25 Şubat 2019 Pazartesi

EDİP CANSEVER'DE EDEBİYAT GELENEĞİ

Edip Cansever (1928-1986), geleneği reddetme veya ondan faydalanmama hususlarında genellikle Ece Ayhan’la birlikte anılır, hatta daha olumsuz bir örnek olarak gösterilir.[1] Fakat bu yaklaşımların tersine, Vecihi Timuroğlu, Edip Cansever’in gelenekle bağlantılı olduğu bir yönünden söz eder. Şairin Oteller Kenti’ni değerlendiren Timuroğlu, onun bu kitapla, edebî sanatlar açısından “Türk şiirinin deneyimlerine de saygılı[2] bir nitelik sergilediğini söyler. Benzeri bir yargıyı, şairin “Petrol”ünü inceleyen Asım Bezirci de belirtir. Cansever bu kitabında sadece kendi geçirdiği denemelerden faydalanmakla kalmadığını, ‘şiir geleneğimizin getirdiği araçlardan, kolaylıklardan da’ faydalandığını belirten Bezirci, onun “Şiirimizde eskiden beri büyük yeri olan ses, uyak, ölçü düzenlerine, ‘edebî sanatlar’a,  hatta rhetorique’e baş vur”duğunu söyler.[3]

Cansever’in şiir geleneğiyle ilgisi hakkında Mehmet Salihoğlu’nun tanıklığı daha ilginçtir: “Cansever gibi  yeni şiirimizin bir ustasıyla saatlerce birbirimize divan şiirinden, Yahya Kemâl’de, Haşim’den dizeler okuyarak coşup taştığımız olmuştur. Ve dostumun, ‘bunların zevkine varamayan genç ozanlara ben ozan bile demem’ dediğini kulaklarımla duymuşumdur.[4]

Cansever’in Bakışı
Edip Cansever’in geleneğe dair görüşlerini 1962’de yayınlanan “Soyut Somut” başlıklı yazısında toplu olarak görme imkânımız vardır. Şair bu yazıda, ‘ortak bir düzen’, ‘örgensel (organik) bütünlük’, ‘gelenek’ gibi kavramlarla konuyla ilgili düşüncelerini anlatmaya çalışır.

Yazısında, “Şiiri şiirden soyutlamak mümkün müdür? Yani ilk günden bugüne dek yazılmış şiirlerle ortak bir düzen kurulmuştur da, bu düzenin dışında kalabilen şiirler olmuş mudur? Olmuşsa, bunlar canlılıklarını, etkinliklerini, işlevlerini sürdürebilmişler midir?” gibi sorularla konuyu açan şair kendisini, “Yıkıcı bir şiir akımı bile yıktığı değerlerle beslenmek, geride bıraktığı dil, biçim, yapı özelliklerini kaynak yaparak güçlenmek  zorundadır.” diye cevaplandırır.  Cansever, şiir tarihi içinde kendisine yer edinen, asırlar boyu akıp gelebilen, değerini kaybetmeden varlığını sürdüren ‘bütün şiirlerin, canlı, yaşaması olan örgensel (organik) bir bütünlük’le  bağlılıkları olduğunu savunur. Şair, şiirin varlığını, öncelikle bu organik bütünlüğe bağlar. Cansever bunu “Şiirler şiirlere eklenerek, dil, yapı v.b. bakımından nasıl bir düzen yaratıyorlarsa; çeşitli şiirlerdeki çeşitli öğeler de, duygular, düşünürler de birbirleriyle kaynaşıp çözülerek bu düzenle çakışırlar. Örneğin daha önceki dönemlerde yazılmış bir şiirin anlamını, bugün için küçümseyebiliriz ama, o anlamdan koptuğumuzu, hiç mi hiç etkilenmediğimizi söyleyemeyiz” şeklindeki açıklamalarla anlaşılır kılmaya çalışır. Çünkü şairler sadece yeni duygular, yeni heyecanlar peşine düşmezler. “Onların gerçek çabaları,  kamusal duyguya, kamusal isterlere bir yön vermek, buna bir çeşitlilik, yeni bir biçim, en önemlisi de yeni bir kişilik kazandırmaktır.  Şair, ‘Örgensel (organik) bütünlük’ diye tanımladığı geleneği, ‘dural bir ortam’ olmaktan çok, süreklilik ve hareketlilik taşıyan bir gerçeklik olarak görür. “Çünkü sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya da düzeltip değerlendirirler. Başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya  tükenip yerini boşaltır, ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir”. Cansever, ‘belli bir şiir düzeninde yer almamış, geleneğinden kopuk’ şiirleri  soyut şiirler kategorisine katarak görüşlerini bağlar.[5]

Cansever’in gelenekle ilgili olarak doğrudan doğruya beyan ettiği görüşler, bir mülakatta söylediklerinden oluşur. Bazı şairlerin ‘ulusal şiir geleneğinden kopuk tutumları’yla ilgili olarak Metin Eloğlu’nun sorduğu soruya, Edip Cansever, “Kendi şiir geleneğini yadsıyan bir ozanın, ozanlığı nasıl ve nereden edindiğini, nereye kadar sürdürebileceğini kestiremem. Bu gibi kimseler geniş bir ün de yapmış olsalar, önemi yok, bence. Bulguya (icat)  aktarmaya dayanan bütün ünler gibi geçicidir bu da. Şiirleriyse, genel çizgide bir şiir ortamının dışında kalan cansız, renksiz şiirler olmalıdır, diyeceğim. Gerçek ozan her şeyden önce tarihini, kültürünü, içinde yaşadığı toplumun koşullarını bilmek; sonra da bütün bunların, çeşitli dönemlerde yazılmış şiirlerdeki yansılarını, yani dilinin işlenişini, inceliklerini, etki alanlarını izlemek, kavramak zorundadır.[6] şeklinde cevap vererek gelenek hakkındaki görüşlerini somutlaştırır. Hemen ardından, Metin Eloğlu’nun, “Bizim bir şiir geleneğimiz var mı?” şeklindeki kışkırtıcı sorusunu ise şu kesin cevapla karşılar: “Olmaz olur mu, var elbette.. Daha çok biçimci bir şiir geleneğimiz var bizim. Örneğin Divan şiiri... Bu ozanlar belli bir dünya görüşünden, özel bir düşünce ve duygu biçiminden yoksun oldukları halde, dil özenleri, dilin bütün olanaklarını kullanmaları, mazmunlara düşkünlükleriyle şiiri bir marifet durumuna getirmeleri, bugün bile şiirimizin belli bir özelliği olarak yaşamaktadır.” Metin Eloğlu’nun Halk şiirinin gelenek bağındaki yeriyle ilgili bir sorusuna da “Halk şiirinin, halkın diline daha bir yaklaşık olmaktan başka bir niteliği ya da ayrıcalığı yok, bence. Bu durum, yani öz dile bağlılık, Halk şiirinin yaşama da daha bir bağlı olduğu sanısını uyandırıyor. Değil öyle! Hatta Halk ozanlarının, Divan ozanlarının etkisinde kaldıkları bile söylenebilir: Bugünkü iyimser yorumlar, aşırı hayranlıklar bir yana bırakılırsa, halkla Halk ozanı öylesine kaynaşmışlar ki şiir kolektif bir iş oluvermiş; yani yaşama bağlılık, pek de ozanca aktarılmamış günümüze. Bu bakımdan Halk şiirinin, Divan şiirinden daha fazla bir etkisi olmuştur, denemez.” şeklinde bir cevap verir ve ikisini de ‘gelenek zincirinin halkaları’ içinde görür: “Genel olarak Divan şiiri, daha bir şiir, daha bir şiir niteliği taşıyor, diyeceğim ben. Ama Halk şiirinin de birtakım etkileri olmuştur bizlere. İstesek de, istemesek de bu etkileri silmeye gücümüz yetmez.[7]

Divan şiirinin gelenek içindeki ağırlığını öne çıkaran Edip Cansever, “Düşünce Şiiri” başlıklı makalesinde de Divan edebiyatından sonra ‘özcü’ denilebilecek şairlerin az geldiğini söyler.[8] Onun bu tespiti bize, Divan şiirine verdiği önemi bir kez daha gösterir.
Cansever, kendisiyle yapılan başka bir konuşmada ise şairlerin, ‘Halk ağzını, halk deyimlerini yenileyerek’ şiire ‘yeni alanlar hazırla’yabileceğini ileri sürer.[9]
Edip Cansever’in eski şiirden adını andığı şairlerin sayısı azdır. Birbirini tamamlar nitelikte gördüğü Divan ve Halk şiirlerinden şu isimler onun ortaya koyduğu yazılarda anılır: Nedim, Şeyh Galip, Yunus Emre, Karacaoğlan...

Şairin gelenekte olanla ayrı düştüğü yerler de vardır. 1964’te yazdığı “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” başlıklı yazısında Cansever,  Mısra işlevini yitirdi.” hükmüyle, gelenekte var olan mısra, aruz, hece ve ‘kelime ekonomisi’ (az kelimeyle çok şey söylemek) gibi bazı unsurları dışlamaktadır. Şair bu yazısında, şiirde birim olarak cümleyi, cümleyle gelen imkanları savunur: “Yapacağı işin bilincine varmış ozanlar kabına sığamıyor artık. Hiç değilse zorlanıyor şiir, seçkin, soy bir anlatım yolu bulmak için savaşılıyor. Örneğin cümleler parçalanıyor; söze yeni bir devinim katılıyor böylelikle. Bir bakıma cümle tavır takınıyor, insanlaşıyor. Derken bir satır başı, bir parantez, bir diyalog... bakıyorsunuz düzyazıya geçmiş ozan; anlatıyor, açıyor, anlamı genişletip yoğunlaştırıyor.” Şair, bu hamlenin ‘geleneğe saygı yüzünden’ bırakılmaması gerektiğini de vurgular. [10]

Edip Cansever’in geleneğin Halk şiiri koluna dair olumsuz görüşlerini ise bir başka yazarın aktarımı ile öğreniyoruz. Fethi Naci, şairle aralarında geçen bir konuşmayı şu şekilde aktarır: “... Halk şiirinden yararlanmak olanağı var mı? Bodrum dönüşü, bu konuyu şair dostum Edip Cansever’le konuştum. Edip, kısaca, ‘Olanaksız’ diyordu.[11]

Yerçekimli Karanfil[12] ve Şairin Seyir Defteri[13] isimli bütün şiirlerinin toplandığı  iki eseriyle incelememize esas aldığımız Edip Cansever[14] 

Edip Cansever’in şiirlerinde ise türkülerle ilgili olarak tespit edebildiğimiz iki örnek,  Yerçekimli Karanfil kitabındaki “Tragedyalar”ın teatral havası içinde, birkaç ara başlık olarak kullanılan “Ağıt”lar (s. 148 ve 154) dır. Bu parçaların ‘ağıt’ olarak anılmasının sebebi, hüzün duygularının egemen olmasından olsa gerektir. İkincisini aktarıyoruz:

Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.”( s. 154)

Bu konuda Edip Cansever’in ortaya koyduğu örnekler de vardır. Yerçekimli Karanfildeki Masa da Masaymış Ha”(s. 9)da  Adam ha babam koyuyordu.  Ey” (s.15) ‘sürüylen’,  Aaa” (s. 17)da “Yok yahu bana mısın demiyor.”, “Var Var” (s. 19)’da “Vay ışıklar vay!”, “Yangın” (s. 20)’da “Gel keyfim gel”, “En kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri”, “Borazan” (s. 35)da, “O çalmıyo muydu, olanca görüntüler ayakta”, “Acı Bahriyeli” (s. 87)de  ““Bak kardeşim benim adım Ismayıl/ Kafamı kızdırma adamı bıçaklarım.”, “Tragedyalar” (s. 201) “Hay Allah! Unuttum gene, ...

Söyleyiş benzerliği konusunda Edip Cansever’in şiirleri arasına yerleşmiş iki parça ise bazı halk türkülerindeki karşılıklı konuşmaları hatırlatmaktadır. Bunlardan ilki, Şairin Seyir Defteri’deki “Rüzgârların Dinlendiği Yer” (s. 132)  başlıklı şiirdeki şu bölümdür:

Çıkardın mı su altındaki ölüyü
Çıkardık mı su altındaki ölüyü
Çıkarmadık su altındaki ölüyü
Çıkardıktı su altındaki ölüyü

Bu konuda Cansever’den vereceğimiz diğer örnek, aynı kitapta, “Şu Küçük Şey” (s. 150) başlıklı metnin baş kısmıdır ve yukarıdaki dörtlüğe benzer bir söyleyişe sahiptir:

- İndirdik mi suya denizi
- İndirmedik suya denizi
- İndirdikti suya denizi”




[1] Cansever’in gelenekle olan olumsuz ilgisi üzerine değinen yazarlardan Güven Turan, onun ‘Türk şiirinin geleneksel birimi olan dizeyi tahtından’ indiren şairler arasında sayar. (Bkz. Güven Turan, “Yüzler ve Maskeler”, Gün Dönüyor Avucumda, (Edip Cansever), Adam Yay., 3. Bas. İst., 1997, s. 219-220);  Özdemir İnce, şairin ‘sözcük ekonomisi’ ile ilişkisi olmadığını söyler. Bu, bir anlamda gelenekten kopukluk demektir. (Bkz. İnce, Şiir ve Gerçeklik, s. 117); Enis Batur, şairin gelenekle herhangi bir ‘form köprüsü arama’dığını belirtir. (Bkz. Batur, “Dört Şair, Dört Fatih”, Kitap-lık dergisi, S. 38, s. 188.) Edip Cansever’in gelenekle ilgisini ele alan diğer bazı kaynakları da şöyle sıralayabiliriz: “...”, “Devletimiz 1000 Cumhuriyetimiz 75 Yaşında (Kan Kaybeden Mendil)”, (Önsöz), Kaşgar Edebiyat Seçkisi, S. 5, s. 6; Eroğlu, Modern Türk Şiirinin Doğası, s. 56.
[2] Vecihi Timuroğlu, “Şiiri Sevenler İçin”, Gül Dönüyor Avucumda, (Edip Cansever) Adam Yay., İst., s. 215.
[3] Hüseyin Cöntürk-Edip Cansever, 2 İnceleme (Turgut Uyar, Edip Cansever), de Yay., İst., 1961, s. 83.
[4] Mehmet Salihoğlu, “Günlerle Gelen”, Varlık dergisi, S. 856 (Ocak 1979) s. 16.
[5] Edip Cansever, Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yay., 3. Bas., İst., 1997,  s. 54-56; Edip Cansever, “Soyut Somut”, Değişim dergisi, S. 4 (15 Şubat 1962), s. 1-2.
[6] Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 81; Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Değişim dergisi, S. 5 (15 Mart 1962), s. 6.
[7] Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 84-85; Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Değişim dergisi, S. 5 (15 Mart 1962), s. 7.
[8] Edip Cansever, “Düşüncenin Şiiri”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 42.
[9] Erdal Öz, “Edip Cansever’le Konuştum”, a dergisi, S. 7 (Kasım 1956), s. 2.
[10] Edip Cansever,  “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire”, Gül Dönüyor Avucumda,  s. 57-58.
[11] Fethi Naci, Şiir Yazıları, İyi Şeyler Yay., İst. 1997, s. 51.
[12] Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil, (Toplu Şiirleri I), 5. Bas., Adam Yay., İst. 1995; Bu kitapta şairin daha önce Dizlik Düzenlik (1. Bas. 1954), Yerçekimli Karanfil (1. Bas. 1957), Umutsuzlar Parkı (1. Bas. 1958), Petrol (1. Bas. 1959), Nerde Antigone (1. Bas. 1961), Tragedyalar (1. Bas. 1964), Çağrılmayan Yakup (1. Bas. 1966), Kirli Ağustos (1. Bas. 1970), Sonrası Kalır (1. Bas. 1974) isimleriyle yayımlanan kitapları toplu halde sunulmuştur.
[13] Edip Cansever, Şairin Seyir Defteri, (Toplu Şiirler II), 7. Bas.,  İst., 1997; Bu kitapta şairin daha önce Ben Ruhi Bey Nasılım (1. Bas. 1976), Sevda ile Sevgi (1. Bas. 1977), Şairin Seyir Defteri (1. Bas. 1980), Eylülün Sesiyle (1. Bas., 1981), Bezik Oynayan Kadınlar (1. Bas. 1982), İlkyaz Şikâyetçileri (1. Bas. 1984), Oteller Kenti (1. Bas. 1985) isimleriyle yayımlanan kitaplarındaki şiirler bulunmaktadır.
[14] Edip Cansever de İlhan Berk gibi, yayımlanan ilk kitabını (Ömer Edip Cansever, İkindi Üstü, Işıl Kitap ve Bas., İst., 1947) ürünlerinin toplu basımlarına almaz. Cansever’in bu ilk kitabındaki şiirler İkinci  Yeni öncesine ait olduğu için, incelemeye  dahil edilmemiştir.

Hiç yorum yok: