Yahya Kemal Türk şiirinin diri belleğidir.
Bu cümle, büyük şairi, yaptıkları değerlendirmelerde küçük bir telmih malzemesi
olarak görmeye mütemayil Cumhuriyet müteşairlerine yapılmış bir hatırlatma
olarak kaydedilsin. Zira onu ve şiirini geçmişle bugünü bağlayan bir ara köprü
mesabesine indiren zihniyet, bir adım sonra, şu yargıyı fısıldayacaktır: Yahya
Kemal eski bir hatıradır; çağını tamamlamıştır…
Oysa bu büyük şair gerek tematik unsurları
ele alıştaki romantik yaklaşımı, gerekse şiirsel ahenk unsurlarını kullanmadaki
klâsik duruşuyla zirvelerin adamıdır.
Onu Türk romantizminin ölümsüz
temsilcileri arasına yazdıran hususları sıralayalım: Vatan ve millet yaklaşımı,
din duygusu ve tabii ki sanat ve edebiyattaki uygulamaları…
Bir örnek olsun diye sunuyorum, bunların
tamamını “Koca Mustâpaşa” şiirinin bir dörtlüğünde şöyle birleştirir Yahya
Kemal:
“Öyle sinmiş ki bu vatan semtine
milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız
biz.
Mânevî çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allâh’a gidenlerden
uzak.”
Tahminim odur ki, Yahya Kemal’in
eserlerindeki muhtevayla ilgili didaktik metinlere bu günlerde sıkça
rastlayacak ve eminim hemen hepsinden istifade edeceksiniz. Bu yüzden ben,
şairin diğer yönüne, şiirindeki görsel ve işitsel takdimlere temas etmek
istiyorum.
Talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat
Üzerine Makaleler’de Yahya Kemal için şu tespiti yapar, ki doğrudur: “Yahya
Kemal dilin mükemmeliyet imkânlarını en son haddine kadar yoklamış, tartmış ve
bulmuş olan adamdır. Bâkî ve Nef’î’den sonra Türkçenin hâkim şâiri odur.”
Burada ‘dilin mükemmeliyet imkânları’ ile kastedilenin şiirdeki mûsıkî ve ahenk
olduğunu anlamak gerekir. Tanpınar bunu başka bir yazısında şöyle belirtir:
“Yahya Kemal, (…) ‘nağme’yi Türk şiirinde tekrar kuran adamdır.”
Doğrusu Yahya Kemal’in şiirlerindeki
mûsikî kabiliyetiyle ilgili daha nice cümleler bulunup sıralanabilir. Biz,
böylesi bir kolaycılığın kucağına teslim etmeyeceğiz okuyucuyu. Bunun yerine,
Eski Şiirin Rüzgârıyla söylenmiş bir “Şarkı”sı üzerinden uygulamalı bir sunum yapacağız. Öyleyse önce metni verelim:
Kalbim yine üzgün seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzim de kül
olmuş
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden.
Lise seviyesinde bir bilgiye sahip
olanların hatırlayacağı üzere, şarkı, Fars edebiyatından alınmayıp Türklerin
icat ettiği bir nazım şeklidir. Varlık sebebi bestelenip okunmaya dayanır. Bu
yüzden bend sayısı sınırlıdır, azdır. Yine aynı gerekçeyle, müzik usullerine
yatkın olan aruz kalıplarıyla, özellikle de “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün”
kalıbıyla yazılır. Bu arada önemli bir ahenk unsuru olarak “nakarat”a da büyük
değer verilir.
Klâsik şarkı formuyla karşılaştırıldığında
Yahya Kemal’in “Şarkı”sı tam bir intibak gösterir. Sözgelimi, daha ilk bakışta bu metnin “a, a(n), a,
a(n)// b, b, b a(n)” şeklindeki kafiye şemasıyla oluşturulduğunu ve buradan da
2. 4. ve 8. dizelerin aynen tekrarlandığını görürüz. Bu arada, şiirimizde kullanılan veznin yukarıda
zikrettiğimiz aruz kalıbıyla (- - . / . - - . / . - - . / . - -) aynı olduğunu
ve herhangi bir hatayı barındırmadığını belirtelim. Bu noktada son olarak
“Şarkı”mızın redif ve kafiye türü ile ilgili tespitleri de vuzuha erdirelim:
İlk dörtlükte nakarat dizeleri hariçte tutarak “derinden” ve “yerinden”
kelimelerinde “den”lerin redif, “erin”lerin “zengin” bir örgü oluşturdukları
fark edilecektir. İkinci dörtlükte ise “muş” redifiyle çoğalan “dol”, “sol” ve
“ol” hecelerinde “tam kafiye”nin vücut bulduğunu görürüz.
Üst paragrafta söylenenleri bir tarafa
bırakalım, bu metnin ses derinliğini artıran iç dalgalanmalar daha önemlidir.
Şimdi, şiirsel ritmi ve armoniyi üst perdeye yükselten mütekerrir unsurları
sıralamaya çalışalım, lütfen işaret edilen dil unsurlarını yukarıdaki metin
üzerinden de takip etmeye çalışınız:
1. Kalbim, geçtim, geçtim, mevsim,
bağrım(a), bastığım(ız) benzim, geçtim…
2. Seni, eski, gibi, yeri, eski, ki, gibi,
eski…
3. Yine, yine, ve, en, ince, yine, demde,
benzim de, yine…
4. Üzgün, dün, üzgün, gördüm, kül, dün…
5. Hazan, hazan, senden, boşalan, hazan…
Şimdi, şairin başarısını bir derece daha
artıran diğer bir hususa geldi sıra: Şiirin bu iç içe geçirilerek oluşturulan
ses örgüsü, muhtevayla da pekiştirilmiş. Nasıl mı? Aynı ruh ülkesine, gönül
dünyasına ait kelimelerinin seçiminde gösterilen tutarlılıkla: Kalp, üzgün,
andım, hazan, üzgün, kırılmış, hazan, gözyaşları, solmuş, kül, hazan…
Oldu olacak, bunların hangi bağlamlar
içinde verildiğine farklı bir formatla bir kez daha bakalım: 1. Kalb, üzgün,
derinden anmak; 2. Geçmek, yine, eski hazan bahçeleri; 3. Sevgiliden boşalan
bağır, gözyaşları, dolmak (hüzün), 4. Geçmiş yaz, basılan otlar, solgunluk; 5.
Son dem (yaşlılık), mevsim (sonbahar, solgun otlar), beniz, kül olmak…
Yahya Kemal’in, saf ve hakiki şiire dair
hükümlerde bulunurken “Derûnî ahenk”, “nefes ve ses”, “söylenmiş ve
dinlenilen”, “ritim” “ondulation musicale” (ahenk dalgalanışları) gibi
kavramlara ayrı bir anlam yüklediğini biliyoruz. Bu ayrıcalıklı tutum, bütün
şiirlerinde olduğu gibi, ele aldığımız “Şarkı”da da kendisini gösterir.
Geçmişin sonsuz mutluluğuna, ufuk ötesinin sağaltıcılığına, herhangi bir
sevilen vasıtasıyla gitme teşebbüsü içinde olan şair, bizi seslerden örülü bir
yolculuğa teslim etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder