Kitab-ı Mukaddes, İlhan Berk’in kaynaklardan birisidir. El Yazılarına
Vuruyor Güneş adlı kitabında yer alan “Kutsal Betik” adlı yazısında bu
kaynaktan nasıl faydalandığını hayranlıkla anlatır.
Bu bağlamda 13 Eylül 1955 tarihinde yazılmış bir günlük metni de oldukça
önemlidir: “Hemen hemen bütün bir hafta
Kutsal Kitabı bir onu okudum. Bu kez Türkçesinden okudum. Bir deftere sevdiğim
yerleri de yazdım. (…) İncil, büyük, çok büyük bir kitap. Bir destan biçimi
var. Serüvenleri, kişileri, dili, anlatısı bunu iyice duyuruyor. Büyük bir
yapıt bence. Şimdi onbeş yıl oluyor, biçimi, ilk biçimi sarmıştı beni. Onun
biçimi bana güven verir.”
İlhan Berk, Şairin Toprağı adlı kitabındaki “Bir Ulunun Yaşamı Üstüne
Konuşmalar” başlıklı tafsilatlı yazısında ise aynı hususu şöyle dile
getirir:“Bir zamanlar Kutsal Betik’in diline, anlatışına vuruldum, elimden uzun
yıllar bırakmadım onu. Galile Denizi’nin dili aşağı yukarı onunla kuruldu
diyebilirim.”
Kitab-ı Mukaddes gibi, Hıristiyanlığın bir başka simgesi kilise de İlhan
Berk’in mensur eserlerinde büyük yer tutar. Sözgelimi Kanatlı At adlı kitabında
yer alan ve 1992’de Orhan Koçak tarafından yapılan bir mülakatta, Saint
Antuan’ın Güvercinleri şiirini yazarken izlediği metodu anlatır ve “Saint
Antuan’ın Güvercinleri’ni yazarken kiliseye gittim, oralarda dolaştım. Benim
için çok değişikti.” der.
El Yazılarına Vuruyor Güneş dikkatle incelendiğinde, bir kiliseler
geçidiyle karşılaşırsınız. Kiliselerle birlikte Hz. İsa, kardinaller, papazlar,
mum yakmalar ve başka ritüeller…
Sözgelimi, 12 Nisan 1964 tarihli günlüğünde, Fransa’nın Ortaçağ’dan kalma
unsurları bulunan Avignon’dadır şair. Burada Papalar Şatosu’nun mimari yapısına
dikkat kesilen İlhan Berk, sözü
papalara, şatolara, kiliselere ve başka şeylere getirir: “Ben yalnız krallar,
beyler, derebeyleri korkar sanırdım. Papaların da korktuğunu Papalar şatosunu
gördükten sonra anladım. (…) Dünyanın beş büyük Papası yan yana yatıyordu. Beş
Papanın yüzlerine baktım. En çok V. Clément’ı, Jean’ı sevdim. Dünyanın en güzel
freskleri burada.” İlhan Berk, “Papa”
edebiyatına aynı tarihli (12 Nisan) bir diğer günlüğünde de devam eder.
İlhan Berk, 6 Haziran 1964 tarihli günlüğünde bu kez bir Yunan
kilisesindedir. Orada tuttuğu günlükten bahseder. Fakat şair önce bir
kardinalin vaazını dinlemiştir. 1969’da ise bu kez Yugoslovya’da bir kiliseyi
ziyaret etmiştir: “16 Nisan, Dubrovnik” tarihli günlüğünde kilise ziyaretini
şöyle anlatır: “Saat 08.00. İlk kiliseye girdim, Place’e bakıyor. (…) Dipte bir
yer bulup oturuyorum. Bakıyorum; temiz ve aydınlık bir kilise.” Dubrovnik’teki
kiliseleri anlatımı 17 Nisan’da da sürer: “Bir tepeden Dubrovnik’e bakıyorum.
Surları, burçları, mazgalları, kiliseleri, çatıları, cânım çatıları görüyorum.
(…) St-Blaise kilisesine giriyorum. İnce iki sarı mum alıp yakıyorum.” “Roma, 1969” başlığı altındaki günlüğünde de kilise ve
papazlara geniş yer ayırmıştır İlhan Berk
.
İlhan Berk’in kiliseleri sadece yurtdışından değildir. 1977’nin 23
Kasım’ında “Ezra Pound” başlığı altında günlüğünde Bodrum’daki küçük bir
kiliseden bahsederken orada nasıl çalıştığını şevkle anlatır: “Halikarnassos’un
Meteoroloji tepesindeki küçük kilisede çalışmaya gittim. Rumlardan kalan küçük
bir kilise bu. Nusret Baban, oteli kilisenin bulunduğu yere kurdururken, onu
yıktırmadı, olduğu gibi onartıp korudu. Ben bu küçük kiliseyi çok seviyorum;
onun için de içini boyamaya başladım. Hem ben kiliseleri hep sevmişimdir.
Yabancı ülkelerde görmek istediğim yerler ilkin eski mahallelerde kiliseler
olmuştur hep. Girdiğim her kilisede de bir mum yakar öyle çıkarım. Bu yaz
başladım kiliseyi resimlemeye. Birçok kilise resimlerini inceledim. (…) Böyle
başladım bu işe. Şimdiye değin çarmıhtaki İsa’yla bir aziz, bir havari, bir
melek resmi yaptım. (…) Havalar elverdikçe yazmak da elimden tutmadıkça, dahası
sıkıldıkça sürdürmek istiyorum bu işi.”
İlhan Berk’in kiliselerle ilgili anlatımları, onun hayallerindeki meslekle
de uyum içindedir. Bunu, İnferno adlı kitabında yer alan ve “Bir Soruşturmaya
Yanıt” başlığı altında sunulan tabloda görebiliriz. Tevfik Fikret’le İlhan
Berk’in bazı konulardaki mukayeselerinden oluşan tablo oldukça dikkat
çekicidir. Burada “Hülya-ı saadetim”
maddesinin karşısında Fikret’in cevabı “Ayestefanos’ta bir küçük ev (Planı
cebimde)” şeklinde kaydedilmişken, İlhan
Berk’in cevabı “Bir keşiş hayatı”
şeklindedir.
Artistik bir yaklaşımla olsa da, keşiş hayatı yaşamak içinde bir ukde
olarak yaşayan İlhan Berk, İstanbul’un bazı semtleri bağlamında, yaşadığı
coğrafyanın İslâm öncesi dönemlerini de tahassürle yâd etmektedir. Kanatlı At
kitabında yer alan bir mülakatta şunları söyler: “Galata ile Pera bir kentin
(Fethedilmeyen İstanbul’un) çizgi dışı bir topografyasıdır. (…) Öte yandan,
‘anlamsal düzeyde’ ise bir imparatorluğun (haraç ve talan imparatorluğunun) çok
özel bir tarih kesitidir de bu. Bu anlamda siyasal, toplumsal bir topografya da
çizer. Ben hem Galata’ya hem de Pera’ya daha çok bu gözle baktım. Özeklikle de
İstanbul’un ayrıcalıklı bir bölgesi gibi görmekte direndim. (…) Pera bir
azınlık kalesidir çünkü.” İlhan Berk’in fetih ve sonrası İstanbul’dan ziyade
“ilk İstanbul”a sahip çıkar bir görünüm sergilemesi, dünyasıyla ilgili ipuçları
önemli ipuçları vermektedir.
Peki, Hıristiyanlık mefhumlarıyla ve özellikle de kiliseyle bağı oldukça
sağlam olan İlhan Berk’in camiyle irtibatı nedir? Bunu bir ölüm hadisesi
üzerinden inceleyebiliriz. İlhan Berk, El Yazılarına Vuruyor Güneş’teki “7
Aralık” (1977) tarihli günlüğüne “Sait Kaptan” başlığını atar. Bu başlık
altında arkadaşı Sait Kaptan’ın vefatından bahseder. Şair, cenazeye
katılmıştır. Fakat cami kapısına kadar: “Sait Kaptan’ın tabutuyla ben camiye
değin gittim. Camiye gelince de ayrıldım. Sanki işim bu kadarmış gibi. Sevgili
Sait Kaptan!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder