14 Kasım 2019 Perşembe

KÖPRÜ KURMAK İLE KÖPRÜ ATMAK ARASINDA ZİKZAK

Drina Köprüsü, Carablus Köprüsü, Berkowo Köprüsü… Köprüler çıkıyor bugünlerde bahtıma. Okumalarımın önünü kesen, beni başka dünyalara alıp götüren köprüler…
Üç köprü, adları fetihlere, savaşlara yahut işgallere karışan, üzerlerinde nice siyaset oyununun, iktidar mücadelesinin yahut kanlı cengin sahnelendiği, hemen her biri, bir veya birkaç ülkenin askerî hassasiyetlerine konu olmuş üç mimarî yapı…
Kuşkusuz sanat eserlerinden, sözgelimi hikâye, roman, şiir, tiyatro, şiir gibi artistik ortamlardan seçilip çıkarılmayı bekleyen başka köprüler de vardır benzeri akıbetleri görüp geçişmiş. Yahut hatıralarımız arasında hayat sürenler…
 İşte son cümleye bağlı bir örnek: Kaydettiğim üç köprüye ek olarak hatıralarım arasında yer alan bir hayat tecrübesine birkaç satırlık torpil geçmek istiyorum: Çocuktum. Demiryolu işçisi olan babam Ali Akkanat, 1974’te vuku bulan Kıbrıs harbi sırasında, geceleri nöbet tutmaya giderdi Balıkesir-Dursunbey demiryolu üzerindeki meşhur Mezitler İstasyonu yakınındaki demir köprüleri beklemeye. Ola ki o savaşın düşmanı, bir yolunu bulup sabotaj yapardı bizim demir köprülerimize… Babam köprüsünü beklerken, biz de sabahı, yani babamızın geri gelip bizi kucaklamasını beklerdik, üç oğlan bir anne…
Kim bilir, okumalarım sırasında karşıma çıkan köprülere dikkat kesilmemde bu hatıranın da büyük etkisi vardı. Evet, kim bilir…
Okumalarımın ilk köprüsü, İvo Andriç’e ait uzun bir metin olarak karşıma çıkıyor: Drina Köprüsü. Bu bir romandır. 1961’de Nobel Armağanı alan Drina Köprüsü’nü kim hangi yaşta okur bilemem, fakat coğrafyamızda yaşayan hemen her faninin ahir ömründe en az iki kere hatmetmesi gereken bir eser. Hayır, kitaptan söz etmemeliyim. Zira kanlı canlı bir kahraman gibidir Drina Köprüsü. Ona, bir Osmanlı beldesi olan Bosna’da inşa edilirken tesadüf etmişsinizdir. O toprakların çocuğu olarak dünyaya gelen ve bir zaman sonra Devlet-i Aliye’nin Sadrazamı olan Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Drina Köprüsü uzun yıllar bölgenin Müslüman ve Hıristiyanlarının hayatlarına yön vermiş, onların kaderlerini belirlemiştir. 300 yılı aşan ömrü boyunca çeşitli milletlerin çatışmalarına merkez olan bu yapı, 1912’de Avusturya ile Türkiye sınırını teşkil ederken, Balkan Savaşları’nı müteakip Avusturya’ya teslim edilmiş ve nihayet 1914’te Harb-i Umumî’nin başladığı ilk günlerde muhtemelen Alman kuvvetleri tarafından yerle bir edilmiştir. Drina Köprüsü’ne ayırdığım bu bir paragraflık bölümü yazmamış kabul edip, ömrüm vefa ederse kendisine tekrar döneceğimi belirtiyor ve bağlam çerçevesinde dikkatimi çeken ikinci köprüye geçiyorum.
Bu, sıralamayı yukarıda yaptık, Carablus Köprüsü’dür. Fırat üzerinde meşhur bir demir köprüdür. Bu heybetli köprüyü İsmail Habib Sevük’ün 1943’te yayımlanan Yurttan Yazılar adlı seyahatnamesi ile tanıdım. Adını, o günlerde Fransız işgali altında olan Carablus kasabasından alan bu köprüyü İsmail Habib, Galata Köprüsü ile mukayese ediyor, tabii ki şimdi eskide kalan Galata ile. Yazarın kâh Fırat ırmağını, kâh üzerindeki Carablus’u ballandıra ballandıra anlatması değil benim dikkatimi çeken; o coğrafyada Fransız işgaliyle somutlaşan savaş hali ve bu savaşın köprü üzerinden bende bıraktığı intiba. Gerçi bu konuda yazarın ikram ettiği bir cümleyi burada kullanabiliriz: “Kasabanın kendisi Fransızlarda, istasyonu bizdedir. (…) rayların berisinden bizim bayrak Fırat’ı uğurluyor. Rayların ötesinde de Fransız bayrağı Fırat’a ‘Hoş geldin.’ Derken nehir bu daha alışamadığı yabancı bayrağa biraz yadırgayarak bakmaktadır.” İsmail Habib’in Carablus Köprüsü bağlamında savaşa ve işgale dönük cümleleri bu kadarla sınırlı, zira haklıdır; savaştan bıkıp usanmış bir kuşağın kalemidir kendisi. 
Bir İkinci Dünya Savaşı askeri olarak 6 yıl (1939-1945) cephede kalan Heinrich Böll ise bu konularda bize cömert davranmaktadır. O, Berkowo Köprüsü’nün Öyküsü’ne (Solgun Köpek, s. 110-124) imza atarak gerçekleştirmiştir bu cömertliği. Böll hikâyesine bir kahramanını anlatıcı tayin etmiştir. Kahramanımız 1940’larda Alman Güneydoğu Cephesi yapı işlerinden sorumlu komutanlığın yedek birliği olan KNX’te bir rütbelidir. Beresina Nehri üzerindeki Berkowo Köprüsü, ilk kez 1941’de Ruslar tarafından geri çekiliş sırasında havaya uçurulmuştur. Kahraman anlatıcımız 1943 başlarında köprünün yeniden inşası (onarımı) için yönetici olarak görevlendirilmiştir. Köprü, büyük bir ihtimalle “genel bir geri çekilme harekâtı kapsamında” kullanılacaktır. Havaya uçurulacağı önceden belli olan bir köprünün yapımında çalışmak her ne kadar can sıkıcıysa da inşa işinin planlanan zamanda bitirilmesi gerekmektedir. On gün sürecek inşa için üç bin işgücüne ihtiyaç vardır ve bunun için 250 asker işçi kâfidir. İlaveten yardımcı hizmetlerde çalışacak 50 kişilik bir personel gerekmektedir. Bunlara, daha sonra Güney Cephesi Komutanlığı tarafından köprüyü koruması amacıyla gönderilen iki tank birliği de eklenir. Bunlar özellikle “nehrin öteki yakasından buraya ulaşmayı başaran Rus kuvvetlerinin olası saldırılarına karşı” köprüyü korumakla görevlendirilmiştir. Fakat ortalıkta gezen söylentilere bakılırsa tam da bugünlerde Alman birlikleri toplu geri çekilmeye başlamıştır. İşler bir şekilde devam etmiş, köprü inşasının son gününe hatta son saatlerine gelinmiştir. Tam da bu sırada istihkâm birliğinden bir teğmen inşaat alanına gelir ve saat dörtte yani inşaatın tamamlanacağı saatte köprünün havaya uçurulması emrinin kendisine verildiğini söyler. Bu saatlerde ordunun neredeyse tamamı da geri çekilmiştir. Geride sadece tek bir birlik bırakılmıştır. Koruma birliği. Bu birlikle verilmek istenen bir intiba vardır: “… kendilerinden kat kat büyük olan düşman kuvvetlerini ele geçirmek ve bunu yaparken de müthiş bir direniş gösterildiği havasını vermek”… Aslında ise bu birlik gözden çıkarılmıştır ve istihkâm teğmeni, anlatıcı kahramanımıza bunu gizlice söylemiştir. İşler plânlanan şekilde olur. Köprü inşaatı tam saatinde tamamlanır ve yine aynı anda, tam saatinde havaya uçurulur. Berkowo Köprüsü’nün Öyküsü’ndeki son satırları iktibas edelim:
“… hiç kimse Berkowo Köprüsü’nün havaya uçurulduktan sonraki halini benden öğrenemeyecektir, çünkü geriye dönüp bakmadım, Rus tanklarının attığı toplar Berkowo’daki evleri yerle bir etmeye başladığında bile, arkama dönüp bakmadım. Ve yine de zaman zaman orada yaşananları gördüğümü sanıyorum, verilen emre uyarak son âna kadar direnen ve aynı zamanda bizi korumaya çalışan o bahtsız insanların [Gözden çıkarılan koruma birliğinin-C.A] yorgun ve bitkin halleriyle kaçışlarını görüyorum; kendilerini hiç görmediğim halde bize lanet ettiklerini, bize küfrettiklerini ve yüzlerindeki ölüm ya da esir alınma korkusunu, görevimizin bize emrettiği şeyin dışında kendilerine hiçbir şey yapamadığımız için bize karşı duydukları öfkeyi ve nefreti görüyorum.”
Köprüler: Azgın ırmakların üzerinde cennet düşleri. Cehennemden öteye geçişin hayal alemleri…
Zengin düşlere ve hayalden ülkelere kapı aralayan yapılar olmalı köprüler… Savaşlara, kırımlara, katliamlara sahne olmamalı…
Hele hele, siyasî hesaplaşmalar, iktidar mücadeleleri, yahut savaş halleri, her ne sebeple olursa olsun, gözden çıkarılan birliklerin telef meydanı olmamalı köprüler…
Ve böylesi menfi durumlarda köprü atanlarla değil, köprü kuranlardan olmalıyız…

(9 Ekim 2008, Milli Gazete)

Hiç yorum yok: