Talimgâh usulü gün dökümü üzerinden
anılar toplamını neşredenlere içtenlikle baktığımı itiraf etmeliyim. İçtenlikle
çünkü, geçmişe boylu boyunca serilivermiş ‘tamahkâr tüccarı’, aydınlığını biz
fanilere bu tutanakların izi suyu hürmetine bahşediveriyor. İmkânın dışında bir
kabulleniş faslı bu hayırhah durum. Aslı astarı, mintanı fistanı ortalığa
saçılıverdi mi herşey o an dağılıveriyor. İyilerin tarafında, kötülerin hasmı
bu yakut sahtesi sahne, sözümona tastamam renkleniveriyor.
Bağışlayın ama geçmişi
‘fevkaladenin fevkinde’ bir üslup ve ‘harikuladenin harikalarında’ bir dil ve
biçim ile yazıya geçirenlere hayırlarla birlikte sefalar sunduğumu bilmenizi
isterim. Her yazıya edebiyatı hayat memat müştemilatı ile oturanlar yalnız
nisbi dimağ zevkini değil agoranın malumatfuruş çehrelerini de bir güzel
okşamış, kalaylamış oluyorlar. Velev ki (bu ‘velev ki’deki zerafetin
çağrışımına bayılıyorum) operasyon ameliyesi edebiyatın engin Rakofça (Yahya
Kemal’e bin selâm) ovalarını andıran genişliğince vükelây-i edebiyeyi rasat
eyliyorsa, oh ne keyif ne keyif!..
Zira bu ameliyenin hasmı, zahîr
(şapkalı i’ye dikkat lütfen) vücuda gelmiş isimlerin son zamanlardaki saklı
duran tedirginliğini bilmem farkettiniz mi? Evet, bir operasyon var ve kayıp
halkaya hergün bir yenisi ekleniyor. Dile, kültüre, topluma, edebiyata, sanata
ve bilumum hayat memat işlerine…
Şimdi, işi bulandırmanın,
sulandırmanın cevaziyet arzetmediği hususunda bendeniz ilim tahsil etmiş
biriyim. Lakin uzun zamandır edebiyat cemaatinin soluğunu kesecek, duygularını
berkitecek ve nasibi olanları ruhi fasılalarla sağaltmaya çağıracak bir kitabın
yokluğunu hissetmekte idim. Solcu esnafın körler sağırlar faslını bir tarafa
bırakmanız dilinizin ve dininizin tadı açısından ne kadar elzem ise sağcınızın
veya muhafazakârınızın yazdıklarının okunmayacak denli sığ saydığımı düşünüp
kızacaklar varsın kızsın! (herkes kızabilir kendimi yazmadım)
İşleri güçleri teneke
trampet çalmak!
İşi gücü teneke trampet çalıp
akından akına gaza kovalayan, dergiler batırıp gazeteler çıkaran bir garip
çetecilik şovunu izlemekten gına geldiğine dair ifşaatlardan Mısır’daki sağır
sultanlar bile şikayet eder oldu. (Hüsnü Mübarek’in şahitliği caiz midir
dersiniz?) Bir şamar dedim içimden, bir şamar!.. İçinde garibim oğlanın
figüranlık yapmadığı şöyle esaslı bir şamar!.. Beklediğim şamarın sesi nihayet
Okur Kitaplığı’ndan geldi.
Zamanın behrinde (bu kelime böyle
miydi acep?) kayıp kıta Mu’da esrarengiz bir kriz vukubulur. Şöyle idi sanırım;
“Soluğunu uzun süre su altında tutabilenler hayatta kalabilecek artık” demişti
kayıp kıta Mu’da ikamet eyleyen, iş aleminin bol vizyonlu, bol mangırlı ve de
efekt sahibi ismi. İş âleminin değil belki fakat edebiyat âleminin hayrına bir
tas su veren, çeşmeye gönderdiği eşeği zapt-u rapt eyleyen Cevat
Akkanat, su altında uzun süre kalamamışların hal beyanı üzerine gördüğüm ve
de okuduğum o ki yazdıklarıyla bünyeleri fazlasıyla sarsıyor!
Esas niyetimiz
Niyetimi faş edeyim de neme lazım
hukukî sorumluluğumun bulunmadığını dillendirmiş olayım: İş bu Cevat Akkanat
nam âdem, vakti zamanında (bu cümle eleştiriye tabidir) şair idi, eleştirmen
idi, kitap tanıtır idi… Hor görmediği garibi mağrıbın sıtkı sıyrılmış ehli
cefası hürmetine bihakkın korur ve de gözetir idi… Ta
bindokuzyüzdoksanların muhalif metrukâtı Lika’nın neşrini tastamam icra eyler
idi… Ederdi de okuyucudan ziyade polis vesair zabıtanın adesesinden
kurtarabilmiş değil idi matbuatını. Neyse…
“Edebiyat Hayat Memat” (Okur
Kitaplığı, 2010) derdi olan, derdini derbederler ile bela-yı aşk kılan okurun
(kari olarak da okuyabilirsiniz, kaşlarımı çatacak değilim ayol) hem de
muharririn iş bu âlemi kurcalayıcı cıngıllı, şenlikli, eleğimsağmalı, kütür
kütür kemik kokan bol naneli yazılarından fayda temin edebileceklerini
düşünmekteyim.
Bu mevzu bahis isim, paragraf
girişindeki italik yazı ile imlenen eserin naşiri Cevat Akkanat, evvel haylice
solcu olduğunu satır aralarından okumak imtiyazını muhtemeldir ki bana
bağışladı. Çünkü dilin imkânlarını kıvrak manevralar eşliğinde cıscıbıldak
değil, konunun vukufiyetine binaen kardığı harca boca ediyor. Haliyle bana da
sarf-ı nazar eylediğiniz bu yazıyı kaleme almak düşüyor.
Böyle düşünmüş olmanın hayra yorulacak
sebeplerini paylaşmak kudretini izninizle göstermek istiyorum. Edebiyat
stadının değişmeyen takımı arasında denklanşöre her defasında flaş (yazılışı
ecnebice flash sanırım) onbirini alacağı umuduyla basıveren ve kadranda hep sol
entelijansiya ile sözümona muhafıza muhtaç muhafazakâr ecnebilerin(!) pozunu
görmek bu kabil yazıları deruhte eyledikten sonra nasip oldu. Bir iddia makamı
sayılan artizlerin ipliğini mezata çıkarmakla Akkanat, eleştirinin nasıl olması
gerektiği bahsine de en sertinden imzasını çakmış oluyor.
Kırk beş kalibrelik atlas!
Yazıların akışkanlığı, biiznillah
çileye talip olan muttasıl esnafın zanaatına tıpayı basıveriyor. (Sonrasında
ise pamuk olduğunu tahmin eder gibiyim!..) Serde ölüm kalım olunca, yazarın
hayat memat meselesini ifa ederken duyduğu ıstıraba yüz çevirmek beyhude çaba.
Vasati durum, hayatın lebaleb edebiyat cihetine yanaşan kavramlarını beyhude
çabanın hasılası kılmaya yetiyor vesselam. Titizlikle inceledim, 45 (yazı ile
kırkbeş) kalibrelik kültür atlası “Edebiyat Hayat Memat”.
Üç boyutlu eser, ma’hud feveranları
Türk ili içinde, dilimi dilimine esrarengiz maceralar eşliğinde anlatıyor.
Katalog şairlerinin içler acısı sıcak ağıtları, muhalif 28 Şubat şiiri ve
trakkadan tavşan çıkaran çıraklar, mat olmuş pıtrak sürüsüne karışan aydın tipi
ve hempası, kulağına kar suyu Marko Paşa, katillerin yazar olarak
portresine kadar tam üç boyut 45 kısım tekmili birden sahne alıyor. Ne yalan
söylemeli, hayatın klişeleşen yüzüne edebiyatın realitesi açısından muvafık
sahnelerde dans edenlerin yüzüne bu denli güzel (bağışlayınız lütfen) tüküren
yazılar okuduğumu pek hatırlamadığımı itiraf etmeliyim. Yazar, şahsi ve
muhterem haliyle edebiyata gönül verdiğini gizlemiyor lakin zaruret halini alan
cemiyet kosmosu içinde insanın ‘ruh’ taşıdığını da defeatle zikrediyor.
Haliyle yazılarda ortaya çıkıveren
kudret, önce bireyin, sonrasında cemiyetin balık hafızasını güçlendiriveriyor.
Hatırlayınız lütfen, bu ülkenin siyasi serencamına dair, millet arzusuna
muvafık dişe dokunur bir cümlecik kelam etmeyen it takımı (itlerin sadakatine
dikkat!) yaptıkları kolaj çalışmaları ile ödüllerin belini kırmışlar idi.
Safran sarısı kravatlar, porselen çürüğü iltihaplar eşliğinde, tarihin
tanıklığına muhtaç konularda epey safra kaldırmışlar idi. Bir tarafta edebiyat
sair güzellikler, öbür pencerede vatan tandırında pişmiş ekmeğin kokusu, ne
âlâ!
Cevat Akkanat, şairin yerini
yurdunu; yazarın ruhunu kurdunu; eleştirmenin asını hasını gazete ve dergi
sayfalarında kalmış bu minval yazılar eşliğinde deşme zahmetini gösterdiği
halde, sen ey mübarek nazar sahibi okur, derdin mi var niçin inilersin?
45 kısım tekmili birden, günde 5
vakit hane halkına okuyunuz okutunuz!..
1 yorum:
Hangi derde deva? Icabinda vatan yahut silistre...
Yorum Gönder