İhtiyarın Vefatı adını taşıyan bir
kitabı okumanın ne gibi bedeli olabilir? Bence, melâle müşteri olmalı bu
kitabın okuru.
Polat Onat'ın ikinci kitabıdır İhtiyarın
Vefatı... 2009'da yayımlanan ilk kitabının taşıdığı isim de ilginç: ‘Son’.
1979 doğumlu bir şair Polat Onat.
İlginç bir yazı serüveni var. 2000'de yazmaya başlamış, dört yıl kadar
dergilerde görünmüş. Baktım, ortalamanın altında eser yayınlayan dergiler
bunlar genelde. Bu yüzden midir bilmiyoruz, şair, 2005'ten itibaren dergilerde
görünmekten imtina etmiş.
İhtiyarın Vefatı'na gelelim...
Hayatın merdivenlerini tırmanmış birisinin böyle bir kitap ismiyle karşımıza
çıkmasını tuhaf karşılamayız, peki, genç bir şairin, eserine İhtiyarın Vefatı
adını koyması garip karşılanmaz mı? Kitabın içeriğiyle bu kadar uyumluysa
adlandırma, niye karşılansın? Aksine,
güzel bir tercihtir aynı zamanda...
Adı üstünde, tematik bir kitap
İhtiyarın Vefatı: "I. B/ölüm: Yaşlanmanın Ölümsüzlüğü" ve "II.
B/ölüm: Ölümlerle Yaşlanan" diye iki bölümden oluşuyor. Görüldüğü üzere,
ölümle pençeleşen bir ihtiyarlığın takdimini yapıyor Polat Onat. Başlıklar
değil sadece, Cenap Şehabettin, Abdülkadir Budak ve Mark Twain’den alınan
epigraflar da bu pençeleşmeye delil sayılmalıdır. Fakat daha da ileri
götürebiliriz örneklemeyi: Hemen her şiirin kapısı, aynı ağıtla kafiyeli...
Sonuçta, tam da şairin söylediği gibi, "Günümüz yönelimlerinden uzak"
"garip" bir şairle karşı karşıyayız...
Ayrıntıya geçmeden önce şu ilk
bakış yargısını da bildireyim: Kavramlardan, adlardan, hele ki nesnelerden
ibaret tek kelimelik şiirleri, evet, sadece adlarından ötürü, Sedat Umran'ın
metinleriyle yakın, hatta akraba görebilirsiniz. Böylesi bir tehlikenin
sınırından dönmeniz için Polat Onat'ın şiirlerini sabırla okumanızı tavsiye
ederim. Fakat hangisini tercih edersiniz bilemem, Umran'ın şiirleri hayatın
damarına çağırırken bizi, Onat'ınkiler ölümle yüzyüze bırakarak hayat memat
arası bir sınırı zorluyor...
İşte birkaç başlık ve onlardan
yapılmış manidar mısralar:
Anahtar: "görünmez ellerinle
kuşku içinde / paslanmış bir anahtar uzatıyorsun bana / artık hiçbir kapıyı açmayacak
bir anahtar." (s. 18)
Huzurevi: "yürüyoruz şimdi
arkadaşlarla efkârlı / ikindi güneşi tatlı tatlı okşuyor mezarlık yolunu / ve
seni gömüyoruz." (s.21)
Rahmetli: "bakıyorsun yosun
gözlerinle / bekleyen son günlerine özlem renginde / derinlerden derin
gülümsüyor toprak olmuş dudakların." (s. 23)
Serseri: "karanlık bir balad
yazacağım ölmeden / belli ki yerim var düşlerinde / kış güneşi sevdiğim /
pervasız serçe" (s. 30)
Mezar: "acaba hiç şiir yazmış mıdır
burada yatan ölü" (s. 33)
Kitabın işaret ettiğim çerçevesini
ele vermesi bakımından bu sıralama bir fikir vermiş olmalı; pekiştirmek için
daha tasarruflu bir yol var mıdır? Şiirlerin adlarını şiirin metninden bir
kelime yahut kelime grubuyla kodlasak:
Baston: "beyhude geçmiş
ömür"
Bagaj: "tabut"
Teşekkür: "kocadım"
Pişman: "geleceğin
ölüleri"
Arkadaş: "hastane / morg /
mezar"
Bu tarz metinler
"İlaç"ta, her bir derde yakalanmış birisinin ilaç sayım dökümü ile
zirve yapıyor.
İhtiyarlık ötesi bir durumla (hayat
memat demiştik biz buna) bizi yüz göz eden İhtiyarın Vefatı'nda mutlaka
okunması gereken şiirler belirledim. Sözün sanatla kanatlandığı bu şiirlerden
birkaç isim anayım:
Bilge (s. 19), Köy (s. 36), Anne
(s. 39), Gözlük (s. 41), Kıyamet (s. 47), Avlu (s. 50), Gölge (s. 56), Şato
(67), Derdo (s. 69), Maç (s. 77), Şair (s. 95), Kekeme (s. 97), Alevler (s.
109)
Polat Onat'ın genel bir tutumu
üzerinde de durmak gerekir burada: Oyun oynuyor sürekli. Söz oyunu olsa mesele
değil; daha ziyade şekillerle oyalanıyor. Bunlar daha önce birileri tarafından
denenmiş şeyler; sakıncası yok, şairimiz yeniden denemeye girişiyor. Tabii ki
bu aşamada kimi başarısız metinler de çıkıyor ortaya; yer yer küçük bir
espriyle biten eskimiş kombinezonlar... Bunlar ne kadar görsel, müziksel
unsurla desteklenirse desteklensin, cürmü esprisiyle müsemma oluyor... Şu
başlık altındaki metinler bence öyledir:
Yaşamak (s. 28), Sandık (s. 31),
Arkadaş (s. 43), İlaç (s. 48), Akvaryum (s. 54), Otopsi (s. 59), Biyografi (s.
78), Suskun (s. 82), Koleksiyoncu (s. 87)
Fakat dikkat edilsin, şairin bütün
oyunlarına karşı değilim. Mesela, yukarıda da olumlu yaklaşımla bahsettiğim
şiirlerden “Derdo” (s. 69) başlıklı metinde yerel ağız mükemmel bir ustalıkla
kullanılmış:
"teneşirden kaldırırkene nice
hafif / çahıyınan tezine mezer gazılmas / de get oglim de get derdim böyühtür /
yilanlara çeres olacik kızanımın saçları."
Şunu da söyleyeyim: İhtiyarın
Vefatı'nda benim favori şiirim, geleneğimizde hayli örnekleri olan bir tarzla
oluşturulmuş “Kekeme” şiiridir.
Şimdi, lisan-ı pepegiyle yazılmış
olan bu şiiri okuyalım:
KEKEME
te te terliydi sevdiğimin i i ilk
tu tu tuttuğumda heyecanla e e
elleri
a a ardı ardına bitirilmiş gü gü
günler
kı kı kırıldı aynası bu sa sa sağır
gözün
ne ne nefes almak ço ço çok güzeldi
kurtlar ve so so solucanlardan hep
korktum
yo yo yoğun endişeler iç iç
içindeyim bayım
çü çü çürüyecek pamuk
narinliğindeki o e e eller. (s.
97)
Netice: İhtiyarın Vefatı, son
yıllarda yazılmış kendinden menkul (orijinal) bir kitap. Ortak dili zorlayan,
yer yer yıkan bu tarz eserlere ihtiyacımız var...
(İhtiyarın Vefatı, Şiirden Yayınları,
İstanbul, 2011, 126 s.)
(İlk
kez 26 Mayıs 2011 tarihli Millî Gazete’de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder