5 Şubat 2019 Salı

OYUN ÖRGÜT!

Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın bu şaheseri, farklı okuma biçimlerine fırsat tanıyan bir yapı bütünlüğüdür.  Dilin imkânlarını oyuna tahvil eden anlatıcı, okuyucu için birbirinden değerli şen okuma süreçleri takdim eder. Siz bu takdim unsurlarından herhangi birini alıp, isterseniz başka bir kurguya dönüştürebilirsiniz.  Böylece, yeni bir yapı oluşturmuş olursunuz ki, bu, sizin marifetinize bağlı olduğu kadar, kaynak metnin velutluğu ile de ilgilidir.

Şimdi, böyle bir serüvene girişeceğiz. Bir yandan işaret buyurduğumuz ana metnin velutluğuna yaslanırken, diğer taraftan marifetimizi sergileyeceğiz!

Romanın (19. Baskı) 95 sayfasına doğru Turgut Özben’i müntehir arkadaşı Selim Işık’ın evinde, onun evrak-ı metrukesi arasında bulursunuz. Turgut Özben, “ölü evinde”, arkadaşının kendi elleriyle kaleme aldığı  “Ne Yapmalı” başlıklı notların peşindedir. Hassas aramaların nihayetinde bu “kurtuluş reçetesi”ne ulaşan Turgut Özben, bunu, romanın 95 ila 102. sayfalarında bize de servis eder.

Bir 60’lı yıllar ‘aydın’ı olan Selim Işık, “Ne Yapmalı?” sorusuyla girdiği analitik metnin ilk paragrafını yine sorularla devam ettirir: “Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, korkusuz varlıkla yetinmeli mi, yoksa başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?

Tarihî ve sosyolojik bir değer ifade eden “Ne Yapmalı?” adlı temel kitaplara (Lenin ve Çernişevski’nin kitaplarından bahsediyorum.) dönük bir telmihi de içeren Selim Işık’ın bu metni, toplumsal bir yeniden yapılanma için elzem ‘insan tipi’nin oluşumuna dönük çareleri sorgulamakta, bu doğrultuda bir takım ilkeler sunmaktadır.

“Örgüt”, “küçük bir çekirdek”, “küçük topluluğumuz” gibi anahtar ifadelerden anlaşılacağı üzere, metinde fantazyayı aşan bir yapılanmanın ana hatlarına temas edilmektedir. Bu, şaşılacak bir durum değildir. Evet, “birey”den yola çıkan bir toplumculuk anlayışıyla hareket etmeyi kafasına koymuş olan roman kahramanının metnidir okuduğumuz. İtibarî bir âlem unsuru olması hasebiyle doğrudan doğruya herhangi bir tarihî dönemle örtüştüremeyiz bu bölümü. Peki, yüzde yüz ayrı düşünebileceğimizi kim söyleyebilir?

Her neyse, kahramanımız Selim Işık “Ne Yapmalı” adlı metninde muhayyel “örgüt”ün maddeleştirilmiş “özellikleri”ni şöyle sıralar:

1- Birleşenlerin sayısı az olacaktır.

2-Bu topluluk, genişlemeyi amaç edinmeyecektir. (Kendiliğinden bir artma olursa, bu artış da engellenmeyecektir.)

3- Kişiler bu birliğe zaaflarını ve güçlerini koyarak gireceklerdir. (Zaaf konusunda aşırılığa kapılmamak gerekir.)

4- Kişiler, en küçük ayrıntılara kadar anlaşılabilecek insanlar olmalıdır. (…)

5- O güne kadarki gelişmeleriyle nitelikleri bakımından birbirlerine yakın olan insanlar böyle bir eyleme girmelidir. (…)

Selim Işık’ın metninde bireysel ve toplumsal gelişim için sunulmuş “şartlar” da yer almaktadır: Toplu çalışmalara katılmak, iyi niyetlilik, kuşku duymamak, karşılıklı sorumluluk, yaşantıda dikkat edilecek hususlar, vs…

“Ne Yapmalı”dan yaptığım bunca iktibasa bakmayın, söz konusu sayfalarda benim dikkatimi çeken asıl unsurlara henüz değinmedim. Şimdi onlara geldi sıra:

İlki, Turgut Özben’in metne yaptığı bir yorumundan: “Neden yok etmedi acaba ‘Ne yapmalı’yı? Oysa, ne kadar utanmıştır yıllar sonra tekrar okuduğu zaman.

İkincisi, Selim Işık’ın oluşturmak istediği “birey” tipiyle ilgili hassas cümlelerden: “Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir düşkünlerevine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur.”

Sonuncusu, “Ne Yapmalı” başlıklı metnin bulunduğu tomarının son sayfasında, metin bittikten sonra yer alan ifadeler. Turgut Özben aktarıyor: “Sayfanın altına bir iki karikatür çizilmiş, yanına da güllerle süslü, SIKINTI yazılmıştı. Daha aşağıda tek harfler ve yedi kere altalta yazılmış bir cümle vardı; ‘Gordiyum neden kördüğüm’.”

Yazımın başında, Tutunamayanlar’ın “oyun”a dayalı “doğurgan” bir metin olduğunu, bundan yola çıkarak yeni oyunlar kurabileceğimizi tahassüs ettirmeye çalışmıştım. Ne dersiniz, yeni bir oyuna yol alalım mı? Doğrusu, metnin tamamı değilse bile, en sonda sıraladığım üç iktibas, hayli kışkırtıcı!

Oğuz Atay’ın ruhu incinmesin isterim, Selim Işık’ın emeğine yazık olmasın derim, fakat Tutunamayanlar’ın bu satırlarını okurken, aklıma nedense hep Türkiye’de olup biten “örgüt”lü bir takım hikâyeler geldi: 28 Şubat, Ergenekon, Kafes, Suikastlar, Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay Saldırıları, vd…

(Bu metin ilk kez 13 Aralık 2009 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.) 

Hiç yorum yok: