Edip Cansever (1928-1986), geleneği reddetme veya ondan faydalanmama
hususlarında genellikle Ece Ayhan’la birlikte anılır, hatta daha olumsuz bir
örnek olarak gösterilir.[1]
Fakat bu yaklaşımların tersine, Vecihi Timuroğlu, Edip Cansever’in gelenekle
bağlantılı olduğu bir yönünden söz eder. Şairin Oteller Kenti’ni
değerlendiren Timuroğlu, onun bu kitapla, edebî sanatlar açısından “Türk
şiirinin deneyimlerine de saygılı’[2] bir nitelik sergilediğini
söyler. Benzeri bir yargıyı, şairin “Petrol”ünü inceleyen Asım Bezirci
de belirtir. Cansever bu kitabında sadece kendi geçirdiği denemelerden
faydalanmakla kalmadığını, ‘şiir geleneğimizin getirdiği araçlardan,
kolaylıklardan da’ faydalandığını belirten Bezirci, onun “Şiirimizde
eskiden beri büyük yeri olan ses, uyak, ölçü düzenlerine, ‘edebî
sanatlar’a, hatta rhetorique’e
baş vur”duğunu söyler.[3]
Cansever’in şiir geleneğiyle ilgisi hakkında Mehmet Salihoğlu’nun tanıklığı
daha ilginçtir: “Cansever gibi yeni
şiirimizin bir ustasıyla saatlerce birbirimize divan şiirinden, Yahya Kemâl’de,
Haşim’den dizeler okuyarak coşup taştığımız olmuştur. Ve dostumun, ‘bunların
zevkine varamayan genç ozanlara ben ozan bile demem’ dediğini kulaklarımla
duymuşumdur.”[4]
Cansever’in Bakışı
Edip Cansever’in geleneğe dair görüşlerini 1962’de yayınlanan “Soyut Somut”
başlıklı yazısında toplu olarak görme imkânımız vardır. Şair bu yazıda, ‘ortak
bir düzen’, ‘örgensel (organik) bütünlük’, ‘gelenek’ gibi
kavramlarla konuyla ilgili düşüncelerini anlatmaya çalışır.
Yazısında, “Şiiri şiirden soyutlamak mümkün müdür? Yani ilk günden
bugüne dek yazılmış şiirlerle ortak bir düzen kurulmuştur da, bu düzenin
dışında kalabilen şiirler olmuş mudur? Olmuşsa, bunlar canlılıklarını,
etkinliklerini, işlevlerini sürdürebilmişler midir?” gibi sorularla konuyu
açan şair kendisini, “Yıkıcı bir şiir akımı bile yıktığı değerlerle
beslenmek, geride bıraktığı dil, biçim, yapı özelliklerini kaynak yaparak
güçlenmek zorundadır.” diye
cevaplandırır. Cansever, şiir tarihi
içinde kendisine yer edinen, asırlar boyu akıp gelebilen, değerini kaybetmeden
varlığını sürdüren ‘bütün şiirlerin, canlı, yaşaması olan örgensel (organik)
bir bütünlük’le bağlılıkları
olduğunu savunur. Şair, şiirin varlığını, öncelikle bu organik bütünlüğe
bağlar. Cansever bunu “Şiirler şiirlere eklenerek, dil, yapı v.b. bakımından
nasıl bir düzen yaratıyorlarsa; çeşitli şiirlerdeki çeşitli öğeler de,
duygular, düşünürler de birbirleriyle kaynaşıp çözülerek bu düzenle çakışırlar.
Örneğin daha önceki dönemlerde yazılmış bir şiirin anlamını, bugün için
küçümseyebiliriz ama, o anlamdan koptuğumuzu, hiç mi hiç etkilenmediğimizi
söyleyemeyiz” şeklindeki açıklamalarla anlaşılır kılmaya çalışır. Çünkü
şairler sadece yeni duygular, yeni heyecanlar peşine düşmezler. “Onların
gerçek çabaları, kamusal duyguya,
kamusal isterlere bir yön vermek, buna bir çeşitlilik, yeni bir biçim, en
önemlisi de yeni bir kişilik kazandırmaktır.” Şair, ‘Örgensel (organik) bütünlük’
diye tanımladığı geleneği, ‘dural bir ortam’ olmaktan çok, süreklilik ve
hareketlilik taşıyan bir gerçeklik olarak görür. “Çünkü sürekli olarak şiirler
arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler
de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya da düzeltip değerlendirirler. Başka
şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya
tükenip yerini boşaltır, ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir”.
Cansever, ‘belli bir şiir düzeninde yer almamış, geleneğinden kopuk’
şiirleri soyut şiirler kategorisine
katarak görüşlerini bağlar.[5]
Cansever’in gelenekle ilgili olarak doğrudan doğruya beyan ettiği görüşler,
bir mülakatta söylediklerinden oluşur. Bazı şairlerin ‘ulusal şiir
geleneğinden kopuk tutumları’yla ilgili olarak Metin Eloğlu’nun sorduğu
soruya, Edip Cansever, “Kendi şiir geleneğini yadsıyan bir ozanın, ozanlığı
nasıl ve nereden edindiğini, nereye kadar sürdürebileceğini kestiremem. Bu gibi
kimseler geniş bir ün de yapmış olsalar, önemi yok, bence. Bulguya (icat) aktarmaya dayanan bütün ünler gibi geçicidir
bu da. Şiirleriyse, genel çizgide bir şiir ortamının dışında kalan cansız,
renksiz şiirler olmalıdır, diyeceğim. Gerçek ozan her şeyden önce tarihini,
kültürünü, içinde yaşadığı toplumun koşullarını bilmek; sonra da bütün
bunların, çeşitli dönemlerde yazılmış şiirlerdeki yansılarını, yani dilinin
işlenişini, inceliklerini, etki alanlarını izlemek, kavramak zorundadır.”[6]
şeklinde cevap vererek gelenek hakkındaki görüşlerini somutlaştırır. Hemen
ardından, Metin Eloğlu’nun, “Bizim bir şiir geleneğimiz var mı?”
şeklindeki kışkırtıcı sorusunu ise şu kesin cevapla karşılar: “Olmaz olur
mu, var elbette.. Daha çok biçimci bir şiir geleneğimiz var bizim. Örneğin
Divan şiiri... Bu ozanlar belli bir dünya görüşünden, özel bir düşünce ve duygu
biçiminden yoksun oldukları halde, dil özenleri, dilin bütün olanaklarını
kullanmaları, mazmunlara düşkünlükleriyle şiiri bir marifet durumuna
getirmeleri, bugün bile şiirimizin belli bir özelliği olarak yaşamaktadır.”
Metin Eloğlu’nun Halk şiirinin gelenek bağındaki yeriyle ilgili bir sorusuna da
“Halk şiirinin, halkın diline daha bir yaklaşık olmaktan başka bir niteliği
ya da ayrıcalığı yok, bence. Bu durum, yani öz dile bağlılık, Halk şiirinin
yaşama da daha bir bağlı olduğu sanısını uyandırıyor. Değil öyle! Hatta Halk
ozanlarının, Divan ozanlarının etkisinde kaldıkları bile söylenebilir: Bugünkü
iyimser yorumlar, aşırı hayranlıklar bir yana bırakılırsa, halkla Halk ozanı
öylesine kaynaşmışlar ki şiir kolektif bir iş oluvermiş; yani yaşama bağlılık,
pek de ozanca aktarılmamış günümüze. Bu bakımdan Halk şiirinin, Divan şiirinden
daha fazla bir etkisi olmuştur, denemez.” şeklinde bir cevap verir ve
ikisini de ‘gelenek zincirinin halkaları’ içinde görür: “Genel olarak
Divan şiiri, daha bir şiir, daha bir şiir niteliği taşıyor, diyeceğim ben. Ama
Halk şiirinin de birtakım etkileri olmuştur bizlere. İstesek de, istemesek de
bu etkileri silmeye gücümüz yetmez.”[7]
Divan şiirinin gelenek içindeki ağırlığını öne çıkaran Edip Cansever, “Düşünce
Şiiri” başlıklı makalesinde de Divan edebiyatından sonra ‘özcü’
denilebilecek şairlerin az geldiğini söyler.[8] Onun bu tespiti bize, Divan
şiirine verdiği önemi bir kez daha gösterir.
Cansever, kendisiyle yapılan başka bir konuşmada ise şairlerin, ‘Halk
ağzını, halk deyimlerini yenileyerek’ şiire ‘yeni alanlar hazırla’yabileceğini
ileri sürer.[9]
Edip Cansever’in eski şiirden adını andığı şairlerin sayısı azdır.
Birbirini tamamlar nitelikte gördüğü Divan ve Halk şiirlerinden şu isimler onun
ortaya koyduğu yazılarda anılır: Nedim, Şeyh Galip, Yunus Emre, Karacaoğlan...
Şairin gelenekte olanla ayrı düştüğü yerler de vardır. 1964’te yazdığı “Tek
Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” başlıklı yazısında Cansever, “Mısra işlevini yitirdi.” hükmüyle,
gelenekte var olan mısra, aruz, hece ve ‘kelime ekonomisi’ (az kelimeyle
çok şey söylemek) gibi bazı unsurları dışlamaktadır. Şair bu yazısında, şiirde
birim olarak cümleyi, cümleyle gelen imkanları savunur: “Yapacağı işin
bilincine varmış ozanlar kabına sığamıyor artık. Hiç değilse zorlanıyor şiir,
seçkin, soy bir anlatım yolu bulmak için savaşılıyor. Örneğin cümleler
parçalanıyor; söze yeni bir devinim katılıyor böylelikle. Bir bakıma cümle
tavır takınıyor, insanlaşıyor. Derken bir satır başı, bir parantez, bir
diyalog... bakıyorsunuz düzyazıya geçmiş ozan; anlatıyor, açıyor, anlamı
genişletip yoğunlaştırıyor.” Şair, bu hamlenin ‘geleneğe saygı yüzünden’
bırakılmaması gerektiğini de vurgular. [10]
Edip Cansever’in geleneğin Halk şiiri koluna dair olumsuz görüşlerini ise
bir başka yazarın aktarımı ile öğreniyoruz. Fethi Naci, şairle aralarında geçen
bir konuşmayı şu şekilde aktarır: “... Halk şiirinden yararlanmak olanağı
var mı? Bodrum dönüşü, bu konuyu şair dostum Edip Cansever’le konuştum. Edip,
kısaca, ‘Olanaksız’ diyordu.”[11]
Yerçekimli Karanfil[12] ve Şairin Seyir
Defteri[13]
isimli bütün şiirlerinin toplandığı iki
eseriyle incelememize esas aldığımız Edip Cansever[14]
Edip Cansever’in şiirlerinde ise türkülerle ilgili olarak tespit edebildiğimiz iki
örnek, Yerçekimli Karanfil
kitabındaki “Tragedyalar”ın teatral havası içinde, birkaç ara başlık
olarak kullanılan “Ağıt”lar (s. 148 ve 154) dır. Bu parçaların ‘ağıt’
olarak anılmasının sebebi, hüzün duygularının egemen olmasından olsa gerektir.
İkincisini aktarıyoruz:
“Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.”( s. 154)
Bu konuda Edip Cansever’in ortaya koyduğu örnekler de vardır. Yerçekimli
Karanfil’deki “Masa da Masaymış Ha”(s. 9)da “Adam ha babam koyuyordu.” “Ey” (s.15) ‘sürüylen’, “Aaa” (s. 17)da “Yok yahu bana
mısın demiyor.”, “Var Var” (s. 19)’da “Vay ışıklar vay!”, “Yangın”
(s. 20)’da “Gel keyfim gel”, “En kirli yerleriyle çat kapı fakir
mahalleleri”, “Borazan” (s. 35)da, “O çalmıyo muydu, olanca
görüntüler ayakta”, “Acı Bahriyeli” (s. 87)de ““Bak kardeşim benim adım Ismayıl/ Kafamı
kızdırma adamı bıçaklarım.”, “Tragedyalar” (s. 201) “Hay Allah!
Unuttum gene, ...”
Söyleyiş benzerliği konusunda Edip Cansever’in şiirleri arasına
yerleşmiş iki parça ise bazı halk türkülerindeki karşılıklı konuşmaları
hatırlatmaktadır. Bunlardan ilki, Şairin Seyir Defteri’deki “Rüzgârların
Dinlendiği Yer” (s. 132) başlıklı
şiirdeki şu bölümdür:
“Çıkardın mı su altındaki ölüyü
Çıkardık mı su altındaki ölüyü
Çıkarmadık su altındaki ölüyü
Çıkardıktı su altındaki ölüyü”
Bu konuda Cansever’den vereceğimiz diğer örnek, aynı kitapta, “Şu Küçük
Şey” (s. 150) başlıklı metnin baş kısmıdır ve yukarıdaki dörtlüğe benzer bir
söyleyişe sahiptir:
“- İndirdik mi suya denizi
- İndirmedik suya denizi
- İndirdikti suya denizi”
[1]
Cansever’in gelenekle olan olumsuz ilgisi üzerine değinen yazarlardan Güven
Turan, onun ‘Türk şiirinin geleneksel birimi olan dizeyi tahtından’
indiren şairler arasında sayar. (Bkz. Güven Turan, “Yüzler ve Maskeler”, Gün
Dönüyor Avucumda, (Edip Cansever), Adam Yay., 3. Bas. İst., 1997, s.
219-220); Özdemir İnce, şairin ‘sözcük
ekonomisi’ ile ilişkisi olmadığını söyler. Bu, bir anlamda gelenekten
kopukluk demektir. (Bkz. İnce, Şiir ve Gerçeklik, s. 117); Enis Batur,
şairin gelenekle herhangi bir ‘form köprüsü arama’dığını belirtir. (Bkz.
Batur, “Dört Şair, Dört Fatih”, Kitap-lık dergisi, S. 38, s.
188.) Edip Cansever’in gelenekle ilgisini ele alan diğer bazı kaynakları da
şöyle sıralayabiliriz: “...”, “Devletimiz 1000 Cumhuriyetimiz 75 Yaşında (Kan
Kaybeden Mendil)”, (Önsöz), Kaşgar Edebiyat Seçkisi, S. 5, s. 6; Eroğlu,
Modern Türk Şiirinin Doğası, s. 56.
[2]
Vecihi Timuroğlu, “Şiiri Sevenler İçin”, Gül Dönüyor Avucumda, (Edip
Cansever) Adam Yay., İst., s. 215.
[3]
Hüseyin Cöntürk-Edip Cansever, 2 İnceleme
(Turgut Uyar, Edip Cansever), de Yay., İst., 1961, s. 83.
[4]
Mehmet Salihoğlu, “Günlerle Gelen”, Varlık dergisi, S. 856 (Ocak 1979)
s. 16.
[5]
Edip Cansever, Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yay., 3. Bas., İst.,
1997, s. 54-56; Edip Cansever, “Soyut Somut”,
Değişim dergisi, S. 4 (15 Şubat 1962), s. 1-2.
[6]
Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 81; Metin
Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Değişim dergisi, S. 5 (15 Mart 1962), s.
6.
[7]
Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 84-85;
Metin Eloğlu, “Cansever’in İşi Gücü”, Değişim dergisi, S. 5 (15 Mart
1962), s. 7.
[8]
Edip Cansever, “Düşüncenin Şiiri”, Gül Dönüyor Avucumda, s. 42.
[9]
Erdal Öz, “Edip Cansever’le Konuştum”, a dergisi, S. 7 (Kasım 1956), s.
2.
[11]
Fethi Naci, Şiir Yazıları, İyi Şeyler Yay., İst. 1997, s. 51.
[12] Edip Cansever, Yerçekimli
Karanfil, (Toplu Şiirleri I), 5. Bas., Adam Yay., İst. 1995; Bu
kitapta şairin daha önce Dizlik Düzenlik (1. Bas. 1954), Yerçekimli Karanfil
(1. Bas. 1957), Umutsuzlar Parkı (1. Bas. 1958), Petrol (1. Bas.
1959), Nerde Antigone (1. Bas. 1961), Tragedyalar (1. Bas. 1964),
Çağrılmayan Yakup (1. Bas. 1966), Kirli Ağustos (1. Bas. 1970), Sonrası
Kalır (1. Bas. 1974) isimleriyle yayımlanan kitapları toplu halde
sunulmuştur.
[13] Edip Cansever, Şairin Seyir
Defteri, (Toplu Şiirler II), 7. Bas., İst., 1997; Bu kitapta şairin daha önce Ben
Ruhi Bey Nasılım (1. Bas. 1976), Sevda ile Sevgi (1. Bas. 1977), Şairin
Seyir Defteri (1. Bas. 1980), Eylülün Sesiyle (1. Bas., 1981), Bezik
Oynayan Kadınlar (1. Bas. 1982), İlkyaz Şikâyetçileri (1. Bas.
1984), Oteller Kenti (1. Bas. 1985) isimleriyle yayımlanan
kitaplarındaki şiirler bulunmaktadır.
[14]
Edip Cansever de İlhan Berk gibi, yayımlanan ilk kitabını (Ömer Edip Cansever, İkindi
Üstü, Işıl Kitap ve Bas., İst., 1947) ürünlerinin toplu basımlarına almaz.
Cansever’in bu ilk kitabındaki şiirler İkinci
Yeni öncesine ait olduğu için, incelemeye dahil edilmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder