17 Mayıs 2019 Cuma

ZİYA GÖKALP’TEN “ASKER VE ŞAİR”

Edebiyat tarihçilerinin yaptığı tasniflerde “Birinci Dünya Savaşı Türk Edebiyatı” diye bir dönemden söz edilmez. Bunun yerine söz konusu süreç 1911-1923 yıllarını kapsayacak şekilde “Millî Edebiyat Dönemi” içinde değerlendirilir. Araya, tarihte bir parçalama yaparak, “Milli Mücadele Dönemi”ni sıkıştıranlar olsa da, çerçeveyi geniş çizenlerin tespitleri önemlidir. Çünkü, dönemi inceleyenlerin kolaylıkla yapabileceği birkaç tespit, 20. Yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran Osmanlı fikir ve edebiyat havasının, değişen sosyal şartlara rağmen, aynı kaldığını gösterecektir: Devletin sürekli savaş halinde olması, toprak kayıpları, filizlenen Türkçülük hareketleri ve bütün bunların 1911’de çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisiyle edebiyata yansıması…
Peki, edebiyat tarihlerinde rastlayamadığımız “Birinci Dünya Savaşı Türk Edebiyatı”na ‘uygulamada’ tesadüf etmemiz mümkün mü? Buna da tam anlamıyla olumlu cevap vermek mümkün değildir. Zira, dönemin edebiyatçıları, güçlü bir ‘cihan harbi’ edebiyatı oluşturabilmiş değildir. Gerçi, devrin siyasî otoritesi, Avrupa ülkelerinin sistemli bir şekilde uyguladığı ‘savaş edebiyatı’ faaliyetlerini de örnek edinerek birtakım etkinliklere girmiştir. Sözgelimi bazı şair ve yazarları ‘cephe’ye yaklaştırmış, böylece onların, ‘moral değer’ oluşturacak edebî eserler yazmalarına zemin hazırlamıştır. Bu eserlerin yüksek telif ücretleri mukabili satın alınarak halka ve askerlere okutulması da söz konusudur. Fakat, bütün bu çalışmalar yeterli bir seviyeye ulaşamadığı gibi, “üdebamız”ın keyfiyetine de pek cazip gelmemiştir. Bu bağlamda sözgelimi, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Mehmet Âkif Ersoy gibi gönüllü şairlerin dışında, güçlü bir ‘savaş şiiri’ yazana rastlamak neredeyse mümkün değildir.
İttihat ve Terakki yönetiminin oluşturmak için çaba harcadığı ‘savaş edebiyatı’nın şairlerde yeterli yankıyı bulmayışı önemli bir ‘veri’dir. Biz, söz konusu durumu, Ziya Gökalp’in “Asker ve Şair” başlıklı şiirini tahlil ederek gündeme taşımaya çalışacağız.

ASKER VE ŞAİR

Galiçya'da siperinde uyuyan
Bu nefere dikkatle bak ey şair!
Şair odur, senin yazın hep nesir;
Uyuyan sen, odur sezen ve duyan...

Şair odur, çünkü onun kalemi
Uyurken de düşmez asla elinden...
Kalbindeki bütün zevki, elemi,
İlham ona vatanından, ilinden...

Vatanını unutamaz hiç kalbi,
Uyusa da cenksiz kalmaz rüyâsı...
Bebeğiyle yatan küçük kız gibi
Hep göğsünde durur nazlı bombası...

O, belki de biraz sonra vatanın
Selâmeti için şehîd olacak...
Onun kazandığı adsız bir şânın
Gölgesiyle tarihimiz dolacak...

O, orada senin için kanını
Seve seve döker iken ey şair!
Sen ne için ona bir kaç ânını
Vakfederek yazmıyorsun bir şiir!

O seninçün hayatını verirken,
Üşenirsin ona destan yazmağa...
Haktır almak kalemini elinden
Ve git demek ona mezar kazmağa…

Ziya Gökalp (1876-1924)’in bu manzumesi Harp Mecmuası’nın 14. Sayısında (Kasım 1916), “Galiçya'da siperinde el bombasına sarılıp uyuyan asker" fotoğrafıyla birlikte yayımlanmıştır. Yaşanmakta olan savaşı ve bu savaşa ilgisiz kalan edebiyatçıların ‘menfî’ tutumlarını asıl etken olarak görmekle birlikte, Ziya Gökalp’in manzumesine ilham kaynaklığı yapan nesne bu fotoğraftır. Böylece, bir Millî Edebiyat topluluğu üyesi olarak Ziya Gökalp’in, Servet-i Fünûn (yahut Parnasizm) şiiri özelliklerinden birisini emanet aldığını söyleyebiliriz: Resim altı şiir yazma geleneği… Bunun dışında, şairin “Asker ve Şair” manzumesi Genç Kalemler ekibinin karar kıldığı ilkelere uygundur: Millî lisan ve İstanbul ağzı esas alınmış, dörtlük nazım birimi ve hece ölçüsü kullanılmıştır. Altı dörtlükten oluşan “Asker ve Şair”i Ziya Gökalp 11’li (ağırlıklı olarak 4-4-3 duraklı) hece ölçüsüyle kaleme almıştır.
Bu manzumenin şeklî özelliklerini kısaca belirttikten sonra, bizi, bu yazı bağlamında asıl ilgilendiren yönüne, muhtevasına göz atmak istiyoruz.
Ziya Gökalp, manzumenin daha başında iki ana unsurla karşılaştırıyor bizi: “Siperinde uyuyan” nefer ile zihnen “uyuyan” şair! “Uyumak” kelimesinin farklı anlamlardaki kullanımıyla şairin hangisini tercih ettiği ortaya çıkıyor. Zira, “Galiçya’da siperinde uyuyan” nefer, zihnen uyuyan şaire özellikle gösterilmekte, adeta gözünün içine sokulmaktadır: “Bu nefere dikkatle bak ey şair!” Bu noktada, asıl şairin (tabii şuur sahibinin de) hangisi olduğu üstüne basa basa belirtilmektedir: Sezgisi ve duygusu ile cephedeki nefere büyük bir teveccüh gösterilirken, şairlik taslayanlarla alay edilmektedir.
Yapılan mukayesenin galibi daha ilk dörtlükte verilmiştir, fakat gerekçeler henüz bitmiş değildir:
Şair odur, çünkü onun kalemi
Uyurken de düşmez asla elinden...
Kalbindeki bütün zevki, elemi,
İlham ona vatanından, ilinden..
Uyurken de zinde olmayı başarabilen siperdeki asker, silahıyla destanlar yazabilecek bir tutum içindedir. İkinci dörtlükte Ziya Gökalp silahı (bombayı) ‘kalem’ istiaresiyle dikkatlere sunmaktadır. Çünkü onun tek derdi vardır, vatanını korumak, kollamak… Burada Gökalp, cepheyle bir türlü yüzleşemeyen şairlere, duygu değerleri şiir dünyasına ait olan kelimelerle (zevk, elem, ilham) seslenerek, takınmaları gereken tavrı göstermeye çalışmaktadır.
Şair, üçüncü dörtlükte de duygusal yoğunluğu yüksek olan kelimelere yer vermiştir: “kalp”, “rüyâ”, “bebek”, “küçük kız”… Fakat bunlar ne kadar soyut veya naif unsurlar ise, irtibatlı oldukları kavramlar da o kadar somut veya sert değerlerdir: Vatan, cenk, göğüs, bomba… Dörtlükte şiirsel atmosferin sağlanmasına hizmet eden bu bağlantıların yanı sıra, “bomba”ya insana özgü “nazlı” sıfatı yüklenmiş olması, ilginç bir farklılıktır. Savaşçı bir şair yapabilir bunu ancak:
Vatanını unutamaz hiç kalbi,
Uyusa da cenksiz kalmaz rüyâsı...
Bebeğiyle yatan küçük kız gibi
Hep göğsünde durur nazlı bombası...
Ziya Gökalp, siperdeki “nefer şair”e olan hayranlığını dördüncü dörtlükte de sürdürür: Vatanın selameti için belki de biraz sonra şehid olacaktır o. Geriye belki bir şan ve şöhret bırakmayacaktır. Fakat, tarih (geride kalanlar) onu hep hayırla yad edecektir.
Gökalp, sözü tekrar cephe gerisinde miskince uyuyan şaire getirecektir. Onu yargılayacaktır. İbret almazsa, mahkûm edecektir. Belki de şimdiye kadar hep buna hazırlık yapmıştır.
Öyle ya, bir tarafta, siperde vatan için, vatanın her bir insanı için, hatta tabii olarak miskin şair için, bir nefer canını seve seve versin;  diğer tarafta adı şaire çıkmış olan, millî bir şiir kaleme almasın?  Ziya Gökalp’in bunu kabul etmesi mümkün değildir. Şu halde, millî meselelere duyarsız kaldığı halde şairlik taslayanların vasfını değiştirmelidir. 
O seninçün hayatını verirken,
Üşenirsin ona destan yazmağa...
Haktır almak kalemini elinden
Ve git demek ona mezar kazmağa…
Bu arada, “Asker ve Şair”in son iki dizesi farklı şekillerde okunabilir bir niteliğe sahiptir. Sözgelimi, Erol Köroğlu, Ziya Gökalp’in “şiiri bir tehditle bitir”diğini söyler: “Üşengeç şairin kalemini elinden almalı ve onu cepheye göndererek orada ölen askerlere (askerler için- C. A) mezar kazdırmalıdır.” (Köroğlu, s. 52) Oysa, metnin bu bölümünü şöyle de okuyabiliriz: “Ey destan yazmağa üşenen şair, sen bu tutumunla, senin için hayatını veren nefere kasteden düşman askerinden farksızsın!” Şu halde, Ziya Gökalp’in bu son dizelerini “tehdit” olarak değil, ağır bir “suçlama” olarak okuyabiliriz.
Sonuç olarak, “Asker ve Şair” manzumesi, “Birinci Dünya Savaşı” ortamında iki yönlü amaca hizmet etmek için vücut bulmuştur diyebiliriz: 1. Cephede savaşan askere moral vermek, ki manzumenin bu yönü fazla belirgin değildir. 2. Şiirleriyle cephedeki askere ve cephe gerisindeki halka güç vermesi gereken şairleri uyarmak... Şiiri sadece bu yönüyle okumak bile, bizde, söz konusu dönemin edebiyat ortamıyla ilgili kanaatler oluşturmaya yetecektir.

KAYNAKLAR:
Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, 5. Bas., İnkılap Yay., İst., tarihsiz.
Alangu, Tahir, 100 Ünlü Türk Eseri, 2. C., Milliyet Yay., İst., 1974.
Enginün, İnci, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yay., İst., 1983.
Gökalp, Ziya, Yeni Hayat, (Haz: Yalçın Toker), Toker Yay., İst., 1995.
Kaplan, Mehmet, Şiir Tahlilleri, 1. C., Dergâh Yay., 10. Bas., İst., 1988.
Köroğlu, Erol,Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı, İletişim Yay., İst., 2004.

Hiç yorum yok: