Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın bu şaheseri, farklı okuma biçimlerine fırsat tanıyan
bir yapı bütünlüğüdür. Dilin imkânlarını
oyuna tahvil eden anlatıcı, okuyucu için birbirinden değerli şen okuma
süreçleri takdim eder. Siz bu takdim unsurlarından herhangi birini alıp,
isterseniz başka bir kurguya dönüştürebilirsiniz. Böylece, yeni bir yapı oluşturmuş olursunuz
ki, bu, sizin marifetinize bağlı olduğu kadar, kaynak metnin velutluğu ile de
ilgilidir.
Şimdi, böyle bir serüvene girişeceğiz. Bir yandan işaret buyurduğumuz ana
metnin velutluğuna yaslanırken, diğer taraftan marifetimizi sergileyeceğiz!
Romanın (19. Baskı) 95 sayfasına doğru Turgut Özben’i müntehir arkadaşı
Selim Işık’ın evinde, onun evrak-ı metrukesi arasında bulursunuz. Turgut Özben,
“ölü evinde”, arkadaşının kendi elleriyle kaleme aldığı “Ne Yapmalı” başlıklı notların peşindedir.
Hassas aramaların nihayetinde bu “kurtuluş reçetesi”ne ulaşan Turgut Özben, bunu,
romanın 95 ila 102. sayfalarında bize de servis eder.
Bir 60’lı yıllar ‘aydın’ı olan Selim Işık, “Ne Yapmalı?” sorusuyla girdiği
analitik metnin ilk paragrafını yine sorularla devam ettirir: “Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki
kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu
renksiz, korkusuz varlıkla yetinmeli mi, yoksa başkalarından farklı olan,
başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan
gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde
bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun
çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen
kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri,
toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi?
Yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert
ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?”
Tarihî ve sosyolojik bir değer ifade eden “Ne Yapmalı?” adlı temel
kitaplara (Lenin ve Çernişevski’nin kitaplarından bahsediyorum.)
dönük bir telmihi de içeren Selim Işık’ın bu metni, toplumsal bir yeniden
yapılanma için elzem ‘insan tipi’nin oluşumuna dönük çareleri sorgulamakta, bu
doğrultuda bir takım ilkeler sunmaktadır.
“Örgüt”, “küçük bir çekirdek”, “küçük topluluğumuz” gibi anahtar
ifadelerden anlaşılacağı üzere, metinde fantazyayı aşan bir yapılanmanın ana
hatlarına temas edilmektedir. Bu, şaşılacak bir durum değildir. Evet,
“birey”den yola çıkan bir toplumculuk anlayışıyla hareket etmeyi kafasına
koymuş olan roman kahramanının metnidir okuduğumuz. İtibarî bir âlem unsuru
olması hasebiyle doğrudan doğruya herhangi bir tarihî dönemle örtüştüremeyiz bu
bölümü. Peki, yüzde yüz ayrı düşünebileceğimizi kim söyleyebilir?
Her neyse, kahramanımız Selim Işık “Ne Yapmalı” adlı metninde muhayyel
“örgüt”ün maddeleştirilmiş “özellikleri”ni şöyle sıralar:
“1- Birleşenlerin sayısı az
olacaktır.
2-Bu topluluk,
genişlemeyi amaç edinmeyecektir. (Kendiliğinden bir artma olursa, bu artış da
engellenmeyecektir.)
3- Kişiler bu birliğe
zaaflarını ve güçlerini koyarak gireceklerdir. (Zaaf konusunda aşırılığa
kapılmamak gerekir.)
4- Kişiler, en küçük
ayrıntılara kadar anlaşılabilecek insanlar olmalıdır. (…)
5- O güne kadarki
gelişmeleriyle nitelikleri bakımından birbirlerine yakın olan insanlar böyle
bir eyleme girmelidir. (…)”
Selim Işık’ın metninde bireysel ve toplumsal gelişim için sunulmuş
“şartlar” da yer almaktadır: Toplu çalışmalara katılmak, iyi niyetlilik, kuşku
duymamak, karşılıklı sorumluluk, yaşantıda dikkat edilecek hususlar, vs…
“Ne Yapmalı”dan yaptığım bunca iktibasa bakmayın, söz konusu sayfalarda
benim dikkatimi çeken asıl unsurlara henüz değinmedim. Şimdi onlara geldi sıra:
İlki, Turgut Özben’in metne yaptığı bir yorumundan: “Neden yok etmedi
acaba ‘Ne yapmalı’yı? Oysa, ne kadar utanmıştır yıllar sonra tekrar okuduğu
zaman.”
İkincisi, Selim Işık’ın oluşturmak istediği “birey” tipiyle ilgili hassas
cümlelerden: “Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte
çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir düşkünlerevine
çevirmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Sonuncusu, “Ne Yapmalı” başlıklı metnin bulunduğu tomarının son sayfasında,
metin bittikten sonra yer alan ifadeler. Turgut Özben aktarıyor: “Sayfanın
altına bir iki karikatür çizilmiş, yanına da güllerle süslü, SIKINTI
yazılmıştı. Daha aşağıda tek harfler ve yedi kere altalta yazılmış bir cümle
vardı; ‘Gordiyum neden kördüğüm’.”
Yazımın başında, Tutunamayanlar’ın “oyun”a dayalı “doğurgan” bir
metin olduğunu, bundan yola çıkarak yeni oyunlar kurabileceğimizi tahassüs
ettirmeye çalışmıştım. Ne dersiniz, yeni bir oyuna yol alalım mı? Doğrusu,
metnin tamamı değilse bile, en sonda sıraladığım üç iktibas, hayli kışkırtıcı!
Oğuz Atay’ın ruhu incinmesin isterim, Selim Işık’ın emeğine yazık olmasın
derim, fakat Tutunamayanlar’ın bu satırlarını okurken, aklıma nedense
hep Türkiye’de olup biten “örgüt”lü bir takım hikâyeler geldi: 28 Şubat,
Ergenekon, Kafes, Suikastlar, Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay Saldırıları, vd…
(Bu metin ilk kez 13 Aralık 2009 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder