18 Şubat 2019 Pazartesi

ALÂEDDİN ÖZDENÖREN ŞİİRİNDE ÇOCUK

I.         
Sessiz bekçisi sazlıkların
Akşam üstlerinin dağıtıcısı
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Durdur akıntısını karanlığın
Kendini yeni bir gülüşe hazırla
Yağmur göçlerine
Denizleri ağırlayan ırmaklara
Karlı ve ıssız odalara
Hazırla kendini.

Geceye sarkan gülleri devşir
Koyun seslerini biriktir avuçlarında
Taşı yorgun uykularına işçilerin
Seheri heybeleyen çocukların.
Ay yeni bir haber gibi doğsun göğsünden
Dağ  ürpersin
Toprak kabarsın
Damarlansın ağaç
Güneş zıplayarak çıksın kovuğundan.

Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Gözlerin alnın ve sevdanla düşün
Düşün ki ülkem nice uçurumlardan sonra
Kesik kesik ama hızlı
Bir orman yağmuru gibi
Dönüp duruyor içimde
Ülkem
Kanlı divana.
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Ahiboz çayının kıyısında
Kuşlar adını çığrışıyor.


Alâeddin Özdenören’in ilk bölümünü yukarıya aldığımız “Aşkı Gözleriyle” şiiri (Alaeddin Özdenören, Bütün Şiirler, Hece Yay., Ank., 2002, s. 35; yazımızdaki diğer alıntılar da bu kitaptan yapılmış-tır.) iki bölümden oluşmaktadır. Şiirde, portresi başarılı bir şekilde çerçevelenmekle birlikte, kimliği de-şifre edilmeyen bir kahraman anlatılmaktadır. Bu kahraman, “çocuk” göstergesi ile bir yandan yeniliği, zindeliği, dinamikliği işaret ederken, diğer yandan büyük ve çok yönlü bir duygu, düşünce ve hayal ortamını zihninde kurgulayıp hayata geçirebilecek “aklı”, “bilinci” ifade eder. Şair, “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk” tamlamasıyla  adlandırdığı kahramanını “sazlıkların sessiz bekçisi” gibi  “masum”, “ak-şam üstlerinin dağıtıcısı” gibi “sevdalı”, “karanlığın akıntısını” durduracak kadar “savaşçı” kılmaktadır. 

Şiirin yukarıya aldığımız ilk bölümüne tamamıyla sinen bu üçlü manzara, özellikle “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk” tekrarıyla somutlaştırılır. Ayrıca bununla yetinmez şair. Çocuğu, “yeni bir gülüşe” hazır-lanması için uyarır. Öyle ya, önünde onu bekleyen zorlu bir hayat vardır: “Kendini yeni bir gülüşe hazır-la/Yağmur göçlerine/Denizleri ağırlayan ırmaklara/Karlı ve ıssız odalara/ Hazırla kendini.”

Özdenören, kahramanını geleceğe hazırlarken sıradan bir dille hitap etmiyor ona. Eğer usta bir ku-şanıcı ve kuşatıcı olacaksa, bu çocuk, şiir dilinin üst perdesinin farkına varmalıdır. Şiirin ikinci kıtası (bendi) bu dilin zirveye çıkışı olarak burada incelenebilir: “Geceye sarkan güllerin devşir”ilmesi, “Ko-yun seslerinin” avuçlarda “biriktirilmesi”, “Seheri bekleyen çocuklar”, ayın yeni bir haber gibi çocuğun göğsünden doğması, dağın ürpermesi, toprağın kabarması, ağacın damarlanması ve en sonunda, güneşin çıldıran ve çıldırtan sevinci: “Güneş zıplayarak çıksın kovuğundan.” Birbirini takip eden ve hemen hepsi “zinde”liğe  götüren imgeleriyle şair hem dili, hem de kahramanını olağanüstü kılıyor. Böylece, “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk”, “gözleri”, “alnı” ve “sevda”sıyla düşünecek; hak edilmiş olarak da, adı övü-lecektir: “Ahiboz çayının kıyısında/ Kuşlar adını çığrışıyor.”

II.
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Geceler ağını kalbime salar
Vahşi uğultularla dolu ve soğuk
Çırpınıp duruyor ülkemde dağlar
Üstüme üstüme geliyor dağlar
Her yanım rüzgâr ve kar

Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Sendedir göçlerin getirdiği düş
Buluttan buluta dağılan gülüş
İçimde biriken kan oyuk oyuk
O hiç bitmeyecek olan yolculuk
Yaprakların arasından düşen yel
Göğüslerden boşalan sıcaklık
Geceyi yüklenmiş sular yıldızlar
Büyük yağmurlara dönüş sendedir.

Sendedir bilirim bunca çocuğun
Kendini vermesi toprağa gün gün
Ve bir kar gibi eriyen günün
Taşımak sabrını içlerinde.


Şair “Aşkı Gözleriyle”nin ikinci bölümünün ilk bendinde kendisine döner. Maruz kaldığı saldırılar vardır. Bunlar, şairin “kalb”ine doğru olup, birinci bölümde kahramanının savaşması için işaret edilen güçlerin ta kendilerinden gelmektedir. Saldırılar, onu ve gönül verdiği varlıkları olumsuz etkiler: “Gece-ler ağını kalbime salar/Vahşi uğultularla dolu ve soğuk/Çırpınıp duruyor ülkemde dağlar/üstüme üstüme geliyor dağlar/her yanım rüzgâr ve kar.”

Düşman karşı atak yapadursun, şairin kahraman çocuğu vardır: “Göçler”e bağlanan “düş” ve “Bu-luttan buluta dağılan gülüş” onun kimliğiyle iç içe geçmiştir. O, biriken kanı harekete geçirecektir. Yap-raklar onun rüzgarıyla canlanacaktır. “Göğüslerden boşalan sıcak”lıkların ve “Büyük yağmurlara dö-nüş”lerin  kaynağı onun bünyesidir.

“Çocuk” teması Özdenören şiirinde genellikle, yukarıda dile getirdiğimiz üç ayak (masum, sevdalı, savaşçı) üzerinde ve  çoğu zaman üçü bir arada karşımıza çıkar. Sözgelimi şairin “Habersiz” (s. 7) baş-lıklı şiirinde dünyaya yeni gelen bir bebeğin “karanlıklar”ın “sessiz” oyununa  karşı bekleyişi verilir. Unutmayalım, bu bekleyişin içinde “gülmek” de vardır. Yani, bir bakıma “sevda”ya ve “savaş”a hazır-lık. “Çocuk uykusunda gülüyor/ Yılların acı çığlığından habersiz/Elleriyle oynuyor karanlıklar/Sessiz sessiz.”

Çocuk, “Narin Irmaklar” (s. 13) şiirinde belli bir kimliğe bürünür. Kendi çocukluğuna yönelen şair, geleceği kurgulayan kahramanının duruşundan uzak  değildir.  Şair, “Besbelli yapayalnız bir çocuk-tum o zamanlar/ Farkındayım beni unuttuğunuzun” dizeleriyle geleceğe doğru yol alma ve onu büyüt-me seansları içinde olduğunun bilincindedir. Hele hele bu şiirin bünyesinde “Biz o zamanlar ağacı gü-rül/Kanları güneş gibi çocuklardık/Kaderin altın dünyasında yaşardık/Ve yaşardık kendi bildiğimizce.” ve “Nerde kıyınızı süsleyen güneşin çocukları/Aşkın ve inancın bahtsız çocukları” gibi dizelerin de bu-lunduğunu kaydedersek...

“Ağrı” (s. 22) şiirindeki çocuk ise, “savaş alanlarına sürülmüş erkeklerin” yerine alan “anne”lerle  birliktedir ve yine savaşçıdır: “Arayıp çocukluğunun zevrakçesini/Koyu elmas yalnızlığını/Güneş rahat-sızı/ çocukluğunun / (...) / Onlar ki tutup ellerinden/ Topraktan göğermiş elleriyle/Geniş yaprak alınları-nı/ Dayayıp süt bezlerine/ Ve bırakıp kucaklarına/ Kentin boş vitrinlerine/ Resimler çizen çocukların”...

Şair, “Güneş Donanması” (s. 26)’nda seslendiği “muhacir”e de çocukları işaret eder. Çocukları işaret eder, çünkü bu çocukların yüzleri bambaşkadır: “Haydi muhacir kalk/Önce gider susuzluğu-nu/Sonra sevgiyle uyandır çocukları/yüzlerinde yeni haberler uçuşan”.

“Yalnızlık Bir Addır” (s. 41) başlıklı şiirinde çocukluğunun ‘kırsal’ alanlarına yönelen şair, geliş-me ve genişleme düşüncesini “Ağıllardan çıkan koyunlar ve çocuklar” dizesiyle yansıtır: “Onlar kopuk kopuk uzaklaşan yalnızlıklardır/Düşüncemin dört yana saçılan sevinçleridir.”

Özdenören, “Kafkasya” (s. 48) şiirinin çocuklarına “inilti” taşıma görevi vermiştir: “Cepheden cep-heye dolaşan mektuplar gibi/barut kokulu gül kurusu içli/Ev iniltilerini taşıyan çocuk yakarışlarını/...” Zulme uğramış bir coğrafyanın çocuklarına başka ne düşebilir ki?

“Serpintiler” (s. 60) şiiri de  “Kafkasya” gibidir, yani bir ağıttır. Şair, can dostu Ramazan Dik-men’in vefatı üzerine yazdığı bu şiire “-Çocuk/Uçurunca avucundaki arıyı/Gülümsedi ve kapadı gözle-rini/sarı çiçekler açtı dudaklarında-“ dizeleriyle başlar. Görüldüğü gibi, yaşanmış olan bir ölümdür, fa-kat bu  ölümün bıraktığı ürün, yeni bir ömrü (zaferi) göstermektedir: “Çıkıp geliyorsun/Gencecik dopdo-lu ve sağlam/Elinle gözlerini gölgeleyerek/Yaşanmış olan gizli saatlerin yükünü/sıkarak avuçlarında.” Öyle ki, şiirin sonundaki “Sarının çıldıran çocuğu ey/Bil ki bu benim son yenilgim olmayacak.” dizele-rinde kullanılan “yenilgi” bile, “yengi” anlamı taşımaktadır. Benzeri bir durum “Bitmeyecek Sevgili” (s. 72) şiirinde de vardır: “Mezarlıkta saklambaç oynayan çocuklarla birlikte/Kendi mezarımı kazıyo-rum/Rüzgârla dalgalanan beyaz sakalım/Şenlik ateşi güçlü ellerimle.” Hemen belirtelim, bu şiirdeki çocuk öğretmeninden dayak yemektedir ve “sarı benizli çelimsiz”dir. Savaşkan oluşunu ise şu dizeler zirveye çıkarır: “Yine de sınırsız gücü gövdesinin/Toprağı kana boyuyor.”

“Ölebilirim” (s. 77) şiirinin “kağıttan kayıklar” yapan çocukları, ”Sayıklayış” (s. 80) ta kendi başı-na yürüyebilen ve “Zulme başkaldırmanın güzelliği”ne ortaklık yapan konumundadırlar.

“Ölüm ve Adam Kadın” (s. 82) “Ölüm eriğini pazaryerlerinde/ Satarım geceleri/Sessiz bıyıklı bir satıcıyım.” dizeleriyle başlar. Yüzü ölüme ve ölüm ötesine  dönük olan bu şiirde çocuk, bir kıyamet ha-bercisidir: “Kadın dedi:/Çocuklarımız sakallı doğdu/Kentin sularında boğuldu/Sular karardı yalnızlığı-mızdan.”

Şair “Visal” (s. 87) de bir ikindi yağmuru vaktinde sessiz ve sakin bir şekilde yorgun askerlerle ge-len ve mutluluk getiren kutlu ve muhayyel “kuvvetler”i çocuklarla da irtibatlandırır. Bunlar, daha ilk hamlelerinde “çocukları yokla”mışlar, belki de onlardan da güç alarak yollarına devam etmişler, getir-diklerini öyle getirebilmişlerdir. Zira, bu şiirin hemen ardından gelen “Kalanlar” (s. 89) şiirinde de ka-lıcılığı ilk belirtilen unsurlar arasında çocuklar vardır: “Gökte bulutla oynayan çocuk/Öksesine yıldız ça-kan melek kalır.”

Özdenören, “Anış” (s. 92) şiirinde boynu bükük bir çocuk suretiyle sarsar bizi. Bu sarsma etkinliği klâsik şiirimizin “lâle” mazmunuyla gerçekleştirilir. Kişilik kazandırılan “lâle”, çocuğun boynuna “vuru-lan” olarak tavsif edilmiş. Lâlenin “vurul”ması boşuna değildir. Biraz ileride, bu boyundan da güç alan “Şafak yontucular” “Ellerinde sevinç mızrakları” ile doğrulacaklardır. Bu çocuklar, “Şiir geldi çarptı mutlak/İçerimin denizine/Çocuklar yakın çocuklar uzak/Bürünerek ölümün sessizliğini/ Yürüdüler üzeri-ne.” dizeleriyle  başlayan “Yalnızlığımızdır” (s. 99) şiirinde de üretken bir unsur olarak tasavvur edil-mişlerdir.

Alaeddin Özdenören’in “Kayalardan Akan” (s. 110), “Kerem’e Ağıt” (s. 111),  “Kerem’in Çan-tası” (s. 114),  “Hasret” (s. 118) şiirlerindeki  çocuk, öznel bir niteliğe bürünerek “çocuk-oğul” kimliği-ne dönüşür. Bununla birlikte, yine büyük bir güç kaynağıdır: “Güzel çocuk elveda/Karşımda yükselen dağ/Kalbe atılan ağ/Ve ordusuyla Taha/Geliyor geliyor bir daha.” (Hasret’ten)

“Masum” çocuğun Özdenören şiirindeki en somut görüntüsü “Yürüyen Dünya” (s. 120) da karşı-mıza çıkar: “Soluk sarı kumaş parçalarıyla donatılmış/Yüzünden akan gülümseme/Hançerle kazınmış/ Gözlerinin feri sönmüş/ Derisi kemikleşmiş/Şu büyük kentin aç çocuğu” dizeleri, hemen arkadan gelen ve finali oluşturan iki dizeyle “yelkenler dolusu sevinç”e ve “seller” göstergesinin bünyesinde “zafer” hamlesine dönüşmektedir: “Vurdumduymaz sellerle/Kaç sayı çıkarsak çıkalım.”

Şair, “Kokulu Dumanlar” (s. 127) da kendisini “öksüz çocuklar”la aynîleştirirken, “İskilipli Atıf Hocam” (s. 129) şiirinde İskilipli Atıf Hoca’yı “gurbet sularının” çocuğu olarak anar. Bu çocuğun “ateşleyici” özünü ve şiire yansıyışını ise belirtmeye gerek yok.

“Büyütme Fırını” (s. 132) nda kendisine görev verilen öğrenci çocuk da aynı yolda yürümekte, anbean siyaha karşı savaşmaktadır. Bu çerçeve içinde şu dizeler öne çıkmaktadır:“... Tam aradığım gibi/Siyah yüzeyin üstünde/Önlüğünden kurtulmak istiyen çocuk/Teneffüse çıktı/Sonuç yüz güldürücü...” “Denizin sokak çocukları martıları küçümsediler” “Kocaman bir sevinç ve/ Bu sevinci ne yapacağını bilemeyen önlüksüz çocuk/Süleyman’ın tahtı üzerinde ceset/ Hikmet ki kalbine yayılsın.” “Bozgun” (s. 137) şiirinin çocukları da bu çerçevede ele alınabilir: “Elleri balonlu ve kâğıt düdüklü çocukların evleri-ne/O ânda dağılıveren küçük seslere bölünen çocukların/ NASIL DA saldırıyorlar yuvarlana yuvarlana gelen AY’A”.

Son olarak, “Büyük Doğu” (s. 141) şiirine bakıyoruz: “Sevgili perçemin yüzüme düştü/Kalbimin en derin yerine düştü/ Sabah yıldızı da döndü dolaştı/Kimsesiz çocuklar evine düştü.” Sevgilinin perçemi ile sabah yıldızı. Birisi şairin kalbine, diğeri çocukların evine düşüyor. İşte “Büyük Doğu”nun hayat bula-cağı damarlardan ikisi...

“Aşkı Gözleriyle” şiirinden yola çıkarak geldiğimiz bu noktada, Özdenören şiirindeki çocuk mef-humunun görüntüsü yeterince gözler önüne serilmiştir kanaatindeyiz. Sözü, “Aşkı Gözleriyle”nin bitiş dizeleriyle bağlayalım: “Sendedir bilirim bunca çocuğun/ kendini vermesi toprağa gün gün/Ve bir kar gibi eriyen günün/Taşımak sabrını içlerinde.”

Hiç yorum yok: