Hayâlleriniz var mı? Diğer bir ifadeyle yaşamaya gücünüz? Yani
nedir yaşamaklığınız bu âlemde?
Şairler ki, hayâl denen gölge güzelin esirleri değil midirler? Gıdalarının büyük bir bölümünü onu soğurarak sağlamazlar mı? Böylece, söyledikleri, yazdıkları çokça zaman, ziftli bir gecenin içinden ge-çip giden “hayâl meyâl şeylerden” ibaret değil midir?
Yepyeni bir ufku fethedip ışıltılı gözlere sahip olması için, şair, bunları bağrında taşımasını bil-melidir.
Ve onu o yapan iç ve dış etmenlerle birlikte, tasarı makinesi ne kadar keskin çalışıyorsa, o kadar geniş bir hayâl ormanı kurgulayacaktır:
“Her şey yeniden başlayacak biraz sonra
Duvarları zorlamadan, ellerinizi
Çırpın ve bekleyin;
...”
Sonra, “Masal”larından çıkıp hayatın orasına burasına takılıp kalan kahramanlar ve şair, baş başa verip her bir şeylere sirayet edeceklerdir:
“Yağmurda yürümek, geceyi dinlemek, ürpererek
Ama bütün bunlar şiir kadar uzak
İmkânsız ve hayâli şeyler;
...”
İmkânsızla hayâliyi aynı kefede ortalayan şair, nasıl da zorlamasız
topluyor avucunun geri teptirme-yen bölümüne, bunları:
“Birdenbire oluyor her şey, birdenbire
değişiyorBen birdenbire ‘ben’ oluyorum, ellerim birden bire el!
Yerin altına iniyorum,göğe çıkıyorum, sarsılıyorum
Mekânlar birbirine ekliyor, saatler birbirine
Suların ve dağların ardından gelen hayat
Birdenbire ayartıyor beni
Çoğalıyorum.”
Hayâl, şiirin canı. Hayalin olduğu yerlerde daha başka neler mi var? Rüya, mûsikî, çocukluk, dönüp duran bir ahenk:
“sis ve boşluk
can ve beden
yusuf ve kuyu
dönüyorlar birbirleri etrafında
terliyorum”
Hayal (ve kardeşleri) kışkıran/kışkırtan nitelikleriyle yarıp geçerler zamanı, yarının sayfalarını renklendirirler. “Düş ve Çocuk”ta, kendini Kızıldeniz yerine Nil’e bırakacağından dem vurulan çocu-ğun “Toprak olmayı arzuluyor...” olması, böyle bir âteşin hararetten kaynaklanıyor. “Çocuk ve Gece”de de böyle. Geceyi zorlayan çocuk, yeniliyor, evet. Lâkin “hayâl”in “göğe doğru” kanat çırpan özgür ruhu, ufku ve utkuyu düşündürüyor.
“Kısacık bir tarihim ben
Henüz defterim tertemiz”
dizeleriyle başlayan “kısa Tarih Şiiri”, şairin hayâl âlemini, yani o berrak “aynadaki dünya”sını sergileyen bir şiir:
“...
Hayâllerimin aynasına bakarım, aynadaki dünyaya...
/sonra girerim oraya ve orada yaşarım
da kimseler bilmez bunu, hayâllerimin
gezginiyim çünkü ben ve geçerim hayâl
odalardan, gecelerden, hayâl
şehirlerden sonsuz bir
ırmağa girer gibi
...”
İşte “Hayâl Defteri”nin en sevdiğim şiiri: “Ayna”. Nasıl açmalı onun sırlarını? Üstelik bu gerekli mi? “Tılsım” bozulur mu? “Yok olmanın sırrı” küçük bir denemeyle çözüme kavuşturulur mu? Şöyle başlıyor “ölüm” gibi güzel şiir:
“Daha kapıdan girer girmez, toprağın
hakkını soruyorlar bana, içimdeki canı,
yokolmanın sırrını;
geldiğim şehri soruyorlar, eski gülüşlerimi,
düşlerimi;
...”
Net sözler peşine düşüp durmanın âlemi nedir ki? Hem, şiir değil mi canım okunmayı bekleyen kitaptaki kanatlı sözlerin adı? Ne duruyorsunuz, imzalayın şu “aşk bildirisi”nin altını, gözlerinizle: “Saçımı taradım, tıraşımı oldum, şiir’im bitti” diyerek yeni başlangıçlar muştulayan şairin, “hayâl defteri”ni, okuyun bir...
------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder