Şiir
anlayışında sürekli değişiklikler yaşayan, buna rağmen İkinci Yeni şairlerinin
başında sayılan İlhan Berk’in bu
durumu, gelenek karşısındaki tavrında da kendisini gösterir. Dolayısıyla, onun
gelenek bakımından değerlendirilmesini yapanlar, bu değişiklik dönemlerini göz
önünde bulundururlar.
Buna
göre, şairin Günaydın Yeryüzü (1952),
Türkiye Şarkısı (1953), ve Köroğlu (1955) gibi, bir dönem içinde
çıkan kitaplarını değerlendiren Güven Turan, bu eserlerde deyim ve atasözü gibi
klişe kullanışlara çok yer verildiğini belirtir.[i] Bu da onun daha önceki
çizgiden en azından o dönemi itibariyle kopmadığını, bir anlamda geleneğe bağlı
bulunduğu anlamına gelir.
Bunun
yanında, İlhan Berk’in gelenekle en çok içli dışlı olduğu eseri Aşıkâne (1968)’dir Şairin bu eserinde Divan şiiri nazım
şekilleri göz önüne alınarak oluşturulan şiirler bulunmaktadır. Fakat bu
şiirlerde Divan şiirinin kalıplaşmış kuralları uygulanmaz.[ii] Enis Batur, İlhan Berk’in
Divan şiiriyle kurduğu bu irtibatı ‘deneysel
bir tad’[iii]
olarak isimlendirir. Ebubekir Eroğlu, benzeri bir yargıyı, Turgut Uyar ve diğer
yüzeyden yaklaşımda bulunan şairleri de ekleyerek verir: ‘Edebiyat içi kültüre önem verme’[iv].
Asım
Bezirci, İlhan Berk’in Divan şiirine yaklaştığını belirtir. Turgut Uyar’ı da
buna dahil eden Bezirci, sözkonusu yaklaşımı Divan şiirin şekil ve muhtevasının çağdaş kültür ve
gelenekle bağının araştırılması açısından faydalı görür.[v] Fakat bu şairlerin böyle
bir yolu denemeleri, Asım Bezirci için şaşırtıcıdır ve öncülükten ziyade, ‘artçılığa’ düşüştür.[vi]
İlhan
Berk’in gelenekle ilgisine, bir şiirini değerlendirirken değinen Mehmet Kaplan,
onun Türk şiir geleneğinden ziyade tamamıyla Batı geleneğine bağlı olduğunu ima
eder.[vii]
İlhan Berk’in Gelenek Hakkındaki Düşünceleri
İlhan Berk’in Gelenek Hakkındaki Düşünceleri
İlhan Berk, geleneksel şiirlerle ilgili duygu, düşünce ve atıflarını günlük, deneme ve kendisiyle yapılmış çeşitli mülakatlarda dile getirmiştir. Onun, sözünü ettiğimiz bu metinlerdeki yaklaşımı, şiirin dize, ölçü, şekil, anlam gibi unsurlarıyla olduğu kadar, gelenekte varolan şiirlere karşı taşıdığı şahsi hisleriyle de ilgilidir. İlhan Berk, bu metinlerin pek çoğunda, kendi dünyasına ve kaynaklarına dair ipuçları da verir. Ayrıca, yaptığı bazı iktibaslar da onun tavrını ele veren hususlar olarak göze çarpar.
Şairin
sözkonusu metinlerini incelediğimizde farkettiğimiz bir başka nokta da, onun,
çok geniş zaman içinde söylediği bazı görüşlerinde çelişkilere, birbiriyle
tezat oluşturacak duygu ve düşüncelere düşmüş olduğudur. Bunun, Berk’teki
bilinen değişim ve farklılaşma temayülüyle ilgili olduğu kanaatindeyiz. Bu
yüzden, şairin gelenek çerçevesi etrafında söylediklerini, kendi tarihî
oluşum/değişim macerası içinde incelemeye çalışacağız.
İlhan
Berk, gelenekle ilgili görüşlerini ‘gelenek’,
‘geleneğe bağlananlar’, ‘önceki yollar’, ‘Türk şiir tarihi’, ‘eski şiir’,
‘Osmanlı şiiri’, ‘Divan şiiri’, ‘‘Divan şairleri’, ‘Batı’, ‘Koşuk
şiir’, ‘uyak’, ‘ölçü’, ‘beyit’, ‘dize’, ‘anlam’, ‘kapalılık’ gibi anahtar
kelimeler etrafında dile getirmiştir.
1981’de
yapılan bir mülakatta, kendisinin vaktiyle ‘Divan
şairi’ olduğunu hatırlatan Ece Ayhan’a cevap verirken ‘Osmanlı şiiri’ne sözü getiren İlhan Berk, bu şiirin ‘haraççı’ olduğunu, vermekten çok
aldığını, hatta bu şiirin kendisine bile yabancı olduğunu, böyle bir şiiri ‘üretmediği’ni ve ‘onu
kendinden’ sayamayacağını belirtir.[viii]
Bir
başka konuşmada, yine Ece Ayhan’ın aynı minval üzere sorduğu soruya, ‘ilk kaynaklar’ı olan şairleri Ahmet
Haşim, Necip Fazıl ve Yahya Kemal şeklinde açıklayan Berk, Divan şiirinden ise
sadece Âşıkâne kitabında
faydalandığını söyler.[ix]
“Her ozan gibi ben de işin başında kendi
kazacağım yolu düşündüm. Bunun için de benden önceki yolları inceledim,
taşları, kumu, çakılı nasıl karacağımı, onları nasıl dökeceğimi araştırdım.
Böylece o bildiğiniz yolu döktüm. Şiir öğretilmez, öğrenilmez: Bulunur.”
diyerek geçmiş şiir birikiminin bir şairin tecrübeleri açısından nasıl bir önem
arz ettiğini belirtmeye çalışan Berk, sözlerinin devamında Türk şiir tarihinin
‘bakir bir toprak’ olduğunu,
yeterince irdelenmediğini, dolayısıyla ‘Türk
şiir geleneğinden’ de
faydalanılmadığını iddia eder. Fakat şairin sözünü ettiği gelenek, ‘Fransız, İngiliz, Alman şiiri gibi bir
gelenek’ değildir. Şair bu konuda, “Ben
geleneği dile çok bağlı diye dünüşürüm. (...) ...bizim bir Fransız, Alman,
İngiliz şiiri gibi bir geleneğimiz yoktur. Bir Fransız Villon’dan, bir İngiliz
Chaucer’dan, bir Alman Goethe’den yararlanırken, biz aynı biçimde eski
şiirimizden yararlanamayız. Biz hâlâ elimizdeki gereci (dili) yoğurmakla, onu
kurmakla cebelleşiyoruz. Gelenekten ben dili anlıyorum dediğim zaman bunu
söylemek istiyorum.” der ve gelenekten yararlanmanın örnek bir şekli
olarak, eski şiirin seslerinden ‘yola
çıkmayı’ önerir. Berk bir adım sonra, “Aslında
biz kendi geleneğimizi kendi kuran o yıldızlar kümeleriyiz. Bizim göğümüz boş.”
iddiasında bulunur. Şair, son aşamada, faydalanılacak isimler olarak da Ahmet
Haşim, Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet’i sayar.[x]
Şairin,
11 Ocak 1992’de yazdığı ‘Gelenek’
başlıklı bir ‘günlük’ metni vardır.
Bu yazıda, o günlerde tartışılmakta olan gelenek konusuna değinen Berk,
tartışmaların faydalı olduğunu, çünkü böylece, “Kısa sürede gelenekle hiçbir yere varılmayacağı anlaşılacaktır.” Bu
konuda tecrübeli olduklarını da söyleyen
şair, (Nâzım, Oktay Rifat, Anday, Necatigil, Turgut Uyar, Oktay Rifat ve
kendisini sayar Berk), ölçü ve kafiyenin de gelenekle ilgisi olmadığını, eski
kelimelere rağbet etmenin de gelenekle bağlantı sağlamayacağı söyler. Berk, ‘gelenekle uzaktan yakından hiç ilgilenmeyenler’den de bahseder ve
Ahmet Haşim’i anar. Yazısının sonuna doğru, bir şairin ‘eski-yeni, yabancı-yerli bütün çağların şiirini’ okuması
gerektiğini, onlarla ‘cebelleşerek’
kendi sesini bulmaya çalışmasını, fakat bunların şaire faydasının olmayacağını
belirtir.[xi]
Şairin
geleneği konu aldığı bir başka yazısı, 7 Ağustos 1992 tarihli günlüğüdür. “Ahmet Haşim ve Gelenek” başlıklı bu
metinde, yine Haşim’e değinir ve onun ‘eski
şiirimizden, dahası gelenekten hiç söz etmediğini, Baki’yi, Naili’yi, öbür Divan
şairlerini ağzına almadığını, gözünün hep dışarda’ olduğunu belirtir. Berk,
Yahya Kemal’e de değinir. Yahya Kemal’de bulunan ‘eski şiirimizin sesini’ Haşim’de, bulamayacağımızı da söyler. Bu
arada, Berk’e göre, “Baki de, Naili de,
Şeyh Galip de Yahya Kemal’den daha çağdaştır.”[xii]
İlhan
Berk, 1994’te kendisine sorulan gelenek konulu bir soruya da, ‘Batı şiiri, Türk şiiri diye bir ayrıma’
karşı olduğunu söyledikten sonra, “Ben
tek bir şiir biliyorum: Dünya şiiri.” diye ekler. Şairin cevabında
gelenekle ilgili tek ifade ise şöyledir: “Gelenek
mi? Gelenek, benim!”[xiii]
İlhan
Berk, 1960’ta yayımlanan Başlangıçtan
Bugüne Beyit-Mısra Antolojisi[xiv]
isimli kitabında Divan şiirinin üstünlüğünü, ‘en büyük şiir’ şeklinde ve ‘beyit geleneğinin en fazla geliştiği’
bir edebiyat olması sebebiyle anar: “Beyit
hemen hemen bize (Doğu) özgüdür. Divan şiiri ise, bu düzene çok bağlı kaldı.
Bunun için de beyit bizim yazımımızda bir gelenektir dedim. Bunu, divan
şiirimizin en büyük şiir olduğunu düşünerek söylüyorum.”[xv] Şair bu eserine
geleneksel şiirin iki kolunda eser veren, XIII-XIX. yüzyıl arası şairlerinden
Şeyhoğlu, Yunus Emre, Sultan Velet, Âşık Paşa, Şeyyat Hamza, Ahmedî, Nesimî,
Kadı Burhanettin, Kaygusuz Abdal, Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Hümamî, Necati,
Cem, Mihri Hatun, Zeynep Hatun, Fuzuli, Nev’i, Bâki, Köroğlu, Âhi, Hâtayi, Ruhî, Zâti, Hayâlî, Pir Sultan Abdal,
Nailî, Fasih, Nabi, Neşati, Karacaoğlan, Şeyhülislam Yahya, Fehim, Nef’i,
Bahai, Atâyi, Sabit, Mahir, Nedim, Şeyh
Galib, Osmanzade Taib, Fâzıl, Esrar Dede, İzzet Ali Paşa, Nahifî, Kâmî, Koca
Ragıp Paşa, Halimî, Kâmî, Beliğ, Ratip Ahmet Paşa, Nazîm, Kırımlı Rifat Efendi,
Muallim Naci, Halim Giray, Vâsıf, İzzet Molla, Leylâ Hanım, Leskofçalı Galip,
Yenişehirli Avni, Dadaloğlu, Emrah gibi şairlerin beyit veya mısralarını
almıştır.
Aşk Elçisi,
İlhan Berk’in hazırladığı bir aşk şiirleri antolojisi[xvi]dir.
Başlangıçtan 1965’e kadarki zaman diliminden seçtiği şiirlerden oluşan
kitabının başına şair bir “Öndeyiş”
yazmıştır. Berk bu önsözünde: “Bugün
elime yeniden alsam, Tanzimat ve Cumhuriyet sonrası şiirimizin kendim de başta
olmak üzere çoğunu ayıklardım.” der ve sebebini açıklar: ‘Tanzimat’tan sonraki şiirimizin yapısı
bakımından kendisinden önceki şiirle çatışması, hemen hemen hiçbir birlik
kurmadan da uzaması’.. İlhan Berk, satırlarının devamında, “Oysa, bu ayıklamayı eski şiirimizde
yapamazdım. Bunun da nedeni, eski şiirimizin tutarlılığıdır.” der ve
geleneksel şiire ayrı bir değer verir. Şair, daha sonra da, Tanzimat’tan sonra
gelişen ve geçmişiyle çatışan şiiri ‘Kendi
toprağından kopmuş’ sıfatıyla vasfeder ve bundan duyduğu rahatsızlığı dile
getirir. Berk’in şu cümleleri ise daha bir anlamlıdır: “İşte bunun için bu kitabı yeniden elime alsam Tanzimat sonrası
şiirimizin çoğunu çıkarırdım, dedim. Böylece ‘kendi kubbemizin’ dışına çıkmamış
pek az ozanla da yetinirdim.”[xvii]
Şair bu kitabına eski şiirden “Evvel
Zaman Aşkları” bölümünü hazırlamış ve Yunus Emre, Necati, Fuzuli, Bâki,
Nef’i, Nâilî-i kadim, Şeyhülislâm Yahya, Neşâtî, Nâbî, Şeyh Galip, Nedim, Esrar
Dede ve Enderunlu Vâsıf’ı almıştır.[xviii]
İlhan
Berk, Şairin Toprağı isimli kitabında
yer alan “Akraba Şairler” başlıklı
yazısında da eski şiir üzerinde yorumlarda bulunur. ‘Eski şiirimiz üstüne’ konuşup yazanlara; özellikle de Melih Cevde
Anday’ın yorumlarına değinir. Anday’ın, ‘Divan
şiirimize bizim klasik şiirimizmiş gibi bakamayacağımız’, çünkü bu şiirin ‘bize yabancı bir şiir olduğunu, ondan
koptuğumuzu, bunun için de ona (giderek) yaslanmak olanağı olmadığı’
yolundaki görüşlerini, ‘bizim klasiğimiz
yoktur.’ anlamına gelen tavrını inceler. Ayrıca, ‘Divan şiirini düşünerek, şiirimize bir gelenek yaratmak’ ihtimali
pek çok şair tarafından da ‘yadsınmıştır’. Berk, örnek olarak Cemal
Süreya, Metin Eloğlu ve Edip Cansever’i gösterir. Ardından, Anday’ın görüşlerine getirir sözü,
“...bunu (‘bizim klasiğimiz yoktur’ sözünü, C.A), Fransız
şiirinde Charles D’Orleans, Marot, Ronsard, Marceline Desbordes Valmore, Viktor
Hugo, Louis Aragon; İngiliz şiirinde
Marlowe, Şhakespeare, Byron, John Donne, Hopkins, T.S. Eliot, Amerikan şiirinde Whitman, Ezra Pound, Allen
Ginsberg (bunu Alman şiirine de uzatalım) böyle bir geleneksel, özellikle de
böyle geleneksel ozanlardan (benim örneklerim öyle çünkü) söz ediliyorsa, bunda
ben de böyle düşündüğümü söylemek isterim. Divan şiirimizi düşünürsek, bizim
gerçekten böyle bir gelenekten söz etmek olanağımız yoktur. Böyle derken, her
gün biraz daha aramızın açıldığını gördüğümüz, yalnız dil sorunsalından söz
ettiğim sanılmasın, düşünce olarak da, dünya görüşü olarak da uzağız ondan. Bu
elbette açık bir gerçektir.” Berk, buna rağmen, Cumhuriyetle başlayan yeni
şiirin eski şiirle bir akraba bağı olduğunu, birbiriyle irtibat halinde olan ‘akraba şairlerin’ bulunduğunu söyler. “İşte burada, uzak da olsa bu, bir
gelenekten, onun alttan alta çizgisini nasıl sürdürdüğünden sözetmek isterim.
Gelenek sözcüğü burda belki ağır basacaktır, benim asıl demek istediğim
akrabalıktır, akrabalık çünkü dünya görüşünden çok, duygu beraberliğini, tin
birlikteliğini de içeriyor.” Berk, bu bağlamda Necatî, Neşati-Şeyh Galib akrabalığından
söz eder. İkinci Yeni’nin Ahmet Haşim’le akraba olduğunu söyler. Kendisinin de
Ahmet Haşim’den ‘çıktığı’nı
hatırlatan şair, “Eski şiirimizin, yeni
şiire olan bu akrabalığı biraz değişik de olsa, Yunus Emre’nin Necip Fazıl
şiiri üstüne olan etkinliğini kim yadsır?” diye devam eder ve yazısını “Ya Naili’yi koluna takıp gelen Yahya Kemal?
Yeni şiirimize onun kurduğu köprüye ne denir?” şeklinde bitirir.[xix]
Berk,
Şairin Toprağı kitabında yer alan “İkinci
Yeni’nin İlkeleri Ya da Salt Şiir” başlıklı yazısında, hareketin ilke ve
özelliklerini açıklarken, ‘anlamdan çok görüntüye bağlı’ olduğunu belirtir.
Görüntü yönüyle bu şiirin Divan şiiriyle benzerlik taşıdığını dile getirir: “...görüntü anlayışı bakımından İkinci Yeni
ile Divan şiiri arasında bir bağ kurulabilir. Divan şiirinin görüntüye verdiği
önemi düşünerek bu yakınlığı söylüyorum. Divan şiirinin birçok bakımlardan bir
mecaz sanatı olduğu düşünelecek olursa, bu yakınlık daha da belirir. Örneğin
(eğretileme) istiare divan şiirinin büyük zenginliklerinden biridir. Dili,
bugün bize uzak olduğu halde, ondan kalan anlamdan çok, görüntüsüdür.”[xx]
İlhan
Berk, ‘Saklı Su’ başlıklı yazısında
da vaktiyle hazırladığı Beyit-Mısra
Antolojisi ile Aşk Elçisi
kitaplarının meydana getirilişini anlatır: “Bir
zamanlar defterler tutardım, gelmiş geçmiş şairlerimizin edebiyat
tarihlerindeki yerlerine bakmadan, sevdiğim kimi şiirlerini, kimi dizelerini bu
defterlere yazardım. Sonradan bunlardan bazıları kitap halinde de yayımladım.
Beyit-Mısra Antolojisi, Aşk Elçisi böyle oluştu.”[xxi] Daha sonra şair, sözü
Divan şairi Neşati’ye getirir. Onu Fuzûlî, Bâki, Şeyh Galib, Nedim gibi
şairlerin arasında gördüğünü belirtir.
Onu sevmesine neden olarak da “Her şeyden önce, büyük bir söyleyiş ustası,
büyük bir duyarlık adamıdır Neşati. Bağırmayan, gizil, sessiz, parıltılı,
özgün. Hep büyük, derin bir duyarlık vurur şiirlerinden. Daha önemlisi, Mevlevi bir şair olmasına
karşın (biliyoruz Edirne Mevlevi Tekkesi şeyhiydi) bilge görünmeye, bilgelik
taslamaya yanaşmaz, şiirlerinde sade bir insan gibi davranmayı yeğler. Bütün
büyük şairler gibi de alçakgönüllüdür.”[xxii] Berk, Neşati’nin
ağırbaşlı, içine kapalı, sessiz biri olduğunu, şiirde “Divan şiirinde bol bol düşülen klişeciliğe” düşmediğini, dilinin
ağır, fakat söyleyiş, ses ve duyarlıkta yeni olduğunu belirtir ve onun bugün de
bir ‘saklı su’ olduğunu söyler.[xxiii] Berk’in bu kadar da
olsa bir Divan şairine dair yorum yapması, onun bu konuya bigâne kalmadığının
işareti sayılır.
Berk’in,
geleneği öne çıkaran bir başka ifadesi de, “Şiir,
şiirin tarihine eğilerek, onu örnekleyerek, ona bata çıka yazılır.”
şeklindeki cümlesidir. Ona göre bir şiiri büyük yapan şey de, ‘onun bir başka büyük, iyi bir şiirden
çıkması, onu anımsatması, onunla doğrulanması; dahası onunla yorumlanmasıdır.’[xxiv]
Bu
noktada, onun eski şairlerle en azından okuma çapında kurduğu bağı, onun burada
inceleme konusu yaptığımız eserlerinden çıkardığımız, bir kısmı yukarıda da
geçen şu isim listesinden anlayabiliriz: Baki, Naili, Şeyh Galip, Yunus Emre,
Fuzuli, Necati, Nef’i, Şeyhülislâm Yahya, Neşâti, Nâbî, Nedim, Esrar Dede,
Enderunlu Vâsıf...
Şairin
günlük ve denemeleri arasına yer yer serpiştirdiği iktibaslar da, onun gelenek
ile olan irtibatı hakkında fikir verecek türden verilerdir:
“Dest-i fenâda mürg-i hevâ durmayıp döner”[xxv] (Bâkî)
“Zülfünden ayru Bâki bir hâl ile yürür kim
Zincirden boşanmış divânedir
sanurlar”[xxvi] (Bâkî)
“Cife-i dünya değil, Kerges gibi matlubumuz
Bir bölük Ankalarız, Kaf-ı
kanaat bekleriz.”[xxvii] (Fuzûlî)
“Divançe-i
derunda Neşati safâ ile
Vasf-ı lebinde bir gazel-i
âbdâr arar.”[xxviii] (Neşati)
İlhan
Berk, aşağıdaki iktibasları, ‘kapalılık’tan
ötürü Divan şiirinin ‘bir bakıma’, ‘Batı anlamında bir şiirimiz’ olduğunu
ispat için kullanır. Bunlardan yola çıkan şair, İkinci Yeni şiirini de, bir tür
‘süreklilik’ olan ‘kapalılık geleneğini’ sürdüren hareket
olarak nitelemek niyetindedir:
“Her yâneden ayağına altun akıp gelir”
(Bâkî)
“Şemmetmek için zülfü perişânını yârin
Dâmân-ı sâbâya sarılıp
hemsefer oldum” (Ruhi Bağdadi)
“Gülzârdan ol şûh -i dilârâ ile geçtik
“Gülzârdan ol şûh -i dilârâ ile geçtik
Gûya ki nesîmiz gül-i rânâ ile
geçtik.” (Naili-i
Kadim)
Mâh üzre zülfünü gece dâğıtma
kim beni
Âşüfte rûzgâr perîşan ü zâr
eder. (Nesimi)”[xxix]
İlhan
Berk, şiirin şekil unsurları ile ilgili tespitleri de vardır. Bu noktalarda da
kimi zaman kendisiyle çelişmekle birlikte, tespitleri önemlidir:
Berk,
1958’de yazdığı bir günlük yazısında, Divan şiirine dize, ölçü ve kafiye gibi
unsurlar açısından, sıcak bir yaklaşımla bakar: Divan şiirinden bu yana dört
başı mamur bir şiirimizin olmayışının sebebi ölçü, kafiye gibi unsurların, sonraki
dönemlerde olmadığı hususudur. Bunlar, şiiri kalıcı yapan unsurlardır.[xxx]
Şairin
Divan şiirini ele aldığı bir başka olumlu yargısı, dize ve beyit ile ilgili
olan şu satırlardır: “Bir şiirde dizeler
bir duvarın taşları gibidir. Taş, bir duvarda nasıl taş olmaktan çıkmaz,
yapısını, doğasını korursa, dizeler de öyledir. Dize olmak çünkü şiirin
gövdesini kurmaya engel değildir. Buna belki de en iyi örnek Divan şiirimizdir.
Şiirin yapısı dizeyi ne türlü kullanırsa kullansın, (ki şiirin yapısı bunu
gerektirir), iyi bir şiirde dize ağırlığını koyar.”[xxxi] Başka bir yerde de “... beyit, dize eski şiirimizde neredeyse
her şeydir.”[xxxii]
ifadelerini kullanır.
‘Koşuk Şiir’ isimlendirmesini ölçülü,
duraklı ve kafiyeli şiir için kullanan şair, bazı yazılarında bunları savunur.
Örneğin, bir yerde: “Artık bana öyle
geliyor ki, ölçüsüz bir şiir olamaz benim için. Büyük bir eksiklik buluyorum
çünkü özgür koşukta.”[xxxiii] der. Buna karşılık
1988’da yazdığı aynı başlıklı bir başka yazıda da, “Koşuk şiirden iyice sıtkım sıyrıldı. Oysa öyle başladım yazmaya.”
der. Fakat bu cümleleri söylerken, ‘koşuk
şiir’den ‘sözcük ekonomisini’
kurmayı öğrendiğini de anlatır.[xxxiv] Başka bir yerde de
benzeri ifadeler kullanan şair, “Şiirin bilinen bütün kurallarının beni
sıktığını duyuyorum. (...) Şiirin alt alta dizilmesini, hecelere, uyaklara,
dörtlüklere, ikiliklere ayrılmasını; düzyazının dışında bir kalıp koymasını,
bir tür olarak belirmesini yapmacık buluyorum.”[xxxv] diyerek kararsızlığını
gösterir. Aynı tavrı, sonraki yıllarda da sürdür: “Koşuk şiir, şiirin doğasına karşıdır. İlle de bir kalıba (moule) girmek
ister. Bir sıkıyönetim uygular. Bunu zorunlu kılar. (...) Uyak bir sözcüğü
kilitler, dondurur bırakır. Anlamı da boğar: katlamaz (...) Kıvancın (şiirin her şeyi) yolunu sekteye
uğratır, devinimine ket vurur. Nerdeyse kendisine karşı gelen her eye ayak
diretir. Noktanın yaptığını yapar: Kapatır şiiri. Asıl da dizeme bela olur,
yolunu tıkar: özsusuz kalır. (...) Koşuk şiir, ancak dua gibi -kendiliğinden-
bir yapıya kavuştuğunda erişilmezdir.”[xxxvi]
Şairin,
Deniz Eskisi Kitabı’ndaki “Şiirin Gizli Tarihi” (s. 79-120)
bölümünde de işimize yarayacak malzeme bulunmaktadır: Şair bir yerde Bâki’nin
bir dizesini aktarır: “Şiir: / Ferman-ı
aşka cân iledir inkıyâdımız.”[xxxvii]
Bir
başka yerde gelenekten söz eder: “Bazı
şiirlerde bir ulusun bütün bir düşün tarihini bulabiliriz./Şiirde gelenek
dediğimiz böyle bir şeydir.”[xxxviii]
Gelenek
üstüne ilerleyen sayfalarda da söz alır şair: “Geleneğin asıl kıyımı biçimde yatar. Geleneksel biçim, yararları
yanında, yıkımı da taşır çünkü.”[xxxix]
İlhan
Berk’in gelenek katına çıkardığı şiir Divan şiiridir. Fakat buraya kadar
yaptığımız tespitlerden çıkarılabilecek asıl sonuç, gelenek konusunda kafasının
bulanık olduğudur. Bunu, eserlerinden yola çıkarak da söyleyebilirsek, problem
bizim açımızdan bitecektir.
[ii]
Ramazan Kaplan, Şiirimizde İkinci Yeni
Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi, Ank.,
1981; s. 20, Mehmet H. Doğan, Şiirin
Yalnızlığı, Broy Yay., İst. 1986, s. 263.
[iii]
Enis Batur, “Dört Şair, Dört Fatih”, Kitap-lık
dergisi, S. 38, (Güz, 1999) , s.
188.
[iv]
Ebubekir Eroğlu, Modern Türk Şiirinin
Doğası, YKY Yay., İst. 1993, s. 50.
[v]
Asım Bezirci, İkinci Yeni Olayı, Su
Yay., 2 Baskı, İst., 1986, s. 169.
[vi]
age., s. 167; 178.
[vii]
Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2:
Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, 3.
Baskı, Dergâh Yay., İst., 1980, s. 201.
[viii]
İlhan Berk, “Ben Gülmeyi Yirmi Yaşında Öğrendim”, (Ece Ayhan’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İst., 1994, s. 53-54.
[ix]
Berk, “Kafamızı Kurcalayan Yanıtlar Üstünedir-II”, (Ece Ayhan’a Yanıtlar), age.,
s. 56.
[x]
Berk, “Her Ozan Gibi Ben de İşin Başında Kendi Kazacağım Yolu Düşündüm”, (Doğan Hızlan’a Yanıtlar), age., s. 39-42.
[xi]
İlhan Berk, İnferno, YKY, 1984, s.
114.
[xii]
age., s. 116.
[xiii]
Berk, “Gelenek mi? Gelenek Benim.”, (Sunay Akın’a Yanıtlar), Kanatlı
At, s. 177-178.
[xiv]
İlhan Berk, Başlangıçtan Bugüne
Beyit-Mısra Antolojisi, Varlık Yay., İst., 1960.
[xv]
age., s. 3.
[xvi]İlhan
Berk, Aşk Elçisi, (Eski Zamanlardan 1965’e
Kadar), Arda’s Yay., İzmir, 1996, 240 s.
[xvii]
age., s. 5.
[xviii] age., s. 14-75.
[xix]
İlhan Berk, Şairin Toprağı, Simavi Yay., İst., 1992, s. 22-25.
[xx]
age., s. 109.
[xxi]
age., s. 26.
[xxii]
age., s. 27.
[xxiii]
age., s. 27-28.
[xxiv]
age.,
s. 61.
[xxv]
Berk, “Ben Şiiri ‘Ulusun Bir Bozgunu’ Diye Düşünüyorum”, (Metin Eloğlu’na
Yanıtlar), Kanatlı At, s. 11.
[xxvi]
Berk, Şairin Toprağı, s. 73.
[xxvii]
age., s. 144.
[xxviii]
age., s. 146.
[xxix]
age., s. 109-110.
[xxx]
İlhan Berk, El Yazılarına Vuruyor Güneş,
YKY, 2. Bas., İst., 1997, s. 40.
[xxxi]
İlhan Berk, Poetika, YKY, İst., 1997,
s. 31.
[xxxii]
age., s. 36.
[xxxiii]
Berk, El Yazılarına Vuruyor Güneş, s.
48.
[xxxiv]
Berk, İnferno, s.29.
[xxxv]
Berk, “Bütün Yaratı Yapıtlarına Yazı Diye Bakıyorum”, (H.İbrahim Bahar’a
Yanıtlar), Kanatlı At, s.18.
[xxxvi]
İlhan Berk, Logos, YKY, İst., 1996, s. 33-34.
[xxxvii]
İlhan Berk, Deniz Eskisi, Şiirin Gizli
Tarihi, Adam Yay., 2. Bas., İst., 1993,
s. 88.
[xxxviii]
age.,
s. 101.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder