13 Mayıs 2019 Pazartesi

“GEÇTİM YİNE DÜN ESKİ HAZAN BAHÇELERİNDEN”

Yahya Kemal Türk şiirinin diri belleğidir. Bu cümle, büyük şairi, yaptıkları değerlendirmelerde küçük bir telmih malzemesi olarak görmeye mütemayil Cumhuriyet müteşairlerine yapılmış bir hatırlatma olarak kaydedilsin. Zira onu ve şiirini geçmişle bugünü bağlayan bir ara köprü mesabesine indiren zihniyet, bir adım sonra, şu yargıyı fısıldayacaktır: Yahya Kemal eski bir hatıradır; çağını tamamlamıştır…

Oysa bu büyük şair gerek tematik unsurları ele alıştaki romantik yaklaşımı, gerekse şiirsel ahenk unsurlarını kullanmadaki klâsik duruşuyla zirvelerin adamıdır.

Onu Türk romantizminin ölümsüz temsilcileri arasına yazdıran hususları sıralayalım: Vatan ve millet yaklaşımı, din duygusu ve tabii ki sanat ve edebiyattaki uygulamaları…

Bir örnek olsun diye sunuyorum, bunların tamamını “Koca Mustâpaşa” şiirinin bir dörtlüğünde şöyle birleştirir Yahya Kemal:

“Öyle sinmiş ki bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevî çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allâh’a gidenlerden uzak.”

Tahminim odur ki, Yahya Kemal’in eserlerindeki muhtevayla ilgili didaktik metinlere bu günlerde sıkça rastlayacak ve eminim hemen hepsinden istifade edeceksiniz. Bu yüzden ben, şairin diğer yönüne, şiirindeki görsel ve işitsel takdimlere temas etmek istiyorum.

Talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler’de Yahya Kemal için şu tespiti yapar, ki doğrudur: “Yahya Kemal dilin mükemmeliyet imkânlarını en son haddine kadar yoklamış, tartmış ve bulmuş olan adamdır. Bâkî ve Nef’î’den sonra Türkçenin hâkim şâiri odur.” Burada ‘dilin mükemmeliyet imkânları’ ile kastedilenin şiirdeki mûsıkî ve ahenk olduğunu anlamak gerekir. Tanpınar bunu başka bir yazısında şöyle belirtir: “Yahya Kemal, (…) ‘nağme’yi Türk şiirinde tekrar kuran adamdır.”

Doğrusu Yahya Kemal’in şiirlerindeki mûsikî kabiliyetiyle ilgili daha nice cümleler bulunup sıralanabilir. Biz, böylesi bir kolaycılığın kucağına teslim etmeyeceğiz okuyucuyu. Bunun yerine, Eski Şiirin Rüzgârıyla söylenmiş bir “Şarkı”sı üzerinden uygulamalı bir  sunum yapacağız. Öyleyse önce metni verelim:

Kalbim yine üzgün seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden.

Lise seviyesinde bir bilgiye sahip olanların hatırlayacağı üzere, şarkı, Fars edebiyatından alınmayıp Türklerin icat ettiği bir nazım şeklidir. Varlık sebebi bestelenip okunmaya dayanır. Bu yüzden bend sayısı sınırlıdır, azdır. Yine aynı gerekçeyle, müzik usullerine yatkın olan aruz kalıplarıyla, özellikle de “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün” kalıbıyla yazılır. Bu arada önemli bir ahenk unsuru olarak “nakarat”a da büyük değer verilir.
Klâsik şarkı formuyla karşılaştırıldığında Yahya Kemal’in “Şarkı”sı tam bir intibak gösterir. Sözgelimi,  daha ilk bakışta bu metnin “a, a(n), a, a(n)// b, b, b a(n)” şeklindeki kafiye şemasıyla oluşturulduğunu ve buradan da 2. 4. ve 8. dizelerin aynen tekrarlandığını görürüz. Bu arada,  şiirimizde kullanılan veznin yukarıda zikrettiğimiz aruz kalıbıyla (- - . / . - - . / . - - . / . - -) aynı olduğunu ve herhangi bir hatayı barındırmadığını belirtelim. Bu noktada son olarak “Şarkı”mızın redif ve kafiye türü ile ilgili tespitleri de vuzuha erdirelim: İlk dörtlükte nakarat dizeleri hariçte tutarak “derinden” ve “yerinden” kelimelerinde “den”lerin redif, “erin”lerin “zengin” bir örgü oluşturdukları fark edilecektir. İkinci dörtlükte ise “muş” redifiyle çoğalan “dol”, “sol” ve “ol” hecelerinde “tam kafiye”nin vücut bulduğunu görürüz.
Üst paragrafta söylenenleri bir tarafa bırakalım, bu metnin ses derinliğini artıran iç dalgalanmalar daha önemlidir. Şimdi, şiirsel ritmi ve armoniyi üst perdeye yükselten mütekerrir unsurları sıralamaya çalışalım, lütfen işaret edilen dil unsurlarını yukarıdaki metin üzerinden de takip etmeye çalışınız:

1. Kalbim, geçtim, geçtim, mevsim, bağrım(a), bastığım(ız) benzim, geçtim…
2. Seni, eski, gibi, yeri, eski, ki, gibi, eski…
3. Yine, yine, ve, en, ince, yine, demde, benzim de, yine…
4. Üzgün, dün, üzgün, gördüm, kül, dün…
5. Hazan, hazan, senden, boşalan, hazan…

Şimdi, şairin başarısını bir derece daha artıran diğer bir hususa geldi sıra: Şiirin bu iç içe geçirilerek oluşturulan ses örgüsü, muhtevayla da pekiştirilmiş. Nasıl mı? Aynı ruh ülkesine, gönül dünyasına ait kelimelerinin seçiminde gösterilen tutarlılıkla: Kalp, üzgün, andım, hazan, üzgün, kırılmış, hazan, gözyaşları, solmuş, kül, hazan…

Oldu olacak, bunların hangi bağlamlar içinde verildiğine farklı bir formatla bir kez daha bakalım: 1. Kalb, üzgün, derinden anmak; 2. Geçmek, yine, eski hazan bahçeleri; 3. Sevgiliden boşalan bağır, gözyaşları, dolmak (hüzün), 4. Geçmiş yaz, basılan otlar, solgunluk; 5. Son dem (yaşlılık), mevsim (sonbahar, solgun otlar), beniz, kül olmak…

Yahya Kemal’in, saf ve hakiki şiire dair hükümlerde bulunurken “Derûnî ahenk”, “nefes ve ses”, “söylenmiş ve dinlenilen”, “ritim” “ondulation musicale” (ahenk dalgalanışları) gibi kavramlara ayrı bir anlam yüklediğini biliyoruz. Bu ayrıcalıklı tutum, bütün şiirlerinde olduğu gibi, ele aldığımız “Şarkı”da da kendisini gösterir. Geçmişin sonsuz mutluluğuna, ufuk ötesinin sağaltıcılığına, herhangi bir sevilen vasıtasıyla gitme teşebbüsü içinde olan şair, bizi seslerden örülü bir yolculuğa teslim etmiştir.

Hiç yorum yok: