Sessiz bekçisi sazlıkların
Akşam üstlerinin dağıtıcısı
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Durdur akıntısını karanlığın
Kendini yeni bir gülüşe hazırla
Yağmur göçlerine
Denizleri ağırlayan ırmaklara
Karlı ve ıssız odalara
Hazırla kendini.
Geceye sarkan gülleri devşir
Koyun seslerini biriktir avuçlarında
Taşı yorgun uykularına işçilerin
Seheri heybeleyen çocukların.
Ay yeni bir haber gibi doğsun göğsünden
Dağ ürpersin
Toprak kabarsın
Damarlansın ağaç
Güneş zıplayarak çıksın kovuğundan.
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Gözlerin alnın ve sevdanla düşün
Düşün ki ülkem nice uçurumlardan sonra
Kesik kesik ama hızlı
Bir orman yağmuru gibi
Dönüp duruyor içimde
Ülkem
Kanlı divana.
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Ahiboz çayının kıyısında
Kuşlar adını çığrışıyor.
Alâeddin Özdenören’in ilk bölümünü yukarıya aldığımız “Aşkı Gözleriyle”
şiiri (Alaeddin Özdenören, Bütün Şiirler, Hece Yay., Ank., 2002, s. 35;
yazımızdaki diğer alıntılar da bu kitaptan yapılmış-tır.) iki bölümden
oluşmaktadır. Şiirde, portresi başarılı bir şekilde çerçevelenmekle birlikte,
kimliği de-şifre edilmeyen bir kahraman anlatılmaktadır. Bu kahraman, “çocuk”
göstergesi ile bir yandan yeniliği, zindeliği, dinamikliği işaret ederken,
diğer yandan büyük ve çok yönlü bir duygu, düşünce ve hayal ortamını zihninde
kurgulayıp hayata geçirebilecek “aklı”, “bilinci” ifade eder. Şair, “Aşkı
gözleriyle ağartan çocuk” tamlamasıyla
adlandırdığı kahramanını “sazlıkların sessiz bekçisi” gibi “masum”, “ak-şam üstlerinin dağıtıcısı” gibi
“sevdalı”, “karanlığın akıntısını” durduracak kadar “savaşçı” kılmaktadır.
Şiirin yukarıya aldığımız ilk bölümüne tamamıyla sinen bu üçlü manzara,
özellikle “Aşkı gözleriyle ağartan çocuk” tekrarıyla somutlaştırılır. Ayrıca
bununla yetinmez şair. Çocuğu, “yeni bir gülüşe” hazır-lanması için uyarır.
Öyle ya, önünde onu bekleyen zorlu bir hayat vardır: “Kendini yeni bir gülüşe
hazır-la/Yağmur göçlerine/Denizleri ağırlayan ırmaklara/Karlı ve ıssız odalara/
Hazırla kendini.”
Özdenören, kahramanını geleceğe hazırlarken sıradan bir dille hitap etmiyor
ona. Eğer usta bir ku-şanıcı ve kuşatıcı olacaksa, bu çocuk, şiir dilinin üst
perdesinin farkına varmalıdır. Şiirin ikinci kıtası (bendi) bu dilin zirveye
çıkışı olarak burada incelenebilir: “Geceye sarkan güllerin devşir”ilmesi,
“Ko-yun seslerinin” avuçlarda “biriktirilmesi”, “Seheri bekleyen çocuklar”,
ayın yeni bir haber gibi çocuğun göğsünden doğması, dağın ürpermesi, toprağın
kabarması, ağacın damarlanması ve en sonunda, güneşin çıldıran ve çıldırtan
sevinci: “Güneş zıplayarak çıksın kovuğundan.” Birbirini takip eden ve hemen
hepsi “zinde”liğe götüren imgeleriyle
şair hem dili, hem de kahramanını olağanüstü kılıyor. Böylece, “Aşkı gözleriyle
ağartan çocuk”, “gözleri”, “alnı” ve “sevda”sıyla düşünecek; hak edilmiş olarak
da, adı övü-lecektir: “Ahiboz çayının kıyısında/ Kuşlar adını çığrışıyor.”
II.
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Geceler ağını kalbime salar
Vahşi uğultularla dolu ve soğuk
Çırpınıp duruyor ülkemde dağlar
Üstüme üstüme geliyor dağlar
Her yanım rüzgâr ve kar
Aşkı gözleriyle ağartan çocuk
Sendedir göçlerin getirdiği düş
Buluttan buluta dağılan gülüş
İçimde biriken kan oyuk oyuk
O hiç bitmeyecek olan yolculuk
Yaprakların arasından düşen yel
Göğüslerden boşalan sıcaklık
Geceyi yüklenmiş sular yıldızlar
Büyük yağmurlara dönüş sendedir.
Sendedir bilirim bunca çocuğun
Kendini vermesi toprağa gün gün
Ve bir kar gibi eriyen günün
Taşımak sabrını içlerinde.
Şair “Aşkı Gözleriyle”nin ikinci bölümünün ilk bendinde kendisine döner.
Maruz kaldığı saldırılar vardır. Bunlar, şairin “kalb”ine doğru olup, birinci
bölümde kahramanının savaşması için işaret edilen güçlerin ta kendilerinden
gelmektedir. Saldırılar, onu ve gönül verdiği varlıkları olumsuz etkiler:
“Gece-ler ağını kalbime salar/Vahşi uğultularla dolu ve soğuk/Çırpınıp duruyor
ülkemde dağlar/üstüme üstüme geliyor dağlar/her yanım rüzgâr ve kar.”
Düşman karşı atak yapadursun, şairin kahraman çocuğu vardır: “Göçler”e
bağlanan “düş” ve “Bu-luttan buluta dağılan gülüş” onun kimliğiyle iç içe
geçmiştir. O, biriken kanı harekete geçirecektir. Yap-raklar onun rüzgarıyla
canlanacaktır. “Göğüslerden boşalan sıcak”lıkların ve “Büyük yağmurlara
dö-nüş”lerin kaynağı onun bünyesidir.
“Çocuk” teması Özdenören şiirinde genellikle, yukarıda dile getirdiğimiz üç
ayak (masum, sevdalı, savaşçı) üzerinde ve
çoğu zaman üçü bir arada karşımıza çıkar. Sözgelimi şairin “Habersiz”
(s. 7) baş-lıklı şiirinde dünyaya yeni gelen bir bebeğin “karanlıklar”ın
“sessiz” oyununa karşı bekleyişi
verilir. Unutmayalım, bu bekleyişin içinde “gülmek” de vardır. Yani, bir bakıma
“sevda”ya ve “savaş”a hazır-lık. “Çocuk uykusunda gülüyor/ Yılların acı
çığlığından habersiz/Elleriyle oynuyor karanlıklar/Sessiz sessiz.”
Çocuk, “Narin Irmaklar” (s. 13) şiirinde belli bir kimliğe bürünür. Kendi
çocukluğuna yönelen şair, geleceği kurgulayan kahramanının duruşundan uzak değildir.
Şair, “Besbelli yapayalnız bir çocuk-tum o zamanlar/ Farkındayım beni
unuttuğunuzun” dizeleriyle geleceğe doğru yol alma ve onu büyüt-me seansları
içinde olduğunun bilincindedir. Hele hele bu şiirin bünyesinde “Biz o zamanlar
ağacı gü-rül/Kanları güneş gibi çocuklardık/Kaderin altın dünyasında
yaşardık/Ve yaşardık kendi bildiğimizce.” ve “Nerde kıyınızı süsleyen güneşin
çocukları/Aşkın ve inancın bahtsız çocukları” gibi dizelerin de bu-lunduğunu
kaydedersek...
“Ağrı” (s. 22) şiirindeki çocuk ise, “savaş alanlarına sürülmüş erkeklerin”
yerine alan “anne”lerle birliktedir ve
yine savaşçıdır: “Arayıp çocukluğunun zevrakçesini/Koyu elmas
yalnızlığını/Güneş rahat-sızı/ çocukluğunun / (...) / Onlar ki tutup
ellerinden/ Topraktan göğermiş elleriyle/Geniş yaprak alınları-nı/ Dayayıp süt
bezlerine/ Ve bırakıp kucaklarına/ Kentin boş vitrinlerine/ Resimler çizen
çocukların”...
Şair, “Güneş Donanması” (s. 26)’nda seslendiği “muhacir”e de çocukları
işaret eder. Çocukları işaret eder, çünkü bu çocukların yüzleri bambaşkadır:
“Haydi muhacir kalk/Önce gider susuzluğu-nu/Sonra sevgiyle uyandır
çocukları/yüzlerinde yeni haberler uçuşan”.
“Yalnızlık Bir Addır” (s. 41) başlıklı şiirinde çocukluğunun ‘kırsal’
alanlarına yönelen şair, geliş-me ve genişleme düşüncesini “Ağıllardan çıkan
koyunlar ve çocuklar” dizesiyle yansıtır: “Onlar kopuk kopuk uzaklaşan
yalnızlıklardır/Düşüncemin dört yana saçılan sevinçleridir.”
Özdenören, “Kafkasya” (s. 48) şiirinin çocuklarına “inilti” taşıma görevi
vermiştir: “Cepheden cep-heye dolaşan mektuplar gibi/barut kokulu gül kurusu
içli/Ev iniltilerini taşıyan çocuk yakarışlarını/...” Zulme uğramış bir
coğrafyanın çocuklarına başka ne düşebilir ki?
“Serpintiler” (s. 60) şiiri de
“Kafkasya” gibidir, yani bir ağıttır. Şair, can dostu Ramazan Dik-men’in
vefatı üzerine yazdığı bu şiire “-Çocuk/Uçurunca avucundaki arıyı/Gülümsedi ve
kapadı gözle-rini/sarı çiçekler açtı dudaklarında-“ dizeleriyle başlar.
Görüldüğü gibi, yaşanmış olan bir ölümdür, fa-kat bu ölümün bıraktığı ürün, yeni bir ömrü (zaferi)
göstermektedir: “Çıkıp geliyorsun/Gencecik dopdo-lu ve sağlam/Elinle gözlerini
gölgeleyerek/Yaşanmış olan gizli saatlerin yükünü/sıkarak avuçlarında.” Öyle
ki, şiirin sonundaki “Sarının çıldıran çocuğu ey/Bil ki bu benim son yenilgim
olmayacak.” dizele-rinde kullanılan “yenilgi” bile, “yengi” anlamı
taşımaktadır. Benzeri bir durum “Bitmeyecek Sevgili” (s. 72) şiirinde de
vardır: “Mezarlıkta saklambaç oynayan çocuklarla birlikte/Kendi mezarımı
kazıyo-rum/Rüzgârla dalgalanan beyaz sakalım/Şenlik ateşi güçlü ellerimle.”
Hemen belirtelim, bu şiirdeki çocuk öğretmeninden dayak yemektedir ve “sarı
benizli çelimsiz”dir. Savaşkan oluşunu ise şu dizeler zirveye çıkarır: “Yine de
sınırsız gücü gövdesinin/Toprağı kana boyuyor.”
“Ölebilirim” (s. 77) şiirinin “kağıttan kayıklar” yapan çocukları,
”Sayıklayış” (s. 80) ta kendi başı-na yürüyebilen ve “Zulme başkaldırmanın
güzelliği”ne ortaklık yapan konumundadırlar.
“Ölüm ve Adam Kadın” (s. 82) “Ölüm eriğini pazaryerlerinde/ Satarım
geceleri/Sessiz bıyıklı bir satıcıyım.” dizeleriyle başlar. Yüzü ölüme ve ölüm
ötesine dönük olan bu şiirde çocuk, bir
kıyamet ha-bercisidir: “Kadın dedi:/Çocuklarımız sakallı doğdu/Kentin sularında
boğuldu/Sular karardı yalnızlığı-mızdan.”
Şair “Visal” (s. 87) de bir ikindi yağmuru vaktinde sessiz ve sakin bir
şekilde yorgun askerlerle ge-len ve mutluluk getiren kutlu ve muhayyel “kuvvetler”i
çocuklarla da irtibatlandırır. Bunlar, daha ilk hamlelerinde “çocukları
yokla”mışlar, belki de onlardan da güç alarak yollarına devam etmişler,
getir-diklerini öyle getirebilmişlerdir. Zira, bu şiirin hemen ardından gelen
“Kalanlar” (s. 89) şiirinde de ka-lıcılığı ilk belirtilen unsurlar arasında
çocuklar vardır: “Gökte bulutla oynayan çocuk/Öksesine yıldız ça-kan melek
kalır.”
Özdenören, “Anış” (s. 92) şiirinde boynu bükük bir çocuk suretiyle sarsar
bizi. Bu sarsma etkinliği klâsik şiirimizin “lâle” mazmunuyla gerçekleştirilir.
Kişilik kazandırılan “lâle”, çocuğun boynuna “vuru-lan” olarak tavsif edilmiş.
Lâlenin “vurul”ması boşuna değildir. Biraz ileride, bu boyundan da güç alan
“Şafak yontucular” “Ellerinde sevinç mızrakları” ile doğrulacaklardır. Bu
çocuklar, “Şiir geldi çarptı mutlak/İçerimin denizine/Çocuklar yakın çocuklar
uzak/Bürünerek ölümün sessizliğini/ Yürüdüler üzeri-ne.” dizeleriyle başlayan “Yalnızlığımızdır” (s. 99) şiirinde
de üretken bir unsur olarak tasavvur edil-mişlerdir.
Alaeddin Özdenören’in “Kayalardan Akan” (s. 110), “Kerem’e Ağıt” (s.
111), “Kerem’in Çan-tası” (s. 114), “Hasret” (s. 118) şiirlerindeki çocuk, öznel bir niteliğe bürünerek
“çocuk-oğul” kimliği-ne dönüşür. Bununla birlikte, yine büyük bir güç
kaynağıdır: “Güzel çocuk elveda/Karşımda yükselen dağ/Kalbe atılan ağ/Ve
ordusuyla Taha/Geliyor geliyor bir daha.” (Hasret’ten)
“Masum” çocuğun Özdenören şiirindeki en somut görüntüsü “Yürüyen Dünya” (s.
120) da karşı-mıza çıkar: “Soluk sarı kumaş parçalarıyla donatılmış/Yüzünden
akan gülümseme/Hançerle kazınmış/ Gözlerinin feri sönmüş/ Derisi kemikleşmiş/Şu
büyük kentin aç çocuğu” dizeleri, hemen arkadan gelen ve finali oluşturan iki
dizeyle “yelkenler dolusu sevinç”e ve “seller” göstergesinin bünyesinde “zafer”
hamlesine dönüşmektedir: “Vurdumduymaz sellerle/Kaç sayı çıkarsak çıkalım.”
Şair, “Kokulu Dumanlar” (s. 127) da kendisini “öksüz çocuklar”la
aynîleştirirken, “İskilipli Atıf Hocam” (s. 129) şiirinde İskilipli Atıf
Hoca’yı “gurbet sularının” çocuğu olarak anar. Bu çocuğun “ateşleyici” özünü ve
şiire yansıyışını ise belirtmeye gerek yok.
“Büyütme Fırını” (s. 132) nda kendisine görev verilen öğrenci çocuk da aynı
yolda yürümekte, anbean siyaha karşı savaşmaktadır. Bu çerçeve içinde şu
dizeler öne çıkmaktadır:“... Tam aradığım gibi/Siyah yüzeyin üstünde/Önlüğünden
kurtulmak istiyen çocuk/Teneffüse çıktı/Sonuç yüz güldürücü...” “Denizin sokak
çocukları martıları küçümsediler” “Kocaman bir sevinç ve/ Bu sevinci ne
yapacağını bilemeyen önlüksüz çocuk/Süleyman’ın tahtı üzerinde ceset/ Hikmet ki
kalbine yayılsın.” “Bozgun” (s. 137) şiirinin çocukları da bu çerçevede ele
alınabilir: “Elleri balonlu ve kâğıt düdüklü çocukların evleri-ne/O ânda
dağılıveren küçük seslere bölünen çocukların/ NASIL DA saldırıyorlar yuvarlana
yuvarlana gelen AY’A”.
Son olarak, “Büyük Doğu” (s. 141) şiirine bakıyoruz: “Sevgili perçemin
yüzüme düştü/Kalbimin en derin yerine düştü/ Sabah yıldızı da döndü
dolaştı/Kimsesiz çocuklar evine düştü.” Sevgilinin perçemi ile sabah yıldızı.
Birisi şairin kalbine, diğeri çocukların evine düşüyor. İşte “Büyük Doğu”nun
hayat bula-cağı damarlardan ikisi...
“Aşkı Gözleriyle” şiirinden yola çıkarak geldiğimiz bu noktada, Özdenören
şiirindeki çocuk mef-humunun görüntüsü yeterince gözler önüne serilmiştir
kanaatindeyiz. Sözü, “Aşkı Gözleriyle”nin bitiş dizeleriyle bağlayalım:
“Sendedir bilirim bunca çocuğun/ kendini vermesi toprağa gün gün/Ve bir kar
gibi eriyen günün/Taşımak sabrını içlerinde.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder