını söyleyen İlhan Berk, “Benim metafizikle ilgilenmem çok yeni, 5-6 yıllık bir olay. Bu
birdenbire oldu, ama Ortaçağ beni eskiden beri çok ilgilendirmiştir. Ortaçağ’da
yaşamayı çok isterdim. Çünkü Ortaçağ metafiziğin göbeği. Metafizikle
ilgilenmeye başladığım zaman Ortaçağ sevgimi bir yere bağlamak gereği doğdu.”[xiii]
der.
Şair,
edebî metinlere yaptığı göndermelerde de dinî atıflarda bulunur. 23 Kasım 1977 tarihli
günlüğünde Ezra Pound’u anlatan İlhan Berk, onun Konfüçyüs adlı eserine temas
ederken, “Ezra Pound’ın Konfiçyüs’üne
uzandım. Geçenlerde bir on sayfa kadar okumuştum sarmamıştı, yine öyle oldu.
Konfiçyüs’ün yalvaçça (peygamberlere mahsus- C.A) sözlerini sevmedim.”[xiv]
İlhan Berk’in doğrudan doğruya Yahudiliğe
yönelik ilgisi pek olmamıştır. Sadece İnferno’da
bir yerde, “Sorgulanan Zaman” başlıklı yazısında parantez içi bir açıklama ile Tevrat’a atıf yapar ve şöyle der: “(Tevrat saat kavramına değin iner,
başlangıcı, sonu kurcalar)”[xv]
Allah’a başka şairlerden yaptığı
iktibaslar dâhilinde de değinmiştir İlhan Berk. Sözgelimi İnferno’da “Allah”
lafzına küçük İskender’den yapılan bir alıntıda rastlarız: “Sümüklüböcek”
başlıklı metne adı geçen şairin şu dizesiyle girilir: “… Allah’ın karaciğeri gözümdü benim.”[xvi] Bunu takip eden “Kabala”
başlıklı metinde de Kabalacılığın “Tanrı”sı gündeme alınır: “Kabalacı hiçbir biçimde Tanrı’yı, onun
sarayını (Kabala’da Tanrı sarayda oturur) ona değgin hiçbir şeyi imgelemine
getirme hakkına sahip değildir. Asıl da sıradan insana her şeyi kapar. /
Dahası: Hiçbir yaratı Tanrı’yı görüp sağ kalmaz.”[xvii]
Allah kelimesini gündelik kullanımlar
çerçevesinde, sözgelimi mübalağalı anlatımlarda, deyimlerde, vb. kullanır İlhan
Berk. Örneğin, El Yazılarına Vuruyor
Güneş’te yer alan ve 1964’ün 4 Haziran’ında yazılan günlüğünde Fransızların
milliyetçiliğine değinirken, şu mübalağayı yapar: “Fransızların ulusçuluğu anlaşılır şey değil. Neredeyse İngilizler gibi,
Allah Fransızdır diyecekler.”[xviii]
1977 yılına ait günlüklerin birisinde (1 Temmuz, Topburnu) ise, beldenin sessiz
ve sakin oluşunu vurgularken şunları der: “Topburnu’nu
bir baştan bir başa dolaştım. Tıs yok. Doğa soluk almıyor. Köstebekler gibi
yerin altına çekilmiş sanki, öylesine bir sessizlik. Hiçbir Allah’ın kulu da
geçmiyor.”[xix]
(Doğrusu “Allah’ın hiçbir kulu”
olmalı.) Şair, 5 Temmuz tarihli günlüğünde Eşref adlı balıkçı bir arkadaşını
anlatır. Onu, “Eşref evliya gibi suskun,
azla yetinir, tokgözlü, halinden kimseye söz etmeyen, hiç yakınmayan doğru
sözlü, bu dünyayı çoktan bırakıp gitmiş o iyi insanlardandır.”[xx]
şeklinde tasvir eder. 9 Temmuz günlü metninde ise “Otlar”ı anlatır. Bunlardan
birisi de defnedir. “Defne de çok boldur
Halikarnassosta. İç dış pazarları vardır. Allah’ın dağında taşında yetişir,
bakımı, özeni hiç mi hiç gerektirmez.”[xxi] der defne için. İlhan
Berk, “27 Kasım René Char” başlıklı günlüğünde bu Fransız şairinin “şiirin
gelişi”yle ilgili bir hükmünü dikkatlere sunar. Bu gelişte ‘Tanrı vergisi’nin
de kimi zaman etkisi vardır: “Bir ozan
pek ender olarak şiirin geliş saatini önceden ısmarlar. Kimi zaman da tam
anlamıyla bir Tanrı vergisi söz konusudur. Bazen da tam bir işkencedir, habire
iblisin yabasını yersiniz.” İlhan Berk bu sözlerden ilham alarak şunu
söyler: “Uzun süredir iblisin yabasını
kemirmek benimkisi de, başka değil.”[xxii] Benzeri bir kullanımı İlhan
Berk, Şairin Toprağı’ndaki “Şiirin
Saati” başlıklı metne, “Şiirin geliş
saati Paul Valéry’ye göre Tanrı vergisidir. Ve de ilk dizedir bu.” şeklinde
bir giriş yapar.[xxiii]
İlhan Berk 1993’te Semih Kaplanoğlu’na
verdiği cevaplarda Dün Dağlarda Dolaştım
Evde Yoktum ile Kül kitaplarını
karşılaştırır. Buna göre Kül kitabı
Habil; diğeri ise Kabil’dir.[xxiv]
şeklinde bir teşbih yapan şair, Dün Dağlarda dolaştım Evde Yoktum adlı
kitabı üzerine yazdığı bir yazıda ise İslam alimi Gazali’nin Varlıkların Yaratılış Hikmeti adlı
kitabından faydalandığını belirtir.[xxv]
İlhan Berk’in dini bir bağlantı olarak
Cuma gününden bahsetmesi ise 1970 tarihli günlüklerinden birisindedir (9
Mayıs). Evinin inşaat ustaları hakkında bilgi verirken, “Bugün cuma. Cuma günü ustalar çalışmıyor, dinleniyorlar. Camiye, pazara
gidiyorlar.”[xxvi]
diye yazan İlhan Berk, 11 Mayıs tarihli günlüğüne de “Bugün Cuma”[xxvii]
diye başlamış. (Burada çelişkili bir durum var. Ayın hem 9’u, hem 11’i Cuma
olamaz…)
Şifalı Otlar Kitabı’nın Farklı Bir Özelliği mi Var?
İlk baskısı 1982’de yapılan Şifalı Otlar Kitabı[xxviii], İlhan Berk’in nesir
kitapları arasında farklı bir yerde durur. Bitkileri çeşitli yönleriyle deneme
tarzı metinlerle anlatan İlhan Berk, kitabının temeline bugün “Alternatif Tıp”
olarak adlandırdığımız sahaya ait farklı kitapları yerleştirmiş, oralardan
yaptığı yoğun iktibaslarla ilginç bir eser vücuda getirmiştir. Esere kaynaklık
yapan kitaplardaki dini lisandan ötürü olsa gerek, İlhan Berk bu kitapta pek
çok dini gönderme yapar. Bu göndermeler arasında İslâm’a ait olanlar hayli
fazladır. Fakat aralarında İslâm’a aykırı yaklaşımlara da rastlanır.
Şifalı Otlar Kitabı’nın başına dini bir söylem havası taşıyan
bir epigraf yerleştirir: “Şifalı otlar
bulucuları gibi ben de kitabıma Yukarı’nın adıyla başlarım.” Şair burada ‘Tanrı’yı “Yukarı” kelimesiyle ifade etmiştir. Kitabın
“Başlama” başlıklı girişinde ise daha net bir tutum takınılmıştır. İlhan Berk’in,
Allah’a hitaben yaptığı yakarıştan uzun bir bölüm aktarıyoruz:
“Bu
yeryüzü ki senindir, başkaca hiç kimsenin değildir ve orasını denizler,
karalar, ormanlar, göklerle çevirip bütün yaratıkların, bütün canlı cansızın
yurdu yapıp hepsinin de zengin demeyip fakir demeyip güzel hallerini alınlarına
yazıp türlü nimetlere de boğup o yüzü nice güneşler görmüş adı güzel Muhammed’i
ve de onunla her sayfası güzel harflerle donanmış kitaplar kitabı Kuran’ı da
yol göstersin diye bu dünya denen –çatısız, direksiz- yere indirip sonra da
kullarının günleri çeşitli bitkiler, hayvanlarla bu dünyada –eski bir ev sahibi
gibi- güzel sağlık içinde geçsin diye ‘Lokman’a hikmet verdik’ deyip, her şeyi
de bizim kılıp o güzeller güzeli yukarıki yerine çekildin.
Sözüm şudur ki, ben senin zaif, değersiz bir kulunum. Yaşım uzayıp altmış
ikiye geldi buldu. On yıldır bir ot cenneti olan Halikarnassos’ta, her şeyden
elimi ayağımı çekmiş yaşayıp giderken, otlar pirimiz Lokman Hekim’e merak sarıp
–onun elimden tutmasıyla da- senin: ‘Hiçbir dert indirmedik ki devasını da
indirmiş olmayalım’ diye buyurduğun güzel sözüne uyup otları –o dilsiz
kullarını- yine senden kuvvet alıp anlatmak istedim. Dedim ki otların
soykütüğünü söyleyeyim de bu dünya –ki senin bir kitabındır- daha bir
anlaşılsın, değerini daha bir bilelim. Hem sen de ‘Göklerde ve yerde neler var!
Bir baksanıza!’ demedin mi? Bunun ne denli güç bir iş olduğunu bilmez değilim;
ama, sana sığınıp senin biricik kulun Lokman Hekim’in de elini öpüp bu güç
işimi başaracağıma inandım. Bunun için, benim, ben fakir İlhan Berk’in, otlar
dünyasındaki bu ilk seferinde elinden tut ki, bu yolculuk ona uzun gelmesin.
Hem senin bu kulun, güçsüzlüğünü bilir, tuttuğu kırk yıllık bir çileli yolda
burnu hiç havada olmamıştır. Hem yolun uzun, dikenli oluşundan yakınmaz o,
yeter ki bu dünyayı anlatmaya çıkmış, senin nice kullarından birinin de o
olduğunu bil.”[xxix]
“Otların, Hayvanların Padişahı Lokman
Hekim Üstünedir” başlığına koyduğu dipnotta Lokman Hekim’i takdim eden İlhan
Berk, kitapların “ondan Halil İbrahim Peygamber
kuşağından” diye bahsettiğini, “Tanrı’nın
sevgili kulları arasına karışıp birçok peygamberle görüş”tüğünü, “Hz. Davut’un
ateşli elinde meydana gelen kalkanı sabırla seyret”tiğini belirtir.[xxx]
“Adamotu”
metninde bu otun Tevrat’taki
karşılığını da veren İlhan Berk, padişahlardan bahsettiği bir cümlede, onları “Tanrı mezarlarını aydınlatsın” şeklinde
selamlar.[xxxi]
Aynı metinde “Hz. Süleyman”, “Havva Anamız”, “Âdem Babamız” şu cümleler içinde
kullanılır: “Hz. Süleyman’ın da kurdun
kuşun dilini bilmesinin, yüzük taşının altına koyduğu bir atamotu kökünden
geldiği söylenir. Havva Anamız da, Âdem Babamıza adamotuyla yanaştığı için onun
aklını başından almıştır.” Bu arada, kitabının girişinde Allah’a yakaran
İlhan Berk, “Adamotu”nun sonunda farklı şeylere dua etmektedir: “- Ey gece! Ey sır küpü gece! Ve ey yerin
altındaki üç başlı zebani! Hep duyun! Ey kara yer, sen sihirbarlara şifalı
otlar sunarsın. Ey hava, ey rüzgâr, ey dağlar taşlar, ey uçan kuşlar, ey akan
sular, ey duran göller, ey orman perileri! Hep duyun. Hepiniz bu zavallı
kulunuza yardın ediniz, acıyınız!/ Tamam oldu.” [xxxii]
“Ayva” adlı metinde Hz. Peygamber’e şöyle
atıf yapar: “Dünya nimetlerine hiçbir
zaman gözlerini kapamayan Hz. Muhammed –Tanrı’nın selamı üzerine olsun- otlara
değin uzanan insanlığını ayvadan da esirgememiş: / -Ayva yiyiniz! buyurmuştur.
/ Böylece de ayva kutsallığa bürünmüştür. Müslüman bir meyve olup çıkmıştır.
Öyle ya, yalnız insanlar, kentler, mahalleler, sular, kokular Müslüman olmaz
ya? Ayva da olacaktır elbet.”[xxxiii]
“Defne” başlıklı metinde de Hz. Muhammed’e
atıf yapan İlhan Berk, O’nun bu bitki hakkında konuşmadığını şöyle dile
getirir: “Ta eski çağlardan beri
bilinmesine karşın, nedense sevgili Peygamberimizin sağlık öğütlerine
girmemiştir. Bir çöl insanının sözlüğüne nasıl girsin, demeyin. İnciri, narı,
zeytini nasıl soktuysa, isteseydi, onun için de bir ayet düşürürdü.”[xxxiv]
Defne için mitolojik bir hikâye de sunar İlhan Berk: “Mitologyada, defne ağacına dönüşen, Thessalia Irmaı, Peneus’un kızı
diye tanıtırlar onu. Apollon’un arkasına düştüğü kızlardandır. Babası kızın
ondan kurtarmak için Tanrı’ya yalvarmış yakarmış, Tanrı da kızı defne ağacına
döndürmüş. Defne, o upuzun saçlı, altın sarısı kız işte!”[xxxv]
“Ebegümeci”nde bu bitkiye Pythagoras’ın
öğrencileri tarafından “kutsal bitki”[xxxvi] denildiğini kaydeden
İlhan Berk, “Elma”yı ise “cennet meyvesi” olarak anlatır: “Değil mi ki bu cennet meyvesini Havva Anamız, Âdem Babamıza sunmuş;
böylece de insanoğlunun tarihiyle yeryüzünün çizgisi değişmiştir.”[xxxvii]
“Gül” başlıklı yazıda bir ara sözü “Peygamberimiz”e
getiren İlhan Berk, bir kaynağa atıf yapar: “O. H. Mürşit Efendimiz de, Peybamberimiz onu yüceliğinden,
güzelliğinden yaratmıştır, diyecektir. Peygamberimizin –Tanrı’nın selamı
üzerine olsun- kokusunun da onda olduğunu ekleyecektir.”[xxxviii]
Bu yazının son bölümünde “Havva Anamız”a ve “peygamberimiz”e yapılmış atıflar
yer alır.[xxxix]
“İncir” başlıklı metinde Hz. Muhammed ve
Hz. Âdem’e atıflar yapılmıştır: “Bütün
meyvelerde dişilik bulan D. H. Lawrence, incirde sesini daha bir yükselterek
‘İncir çağlar boyu dişilik yarığının adı olagelmiştir’ de. Biricik peygamberimiz
de (A. S. V.) (bilinmez aynı nedenden
mi) onu övmekten kendini alamamış, ‘İncirden az bile olsa yiyiniz. Çünkü ben
cennetten indirilmiş bir meyveyi söylemiş olsaydım, o meyvenin incir olduğunu
söylerdim’ diye buyurur. Ulular ulusu Kâtip Çelebi de –Tanrı ondan razı olsun-
inciri anlatırken Âdem Aleyhisselam onun yaprağıyla örtündüğü için, başka
ağaçlar önce yaprak, sonra meyve çıkardıkları halde, incir önce meyve, sonra
yaprak çıkarır diye yazar. Ya İbni Abbas? ‘Âdem’e yenmesi yasak edilen ağaç
incirdir’ diyecektir. Böylece de incir, dişilik belasıyla yıkana, yoğrula, gide
gele, kendine, tarihte bir yer ayırtmayı bilmiştir.”[xl]
“Kabak” adlı denemenin girişinde “Eski şifalı otçular kabağı anlata anlata bitiremezler.
Dinsel bir büyü bulurlar onda.” diyen İlhan Berk, sözü Hz. Muhammed’e
getirir: “Bu belki de peygamberimizin onu
çok sevmesindendir. Değil mi ki peygamberimiz, ‘Kabak dimağı geliştirir. Aklı
artırır’ diye buyurmuştur. Hem kabağa peygamber aşı dendiğini de biliyor
musunuz?”[xli]
“Kekik” yazısında “Hıristiyanlık
dünyası”ndan bahseden İlhan Berk şöyle der: “Güzelim o kokulu oltandandır. Eski Yunan’da adı ‘Aşkotu’ diye geçer.
Hıristiyanlık dünyası bu yüzden rahibelerin onu koklamasını, koparmasını yasaklamıştır.”[xlii]
İlhan Berk, “Mercanköşk” adlı metninde ise “Eski
Mısırlıların Tanrısı Osiris”e atıf yapar.[xliii]
“Nar” yazısında Hz. Muhammed’e atıf yapan
İlhan Berk, şunları söylemektedir: “Meyveler
içinde en zengin mitologyayı narın oluşturduğunu biliyor muydunuz? Sevgili
Peygamberimiz nar için bir hadis düşürerek ‘Narı içindeki zarı ile yiyiniz,
muhakkak ki o mideyi temizler’ diye buyurmuştur. Yalnız bu kadar mı? Onu,
eskiler de Muhammed’in dişlerine benzeterek, yere düşürülmesinin, hele hele
çiğnenmesinin günah olduğunu da söyleyerek ölümsüzleştirmişlerdir. İbni Abbas
da ‘Sizin narınızdan bir nar yoktur ki, içinde cennetten, cennet narından bir
habbe bulunmasın’ diyerek o da onu övecektir.”[xliv]
“Pelin” başlıklı metinde İlhan Berk,
Allah’ı şöyle anar: “Ölü yeşili ya da
gümüşsü, gri yeşil diyorum ben ona. Sevgili Tanrımız onu eline alıp bir
kanaviçe işler gibi işlemiştir sanki.”[xlv]
İlhan Berk, “Sarımsak”ta bu bitkiyi “Uyuyan bir kilise, bir şato”ya teşbih
eder.[xlvi]
“Üzüm” başlıklı yazıda ise Nuh Peygamber
ve Hz. Muhammed’e atıflar yapılır: “…
üzümün Nuh Peygamber zamanında da bilindiği”ni aktaran şair, şunları
kaydedecektir: “… üzüm Hz. Muhammed’in de
gözünden kaçmamış:/ - Kuru üzüm ne güzel yiyecektir! / diye, ona da bir dipnot
düşürtmüştür. Sevgili Peygamberimiz üzümün bu güzelliğini saptadıktan sonra da
‘Kuru üzüm ağız kokusunu –bu belayı-güzel eder. Balgamı giderir’ diyecektir.
Onun, üzümün kurusunu bile böyle övdüğüne göre, yaşını varın siz düşünün!”[xlvii]
Şifalı Otlar Kitabı’na bir “Bitirme” yazan İlhan Berk, başta
da kullandığı gibi Allah için “Yukarı” ifadesini kullanır. Metnin sonunda ise “En iyi bilen Tanrıdır” ifadesini
kaydeder.[xlviii]
Geçerken…
Buraya kadar sayıp döktüklerimizle,
ilaveten söylediklerimizi birkaç cümleyle özetlersek, İlhan Berk’in gerçek bir
kişi ve sosyal bir varlık olarak ‘tanrıtanımaz’ olduğunu belirtmemiz gerekir.
Fakat bu onu tek başına anlatacak bir ifade değildir. İlhan Berk, sanatını
oluştururken, farklı dinlere, özellikle de Hıristiyanlığa önemli atıflar
yapmıştır. Onun bu kaynaklanma metodundaki çift başlılık, İnferno’daki
“Ortaçağ, Düşükle” başlıklı metninde de görülür, zira orada “minyatürler”den
bahsederken Haçlı Seferlerini anlatır: “Haçlı
Seferlerinin resimli tarihi de minyatürlerdedir. Ortaçağ, minyatürlerde bir
bayram yeridir. Haçlı Seferleri bile savaş imgesinden çok, bir gösteri
sahneleridir. Arslan Yürekli Richard’ın Haçlı gemi seferleri bir masal
havasındadır. Şövalyelerin Yuvarlak Masa Toplantısı’nda, Aziz Graal’ın
belirmesi bütün bir ortaçağın dinsel dünyasını bir çırpıda çizer.”[xlix]
Yazısının devamında “Müslümanların
Ortaçağı”na temas eder: “O yaşama
baktığımda tam bir düşülkede bulurum kendimi. Hele Müslümanların Ortaçağı ise
bu. Her şey sanrısal bir senaryoya dönüşür. Kervansaraylar, hanlar, katır, deve
sırtlarında yolculuklar; o Mısırlı, Hintli, Horasanlı tacirler, kapalı
çarşılar, kervanlar, aşçılar; Muhammet’in bitimsiz imgesi; keten, pamuk, bakır,
ipek; Semerkant, Şam, Kahire, Basra, Bağdat, Nişapur, Şiraz, kırk gün geçmeden
dağlara bile bakamayan o loğusalar; Greta Gabro gibi bebeksiz büyüyen çocuklar;
köyler, adamlar, kadınlar, kör müzisyenler, dilenciler; Mekke, Medine, vb. /
Hepsi, bende bir simgeden, imgeden öteye gitmeyen Ortaçağ!”[l]
[i] İnferno, s. 9.
[ii] Age.,
s. 10.
[iv] Age., 71-72.
[v] Şairin Toprağı, s. 7.
[vi] Kanatlı At, s. 20-21.
[vii] İnferno, s. 12.
[viii] Kanatlı At, s. 114.
[ix] Age.,
s. 114-115.
[x] Age., s.
115.
[xi] İnferno, s. 140-141.
[xii] Kanatlı At, s. 162.
[xiii] Age.,
s. 164.
[xiv] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 161.
[xv] İnferno, s. 41.
[xvi] Age.,
s. 136.
[xvii] Age.,
s. 137.
[xviii] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 72.
[xix] Age.,
s. 150.
[xx] Age.,
s. 152.
[xxi] Age.,
s. 155.
[xxii] Age.,
s. 164.
[xxiii] Şairin Toprağı, s. 131.
[xxiv] Kanatlı At, s. 169.
[xxv] İnferno, s. 157.
[xxvi] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 130.
[xxvii]
Age., s. 131.
[xxviii]
İlhan Berk, Şifalı Otlar Kitabı, YKY,
İst., 2004, 129 s.
[xxix] Age.,
s. 11-12.
[xxx] Age.,
s. 13.
[xxxi] Age.,
s. 21.
[xxxii]
Age., s. 22.
[xxxiii]
Age., s. 28-29.
[xxxiv]
Age., s. 34.
[xxxv] Age.,
s. 34.
[xxxvi]
Age., s. 38.
[xxxvii]
Age., s. 39.
[xxxviii]
Age., s. 43-44.
[xxxix]
Age., s. 45.
[xl] Age.,s.
54.
[xli] Age.,
s. 55.
[xlii] Age.,
s. 58.
[xliii]
Age., s. 68.
[xliv] Age.,
s. 71.
[xlv] Age.,,
s. 74.
[xlvi] Age.,
s.. 75.
[xlvii]
Age., s. 79-80.
[xlviii]
Age., s. 82.
[xlix]
İnferno, s. 97.
[l] Age., s.
97-98.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder